‘AKP’nin yerine CHP etrafinda yeni bir koalisyon partisi hazirlaniyor’
Fikret Baskaya, Osman Tiftikçi söylesisi
Fikret Baskaya: Türkiye’de devlet bastan itibaren dine karisti/bulasti. Hiç bir zaman gerçek anlamda laik bir rejim söz konusu degildi. Sana göre simdilerde hükümet/cemaat arasindaki ‘meydan savasi’ karismanin ve bulasmanin sonucu degil mi? Karismak/karisilmak diyalektigi diyelim…
Osman Tiftikçi: Türkiye Cumhuriyeti özellikle Atatürkçü aydinlar ve resmi tarih tarafindan dünyanin ilk ve tek laik ülkesi olarak gösterilir. Gerçekte ise islam ve Türk dünyasinin ilk laik ülkeleri 1917 Sovyet devrimiyle kurulan Orta Asya devletleri, Azerbaycan gibi ülkelerdir.
Türkiye Cumhuriyeti laiklige epey yaklasmis ama gerçekten laik bir ülke olamamistir. Örnegin 1925 yilinda seriat mahkemeleri kapatilmis, hukuktaki ikilige son verilmistir. 1924 yilinda Tevhidi Tedrisat kanunu çikarilmis, medreseler önce Milli Egitim Bakanligi’na baglanmis sonra da kapatilmistir. Yerine okullara zorunlu din dersi konulmus ama bu dersler de sonradan kaldirilmis, yerlerine kuran kurslari açilmistir. Bu tedbirlerle egitim dini ögelerden esas olarak arindirilmistir.
Seyhülislam 1922 yilinda saltanat kaldirildiginda padisah ile birlikte yurtdisina kaçmistir. Böylece bir zamanlar padisah ve sadrazamdan sonra üçüncü kisi durumunda bulunan, medreselerin, seri mahkemelerin, vakiflarin kendisine bagli bulundugu seyhülislam da tarihe karismistir.
Ama bütün bunlara ragmen devlet dinden arindirilmamistir. Sünni Islam Diyanet Isleri baskanligi ve Milli Egitim Bakanligi bünyesinde siyasi yapida var olmaya devam etmistir. Din görevlisi yetistirme ve dini egitim verme isini devlet kendisi üslenmeye devam etmis, baskalarina da bunlari yapmayi yasaklamistir. Sunu da belirtmek gerekir ki yukarida saydiklarimiz laiklik alaninda Türkiye burjuvazisinin son söyleyebilecegi sözlerdi. Ayrica bu adimlar Tanzimat ve Mesrutiyet süreçlerinin birikimleri, deneyimleri üzerinde atilabilmisti.
Devlet gerçekten laik olmamisti. Devlet gerçek Müslümanligi kendisinin temsil ettigi iddiasindaydi. Laiklige gerçekten sahiplenecek, onu koruyup gelistirecek güçler yani isçi hareketi, gençlik ve kadin hareketi, sol düsünce agir bir baski altina alinmisti. Yani devlet bir yandan laik adimlar atarken, demokratik güçler, Kürt ulusal hareketi, azinliklar ve Sünni Islam disindaki bütün inanç gruplari karsisinda despot ve gerici bir konumda bulunuyordu. Hatta laiklik egemen siniflarin elinde her tür muhalefete karsi kullanilan bir sopaya dönüstü. Örnegin tek parti yönetimine göre, Kürt hareketleri dinci ve gericiydi, seriati ve halifeligi getirmek istiyorlardi. Burjuva muhalefeti temsil eden Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi dini siyasete alet ediyor, dini gericilik yapiyor bahanesiyle kapatildi. Hatta M. Kemal 1930 yilinda kendi kurdurdugu Serbest Firka’yi bile irticaci diye kapatti. Her tür muhalefetin irticaci diye damgalanip mahkum edilmesi, Ittihatçilardan Cumhuriyete devretmis eski bir adetti. 31 Mart 1909 ayaklanmasindan sonra ortaya çikmisti.
