Makale

Egitim Reformu: Neden Ve Kimin Için?

Egitim sistemi her zaman egemen siniflarin ihtiyacina cevap verir. Tarihsel süreç içinde egitimin islevleri degisebilir ama degismeyen sey egitim sisteminin mutlaka mülk sahibi egemenlerin ihtiyaçlarina cevap vermesidir. Kapitalizm öncesinin sosyal formasyonlarinda egitimin amaci, egemen ideolojiyi üretmek ve yaymak ve devlet aygitinin yönetici-bürokratik kadrolarini yetistirmekti. Kapitalizmin egemen üretim tarzi haline geldigi dönemde, yukaridaki iki isleve bir de sermaye sinifinin ihtiyaci olan ‘yetiskin’ isgücünü yetistirme islevi eklendi. Son dönemde, neoliberal kürelilesmeyle birlikte egitimin hizli bir tempoyla paralilasmasi, metalasmasi, seylesmesi, bir kamu hizmet alani olmaktan çikip özellestirilmesiyle, artik egitim bir kâr alani ve araci haline de dönüsmüs bulunuyor. Baska türlü söylersek, egitim artik her hangi bir mal gibi alinip-satilan bir metaya dönüsmekte. Degerlenme sikintisi çeken sermaye için bir kâr alani haline gelmekte.

Egitimin egitilenler bakimindan isleviyse, belirli düzeyin üstünde egitim görmüs olan diplomalilara ‘sinif degistirme’ yolunu açmasidir. Böylece egitim, emekçi siniflarin çocuklarinin, mütevazi kesimden gelen çocuklarin egemen sinif katina, simdilerde burjuva sinifina katilmasini sagliyor. Tabii onlari içinden çiktiklari sinifa yabancilastirmak kaydiyla… Baska türlü söylersek, onlari ezen tarafin unsurlarina dönüstürüyor. [ Elbette egitilmis olanlar arasindan az da olsa içinden çiktiklari sinifa ihanet etmeyenler de çikabiliyor. Iyi ki de çikiyor, aksi halde durum daha da vahim olurdu…]

Egitim sisteminin her zaman ve mutlaka hâkim siniflarin ihtiyacina göre sekillendiginden habersiz olanlar, ekseri sorunu yanlis bir zemin üzerinde ‘tartisma’ egilimindedirler. Sanki bir seyler yapilirsa egimin daha iyi olacagi yanilsamasi söz konusudur. Baska türlü söylersek, daha iyisi yapilabilirken ve yapilamadigi için sistemin kötü oldugu, kötü isledigi, ihtiyaca cevap vermedigi düsüncesi geçerlidir… Oysa egemenler ihtiyaçlarina cevap vermeyen sistemi aninda degistirirler. Bu tür yanlis anlayislar egitimin toplumun tamami için tasarlandigi, olusturuldugu düsüncesinden kaynaklaniyor.

AKP hükümeti tarafindan dayatilan son egitim reformu ‘ 4+4+4- modeliyle ilgili tartismanin taraflari, yapilmak isteneni kavramaktan uzak olduklari için, asil kayginin ve amacin pedagojik, entelektüel ve ‘bilimsel’ oldugunu, amacin egitimi yayginlastirmak oldugunu saniyorlar… Öyle olunca da tartisma ‘kesintili mi yoksa kesintisiz mi olmali’ biçiminde yürüyor. Dolayisiyla operasyonun ne amaçla ve neden yapildigi gözden kaçiyor. Yeni modelin baslica iki amaci var: Birincisi, sermayenin, özellikle de küçük ve orta boy sermayenin ucuz emek ihtiyacini karsilamak, bu amaçla da çocuk emegi sömürüsünü derinlestirmek; ikincisi, egitimdeki özellestirme sürecini hizlandirmak. Bir taraftan sermayenin ihtiyaci olan ucuz isgücü meslek okullarinda üretilirken, diger taraftan da egitimin tüm asamalarini özellestirmek. Lâkin kesintili mi, kesintisiz mi? tartismasinin taraflari egitimin muhtevasini hiç gündeme getirmiyorlar… Dolayisiyla tartisma sorunun esasini angaje etmiyor. Türkiye’de ilkokuldan üniversiteye, egitim ve okul sistemi oldum olasi ‘düsük yogunluklu’ militer bir yapi arzediyor. Bunlara yari-askerî kurumlar demek mümkündür. Egitim sisteminin birinci basat niteligi budur. Ikincisi, egitim bastan sona bagnaz bir resmi ideolojiyi [devlet yalanlarini] genç nesillerin kafasina enjekte etmek üzere kurgulanmistir. Yari-militer kurumlar olan okullarda çocuklarin bilinci resmi ideoloji enjeksiyonuyla daha bastan köreltiliyor. Böyle bir yapidan özgür bireylerin çikmasi mümkün müdür? Iste Türkiye’deki egitim sisteminin asil misyonu ve varlik nedeni budur ve sistem tam bir etkinlikle toplumsal bilinci köreltmeyi, toplumu kölelestirmeyi basariyor. Dolayisiyla egemen siniflar bakimindan egitim sistemi son derecede basarilidir. Velhasil, Türkiye’nin ‘modern’ okul ve egitim sistemi böyle bir amaca hizmet ediyor.

