|
ŞİİRİM ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ |
2024-02-15 20:52 |
|
Kemal Burkay
Sevgili arkadaşlar, dostlar.
Bildiğiniz gibi bugüne kadar çeşitli yayınevlerince basılmış, çoğu Türkçe ve Kürtçe dillerinde, bazısı İngilizce, Almanca, İsveççe gibi yabancı dillerde basılmış 70 dolayında eserim var.
Henüz basılmamış, belki de basılmayacak olan bir hayli Türkçe ve Kürtçe makalem, denemelerim, mizah yazılarım ve benimle yapılmış çok sayıda söyleşi var.
Zaman zaman hem basılmış kitaplarıma, hem kitap olarak basılmamış olan yazılarıma göz gezdirir ve bazı yazıları veya kitaplarımdan bölümleri sizinle paylaşırım.
Bugün de Sevgili Ümit Kaya tarafından hazırlanmış olan ve son olarak Özgürlük Yolu Vakfı tarafından 2017 yılında ikinci baskısı yapılmış olan “Bir Gülü Büyütmek – Kemal Burkay Şiiri” adlı kitabımdan bazı bölümleri okudum.
312 sayfalık bu kitapta, Ümit’in benimle yaptığı uzun söyleşinin yanı sıra, yine şiirimle ilgili olarak benimle yapılmış, gazete ve dergilerde yayınlanmış bir dizi başka söyleşi, şair ve yazar dostların yine şiirimle ilgili yazıları yer almaktadır.
Dost ve arkadaşlarım, eğer ellerinde mevcut değilse ve isterlerse bu kitabı Vakfımızdan online üzeri temin edebilirler.
Ancak benimle şiirim üzerine değerli yazar Kemal Varol tarafından yapılmış olup 9 Nisan 2009 tarihli Milliyet Sanat Dergisinde yayınlanmış olan bir söyleşi ne yazık ki bu kitapta yer almamaktadır. Onu da aşağıda okurlarıma sunuyorum.
İyi okumalar dilerim; selamlarımla…
15 Şubat 2024
Kemal Burkay:
“SİYASETTE DE , SANATTA DA UMUT VE ÖZLEM OLMADAN İNSAN YOLUNDA YÜRÜYEMEZ."
Söyleşiyi yapan: Kemal Varol (*)
Arkadaşımız Burkay’ın kısa süre önce yayımlanan Türkçe toplu şiirleri (Hadi Gülümse) ile ilgili olarak şair ve yazar Kemal Varol tarafından yapılan söyleşi Miliyet Sanat Dergisi’nin Nisan 2009 tarihli sayısında biraz kısaltılarak ve bir ön notla birlikte “Değişim Sürerse Yakında Türkiye’ye Dönebilirim” başlığı altında yayımlandı. Aşağıda bu söyleşinin tamamını okurlarımıza sunuyoruz:
Kürt siyasetinin önde gelen figürlerinden olmasının yanı sıra edebi çalışmalarıyla da tanınan Kemal Burkay’ın toplu şiirleri geçtiğimiz günlerde Kırmızı Yayınları arasında “Hadi Gülümse” başlığıyla yayımlandı. Halen İsveç’te yaşayan Burkay’la edebiyat yolculuğunu ve siyasetin şiirleri üzerindeki etkisini konuştuk.
■ Sayın Kemal Burkay, Dicle Köy Enstitüsü’nde okumuşsunuz. Edebiyat sevginiz de orada başlamış olmalı.
Asıl Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okudum, Dicle’ye son sınıfta geldim ve okulu orada bitirdim. Edebiyata ilgim Akçadağ’da başladı, köy öğretmenliğim yıllarında da sürdü.
■ Sonraları bir yandan edebiyat, bir yandan da politik faaliyetler içinde oldunuz. Nasıl bir edebiyat çevresi içinde yazmaya başladınız? Ya da o dönemde kimlerle ilişki içindeydiniz?
