‘Solun silâhtan baska çaresi’ vardi!

Murat Belge
‘Solun silâhtan baska çaresi’ vardi!
Türkiye gibi ‘siyaset’ ile ‘ölüm’ kelimelerinin neredeyse esanlamli sayildigi bir toplumda, bireylerin silâh edinmek istemesi, siyasî gruplarin silâhlanmasi pek öyle yadirganacak bir sey degildir. ‘Müdafaa-i nefs’ konumunda birakilmis bir insani (ya da insanlari) silâh kullandi diye suçlayamayiz.
Ama Taraf’a mülâkat veren Celâlettin Can ‘Solun silâhtan baska çaresi yoktu’ derken bu söylediklerini asan bir silâh savunmasi yapmis oluyor.
Sol, altmislarin sonlarindan baslayarak, gittikçe silâhlandi. Baslangiçta bu, gençligin bu gibi seylere duydugu ilgi ve merakla karisik olarak, bir ‘kendini-koruma’ ihtiyacinin sonucuydu. Ancak zamanla, ‘silâhli mücadele’ kavraminin içerigi doldukça doldu; sosyalizmin gerçek mücadele biçeminin bu oldugu görüsü agirlik kazandi. Silâh, sosyalizmi iktidara getirecek araç olarak görüldü.
Bu sürecin kararini, sol, kendi verdigini düsünüyor olabilir. Ama öyle olmadi. Türkiye’nin malûm güçleri, solu silâhlandirmak için birçok yol yaptilar, kapi açtilar. Sol bu kapilardan geçti ve bu yollardan yürüdü.
Türkiye’de, Osmanli’dan baslayarak, raison d’état böyle çalisir. Ortada hakli bir dava, düzeltilmesi gereken bir sorun, bir durum vardir. Devlet, durumu düzeltmek için kolunu kipirdatmaz. Sorunu yasayanlar sabirsizlanir, sinirlenir, durumu düzeltmek üzere herhangi bir sey yapilacagindan umudu keser. Umudu kesince, kendisi harekete geçer. O zaman ‘âsi’ durumuna düser. Silâhlanir vb. Bu asamaya gelinip bu durum hâsil olunca, devlet, dünyaya dönüp, ‘Bakin! Bunlar haydut! Bunlar silâhli eskiya!’ demeye baslar.
Doksanüç Harbi’nin ardindan, Berlin’de, Osmanli devleti, Makedonya’da ve Anadolu’da Vilâyat-i Sitte’de, yani Ermeni nüfusun yogun oldugu alti ilde reform yapmaya söz verdi. Bunu bir yükümlülük haline getiren anlasmayi imzaladi. Ama is reformun kendisini yapmaya gelince, kilini oynatmadi. Dis baski, su bu, vizgeldi. Makedonya’daki Bulgarlar, Yunanlar, ‘Makedonya bizimdir’ diyenler daha çabuk ve daha siki örgütlendiler, silâhli mücadeleyi, ‘komitacilik’ etkinligini baslattilar. Onlarin silâhlanmasi, Osmanli devletinin de reform düsüncesini toptan rafa kaldirmasini sagladi. Ermeniler arasinda da silâhli direnis düsüncesi taraftar bulmaya baslamisti.
Cumhuriyet döneminde çok sayida Kürt isyani oldu. Bunlar hep modern-öncesi çaglarin donanimiyla (maddi ve manevi anlamlarinda) girisilmis hareketlerdi. Silâh vardi. Ama etkisizdi. Kolayca bastirildi.
Altmisarda sosyalizm görününce, o zamanki adiyla ‘Milliyetçi- Mukaddesatçi’ cephe harekete geçti: Ilim Yayma Cemiyeti ve Komünizmle Mücadele Dernegi. TIP’in toplantilari basilir, taslanir, sopali adamlar saldirir. Derken MHP örgütlenmesini bu tarafa kaydirdi. Önceleri ‘Komandolar’ denirdi, bir zaman sonra ‘Ülkücü’ oldular. Ilim Yayma Cemiyeti’nden çok daha etkili bir silâhli güç olustu. Adalet Partisi, hükümetlerinden sessiz bir destek aliyorlardi. Ayrica, tam bir ‘kim vurdu’ durumu… Polis mi, MIT mi, Ülkücü mü, vuranin kim oldugu belli degil, ama vurulanin kim oldugu belliydi.
Böylece, solda herkes ‘Ben de silâhlanmaliyim’ diye düsünmeye basladi. Basladik. Baslamamak mümkün degildi. Önceleri ‘Tanklariyla toplariyla gelseler dahi’ diye sarki söyleniyordu. Onlar silâhli, biz silâhsizdik. Bir zaman sonra ‘Zaten namlunun ucundadir’ asamasina gelinmisti.
Sol silâhlanmayi kabul edip birkaç da eylem yapinca, Ülkücü kesimin silâhli komünizme karsi vatanperverane bir savunmada bulundugu havasini yaratmak kolaylasti. Medyamizin nelere kadir oldugu gün geçtikçe daha iyi görünüyor.
Kolay degildi, biliyorum, böyle bir ortamda silâhin büyüsüne kapilmamak. Sürekli kurban verilerek siyaset yapilmaz. Ama bunun yollari vardi, bulunurdu. Çözüm, ‘ben daha iyi silâhsorum’u kanitlamaktan geçmiyordu. Ama solun gidisini belirleyenler öyleymis gibi davrandilar. Kendi davranislari, sagin propagandasi ve devletin manevralari ile sol silâhli ve anlamsiz bir hirgür ve cinayet ortaminin öznelerinden biri haline geldi. Altmislarda toplumun cömertçe açtigi kredi yetmislerde çarçur oldu.