Fakat egitilenlerin bilincini kölelestirmek, körlestirmek, köreltmek, genç nesilleri ufuksuzlastirmak, bilinci köreltilmis/kölelestirilmis egiticileri varsayar… Dolayisiyla egitim kadrosu da son derece basarilidir. Tam da gerekeni yapiyorlar, özgür düsüncenin yesermesini, filizlenmesini daha bastan engellemeyi basariyorlar. Civcivi yumurtadayken eziyorlar… Yari-askerî kurumlarin egiticileri, ögretmenleri, tek tip bagnaz egemen/resmi ideolojiyi büyük bir basariyla kafalara sokmayi basariyorlar. Iste Türkiye’nin kolay yönetilen bir ülke olusunun, demokratiklesme zaafinin gerisindeki baslica nedenlerden biri budur. Genç nesiller özgür düsüncenin ve özgürlük bilincinin gelismesini önleyen bir egitim sürecinden geçiyorlar…

Son egitim reformu yangindan mal kaçirircasina oldu bittiye getirilse de epey zamandir egemenler katinda mayalandirilmaktaydi. 1999 yilinda yapilan 16. Milli Egitim Sûrasi’nin temel gündem maddesi ‘Meslekî ve Teknik Egitim’di. Söz konusu sûrada alinan kararlardan birinde: ‘ Ilkögretimin bütün siniflarinda meslek alanini tanitici etkinliklere yer verilmelidir’ deniyordu… 2010 yilinda yapilan sûradaysa, ilk yili okul öncesi egitim olmak üzere, dörder yillik üç asamali 13 yillik zorunlu egitim öneriliyordu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birligi [TOBB] baskani Rifat Hisarciklioglu, 2010 genel kurul açis konusmasinda ne yapilmasi gerektigini söylüyordu: Egitim sistemini piyasanin [sermaye sinifinin densin] ihtiyaçlarina göre yeniden dizayn etmek… Hisarcikloglu sunlari söylüyordu: ‘Egitim sistemindeki sorunlara çare bulmaliyiz. Ülkemizin mesleki egitim altyapisini komple elden geçirmeliyiz. Kisir tartismalari bir yana birakip, mesleki egitim sistemimizi piyasanin taleplerine duyarli hale getirmeliyiz’. Ve iki yil sonra, 2012 de ‘kisir tartismalara da pek yer vermeden’ egitim sistemi talebe ‘duyarli hale getiriliyor…

Camiyi okula tasimak: AKP’nin son harikasi.

TC bastan itibaren iki temele dayandi: Okul ve Cami. Durum böyleydi ama Laik Türkiye söylemi hiç dillerden düsmedi. Diyanet Isleri Baskanligi gibi bir kurum devletin tam da göbegine yerlesmisken, Milli Egitim Bakanligi içinde ‘Din Egitimi Genel Müdürlügü’ diye bir birim varken, vb. bu ne menem laiktir dendiginde, cevap hazirdir: Bu Türkiye’ye özgü bir laikliktir… Yani alaturka laiklik… Ve basta okullu-diplomali kesimler olmak üzere insanlar rejimin laik oldugu yalanina inandirildi. Türkiye’nin laik olduguna inanlarin basinda da ‘en egitimli’ kesimler geliyor… Tabii bu da sasirtici degil zira okullu olmak demek resmi ideolojinin rahle-i tedrisatindan geçmis olmak demektir. Ve okulluluk ne kadar uzunsa, resmi ideolojinin ‘içsellestirilmesi’ de o ölçüde büyük oluyor… Dolayisiyla bilinci en çok köreltilmis kesim en egitimli kesimdir… Bu kesim Türkiye’nin laik olduguna o kadar samimiyetle inanir ki, yerli yersiz, Türkiye laiktir laik kalacak… sloganina sarilirlar… Aslinda yalani üretenlerle ona inanalar ayni kesimlerdir demek daha dogrudur. Oysa din-devlet iliskisi özü itibariyle Osmanli Imparatorlugunda geçerli olanin miras alinmasiydi. Zaten Osmanlidaki din-devlet iliski biçimi de Bizans’tan kopya edilmisti. ‘Laik Cumhuriyet’ uyduruk resmi ideolojisine dayanarak yönetemezdi. Ideolojik temelini güçlendirmek için camiye ihtiyaci vardi ve bu amaçla dini duruma göre manipüle etti ve kullandi. 12 Eylül 1980 sonrasinda din, Türk-Islam sentezinin bir geregi olarak zorunlu din dersiyle egitim sistemine sokulmustu. Imam Hatip Okullarinin ve Kuran Kurslarinin varligi da, bir bakima din Müslümanlara birakilmayacak kadar önemlidir demeye geliyordu. AKP hükümeti güya 28 Subat’in rövansini aliyormus görüntüsü altinda iki sey yapmak istiyor: Birincisi seçmene selam yolluyor; ikincisi, Seçmeli ‘Kur’an-i Kerim ve Peygamberin Hayati’ dersleriyle camiyi, yani devlet dinini okula sokuyor… Fakat seçmeli söylemini nüanse etmek gerekir. Bu ikisi herkesin seçmesi mümkün olmayan dersler. Mesela ateistlerin, Hiristiyanlarin, Musevilerin, vb. bu dersleri seçmeleri mümkün degil. Demek ki sadece bir kesim için seçmeli dersler söz konusu… Seçme isi de tabii ögrencinin degil, ögretmenin ve okul müdürünün isi olmak kaydiyla… Dolayisiyla seçmeli ders söylemi sadece isi kilifina uydurmak için…

