Makale

Riza Çolpan: Kürd Literatüründe Bir Yenilik ve Bir Annenin Hisleri

Avustralya’dan Dengê Kurdistan, Dengê Azad ve Dengê Agirî ye ‘Merhaba’ demekle yaziya baslamak istiyorum.
Sevgili okuyucular kisa bir okul hayatimdan sonra, kendimi yabancisi oldugum bir cografya da buldum; Adana. Pamuk tarlalarinda çapa, çapayi tutan ellerim, önünü, etrafini gözeten gözlerim, kagida, kaleme, kitaba ve okumaya asik olan içimdeki derin his. Okuma askim okullarda yer bulamadi. Buna hem ailemin ekonomik durumu engeldi ve hemde annemiz ayri olan üvey agabeyim okumami istemiyordu. Yil 1951. Yerde buldugum yazili her kagit parçasini alarak okumaya ve birseyler ögrenmeye çalistim, ama okudugum dil benim ana dilim degildi, bana zorla ögretilen bir zalimin diliydi. Bu nedenlede, yeterince o dili anlayamadigim için, son derece üzülüyordum. Kisacasi suya susamis bir kisi gibi, biran önce bir çesme bulmaya çalistim. Istanbul bana çesme oldu. -Kürdistan çesmemizin etrafini zalimler çevirmis, o çesmeden su içmemiz yasaklanmisti- O çesmeden su içtim, yüzdüm, hasretimi az da olsa giderdim. Önce çesitli gazetelerin haber, dedikodu sayfalarini, özellikle de Yeni Sabah gazetesinin belirli yazilarini, merhum Halide Piskin’in ‘Çöpçatan’ sütununu okudum, bulmacasini çözmeye çalistim. Daha sonra kazandigim paranin az bir kismini kitap almaya ayirdim. Genç, macera ve okumayi seven biri oldugum için, önceleri Mayk Hamber adli bir dizi dedektif romanlarini, daha sonra sirasiyla Esat Mahmut Karakurt, Fikret Ferüdün Es, Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant, Feride Celal gibi Türk romancilarin romanlarini okumaya basladim. 1959 ve 1962 üç yillik askerlik dönemimde edebiyatla daha fazla ilgilenmeye, zaman-zaman duygularimi siirlestirerek kalemin ucuyla beyaz kagidin üstüne dökerek karaladim. 21 Aralik 1963 günü baslayan Kibris Türk, Rum savasi içinde geçen iki yilim hariç, 1965 Subat ayindan bugüne kadar binlerce gazete, makale, dergi ve iki binin üstünde Türkçe, Kürdçe kitap okudum, bu iki ayri halkin edebiyatiyla ilgilendim, ilgileniyorum. Kisacasi kendi-kendini egiten, okuma askini bu sekilde gideren ben, bir kitap kurdu oldum, ama bugüne kadar gerek Türk yazim literatörün de ve gerekse Kürd yazim literatöründe olsun hiç rastlayamadigim yeni bir uslupla yazilmis, sayfalari bir annenin, annelik duygulariyla dolu, yeni bir kitap ile tanistim.

Evet, yeni bir edebiyat türü, yeni bir yazim uslubuyla tanisirken, beni dokuz ay karninda besleyen, dogurup emziren, ‘Dergus ve Hêlanekimi’ sallayan, bana ‘Lorî-lorî, raze lawê min, bikev xewê ez bi gorî’ diyen merhum annemi hatirlatan kirvem Aryan Çamlibel’in annesi Necla bacim ve babasi Yilmaz Çamlibele’e en derin hislerimle tesekkür etmek istiyorum. Tesekkürüm yalniz bunun için de degil, Kürd litaretörüne yeni bir yenilik kattiklari için tesekkür ediyor, her Kürd anne ve babanin, bu iki insanin daha dünyaya gelmeden önce ‘Tatli Belamiz Aryan’ -keske bela sözcügünü kulanmasaydilar- dedikleri, sevgili kirvem Aryan için yazdiklari kitabi okumalarini özellikle tavsiye ediyorum. Çünkü bu kitapta bir annenin derin duygu ve hisleri var. Her anne olmak istiyen bütün Kürd ve Türk analari bu kitabi mutlaka okumalari lazim diye düsünüyorum. Çünkü Necla Kirvem bu kitapta yalniz annelik hislerini anlatmiyor, o bir annenin dogum öncesi ve sonrasi ne yapmak gerektigini, çocugu nasil besleyip, nasil büyütecegi, hangi yemegin çocuga yararli olacagi, çocugun her konudaki yasami için nelerin yararli olup-olmadigi konularini da bilimsel verilerle anlatmaya çalisiyor. Bu anlamda kitap daha da önem kazanarak genç analar için ‘Bir ders kitabi niteligini tasiyor’ dersem abartmis olmayacagim.