Bütün bunlardan sonra, ‘baska çaresi yoktu’ demek, akil alir bir sey degil.
———————————————–
Taraf-20 Mayis
Murat Belge
Böyle bir 19 Mayis
‘Yeni tip’ bir 19 Mayis geçirdik. 19 Mayis’in ‘yeni’ olmasina karsilik, Kemalist-milliyetçiler ‘eski’ davranis biçimleriyle tepki verdiler. ‘Saygi durusu’ yok diye sinir krizi geçirmek, bir anda, elindeki çiçek demetini kirbaç türünden bir âlet sanmak gibi davranislarla, olay çikarmak üzere ellerinden geleni yapmakla, bir süredir devam eden bu cinnetin yeni örneklerini verdiler. Çok sasilasi bir durum degil. O kesimin yoluna böyle devam edecegi de çoktan beridir belli.
Simdiye kadar kaç kere yazmisimdir; bir daha tekrar edeyim. 19 Mayis günü, Türkiye’nin Kurtulus Savasi’nin baslangiç tarihi olarak kabul ediliyor ve onun için de ‘bayram’ oluyor, kutlaniyor. Yani, Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a ‘ayak basiyor’ ve Kurtulus savasi basliyor. Böyle mi, olay?
Böyle degil.
Bir toplumun bir ‘kurtulus savasi’na hazirlanmasinin evreleri olarak görülecek çok sayida irili ufakli olay ve girisim var aslinda. Toplum bu enerjiyi ve bu egilimi üretemese zaten herhangi birinin herhangi bir yere ‘ayagini basmasiyla’ bir mücadele, bir direnis baslamazdi. Baslayamaz.
Bu irili ufakli girisimlerden biri Erzurum Kongresi’dir. Pek ‘ufak’ da sayilmayacak bir olaydir ‘yani, örnegin Amerika’nin 1774’teki ‘Continental Congress’i gibi olmayabilir; ama 56 delegenin (çesitli Dogu illerinden geliyorlardi) katildigi bir toplantiydi. Hazirliginda ve örgütlenmesinde Mustafa Kemal’in payi olmadigi için hem olmasini istemedigi, hem de katilmadan edemedigi bu kongrenin Kurtulus Savasi’ni baslatan ilk önemli olay oldugu açiktir. Mustafa Kemal’in kendi inisiyatifini vurgulamak için düzenledigi Sivas Kongresi’nde katilim 38 kisiyle sinirliydi.
Daha sonra, Nutuk’ta, Mustafa Kemal Kurtulus Savasi’nin Mustafa Kemal versiyonunu yazdi ve kendinden ve yaninda durduguna inandigi üç bes kisiden baska herkesin süreç içindeki rolünü, payini, katkisini küçülttü. O zamandan beri biz Kurtulus Savasi’nin bu anlatisini tek dogru anlati olarak kabul etmis ve benimsemis durumdayiz.
‘Milliyetçi’ olmak… Bir mücadele verilmisse, buna ne kadar çok insan katilmissa, bir milliyetçi o kadar sevinmez mi? Isgal altinda olmayan kentlerden su kadar insanin yola düsüp memleketin kaderinin ne olacagini görüsmek üzere Erzurum’a gelmesi, bir kisinin Samsun’a gelmesinden daha anlamli bir ‘millî olay’ degil midir? Süphesiz öyledir. Ama Kemalist milliyetçilik, böyle bir milliyetçilik degildir.
Kemalist milliyetçilik ‘kisi-kültü’nden ayrilamaz. Bunun baslica nedeni de, alti okun birine ragmen, halka karsi duydugu açik güvensizlik ve yari gizli sevgisizliktir. ‘Ulu önder’in ölümünden yetmis küsur yil sonra içinden hâlâ AKP’yi çikaran ve iktidara getiren bu halka elbette güvenemez ve böyle bir halki elbette sevemezsiniz. Böyle bir halkin kendi basina herhangi bir is becerecegine elbette inanamazsiniz.
O zaman siz de ‘Tek Adam’ diyeceksiniz. ‘Ulu önder’in dogumunun yüzüncü yilini 12 Eylül rejimi altinda kutlamis, her yere ‘Atatürk yüz yasinda’ yazmistik. Bunu üstünden de 31 yil geçti. Yani 131 yildir Atatürk’ün dengi ne demek, onun yanina yakisabilecek tek bir kisi çikaramamis bir milletin milliyetçisi olacaksiniz.
Dünyaya, tarihe, hayata bu gözle bakan insanlarin ‘bayram’dan ne anladiklari, anlayacaklari da bellidir. Bu bayramlarin biçimi, içerigi, Mussolini’nin Italya’sinda, Hitler’in Almanya’sinda, Stalin’in Rusya’sinda, Mao’nun Çin’inde ve buna benzer çesitli yerlerde belirlenmistir.
Böyle yerlerde, 19 Mayis’in kendisinden 93 yil sonra ‘stadyumda’ gösteri yapan kizlarin eteklerinin kaç santim olacaginin tartisiliyor olmasinda da sasilacak bir sey yoktur.
—————————————
Taraf-22 Mayis
Murat Belge