Başlangıçta hem köy öğretmenliği yapıyor hem de Ankara Hukuk Fakültesi’nin sınavlarına giriyordum. 1958 yılında fakültenin 3. sınıfına geçince öğretmenlikten ayrılıp Ankara’ya geldim. Orada Hukuk Yurdu’nda, aralarında Metin Demirtaş’ın da olduğu küçük bir edebiyatsever grubumuz vardı. İlk ürünlerimizi de (şiir-hikâye) bu dönemde vermeye başladık. Ünlü şair ve yazarlarla henüz tanışmamıştık. Daha sonra da zaten Elazığ’a, ardından Tunceli’ye, yani taşraya gittim. Ankara ve İstanbul’un sanat çevreleriyle ilişkim sınırlı oldu. Bazıları artık hayatta olmayan şair ve yazarların yanı sıra (Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Ziya Osman Saba, Sait Faik gibi) o dönem hayatta olanların çoğunu da eserlerinden izledim. (Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Atilla İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yaşar Kemal gibi...) Daha sonraki yıllarda Nazım ve Ahmed Arif... Ve tabi, birçok yabancı yazar... Yaşar Kemal, Hasan Hüseyin, Remzi İnanç, Muzaffer Erdost, Can Yücel, Ceyhun Atuf Kansu, Cemal Süreya, Ahmed Arif, Enver Gökçe ve Mehmet Bayrak ile daha sonra tanıştım, bazılarıyla arkadaşlığım ve dostluğum oldu.
■ İlk kitaplarınız “Prangalar” ve “Dersim”, dönemin edebiyat ortamında nasıl karşılandı?
Bence ilgi fena değildi. Daha önce de söylediğim gibi taşradaydım, edebiyat çevreleriyle ilişkim sıkı değildi; yoksa ilgi çok daha fazla olabilirdi. Daha ilk şiir kitabım Prangalar (1967) yayımlanmadan önce de şiirlerim, 1959 yılından başlayarak Yeditepe, Varlık gibi dergilerde yayımlanır oldu. Dersim (1975) yayımlandıktan sonra ise birçok edebiyat dergisi şiirlerimi yayımlamak için istekli oldular. Sonra politik nedenlerle durum değişti. Zamanla bir sessizlik duvarı oluştu, şu son yıllara kadar...
■ Kemal bey, ilk kitabınızın yayımlandığı dönemde sosyalist bir dünya görüşü etrafında şiirler yazdığınız ifade ediliyor. Hatta sizinle ilgili olarak yazılan kimi yazılarda bu vurgu özellikle öne çıkıyor. Ama bana kalırsa, başından beri II.Yeni şiirine yakın durdunuz siz. (“Gülümse”, “Eski Aşklar”, “Bir Kız Gözleri Evren” gibi şiirleriniz bunun iyi bir kanıtı bence). Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ben daha fakültede okuduğum yıllarda (1956-1960) sosyalist dünya görüşünü taşıyordum. Yine de bu dönemde ve bunu izleyen üç-dört yılda şiirlerimde 2. Yeni’nin etkisi olduğu doğru. Bu yıllarda 2. Yeni’nin usta şairlerinden Cemal Süreya’yı, Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı severek okuyordum. Şiirlerimde sosyalist vurgu 1965 yılından, yani Türkiye İşçi Partisi’ne girdikten sonra başlıyor. Bu, ilk kitabım Prangalar’ın 2. bölümüne denk düşüyor. Zaten bu kitabımı biraz da bu nedenle iki bölüm olarak sundum: Birinci bölüm “Gülümse”, 2. bölüm “Prangalar”... Yazdığım iki roman da (Yaşamanın Ötesinde, Çiçekler ve Zincirler) bu dönemin ürünüdür ve bunlar da söz konusu gençlik döneminin yalnızlık ve arayış duygularını, bireysel başkaldırıyı, sanat tutkusunu yansıtırlar.