Evet sevgili okuyucular anne bir Tanri’dir. Her canli bir annenin ürünüdür. Kirvem Tanri Necla, karninda besledigi, fakat sekil ve semalini görmedigi, kiz mi, oglan mi hiç bilemedigi bebegiyle sabahtan aksama kadar onunla sadece bir anne olarak degil, candan bir arkadas gibi kunusuyor, his ve duygularini, dert ve kederini karnindaki bebegine anlatiyor. Iste kitabin can alici noktasi ve literatördeki yeniligi bu. Ayrica Necla ve Yilmaz kivremin sevgili Aryan’a simdiden gelecek için biraktiklari em kiymetli bir miras diye düsünüyorum. Ben bu kitabi okuyunca, bütün dünyadaki analari ve annemi hatirladim, hiçkirarak agladim ve ‘Herhalde annem de ben onun karnindayken Necla kirvem gibi benimle konusmus, acisini, tasasini, derdini, kederini, sevincini, gülüsünü bana anlatmistir’ dedim ve 76 yil geriye gittim; 9 çocuk doguran annemin karninda kendimi hissettim ve dogdugumdan bir yil sonra bütün Dersim analarinin Necla kirvem gibi karinlarindaki bebekleriyle konusurken, zalimlerin ucu sivi ve keskin süngülerle paramparça olduklarini hatirlayinca da, daha çok agladim ve derin bir aci hissettim, kahroldum, zalimlere lanet okurken, ‘Necla kirvem, sende o karinlarinda birkaç aylik bebegi tasiyan ve zalimlerin süngüleriyle parçalanan analarin akrabasi ve torunu olmanla beraber, ‘Çok sanslisin’ diyorum. Çünkü sevgili Aryan’i özgür ve demokratik bir ülkede dogurdun; eger varsa ‘Allah onu size bagislasin, dert, keder, aci vermesin, onu bütün belalardan, zalimlerden korusun, uzun ömür, akil, sihat versin, halkina ve dünyadaki tüm mazlum kisi ve halklara yararli bir insan olsun’ diyor, müsaadenle hem kirvelik için, ve hem de nasil kirve oldugumuzu bir de ben anlatayim okuyuculara. Zira sen anlatmissin ama, ben biraz ilave etmek istiyorum.

Kirvelik nedir?

Kirvelik, tarihin hangi döneminde Kürd halkinin içine girdigini bilemem; ancak sünnet hikâyesi’nin Ibrahim Peygamber’den bize kalan bir adet ve miras oldugunu bir çok yasli insanimizdan duydum. Ayrica bir çok insanimiz Ibrahim Peygamber’in Kürd oldugunu da iddia ediyor. Bunu geçelim, zira uzun hikâye. Sünnet tibben de çok yararli bir bulus. Herhangi bir mikrobun ana rahmine girmemesi için. Sözcük ise direk Kürdçedir. Af buyurun Kürdçede ‘Kir’ erkegin cinsel uzvudur, bu nedenle de sünnet esnasinda çucugu kucaga alan, çocuktan akan kani kucaginda seyredene ‘Kirve’ denilmis ve o kan kirve kaniyla bütünlesmis diye inanilir. Yani kirve, çocuk için ikinci bir baba gibi bilinir. Benim de bir kirvem vardi, ben onu ikinci bir baba olarak görüyor ve seviyordum. Ismi Keko, Xiran asiretinin bir ferdi, yasadigi köyün ismi de Bazinan idi, halk ona ‘Kekê Hemê Mirtê’ diyordu ki, o anadan dogma bir ayaginin asik kismi burkuk, hafif egri, fakat iri-yari iki metreye yakin boyu vardi. Onun kucaginda nasil sünnet oldugumu bugün gibi hatirliyorum, ama ne yazik ki onu 1951’den sonra göremedim ve çocuklarini da tanima imkanim olmadi. Varsa ‘Mekâni cennet olsun Keko kirvemin’ diyor, ölünceye kadar da onu unutmayacagim.

