2024-10-10
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Latif Epözdemir
 
TÜRK SİYASET KURUMU ÇAĞDAŞ BİR ANLAYIŞ GELİŞTİRMEK DURUMUNDADIR
2021-01-03 20:16
Latif Epözdemir
Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından türk siyasetinin Kürt sorununa yaklaşımı şiddeti esas alan militarist bir yaklaşımdı. İskan, Tedip, Tenkil ve Katliam. Bu yaptırımlar yasa ve kararnamelere dayandırılıyordu. Şark Islahat Planı, TakririSüku, Mecburi İskan ve daha bir çok kanun ve kararname bu yaklaşımlara uydurulan “yasal” kılıflardır. Elbet bu sonuçlara varmanın öncesi de var. Raporlar. UmumMüfetiş Raporları, Sıdıka Avar raporları, İ. Tali Öngören, Abidin Özmen, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve diğer raporlar. Ama en önemli rapor İsmet İnönü raporuydu ki bu rapor Kürdistanı “sömürge statüsü” ile yönetmenin önünü açıyordu.

Çok partili döneme geçildikten sonra Türk siyaset kurumunun Kürtleri “tehdit algısı olarak görmesi anlayışı yine devam etti ama mücadele yönteminde militarist baskılar ve yaptırımlar, tali durumuna geçti, asimilasyon, ret ve inkar politikaları ön plana çıktı.

Son zamanlarda daha çok entegrasyon siyasi güdülmekte, Kürt varlığının inkârı siyaseti terk edilmekte ve ama Kürdistan kavramı yadsınmaktadır. Son yarım yüzyılda ise daha farklı bir tutum sergilenmektedir. Her beş yılda bir, Türk egemen siyasetinin, icraaygıtı SİYASİ PARTİLER parlak vaatlerde bulunup KÜRTLERİN AĞZINA BİR KAŞIK BAL çalmayı “geçer akçe” sanıyor. Aslında bu yaklaşım içtenlikten uzaktır. Bu tavır ile amaçlanan sorunun çözümünü, ertelemek Kürtleri OYALAMAK, ÖTELEMEK OY almak için adetahalkı kandırmaktır.

Bu konuda yakın geçmişteki söylemleri hatırlamakta fayda var.

İtiraf etmek gerekir ki yakın geçmişte en içten ve en doğru söylem Turgut Özal’dan geldi. Özal: “Federasyon dahil her çözüm formülünü konuşabiliriz. ” Demişti. Özal, Eşref Bitlis ile barışçıl yollarla bir diyalog başlatmak, sorunu poligonların dışında tartışmak eğilimindeydi. Özal Güneyli Kürt lider Celal Talabani’ye: ”bizim deliye söyle biraz dursun bu sorunu sakin bir düşünüp çözüme bağlayalım” demişti. Özal’ın “ bizim deli” dediği de kuşkusuz ki Öcalan’dı.

Elbet bu söylemler devletin en yetkili ağızlarınca seslendiriliyordu. Bu öylemler Türk siyaset kurumunun alışık olduğu söylemler değildi. Bu nedenle bu üç iyi niyetli insan (TurgutÖzal, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis) ortadan kaldırıldı. Böylece Kürt sorununun demokratik ve barışçı yollarla çözümü konusu rafa kaldırılmış oldu.

Türk siyasetinin Kürt karşıtı odakları düğmeye basmış, gelişen demokratik Kürt muhalefetinin bastırılması ve yasaklanması “ivedilik” kazanmıştı. Kürtlerin yönü dağa çevrildi, demokratik Kürt hareketi derin odaklar tarafından “fason” örgütler aracılığı ile “terörize” edildi.

Süleyman Demirel gelmiş geçmiş en donanımlı ve deneyimli bir Türk siyaset adamıdır. Demirel; “Kürtrealitesi"nitaniyorum" demişti. Âmâ tanıştığı bu realitenin gereğini yapmadı, yaşama veda etti, lakin sorun evrildi.

Keza 12 Eylül’den sonra kurulan ve uzun süre iktidar olmuş daha sonra da iktidar ortağı olmuş ANAP lideri, eski başbakanlardan Mesut Yilmaz; "Avrupa birliğinin yolu Diyarbakır"da geç. er" demişti. Diyarbakır’ın (Kürtlerin) sorunu çözülmediği için AB’nin yolu tıkandı. Buna karşın Türk siyaseti hiç üzülmedi. Mesut Yılmaz da “sorunu” torunlara miras bıraktı.