Aslinda kanunlar sadece yolu açar. Asil uygulama yönetmeliklerle, tüzüklerle ve talimatnamelerle gerçeklesir. Bakanlik gerisini getirecektir. Mesela her okulda bir mescit ve abdest alma mekânlari, Hz. Muhammed kösesi, vb. zamanla kotarilir… Bir sonraki asama mesela artan okul ihtiyacini karsilamak için camilerin de ‘Laik egitim’e açilmasi olabilir… Camiyle okul arasindaki ayrim artik iyice siliklestigine göre… Aslinda tartismalarin bir anlam tasiyabilmesi için yapilacak sey gayet basit: Devlet dinden elini çeksin. Buna var misiniz? Aksi halde ikiyüzlülügün bir âlemi yok. Egitim sistemi tartismalarina katilan ‘ilmi kendilerinden menkûl zevât, ‘birbirinden degerli uzman konuklar’ ve ‘her konunun uzmanlarinin’ agzindan hiç böyle bir sey duydunuz mu? Peki bu ne demektir? Egitim sisteminden önce rejimin niteligini tartismaya cüret etmek demektir…

Kapitalizm geçerliyken ‘demokratik egitim’ mümkün degildir.

Demokratik egitim, her sinifsal kökenden çocuklarin egitim kurumlarindan esit yararlanmalari anlamindadir. Egitimin demokratiklesmesiyse egitimin özgürlük ve demokrasi ilkeleri temelinde yürütülmesi demeye gelir. Simdilerde özellestirme dalgasi pupa yelken yol alirken, artik ‘demokratik egitim’ diye bir sey retorik olarak bile gündemde degildir. Yoksul kesim çocuklarina burs vermek gibi yöntemlerle egitim esitsizligini gidermek mümkün degildir. Bir küçük köylü çocugunun veya bir isçi çocugunun, bir isportacinin veya issiz çocugunun, egitim sistemi karsisindaki konumu, bir büyük kapitalist patronun, yüksek yargi üyesinin, baro baskaninin, profesörün, müstesarin, siyasi parti baskaninin, ünlü bir sarkicinin veya sinema oyuncusunun, vb. çocuguna göre son derecede dezavantajlidir. Elit sinifin çocuklari elit okullarinda egitim görürler ve o kadari sistemin ihtiyacini az-çok karsilar. Emekçi siniftan da elit okullarina veya ‘iyi üniversitelere’ tirmananlar olsa da bunlar istisnadir. Zaten simdilerde egitimin paralilasmasi-özellestirilmesiyle o dar yol da kapanmaktadir. Osmanli döneminde ‘reaya oglu reaya olur’ denirdi. Simdilerde artik isçi/emekçi oglu isçi/emekçi olur denecektir ama bir is bulabilme ihtimali de zorlasmak kaydiyla… Dolayisiyla artik geçerli slogan: Parasi olan/ parayi veren egitim hizmetini satin alir seklindedir. Oysa egitimin bir hak ve kamu tarafindan sunulmasi gereken bir hizmet olmasi gerekir… Egitimin bir kâr aracina dönüstürülmesi demek bu hakkin yok sayilmasi demektir… Neden sevgili ‘uzmanlariniz’ bu sorunu tartisma zahmetine katlanmiyor? Eger egitim hizmetleri özellestiriliyorsa, saglik hizmetleri özellestiriliyorsa, belediye hizmetleri özellestiriliyorsa, velhasil akla gelen her sey özellestiriliyorsa, parayla alinir-satilir birer metaya dönüstürülüyorsa, o zaman insanlar neden vergi veriyorlar? Vergiler ne için denmeyecek midir? Bir soru daha: Bu ülkede vergiyi kim veriyor ve/veya ne kadarini kim veriyor? Söz konusu olan vergi mi yoksa haraç mi? Iki- üç yüzyil kadar önce Bati Avrupa’da bir slogan söyleydi: Temsil yoksa vergi de yok… Bu gün de söyle bir slogan gerekmiyor mu: Kamu hizmeti/sosyal hizmet yoksa vergi de yok… Elbet bir gün asil sorunlar da tartisma gündemine gelecektir, mesela mülkiyet sorunu gibi…

Fikret Baskaya

Back to top button