Makale

Degisim Geregi ve AK Parti

Kemal Burkay

Bazi anketler AK Parti’nin yüzde 50’yi bulan seçmen desteginin devam ettigini gösteriyor. Ama hükümetin son dönemde izledigi politikalarin daha önce kendisine dayanisma gösteren bazi kesimlerin tutumunu olumsuz yönde etkiledigi görülüyor. Bunun da hemen olmasa bile orta vadede bu destegin azalmasina yol açmasi sasirtici olmaz.
Bunlardan biri liberal, hatta bir bölüm sol aydinin, bazi olumlu, reformcu adimlari nedeniyle AK Parti hükümetine sagladigi destekti. AB üyeligi kapsaminda atilan kimi olumlu adimlar ve Kürt sorununun çözümü yönünde gösterilen çabalar (açilim sürecinin baslatilmasi, TRT-Ses’in açilmasi vb…) bu destegin nedenleri arasinda idi. Söz konusu çevreler ayrica hem askeri darbe girisimlerine karsi AK Partiyi desteklediler hem de onun askeri vesayeti geriletme çabalarinin yaninda oldular. 2011 Referandumundaki ‘Evet, ama yetmez’ tutumu bunun örnegiydi.
Biz de ayni tutumu izledik ve kanimca bu dogruydu. Bazi çevreler ise önyargilariyla davrandilar ve bastan itibaren toptanci bir tutumla AK Parti’nin her yaptigina karsi çiktilar, böylece isteyerek ya da istemeyerek statükoya destek verdiler.
Ancak son dönemde AK parti’nin politikalarinda gözle görülür bir degisim var. Hükümetin reformcu çabalari artik sinirlarina varmis gibi. Örnegin AB üyeligi için ev ödevleri tümden rafa kaldirilmis olmasa bile hükümet bu konudaki hizini ve heyecanini yitirmis görünüyor. AB’nin son dönemde yasadigi ekonomik kriz de buna bir gerekçe. Kürt açilimi bir süreden beri tikanmis durumda ve hükümet bunu yeniden canlandirmaya pek de niyetli degil. Erdogan bu konudaki söylemlerinde oldukça geri bir konuma çekildi; ‘Kürt sorunu yok, terör sorunu var’ diyor. ‘Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek resmi dil’ biçimindeki üniterci, klasik söylemi tekrarliyor ve böylece hiç de sorunun boyutlarina uygun, köklü, gerçekçi bir çözüme açik olmadigini ortaya koyuyor. Öyle olunca yeni anayasanin bu alanda demokratik bir zemin olusturma ihtimali de pek ufukta görünmüyor.
AK Parti’nin askeri ve bürokratik vesayeti geriletme alanindaki çabalari da, darbecilere karsi açilan davalar, bazi anayasa degisiklikleri, askeri-sivil bürokrasisinin denetim altina alinmasi ve yarginin dizginlenmesiyle sinirlarina ulasmis görünüyor. Yolunu açan ve kendisini artik güvende hisseden AK Parti, belli ki artik bürokrasiyle daha fazla çekismeyi degil, uyusmayi tercih ediyor.
Bir baska deyisle, simdiye kadarki demokratiklesme çabalari ayni zamanda AK Parti’nin de çikarlarina uygundu. AK Parti’nin cunta girisimlerine karsi disarida AB ve ABD’nin, içerde demokrasiden yana aydinlarin ve çevrelerin destegine ihtiyaci vardi. Kürt sorunu önemli bir gerilim ve istikrarsizlik nedenidir. Statükocu çevreler, özellikle de Ergenekoncular, bu çatismalari kullanip ortami provoke ediyor ve AK Parti hükümetini devirmek için 12 Mart ve 12 Eylül öncesine benzer biçimde, hükümet bakimindan yönetilemez bir ortam yaratmaya çalisiyorlardi. Bu nedenle Kürtlerin gönlünü kazanmaya, silahlari susturmaya yönelik girisimler AK Parti bakimindan dogal ve gerekliydi; açilim süreci ve atilan bazi olumlu adimlar bunun ürünüydü.
Ne var ki bu durum iki nedenle devam etmedi. Birincisi, bir yandan statüko cephesi, Kemalist-militarist kesim açilim sürecine karsi sert biçimde direndi, bunu ülkenin bölünmesi ve ‘ihanet’ olarak niteledi. Diger yandan bu degisim ve açilim sürecini desteklemesi gereken, somut olarak bunda çikari olan kesimler, örnegin BDP-PKK kesimi ve Marksist geçinen Türk sol kesimleri gereken destegi vermedikleri gibi, bu girisimi sabote eder bir tutum içinde oldular. Üstelik, tam da bir uzlasmaya varip silahlari susturmak için PKK ile diyalog sürecinin sürdügü, hatta Öcalan’in hükümetle tarihi bir uzlasmaya vardiklarini açikladigi bir asamada, PKK garip bir biçimde önüne ‘halk savasi’ stratejisini koydu ve 2011 seçimlerinin ardindan yeni bir siddet dalgasi baslatti. Bu ise hükümetin duraklamasinda ve sertlige yönelmesinde etkili oldu. Ikincisi de AK Parti, daha yukarda belirttigim gibi, bu arada yolunu birhayli temizlemis, darbecileri cezaevlerine doldurmus, kitle destegini arttirarak yerini saglamlastirmisti. Öyle olunca da dünkü karsitlariyla (ordu-bürokrasi) uzlasmaya yöneldi, reform sürecinin hizini düsürdü ya da sona erdirdi. Bu da dünkü müttefikleriyle baglarin gevsemesine, hatta yer yer kopmasina yol açti.