Fikret Baskaya: Peki laik bir devletin nasil davranmasi gerekiyordu?
Osman Tiftikçi: Yapilmasi gereken devletin dini islere hiç soyunmamasiydi. Din adami yetistirmek, dini egitim vermek devletin degil dini cemaatlerin, dini örgütlerin isidir. Hiristiyani, Sünnisi, Alevisi, Ezidisi, Yahudisi bütün dini topluluklar egitim ve din adami yetistirme isini kendileri, kendi imkanlariyla yapmaliydi. Nitekim Ermeni ve Rumlar sorunlu da olsa yasal olarak bu imkanlara sahiptiler. Bu nedenle sivil bütün dini örgütlenmelerin yasaklanmasi, dini ünvanlarin yasaklanmasi, giyim kusama bile yasaklar getirilmesi yanlisti. Sivil dini kurumlar elbette denetlenmeli, gözetim altinda tutulmali ama tümüyle yasaklanmamaliydi. Bu tür yasaklar laiklikle bagdasmaz.
Eski yazinin yasaklanmasi, Eylül 1929’da Arapça ve Farsça derslerin okullardan kaldirilmasi, kurs açip Arapça ögretmenin yasaklanmasi saçmaliktan baska bir sey degildi. Türbe ziyaretlerinin yasaklanmasi, Hacca gitmenin fiilen engellenmesi de (döviz vermede güçlük çikartiliyordu) benzer isgüzarliklardi. Bu tavirlar dindar kitle tarafindan Islam düsmanligi, din düsmanligi olarak algilandi.
Eski yazinin ve Arapça’nin yasaklanmasi Türkiye’nin kültür ve bilim hayatina da darbe vurdu. Bir alfabenin ve bir dilin yasaklanmasinin ilericilikle, devrimcilikle ilgisi olamaz. Bu yasak genç kusaklari geçmisimizden kopardi. Osmanli tarihini, Islam tarihini anlasilmaz hale getirdi. Latin Alfabesine geçmek için eski alfabeyi ve bir dili yasaklamak gerekmiyordu. Bunlar pek ala bir arada bulunabilirdi.
Fikret Baskaya: Bütün bunlarin günümüzdeki çatisma ile nasil bir ilgisi var?
Osman Tiftikçi: Konulan yasaklarla, uygulanan baskilarla ne dinler, ne farkli inanç gruplari, ne de dini örgütler ortadan kalkmadi. Tersine bir yandan eskiden beri var olan tarikatlar varligini sürdürürken, bugün cemaat dedigimiz yeni olusumlarin da temelleri atildi. Nurcular, Süleymancilar tek parti döneminde olustular. Daha sonra Isikçilar, Iskenderpasa Cemaati ortaya çikti. Bunlar devletin resmi Islam’ina ve baskilarina karsi olustular.
Ikinci Dünya Savasindan sonra devlet Sünni dini çevrelerle ve yeni olusan cemaatlerle uzlasti. Daha dogrusu bunlari denetimi alip kullanmak, resmi Islam’in bir parçasi haline getirmek istedi. Fakat cemaatler 1950’li ve 60’li yillarda resmi Islam’dan çok daha hizli büyüdüler. Bu gelisim karsisinda devlet kendi dini kurumlarini daha da gelistirmek, büyütmek zorunda kaldi. Örnegin 1960 ve 70’li yillarda Kuran Kursu ve din adami yetistirme isini cemaatlerin (özellikle de Süleymancilarin) elinden alabilmek için Imam Hatiplerin sayisi hizla artirildi. Diyanet Isleri Baskanligi yeniden düzenlendi ve süreç içinde neredeyse bir Diyanet cemaati olustu.