Türk siyasetinde entrikaları ve acımasızlıkları ile tanına DYP genel başkanı ve eski başbakan TansuÇiller;( Bacı) "Kürt sorununda BASK modelini tartışabiliriz " dedi ama bu konunun arkasında hiç durmadı, bu modelin ne olduğunu dahi tartışmaya açmadı. Söylediğine pişman oldu. Besbelli ki “gladyo” Çillerin ağzına acı biber sürdü.

Büyük umutlarla iktidar olan ve 20 yıla yakındır iktidarı tek başına sürdüren AK PARTİ başkanı ve Cumhurbaşkanı Receb Tayip ERDOĞAN; iktidara gelir gelmez“ Kürt sorunu benim sorunumdur”demişti. Âmâ sorun hala “sorun” olmaya devam ediyor.

ERDOĞAN VE AK PARTİ KURULUŞ FELSEFESİNDEN UZAKLAŞTI

Kuşkusuz ki ERDOĞAN başlangıçta kimi ciddi reformlar yaparak birtakım kısıtlamaları kaldırdı, ret inkâr ve asimilasyonun durması için kimi girişimlerde bulundu. Örneğin Üniversitelerde “Kürt dili ve Edebiyatı” bölümlerinin açılması, siyasi parti propaganda çalışmalarında Kürtçenin kullanılması, Kürtçe televizyon ve Radyo kanalının 24 saat aralıksız olarak program yapması, Kürtçe kitap ve kaset basımı ve satışının serbest hale getirilmesi gibi bu atılımlar önemliydi ancak devamı gelmedi. Bu girişimler “anayasal” ve “yasal” güvence altına alınmadı.

Daha sonra aynı ERDOĞAN “ Ne Kürt sorunu, daha ne istiyorlar” diye sitem etmeye başladı. MHP ye mahkûm bir iktidar sürmekte olan AK Parti bugünlerde Kürt sorunu yokmuş gibi davranıyor, dahası inkârcı bir anlayış geliştiriyor. Ortağının (MHP) ciddi baskısı altında olduğu belli.

Şimdi önümüzdekiseçim yaklaştıkça, yine aynı söylemler söylenmeye, başlandı. Türk siyasi hayatına yeni katılan ve çoğu mevcut partilerden doğmuş olan, güncel tabirle “var olan siysi partilerin “mutasyon” geçirmesi sonucu, DEVA, İYİPARTİ ve GELECEK gibi partiler de özünde geldikleri partilerden hiç de farklı olmadıkları halde onlar da Kürt sorunundan söz etmeyi “gerekli ve zorunlu” bir durum olarak algılamakta, pragmatik siyaset argümanlarına sarılmış bulunmaktadırlar.

İYİ PART MHP’den kopup geldi, Kürtler konusunda farklı bir söylemi de yok, taahhüdü de yok. Anti -Kürt tutumu, ırkçı ve Türkçü siyasetin en” İyİ” sini sürdürmektedir. Onlara göre Kürtler “ulus” değil, “Türk” türeler.

Davutoğlu’nun “GELECEK”ği belirsiz. Henüz tam olarak bir siyaset belirlemiş değil. Türk-İslam sentezinden uzaklaştı gerekçesi ile AK Partiden ayrıldı. Ürkek bir biçimde “ana dilinde eğitimden” söz etse de arkasında durmamaktadır. Üniter devlete bağlı, Kürt ulus gerçeğini ret eden, sistemi savunan bir anlayışı, yani resmi ideolojiyi sürdürerek ona bağlılığını dile getirmektedir. Resmi algıya ve “makbul” kimliğe (Türk kimliğine) tabi olan “milli mutabakatçı” ve mutaassıp bir çizgide siyaset yapmaya çalışıyor. Geçmişte dışişleri bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan Davutoğlu’nun Kürt sorununa dair söyledikleri inandırıcı olmaktan uzaktır. Davutoğlunun hep tekrar ettiği “7 haziran 2014 ten 27 Kasıma kadar olan sürede” neler olup olmadığını halka anlatmak zorunda. Hatırlanacağı gibi Ahmet Davutoğlu Ankaradaki “Gar Katliamı” sırasında başbakandı.