Daha sonraki yıllarda, yani örgütlü çalışmaya girdikten sonra öykü ve roman yazmayı bıraktım; ama şiir yazmayı sürdürdüm. Elbet, söz konusu yoğun siyasi koşturma, devrim tutkusu ortamında şiirlerime ister istemez sosyalist vurgu egemen oldu. Bu 2. şiir kitabım “Dersim” de çok bellidir.
■ Yanılmıyorsam, ilk iki kitaptan sonra uzunca bir süre şiire ara verdiniz. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?
Doğru. Gerçi “Dersim”in hemen ardından, belki o hızla, şiir düzeyi oldukça iyi şiirlerim var: “Sesler”, “Yüzler”, “Seni Niceden tanıyorum” ve “Serüven” gibi... Ama daha sonra 10-12 yıla yakın bir süre benim için şiir bakımından kurak bir dönem oldu. Siyasi çalışmalarımın yoğunluğu bir bakıma şiirle bağımı uzunca bir dönem kopardı. Ama 1980’li yılların sonlarına doğru şiire yeniden döndüm. Bunun nedeni ise, şiirim için bir şans olsa bile, siyaset için buruktur: Sosyalist sistemin çöküp dağıldığı, güvendiğimiz dağlara kar yağdığı bir döneme denk gelir bu. Sosyalizm bakımından yaşanan düş kırıklığı karşısında şöyle bir durup içimi dinlemek gereği duydum. Ve o aşamada “Derin küller altında unutulmuş kor – Yıllar sonra kapımı çalan şiir” oldu.
Bu aşamadan sonra siyasi çalışmaların hızı sürse de şiire de döndüm. 1990’lı yıllar ve sonrası şiirim bakımından oldukça verimli bir dönem oldu. Bu dönemde ikisi Türkçe (“Yakılan Şiirin Türküsü” ile “Can Taşır Dicle”), ikisi Kürtçe (“Berf Fedi Dıke” -Kur Utanır- ve “Çarin” – Kürtçe Rubailer-) olmak üzere dört şiir kitabım yayımlandı. Rubailerin çoğunu Türkçeye de çevirdim ve onlar 1996 yılında Kürtçeleriyle birlikte İstanbul’da, Deng Yayınları arasında basıldılar. Son Türkçe şiirlerim ise (89 adet), Toplu Şiirler’de “Gecenin Koynunda Bir Adam” adıyla yer aldı.
■ Politik faaliyetlerinizin şiirinize zarar verdiğini düşündünüz mü hiç?
Elbet düşündüm. Siyaset de ciddi bir iştir, sanat da. İkisi de yoğun çaba, ilgi, emek ister. Aslında bütün uğraşlar öyle değil mi?
Bir koltukta iki karpuz taşımak ise zor iştir! Yoğun örgütlü siyaset nedeniyle genel olarak edebiyata, özel olarak da şiire ayırdığım zaman az oldu.
Politik çalışmalarımın, bir başka deyişle politik kişiliğimin şiirime bir başka açıdan da olumsuz etkisi oldu. Bilirsiniz, siyasette karşıtlar çoktur. Onlar yalnız siyasetinize karşı olmakla kalmazlar, sanatınıza, şiirinize de karşı çıkarlar. Örneğin Nazım neden uzun dönem kendi ülkesinde yasaklandı? Bu ülkede sosyalist örgütler yasaklı olduğu gibi sosyalist şairler de elbet yasaklı olacaktı... Benim için ise buna bir de Kürt sorunu eklendi ve Kürdistan Sosyalist Partisi gibi bir örgütün kurucusu ve uzun yıllar lideri olmam olaya iyice tuz biber ekti. Hem bana karşı, siyasi-edebi her alanda bir devlet ambargosu doğdu, hem de sağda ve soldaki (Kürt kesimi de dahil) politik karşıtlarımın elbirliğiyle yarattıkları bir suskunluk duvarı. Bu duvar son dönemde biraz sarsıldı, onda gedikler açıldı; ama henüz tümüyle değil...
