Her derde deva: Kürt sorunu
Kürt sorunu; Türklerin ulusallasma sürecinin baslangici olan, Ittihat ve Terakki’nin özellikle Jön Türkler kolunun, hayali ” Turani” irktan olusan büyük birlesik bir Türk devletinin pesine düsmeleri nedeniyle, Osmanli cografyasinda yasayan diger milli unsurlari; yok saymasi ya da yok etmeye çalismasi ile baslayan sürecin devami niteligindeki, TC.nin kurulusu ile birlikte katmerleserek günümüze kadar gelen büyük ve agir bir sorundur.
Yüz yili asan,” yok etmek isteyenlerin yok edemedigi, çözmek isteyenlerin de çözemedigi!” bu denli büyük boyutlu, agir ve bir o kadar da karisik bir sorunun; yüzeysel bakis açilari ile günü birlik ve günlük politik gelismeler isiginda, öyle kolayca çözülebilecek basit bir sorun olmadigi ortadadir.
Süreç içinde, TC. devleti red, inkar, yok sayma ve yok etme uygulamalari ile Kürt sorunundan siddet yöntemi ile kurtulacagini sanarak, siddete dayali politikalarina da zemin hazirlamak ve sözde hakli gerekçe olusturmak için, Kürtleri siddet zeminine itmis, Kürtlerin demokratik ve mesru zeminde örgütlenme ve mücadele etmelerine hiçbir zaman firsat tanimamistir. Böylece siddet politikalari toplumu da tümüyle sarmalamistir. Bu uygulamalarin ürünü olan devletin tüm kurumlari, siyasi kurumlar dahil antidemokratik, jakoben bir sistem yapisiyla bu siddet kültürü üzerine sekillenmislerdir. Bu kurumlar ile kurum görevlilerinin bulastiklari kirlilikler ve isledikleri suçlar devlet sirri sayilarak hep gizlenmeye çalisilmis ve buna uygun bir toplum modeli olusturulmustur. Bu toplum, devletin yaptigi hersey dogrudur, devlet yanlis yapmaz anlayisi ile devletin yaptiklarina itiraz etmeyi büyük bir suç ve günah saymistir. Çünkü sistem düsünen, arastiran ve sorgulayan bir toplumun olusmasina izin vermemistir. Yani toplum, jakoben uygulamalarla dar bir alana kapatilmistir.
Toplumlar da tüm canli varliklar gibi, gelisen, degisen ve dönüsen dinamiklerdir. Her canli varligin kendi içinde tasidigi sorun ya da bir takim hastaliklar mutlaka vardir. Toplumlardaki sorunlar da bir nevi hastalik olarak nitelendirmek yanlis olmasa gerek. Toplumsal sorunlar eger zamaninda dogru bir sekilde çözülmezse, ciddi hastaliklara dönüsme riski ile karsi karsiya kalabilir. Gelisen, degisen ve dönüsen bir toplumun dogal gelisimi; dayatmaci, tepeden inmeci bir gücün zoru ile zap u rapt altina alinirsa, o toplumun dokusundaki hücrelerin büyük bölümü islev görmez ve hayati fonksiyonlarini kaybetmeye baslar ki, o toplum artik kendini hastaliklardan kurtaramaz, eger dogru teshis ve tedavi yöntemi uygulanmazsa, hastalik toplumu tümden çürütüp, yok olmasina da neden olabilir.
Sanayi devrimini izleyen Fransiz ihtilali ile baslayan, ulusal devletlerin olusmasi, Osmanli topraklari üzerinde yasayan farkli ulus ve inançlardan olusan topluluklari da, o günün yenidünya düzenine uymaya zorladi. Osmanli’nin imparatorluk sistemi ile ulusallasan dünyaya ayak uydurmasi mümkün degildi. O nedenle, ya Osmanli’yi yeni dünya düzenine uyarlamak, ya da yeni dünya düzenine uygun yeni bir devlet kurmak için, bati yanlisi, Ortadogu yanlisi, Islamci, laik, Kürt ve Türk guruplar “Ittihat ve Terakki cemiyetinde bulustular. Çünkü bu guruplarin ortak noktasi yeni bir düzen kurmakti. Ancak Ittihat ve Terakki Cemiyeti içindeki Türkçü akimlar, bunlar “Jön Türk” olarak da adlandirilmaktadirlar. Bolsevizm ve Musolini fasizmi karisimi dikta uygulamalarla, diger guruplari tasfiye ederek, TC. devletinin kurulus sürecine giden yolu açtilar. Böylece farkliliklari yok etmek için tekçi ve jakoben bir zihniyet ile toplumu dizayn etmeye çalistilar. Bu zihniyete karsi toplumsal gerginlikler ve çatismalarin meydana gelmesi de kaçinilmazdi, çünkü bu cografyada demografik yapi, farkli kimlik ve inançlardan olusmaktaydi-olusmaktadir.