Devlet cemaatleri genel olarak denetim altinda tutabildi ve bunlari gelisen sol harekete, sol düsünceye karsi kullanmayi basardi. Ama resmi Islam’la cemaat Islamciligi arasinda bir mesafe hep var olmaya devam etti. Hatta 1970’lerde cemaatlerin içinden tevhidi anlayis dedigimiz yeni anlayislar ortaya çikti. Cemaatler de siyasi güce dönüstüler. Partilestiler, gençlik ve kadin örgütlerini, mahalle örgütlerini kurdular. Gazeteler, dergiler çikarmaya basladilar.
1990’li yillarda devlet resmi Islam’in, Diyanet örgütlenmesinin yanina, bir de Gülen hareketini ekledi. Gülenci kadrolar polis teskilatinda, yargida ve bürokraside örgütlendirildi. Resmi Islam’la cemaatçi Islam arasindaki çeliskiye bir de Gülenci Ilimli Islam’la cemaatler arasindaki çeliski eklendi. AKP bir iki istisna disinda genel olarak cemaatlerin degil, Gülen hareketinin, resmi Islam ve emperyalizmin, geleneksel isbirlikçi sermayenin ittifakini temsil eden bir parti olarak kuruldu. Büyük cemaatler baslangiçta AKP’ye de Gülen’e de karsiydilar. AKP iktidarlari döneminde cemaatlerin Gülen karsitligi genel olarak devam etti. Fakat AKP cemaatleri, yani Islami sermayeyi temsil eden bir partiye dönüstü. Arkasindaki güçlü oy destegine ve Islami sermayenin kaba deyimle gaza getirmesine kanarak iç ve dis politikada denetim disina çikma egilimleri gösterdi. Simdi hem Tayyip Erdogan ve AKP hem de örgütlü Islami sermaye hizaya sokulmak isteniyor.
Fikret Baskaya: Editörlügünü yaptigim. ‘AKP, ‘Ilimli Islam’, Neoliberalizm’ adli kitaba yazdigin yazida: ‘Türkiye’de en güçlü cemaat devlettir’ diyorsun. Bu vesileyle simdilerde yasanan kepazeligi nasil özetlersin?
Osman Tiftikçi: Günümüzde Diyanet yüz binden fazla görevlisi, devasa bütçesi, binlerce camisi, Kur’an kursu, uluslararasi çalisan anonim sirketleri olan ve köylere kadar örgütlü bulunan bir teskilat. Diyanet sadece Türkiye’de degil neredeyse bütün Islam ülkelerinde ve Müslüman bulunan her yerde örgütlü. Diyanetin sadece Almanya’daki derneklerinin sayisi 900’e yakindir. Türkiye’de bu güçte ve bu örgütlülükte, arkasina da devletin her tür destegini almis baska bir Islami anlayis, cemaat yok.
Türkiye’de dini gericilik denilince akla hemen cemaatler, tarikatlar geliyor. Gerçekte ise günümüzde Türkiye’de dini gericiligi temsil eden en büyük güç resmi Islam’dir. Türkiye’yi bu hale esas olarak dini cemaatler getirmedi. Elbette bu durumun ortaya çikmasinda onlarin da önemli payi vardir. Ama mevcut durum esas olarak, 12 Eylül’le birlikte uygulanan, Türkiye’nin gerçek laik, demokratik güçlerini ezme politikalarinin, toplumu aptallastirmanin, dini gericiligi tarihte görülmemis biçimde resmi politika haline getirmenin ürünüdür. Türkiye’de dini gericiligi ortadan kaldirabilmenin ilk sarti, cemaatleri yok etmek degil, devletin resmi dini politikalarina son vererek, gerçekten laik bir siyasi yapi kurmaktir. Bu yapildigi takdirde cemaatler, gerçekten halkin dini ihtiyaçlarina cevap veren, siyasi örgütlere, büyük ekonomik çikar gruplarina dönüsmeyen dini gruplar haline getirilebilirler. Din, öncelikle egemen siniflarin, siyasi, ideolojik mücadele araci olmaktan çikarilmalidir.