Evet, yeni bir anayasa yapma çalismasi devam ediyor ve görünürde bunun için çesitli toplum kesimlerinin, çesitli çevrelerin görüsleri aliniyor. Ama hükümetin pes pese ve hizla tartisma gündemine tasidigi seyler hiç de ülkenin nasil demokratiklesecegi, temel hak ve özgürlüklerin çagdas standartlarda yasalarda yerini alacagi ve hayata geçirilecegi, Kürt sorununun nasil çözülecegi, Alevilerin taleplerinin nasil karsilanacagi vb. degil. AK Parti ve onun lideri artik yalnizca kendi özel gündemlerini izliyorlar sanki. Egitime iliskin ve imam hatiplerin önünü açmaya yönelik oldugu belli 4+4+4 sistemi beklenmedik bir anda gündeme alinip parlamentodan geçirildi. Basbakan Erdogan dindar bir gençlik yaratma projesini açik açik dile getiriyor. Anayasa tartismalarinin basina, neden niçin gerekli oldugu pek de anlasilamayan baskanlik sistemi oturtuldu. Uludere’de 34 vatandasin bombalanip kiyilmasi dogal bir sinir olayi sayilir ve özürsüz, yargisiz üstü örtülmeye çalisilirken ansizin bir Kürtaj olayi gündeme sokuldu. Genis ve güzelim bir orman alanini yok edip çok gerek varmis gibi Çamlica tepesine dev bir cami kondurma projesi de bunlar arasinda. (Herhalde bu da, Sultan Ahmet ve Selimiye camilerine bir nazire olacak… Oysa hem bu ülkede çok cami var, hem bu ülkenin yesil tepelere de ihtiyaci var, hem de ülkenin insanlarinin öncelikli sorunu namaz kilacak bir yer bulmak degil ‘çok sükür böyle yerler bol- as ve is sorunudur, baristir, özgürlüktür.)
Sayin Basbakan, son konusmalarindan birinde muhaliflerini, CHP ve MHP’yi, onlarin yani sira BDP’yi degisime karsi çikmakla suçladi ve biz solculara benzer biçimde ‘degisim süreci durdurulamaz, ancak ertelenebilir,’ dedi. MHP, hatta CHP hakkinda söylenenler haksiz degil (Kiliçdaroglu CHP’deki bu statükocu anlayisi sarsabilir mi, bek umutlu degilim). BDP ise degisimden yana mi, yoksa statüko cephesinin kararli bir eri mi, anlamak kolay degil; çünkü arkadaslarimiz iradelerini baska yere emanet etmis durumdalar… Ama su açik, ülkenin gerçekten de köklü bir degisime ihtiyaci var. Öte yandan, AK Parti bu degisimi ne ölçüde kavramis ve bunun için ne derece çaba göstermekte? Son dönemde söyleyip yaptiklarina bakilirsa buna olumlu cevap vermek pek de mümkün degil. Bu nedenle, sayin Basbakan’in aynen biz solcular gibi bu güzel sözü etmesi hos da, pek umut vermiyor.
Ama toplumun ve ülkenin gerçekten de degisime ihtiyaci var. Degisim sürecine AK Parti’nin ve onun lideri Erdogan’in katkilari oldu, bunu bazilari gibi inkar etmem. Onlari destekledim de. Ama degisimin tamamini hiçbir zaman AK Parti’den umut etmedim, beklemedim. Ülkemizin toplumsal güçleri bunu yakin zamanda basarabilecekler mi, bu konuda pek iyimser degilim. Çünkü degisimde çikari olan baslica kesimler, Kürtler, Aleviler, emekçiler saglikli kanallarda örgütlü degiller, daginiklar ve özellikle son 30-40 yillik süreç insanlarimizin bilincini oldukça bulandirmis, bu kesimlerin politikalarini çarpitmis. Bu çarpikligin giderilmesi, rehabilitasyon, saglikli politikalarin kitleler içinde yeserip boy vermesi, güç kazanmasi zaman ister.
Bunu bilerek dogru bildigimiz yolda yürümek gerekir. Ne yakin bir çözüm için hayalci ve iyimser, ne de uzun vade için karamsar olmali.
Evet degisim kaçinilmazdir ve bunu gerçeklestirecek güçler, örgütler ve liderler er ya da geç sahneye çikacaktir.

Kemal Burkay

Back to top button