Öte yandan siyasetin de sanata verebileceği şeyler var; özellikle o iyi bir amaç için, özgürlük için, yeni ve güzel bir dünya için yapılıyorsa. Siyasetin düşünce ve yaratıcılık planında hem şiirime, hem öteki yazı çalışmalarıma (çocuk kitapları, tiyatro, deneme, mizah yazıları vb.) yaptığı katkıları da yok sayarsam haksızlık etmiş olurum. Siyasetin sorunları da hayatımızın bir parçasıdır; o da şiire konular sağlar, sanatçıyı, şairi, düşündürür, ürün vermeye kışkırtır. Nazım’ı, Ahmed Arif’i ve Cigerxwin’i, Brecht’i ve Neruda’yı siyasetsiz düşünebilir miyiz?
■ Şiirlerinizde iki kelime sıklıkla öne çıkıyor: Umut ve türkü. Öte yandan, daha Türkiye’deyken yazdığınız şiirlerde bile yoğun bir özlem duygusu çok belirgin. Hep bitmeyen bir özleminiz var sanki. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Türkü, ya da şarkı, kişi oğlunun ve de kızının hem yaşama sevincini dile getirir, hem acılarını; şiir gibi... Zaten şiirle türkü aynı kaynaklardan beslenip geliyor. Umuda gelince, insan umutsuz edemez. Umutları yitirmek hayatı karartır. Umut ederiz ve bu hayatımıza anlam verir, hayat mücadelesinde güç katar bize. Özleme gelince... Bu sözcüğün başlıca iki anlamı var biliyorsunuz: Birincisi, “özlemek” anlamında sevdiğimiz kişiyi, yeri ya da yapmayı sevdiğimiz bir işi hatırlama, görme ve yeniden yaşama isteği. Yani bir bakıma uzaktakine hasret, geçmişe özlem, ya da nostalji. Diğeri ise bir şeyi umut etme, isteme, gerçekleştirme isteği; yani geleceğe yönelik... Sanırım benim şiirimdeki özlem daha çok bu ikincisini yansıtıyor.
Siyasette de, sanatta da umut ve özlem olmadan insan yolunda yürüyemez. Değişime ve geleceğe yönelik çabaların sürmesi umudu ve özlemi yaşatmaya bağlı. Ama her insan gibi bir şairin hayatında da sevinç, umut ve özlemin yanı sıra acı, keder ve hüzün de vardır. Bütün bunlar şiire yansır. Ben hayat serüvenimi ideallerimin, düş ve tutkularımın peşinde bir koşu gibi görürüm. Bu koşu inişli çıkışlıdır, içinde düşler de düş kırıklıkları da vardır.
■ Toplu şiirleriniz Türkiye’de “Hadi Gülümse” adıyla yeniden yayımlandı. Bu kitapta yeni şiirleriniz de var. Sanırım, ilk iki kitabınızı saymazsam, şiirleriniz ilk kez kendi politik çevreniz dışında bir yayınevi tarafından yayımlanıyor. Siyasal bir örgütün eski bir lideri olmanıza karşın Türk okurlar arasında büyük bir ilgi görmenizi neye bağlıyorsunuz?
Evet, ilk ikisinin dışında şiir kitaplarımın bizim politik çevremizden olmayan bir yayınevince yayımlanması ilktir. Üç-dört yıl önce bunu denedim. Bazı ünlü yayınevleri önce pek istekli oldular, ardından caydılar... Ama Kırmızı Yayınları’nın yönetmeni sevgili Fahri Özdemir bu konuda istekle, coşkuyla davrandı; böylece toplu şiirlerim kısa süre önce okuyucu ile buluştu. Kitapta yeni şiirlerimin yanı sıra 300 kadar rubai de var. (Bu rubailerin 64 tanesi okurla ilk kez buluşuyor).