Bugün çatismanin taraflari olarak görünen AKP de, Gülen Cemaati de devletin, emperyalizmin eliyle, onlarin islerini görmek için kuruldular. Tekrar hatirlatayim: AKP’yi 2001 yilinda cemaatler kurmadi ve desteklemedi.
Fikret Baskaya: Cemaat, Gülen hareketi veya simdilerde ‘hizmet’ denilen Islamci örgüt, aslinda tam bir Türk-Amerikan ortak yapimiydi. Emperyalizme ve Türk mülk sahibi komprador burjuvaziyi ‘kizil tehlikeden korumak, halkin uyanisini engellemek, demokratik-sosyalist hareketin önünü desmek üzere peydahlanip kullanilmisti. Simdilerde yasanan duruma bakilirsa, hastaligi iyilestirmek amaciyla kullanilan ‘ilaç’ hastaligin nedeni haline gelmis gibi görünüyor. Sistemdeki çürümeyi hizlandirmis görünüyor. Bu asamadan sonra neler bekliyorsun?
Osman Tiftikçi: Gülen hareketi sadece demokratik-sosyalist harekete karsi kurulmus bir örgütlenme degil. Daha karmasik. Gülen hareketi ayni zamanda cemaat Islamciligina ve cemaat Islamciligindan da farkli olan tevhidi anlayisa, yani antiemperyalist, dinde reformist, sola düsman olmayan, Islami yorumunda soldan etkilenmis anlayislara karsi da olusturuldu. Gülen hareketi esas olarak din adami yetistiren degil, devlete ve büyük sermayeye, patronlara kalifiye dini eleman yetistiren bir hareket. Ayrica CIA ve diger istihbarat teskilatlariyla iç içe olan, Islam ülkelerinde her tür emperyalist operasyon içinde yer alan bir örgütlenme. Bunun örnegini simdilerde Türkiye’de de yasiyoruz. Bu özelligi yüzünden bir çok ülkede Gülen hareketi yasaklandi.
Türkiye’deki hastaligin nedeni, sorun yaratan örgütlenme bence Gülen hareketi degil. Sorunu yaratan AKP ve arkasindaki Islami sermaye. Gülen emperyalizm ve isbirlikçi sermaye namina duruma müdahale ediyor.
Fikret Baskaya: Geçen ayin basinda ‘Kaybedeni Bastan Belli Çatisma’ diye bir yazi yazdin. O yazi Özgür Üniversite’de de yayinlandi. 17 Araliktan sonra ‘meydan savasi’ bir ileri asamaya tasindigina göre, O yazida ileri sürdügün görüste israrli misin?
Osman Tiftikçi: Bence gelismeler o tespiti dogruluyor. Çatisma, öyle gösterilmeye çalisildigi gibi AKP ile Gülen Cemaati arasinda degil. Bu isin görünen yani. Eger göründügü gibi olsaydi ABD büyükelçisinin, AB sözcülerinin, ABD ve Avrupa basininin, TÜSIAD’in bu çatismada ne isi vardi? Gene içlerinde MÜSIAD’in, ASKON’un da bulundugu, Islami sermayeyi temsil eden 90 küsur örgütün, hükümete, AKP’li bazi milletvekillerinden daha çok sahiplenmesini nasil açiklayacagiz?
Çatisma özünde emperyalizm, geleneksel sermaye ve Islami sermaye arasindadir. AKP ve Islami sermaye rakibine direnecek güçte görünmüyor. Cemaatler 90’li yillara kadar küçük ve orta boy ticari, sinai isletmelere sahiptiler. Bunlar sonradan holdinglere dönüstü. AKP iktidarlari döneminde uluslararasi hale geldiler. Tarihlerinde görülmemis biçimde siyasi iktidarin, belediyelerin ekonomik ve diger nimetlerinden yararlandilar. Özellikle egitimde gayri resmi önemli bir güç haline geldiler. Toplumda bunlarin ideolojik havasi esmeye basladi. Müslüman kitleyi ve Islam ülkelerini kendi dogal pazarlari,
kendilerinden baska kimsenin giremeyecegi alanlar haline getirme yolunda önemli adimlar attilar. Simdi kendilerine ‘yeter, hadi artik git’ deniyor ve onlar bu emre kuzu kuzu uymak istemiyorlar. AKP’yi ve T. Erdogan’i sonuna kadar direnmesi için sikistiriyorlar. Böyle bir firsatin bir daha ellerine geçmeyecegini düsünüyorlar. T. Erdogan ise saniyorum kendi sonunun kötü olmasindan da korkuyor. Çünkü çok fazla açigi var.