Tarihi gerçekler; hatalari ve sevaplari ile gün isigina çikarilmadan, karanlik bir dönemin üzerindeki sis perdesi aralanmadan, gelecegi dogru kurgulamanin ve dogru okumanin mümkün olamayacagi gerçegi ile son gelismelere; göz atmanin ve ders çikarmanin zamani geçmistir bile; yillardir hem devletin, hem de devlete muhalefet eden bazi güçlerin, tarihten devralarak, izledikleri yol ve siddet yöntemleri iflas etmis durumda, keske iflas eden sadece yol ve yöntemleri olsaydi, buna da sükredilirdi. Demokratik seçenekleri devre disi birakan, siddeti tek çözüm seçenegi olarak gören devletin muhalifi olduklarini iddia eden ve ayni yöntemi benimseyen göçler arasinda kalan toplumun, dogal gelisim izleyip, hastalanmamasi mümkün degildir. Sorunun esas nedeni de buradan kaynaklaniyor. Bu jakoben sistemin unsurlari olan, geçmisten günümüze dogru; Teskilat-î Mahsusa,Encümen-î Danîs, Ergenekon ile, PKK ve son asamasi olan MIT- KCK.’den olusan bu sistemin içindeki gizli ve karanlik güçlerin, birbirlerine zit gibi görünüp, ancak ayni mirasi paylasan kardesler oldugu, perde aralandikça her gün biraz daha net olarak anlasilmaktadir. Bu denli karisik, çetrefilli, ne idügü belirsiz bu yapi, bugüne kadar en tehlikeli düsman olarak Kürtleri görmüs oldugundan ve bütün plan ve stratejilerini Kürtleri bitirmek üzerine olusturdugundan, sistemin tüm hastaliklarini Kürtlere asilamis ve dolayisiyla bu hastalik Türk-Kürt herkese, bir bütün olarak toplumun her kesimine bulasmistir.
Bu sistemin yöneticileri, Içte ve dista sikistiklari zaman Kürtler demokrasiden, hukuktan anlamazlar, ancak siddet dilinden anlarlar diye, hemen savunma pozisyonuna geçiyorlar, Kürtlerin kurtulus mücadelesini verdigini iddia eden PKK’nin de ayni argümani kullandigi unutulmamalidir.
Içerdeki ve disaridaki degisimin fark edilip, demokratik seçenegin devreye sokulmaya çalisildigi bu süreçte, PKK’ nin Kürtlerin çikarina denk düsmeyen silahli mücadele seçenegin de, neden direndigini demokratik mücadele zeminini neden dinamitledigini Kürtler bir anlayabilirlerse, herseyin normale döndügü bir ortama kavusmanin uzak olmadigini göreceklerdir. Demokratik bir ortama kavusan toplum, siddetin nasil bir melanet oldugunu o zaman fark edecek, siddet ve kandan beslenenlerin korkusu da budur, toplumun uyanmasi, düsünmesi ve hesap sormaya baslamasidir. Simdi kirmizi koltuklarda oturanlarin ve çikar saglayanlarin o zaman halka ne cevap vereceklerini simdiden merak ediyorum.
Bu cografyada; Osmanli’ya, 1071 Malazgirt’te, Kürdistan üzerinden Anadolu ve Avrupa’ya yayilma kapisini açan Kürtlerdir. 1514 Çaldiran’da, Osmanli’nin dogu sinirini Perslere karsi güvenceye alan ve Ortadogu’ya yayilmasina yardim eden yine Kürtlerdir. Son olarak 1922 Lozan’da kendi varliginin inkarina ragmen, TC.devletinin kurulus sürecine giden yolu açarak, Türk kardeslerine yeni bir devlet hediye eden ha keza Kürtlerdir.
Ünlü Kürt komutan Selahaddinê Eyyûbî’nin Haçlilari püskürterek, engizasyon sisteminin orta doguya girisini engellemesi de, Araplar, Acemler ve Türkler için, Kürtler tarafindan yapilan iyiliklerin cabasidir.
Öyle anlasiliyor ki, bu cografyada bir yeri agriyan herkesin imdadina Kürtler yetismis ve dertlerine derman olmuslardir.
Böylece Kürtlerin tarih boyunca Türk, Arap ve Acem kardeslerinin her derdine deva olduklari gibi, günümüzde de görünen o ki, Türkiye’nin ve Ortadogu’nun ihtiyaç duydugu, demokrasi, hak, hukuk ve özgürlüklerin yerlesip gelismesi de Kürtlerin elindedir. Bosuna dememisler “tarih tekerrür eder”, Kürtler kendilerine yapilan kötülükleri çabuk unutan ve kin beslemeyen bir ulustur. Bu topraklar üzerinde yasayan topluluklara yillarca bulastirilan hastaliklarin tedavisinde iyilestirme rolünü oynayacaklarindan hiç kimsenin kuskusu olmasin, yeter ki; Kürtler iç yapilarini demokratiklestirip, yeniden ve güçlü bir sekilde halkin içinde organize olabilsinler. Bu topraklardaki siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik hastaliklara deva olabilirler. Baska bir ifade ile, Kürt sorunu iyi ve ustaca kullanilabildigi taktirde, bu cografyada her derde deva olabilecek bir ilaçtir.
Dogrusu, Kürtler kendilerinden baska herkesin her derdine deva olmuslardir. Kürtçe bir söz vardir: ” Ji xelkê ra masîgir in, ji xwe ra kosîgir in”
Fehmi Atmaca