Siyasal bir örgütün uzun yıllar liderliğini yapmak, yukarda da değindiğim gibi şiirime pek yaramadı. Bu bir suskunluk duvarına yol açtı. Türk okurlar arasında ne ölçüde sevenim var, onu bilemem. Yurt dışındayım, bu türden kültürel-şiirsel etkinliklerin uzağındayım. Ama ülkemizde başkalarının başka nedenlerle diktiği duvarlara aldırmayan şiirseverler, şairler, sanat dostları her zaman vardı, bugün de var. Son yıllarda bazı şair ve sanatçı dostların katkısıyla söz konusu sessizlik duvarında gedikler açıldı. Örneğin genç yazarlardan Ümit Kaya şiirim üzerine benimle uzun bir söyleşi yaptı ve geçmişte çıkan kimi yazıları da ekleyerek “Bir Gülü Büyütmek” adlı kitabı yayımladı (Geçtiğimiz aylarda Deng yayınlarında basıldı). Genç şairlerden Yelda Karataş şiirimle ilgili bir söyleşi yapıp kendi değerlendirmesi ile birlikte yayımladı (Her Şeye KARŞIN Edebiyat, Sanat, Düşün Dergisi). Şimdi de toplu şiirlerim ve ona ilgi gösteren dostlar...
■ Türk edebiyatını takip etme şansınız oluyor mu? Yeni kuşaktan önemsediğiniz yazarlar var mı?
Türk edebiyatını, bunun yanı sıra son 20-30 yıllık dönemde canlanıp bir atak yapan Kürt edebiyatını yeterince izlediğimi söyleyemem. Bu benim açımdan ne yazık ki ciddi bir eksiklik. Siyasette yöneticilik görevlerini bıraksam da hâlâ yazdığım siyasi yazılar ve kitaplarımın yayın işi birhayli zamanımı alıyor. Eğer geç kalmadımsa, hiç değilse bundan böyle bu eksiği bir ölçüde gidermek isterim. Bu nedenle genç yazarlardan ilgimi çekenler olsa bile, şu anda isim vermek istemem.
■ Sezen Aksu’dan Yeni Türkü’ye, Rahmi Saltuk’tan Mehmet Atlı’ya kadar bir çok sanatçı şiirlerinizi besteleyip albümlerinde okudu. Bestelenmiş bu şiirler sizi daha geniş kitlelerle buluşturdu. Ama siz yine de bir şair olarak pek dolaşımda olmamayı tercih ettiniz. Yanılıyor muyum yoksa?
Bu bir tercih olmaktan ziyade, siyasal konumumdan kaynaklanan bir durumdu. Gerçi, yaklaşık kırk yıl süren yoğun örgütlü siyasal hayatıma rağmen –ki hâlâ da bir ölçüde sürüyor- şiirden de kopmadım ve bir şair için az sayılmayacak kadar şiir yazdım. Ama kamuoyunda daha çok bir siyasal aktör olarak bilindim, tanındım. Şiir ve sanat etkinliklerine “yeterince” şurda kalsın, pek katılamadım, şiirlerimin tanıtımı için çaba göstermedim. Onları yazıp bir bakıma “deniz diplerine” attım, “erbabı bulur çıkarır” düşüncesini de hep taşıyarak...
Sanatçı dostların besteleyip söyledikleri şiirlerimin ise, uzun yılların ambargosunu kırmaya ve dediğiniz gibi, şiirlerimin kitlelere ulaşmasına elbet birhayli katkısı oldu.
■ Kürt sorunu konusunda sürekli olarak barışçı politikalardan yana oldunuz. Ama bu sorunda şiddet her zaman asıl rolü oynadı. Ünlü şiirinizi biraz değiştirerek sorarsam, Türkiye’de “iklim ne zaman Akdeniz” olacak?