Görünen o ki, DEVA partisi de Kürtlerin kolektif haklarınakavuşması konusunda bir dermana sahip değil, dolayışı ile o da Kürtlere “DEVA” olamayacak. Babacan da yıllarca AK Partide yöneticilik yaptı bakanlık yaptı. BabacanDiyarbakır’dakiparti kongresinde kendince önemli açıklamalarda bulunsa bile, ciddi bir çözüm önermemiştir. Sorunun var olduğunu kabul etmek yetmez. Onun çözüm biçimi konusunda niyet ve istekleri açığa vurmak lazım. ”Kürtçe konuşmak ananınzın ak sütü gibi helaldir”. Gibi komik cümleler bu konuda söyleyecek başkacada önemli bir şeylerinin olmadığını göstermektedir.

Ne gariptir ki Kürtçe konuşabilme garantisi veren Babacan belli ki vaziyetten habersiz. Lakin Kürtler zaten ana dilleri ile konuşabiliyor, yasak kalktı. Kaldı ki yasak olduğu günlerde bile onca baskıya rağmen Kürtçe konuşma engellenemedi.

Kürtler Kürtçe eğitim almak istiyor. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin anadilinde yapmak istiyor. Kürd dilinin Türkçenin yansıra resmi dil olmasını istiyor. Sayın Babacan ise bu konudaki kaçamak cevaplar ve demogojilerle ürkekliğinigizliyor, ama kendini ele veriyor.

Kuşkusuz o da diğerleri gibi bu sisteme yani “tekçi” ve “Türkçü” siteme yani üniter sisteme toz kondurmuyor.

Muhalefet partilerinin ”Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” dedikleri ve yere göğe sığdıramadıkları “parlamenter” sistem üniter sistemi esas alıyordu ve geçmişte denendi, ancak Kürtleri bir yararı olmadı. Şimdilerde “Güçlendirilmiş” halinden söz ediliyor, ama bu güçlendirme “kaç şiddetinde bir depreme dayanıklı “olacak belli değil.

Babacan biraz daha yeni bir şey de söylüyor: “Eşit vatandaşlık” derken anayasal bir hak eşitliğinden, adil demokratik bir yeniden yapılanmadan mı söz ediyor belli değil. Orası muğlak. Lakin böylesi bir sistemin adı federasyondur ve federasyon” Üniter” yapının sonu demektir ki bu sistemi Türkiye’de savunan ilk ve tek parti Hak ve Özgürlükler Partisi HAK-PAR dır.

Görünen o ki, DEVA Partisi de, bu hali ile sistemden farklı düşünmemektedir.

CHP ise bu konuda hiçbir istikrar sağlayamadı. Çok önceden 2000 li yıllarda bir “Güneydoğu” raporu hazırladılar. Sonra rafa kaldırdılar hiç gündeme getirip tartışmadılar; çünkü Kürt sorunu “ateşten gömlek” ti ve o gömleği giymek istemediler. Ebetteki “Güneydoğu Raporu” “İsmet Paşanın Kürt Raporuna” göre son derece “ileri” bir rapordu.

CHP TEKÇİ VE STATÜKOCU ANLAYIŞI TERK EDEMEDİ

CHP’den de şimdilik üç ayrı parti doğdu. Musul Büyükelçisi Öztürk’ün kurduğu, Muharrem İncenin kurduğu/kuracağı ve Mustafa Sarıgül’ün kurduğu üç yeni parti de Türk siyaset sahnesine katılmaktadır. Bu üç partinin de Kürt sorunu konusundan mevcut partilerden hiçbir farkı yok. Onların da muhalefeti Kürt sorununa bakış açısı değil, ”ben daha çok Atatürkçüyüm” muhalefetidir.