Ama gene de Islami sermaye emperyalizme, geleneksel sermayeye ve bunlarin elindeki devlete direnecek güçte degil. Gülen hareketi ile baslatilan öncü saldirida bile dagilip, ne yaptigini bilemez bir hale düsmeleri de bunu gösteriyor.
Fikret Baskaya: Mücadele Gülen-AKP çatismasindan daha farkli boyutlar alabilir demek mi istiyorsun?
Osman Tiftikçi: Emperyalizm ve geleneksel sermayenin elindeki tek güç Gülen örgütü ve medya degil. Polis teskilati ve yargi malum; AKP’nin denetiminde degil. Ama bu isleri çözen esas güç ordu henüz kenarda duruyor. Üstelik orduya yeniden çeki düzen verildi, kilici bilendi, istihbarat örgütleri yenilendi. Yani ordu yeniden darbe yapabilecek bir duruma getirildi. Ayrica ordunun imaji da tazelendi. Magdur edilmis, ezilmis, tarihte görülmemis haksizliklara ugramis, dolayisiyla da siyasi iktidara müdahale edip, bunlarin hesabini sormaya hakki olan bir ordu görünümünde. Ordunun müdahalesi için can atan önemli bir kamuoyu destegi de var. Ordu zaten sistem içindeki eski yerini ve iliskilerini korumaya devam ediyor. Ordu NATO’ya bagli, MGK duruyor, OYAK ve Türkiye silah sanayini tekelinde tutan askeri vakiflar duruyor. Fakat isi orduya birakmadan çözmek istiyorlar. Çünkü ordu müdahalesi önemli riskler de tasiyor. En basta böyle bir müdahalenin Kürtlere sözü geçmeyecek. Kürtlere sözü geçmeyen bir müdahale de son derece riskli olur.
Fikret Baskaya: Sence gidenin yerine ne getirilmek isteniyor?
Osman Tiftikçi: AKP’nin yerine CHP etrafinda yeni bir koalisyon partisi hazirlaniyor. ANAP ve AKP de baslangiçta böyle koalisyon partileri olarak kurulmuslardi. Ama onlar yeni partilerdi. Simdi ortada yeni bir parti görünmüyor. CHP bir yandan Gülenle ittifak içinde AKP’lilestirilmeye çalisiliyor, bir yandan da MHP ile takviye ediliyor. Diger sag, liberal güçler de tahminen bunlara eklenecek. Görünüse bakilirsa ABD ve Avrupa buna onay vermis durumda. Bu gerçeklestiginde gidenin geleni aratacagini da simdiden söyleyebiliriz. Örnegin 1990’larda ANAP’tan sonra gelen SHP-DYP koalisyonu Türkiye sol hareketi ve Kürt hareketi için çok kara bir dönem olmustu. Elbette dünya, Türkiye kosullari ve Kürt hareketinin durumu o döneme göre çok farkli. Fakat emperyalizm ve isbirlikçi sermaye eliyle kurulan iktidarlardan daha fazla demokrasi, özgürlük beklemek gerçeklerle bagdasmiyor. Hem AKP’ye karsi, hem de onun yerine getirilmek istenene karsi demokratik güçlerin kendi alternatiflerini yaratmalari gerekiyor. Bu süreçte Kürtlerin tavri son derece önemli.
Fikret Baskaya