1960’lı-70’li yıllar dünyada devrim dalgasının yükseldiği yıllardı. Bu bir bütün olarak Türkiye solunu da Kürt hareketini de etkiledi. Buna rağmen ben ve arkadaşlarım şiddete tutkun olmadık, ulusal ve uluslararası dengeleri de gözeterek barışçı yöntemleri tercih ettik. Ama şiddetin ortaya çıkmasında devletin uzun yıllar süren ve tek çözüm olduğu sanılan inkârcı ve baskıcı politikasının büyük payı oldu. Bunun çıkar yol olmadığı şimdi, geç de olsa artık anlaşılıyor ve ülkede barışçı çözümden, özgürlüklerden ve demokrasiden yana bir hava esiyor. Bu olumlu ve sevindiricidir. Ağır ve sancılı da olsa iklimin değişmekte olduğunu gösteriyor.
■ İki dilde şiir yazan bir şair olarak Türkiye’de Kürtçe’nin önündeki engellerin kaldırılmaya başlanmasını nasıl buluyorsunuz? Samimi buluyor musunuz bu açılımları?
Bu tür adımları elbet olumlu buluyorum. Ama çorbadan dilimiz yandığı için yoğurdu da üfleyerek yiyoruz. Bence bu alandaki olumlu değişim samimiyet sorunundan çok, koşulların artık zorunlu kıldığı bir durum. Kürtleri ve Kürtçeyi yok sayma, gerekli hak ve özgürlükleri tanımama her iki topluma da büyük acılara ve kayıplara mal oldu. Çok ağır bedeller ödedik. 1970’li yıllarda Kürtçe-Türkçe “Roja Welat” gazetesini çıkardığımız zaman polis engel olmak için neler yapmadı... Bize “başınızı keseriz!” dediler. Ama direndik. Kürtçe yayın hakkımızı nice baskıyı, kovuşturmayı, cezayı göğüsleyerek sürdürdük. Şimdi ise devlet eliyle Kürtçe tam gün TV yayını yapılıyor... Düşünce özgürlüğünü sınırlayıcı yönde uygulamalar ve dil yasakları elbet tümden sona ermiş değil; demokratik yönde atılması gereken daha çok adım var. Yine de bugün dünden çok farklı; Kürtçe kitaplar, dergiler rahatça basılıp dağılıyor.
■ Kısa bir zaman önce başında bulunduğunuz siyasal oluşumdaki görevlerinizden ayrıldınız. Kemal Burkay şimdilerde neler yapıyor?
Şimdi daha çok yazıyor, kitaplarımın basımıyla ilgileniyor ve biraz da yıllar yılı aksattığım bir işi yapıyor, ailemle, yakınlarımla ilgileniyorum... Zaman zaman da toplantı ve konferanslara, kitap günlerine katılıyor, bu amaçla, eskisi kadar sık olmasa da diğer Avrupa ülkelerine yolculuklar yapıyorum.
■ Bir şiirinizde “ülkem yedi dağın ardında” diyorsunuz. Yaklaşık otuz yıldır ülkeden uzakta İsveç’te yaşıyorsunuz. Sürgünlük bir şair için çok zor olsa gerek. Türkiye’ye dönmeyi hiç düşünmediniz mi?
Düşünmez olur muyum? Sürgünlük her kes için zordur. Ama gerçekçiyim. Benim açımdan dönme koşullarının olgunlaşmasını bekliyorum. Ülkedeki olumlu değişim bir kesintiye uğramazsa, sanırım ben de uzak olmayan bir zamanda dönebilirim.
----------------------------
(*) Kemal Varol 1977 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğdu. Dicle Eğitim Fakültesi mezunu. Öğretmenlik yaptı, bazı radyo ve televizyonlarda program yapımcısı olarak çalıştı. Özgür Gündem, Zaman Gazetesi, Milliyet Sanat, Radikal Kitap, Öküz, Esmer gibi çeşitli dergi ve gazetelerde güncel politika, müzik, şiir, öykü ve roman üzerine inceleme ve yazıları yayımlandı. Yas Yüzükleri, Kin Divanı ve Temmuzun On Sekizi adlarında yayımlanmış üç şiir kitabı var.
|
|
|
|