CHP bu yıl yeni bir kurultay yaptı ve bu kurultayda KILIÇDAROGLU güçlü bir şekilde tekrar seçildi. Kılıçdaroğlu’nun kamuoyu ile paylaştığı yeni stratejilerinde “Kürt sorununu çözmek vaadi” de var. "FARKLI’LIKLARIMİZ ZENGINLİGİMİZDİR" ve “HER TÜRLÜ KİMLİĞE ve İNANCA SAYGILIYIZ " gibi söylemlerde bulunan Kılıçdaroğlu Kürt Sorununu ben çözerim diyor ama nasıl çözeceğini paylaşmıyor. Bu söylemleri üzerine HAK-PAR olarak Kılıçdaroğlunu ziyarete gittik ve Kürt sorununun çözülmesine tarftar olduğumuzu, sorunun demokratik bir zeminde tartışılıp çözüme kavuşması konusunda “taraf” olduğumuzu ilettik. Kılıçdaroğlu bu sorunun “siyasete malzeme” yapılmamasını dile getirerek çalışma gurupları oluşturup toplumun çeşitli kesimlerinden görüş alınacağını belirtmişti. Ancak hala gözle görülen bir somut gelişme yok.

Kuşkusuz CHP bir devlet partisidir. Bugünkü TC’yi kuran Kemalist anlayışın mimarıdır. Kemalizm ise Kürtleri boyunduruk altında tutan “Tekçi-Türkçü” sistemin yanı tekil üniter sistemin adıdır. Bu nedenle kısa vadede onların bu mirası terk edebilecekleri düşünülemez. Kaldı ki CHP statükocu bir partidir ve birçok farklı kanatlar barındırmaktadır. Eğer bu “statüko” bağlılığı ortaklaşması olmamış olsa CHP dağılır, ufalır un olur. Bu nedenle hiç kimse CHP’de statükoyu ve Kemalist ideolojiyi tartışmak bile istememektedir.

BU YENİ YÜZYIL KÜRTLERE ÖNEMLİ AVANTAJLAR SAĞLAYACAK

Kürt demokratik muhalefeti başından beri Türk siyaset kurumunun çağdaş bir yapıya kavuşması gereğini ısrarla dile getirmektedir. Türk siyaset kurumu miadı dolmuş yerleşik ve inkârcı, yok sayıcı gerçeklerle bağdaşmayan, çağdışı algılardan kurtulmalıdır. Türk kimliğini “makbul” ve “muteber” tek kimlik olarak gören, tekçi ve Türkçü zihniyet terk edilmelidir. Bunun yerine gerçeklere uyan olguları algıların yerine koymalı, çoğulcu, eşit ve demokratik bir anlayışı geliştirmelidir.

Başka bir çare yok. Eğer “ortak bir gelecek” kurmak isteniyorsa Türk siyaset kurumu kendi içinde ciddi bir değişim gerçekleştirmek zorundadır.

Lakin bu yüzyılda Kürtler mevcut duruma itiraz edecek ve bir siyasi statü sahibi olmak için uluslararası toplumun gündemine oturacaktır. Bu kaçınılmazdır. Kürtler bulundukları ülkelerdeki halklarla ya eşit demokratik ve özgür bir ortak gelecek kurup birlikte yaşayacak ya da bu koşullar oluşmayacaksa ayrılıp devletlerini kuracaklardır. Başka seçenekleri de yok, çareleri de yok. Çünkü bu yeni yüzyılda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Kürdistanı kendi aralarında pay etmiş olan devletler, buna hazır olmalı ve bir formüle razı olmalıdır. Kürtleri tatmin ve memnun edecek, Kürtlerin asgari demokratik ve ulusal haklarını güvenceye alacak bir yeniden yapılanma için, kendi milletlerini ikna ve razı etmek durumundadır. Eşit, adil demokratik çoğulcu federal bir yapılanma her halkın çıkarınadır. Bu sağlanırsa Kürtlerin ayrı ve bağımsız bir devlet kurmaya yönelmesi gündeme gelmeyebilir.

Kuşkusuz ki Türk siyaset kurumu, bugün bu yapı ile değişime niyetli de değil, hazır dadeğil. Bu nedenle siyaset kurumu algılarını değiştirmeli, olgulardan hareketle yeniden şekillenmelidir.

Türkiye bakımından yeni dünyanın uygar ve soylu bir üyesi olmanın yolu içte ve dışta demokratik barışçı politikalarını hayata geçirmekten geçer. Bu nedenle Türkiye çok sesli, çoğunlukçu, iki toplumlu eşit ve demokratik bir yeniden yapılanmaya hazır olmalıdır. Çağdaş dünyaya entegre olmanın başka yolu yok.





Print