Sevgili okuyucular, ben kirveligin süni Kürd kardeslerimin içinde nasil ve ne anlama geldigini, bu gelenek ve töreyi nasil yorumladiklarini bilemem, ama Alavi -Alevi demiyorum- Kürdler arasinda kutsal bir kurumdur. Bu kurum iki aileyi ve iki ailenin tüm fertlerini birbirine kardes duygusuyla baglayan sosyal bir kurumdur. Kirve olan aileler yedi göbege kadar birbirlerine kiz verip kiz almazlar; çünkü birbirlerini kardes görürler, acida, tasada, kederde ve seviçte kendilerini bir bütün, bir can, bir beden sayarlar. Ne yazik ki son 50 yila yakin bazi düsünce ve ideoloji akimlari bu kurumuda yozlastirdi, özünden çikardilar ve bu kurumun toplumsal degerini kavrayamadilar. Bunun büyük sorumlulari -arkadaslar, yoldaslar beni bagislasin- kendisine ‘Demokrat’im, Sosyalist’im, Komünist’im’ diyenler yapti, halen de yapiyorlar, çok yazik.

Gelelim sevgili Aryan Çamlibel’e nasil kirve oldugumuz. Her ne kadar Kirvem Necla kitabinda anlatmissa da, ben de kisaca deginmek istiyorum. Yil 2007, ben esim Refah ile Wuppertal’da Necla ile Yilmaz’a misafir olduk. Ben Yilmaz’i KÜRT-KAV baskani oldugu dönemde tanimis, daha sonra onu bir konferans için Avustralya’ya davet etmistim ve gelmisti; bu vesileyle iliskimiz dahada gelisti. Zaten düsünce bazinda yoldastik, ayni yolun yolcusuyduk. Biz onlara misafir olurken Necla kirvemizi hamile gördük ve karnindaki bebege ‘Kesinlikle erkek’ dedik. Sakin sasirmayin sayin okuyucular, bu konuda yeni bulus bulan degiliz ama, deney sahibiyiz. Bunu esim Necla’ya: ‘Senin bir oglun olacak, kirvesi de biz olalim’ dedi ve Necla’da ‘Neden olmasin’ diyerek kabul etti, ama ne yazik ki sünnet döneminde bizi beklemediler ve biz sevgili Aryan’in sünnetinde bulunamadik. Necla kirvem beni bagislasin, her ne kadar kitabinda bu kutsal kurumdan bahsediyorsa da, bu kurumun kutsaligina uygun görevini yapamadi ve sünnet gününü bana uygun bir zaman seçmedi, bu da benim sitemim, dilerim darilmaz.

Sona gelirken sevgili okuyuculara bir hatirlatma yapmak istiyorum. Eger ölüm, hastalik ve baska önemli bir neden çikmazsa, Mayis’in sonuna dogru kirvemizin babasi Yilmaz, annesi Necla Çamlibel’e misafir olup sevgili Aryan’i da gördükten sonra Özgür Kürdistan’a dogru yola çikacagiz. Gezi programimiz üç aydir. Bu üç ay zaman için de herhalde yazidan uzaklasacagim. Zira ben yazar filan degilim, zaman-zaman duygularini beyaz kagida döken dertli bir Kürd çobaniyim. Dilerim ‘Bilûrim’ kirilmaz, yine çalarim bilûrûmû.

Sevgili kirvem Aryan için yazdigim dört dörtlükle son vereyim.

Aryan
Aryan, Aryan, sîrîn Aryan
Cîhan te ra bibe seyran
Kîrivtîyê ji bîrnekî
Ez bi gorî, ez bi heyran

Ev sazîyek pirr pîroz e
Dê-bavan ra wek Newroz e
Adetek bav-kalan e ev
Bi dîlan û bi awaz e

Tu nebînî ês û janê
Tim bibînî esq û kenê
Jîyana te bê derd kul be
Li cîhanê, li vê xanmê

Riza me kîrivê te me
Diksînim keser û xem e
Ji te, welêt gelek dûr im
Jîyan min ra jehr û sem e.

En güzel günler Aryan’nin ve sizlerin olsun sayin okuyucu kardeslerim.

Riza Çolpan, Sydney.

Riza Çolpan

Back to top button