Makale

Türkiye’nin derin anayasasi

Bir grup insan, bir beldede, bir aileye saldiriyor. Yer, Malatya’nin Süngü beldesi. Saldirinin hedefi Kürt ve Alevi bir aile. Peki, saldiranlar kimler?
Merkez medya, devleti yönetenler ve onlarin destekçileri, bu tür durumlarda genellikle su cevabi verirler: ‘Öfkeli vatandaslar!’
‘Öfkeli vatandaslar’, tekbirler ve Istiklal Marsi esliginde Kürtlere ve Alevilere hakaretler ve tehditler yagdirmislar, hedefteki ailenin evini kusatmislar, taslar atmislar, camlarini kirmislar.
Sonra ne olmus?
En hafifinden bir muhalif grubun en sakin toplantisina bile tonlarca biber gazi sikan güvenlik güçleri, ‘öfkeli vatandaslar’i sefkatle yatistirmaya çalismislar.
Aile fertlerinin beyanlarina göre, beldenin AKP’li belediye baskani, kendilerine beldeyi terk etmelerini söylemis.
Hükümetten gelen ciliz açiklamalarda ise, olayin kinandigina ve gerekli tedbirlerin alinacagina dair kararli bir ifade yok. En hafif muhalif taleplere karsi, eften püften gerekçelerle sorusturmalar baslatan savcilarin, bu olayda harekete geçtiklerine dair bir bilgi de su âna kadar mevcut degil.
‘Birlik ve beraberlik hamaseti’nin ardinda, olayi önemsiz göstermeye yönelik bariz bir niyet ve çaba yatiyor. Bu olayi önemsiz göstermek, aslinda saldirganligi ve ardinda yatan zihniyeti mesrulastirmak anlamina geliyor. Dahasi, bu tür saldirganliklara karsi siyasal ve hukuksal açilardan ikirciksiz bir tavir alinmamasi, benzer olaylarin orada ve baska yerlerde yeniden yasanmasinin zeminini canli tutmak sonucunu dogurur.
Yakin geçmise söyle bir göz attigimizda, ‘linç girisimleri’nin hemen hepsinde benzer bir manzarayla karsilasiriz.
Bu manzarada, modern Türkiye’nin çok önemli sifreleri saklidir.
‘Öfkeli vatandas’ tabiri, bu sifrelerden biridir. Belli niteliklere sahip olanlari ‘makbul vatandas’ sayan bir anlayisa isaret ediyor bu söylem. Türk ve Sünni nüfusu memleketin aslî sahibi konumuna yerlestiren, ‘ötekileri’ ise ‘sözde vatandas’ olarak algilayan bu zihniyet, Türkiye’de çok köklü ve çok güçlüdür.
Anayasa tartismalarinin yapildigi su zamanda, Cumhuriyet’in kurulusundan bu yana yapilan bütün ‘resmî anayasa’larin temelinde bu zihniyetin yattigini hatirlatayim. Çok büyük ölçüde Ittihat ve Terakki tarafindan insa edilen bu zihniyete, Türkiye’nin ‘derin anayasasi’ diyebiliriz.
Az önce özetledigim ‘vatandaslik anlayisi’, bu derin anayasanin kurucu ilkelerindendir.
‘Aslî vatandaslar’in ötekilere yönelik saldirilarinin devlet tarafindan hos görülmesi, gerektiginde tesvik ve tertip edilmesi de, bu ‘derin anayasa’nin hükümlerindendir.
Linç eylemlerinin ve girisimlerinin asil hedefi, ‘ötekileri’ sindirmek ve uysal bir varolusa mahkûm etmektir. Küçük yerlesim yerlerinde bunun bir uzantisi da, saldiriya maruz kalan ‘ötekileri’ oralardan kovmaktir. Bunun adi ‘tehcir’den baska bir sey degildir. Bir aralar memleketin beldelerinde ve dahi il merkezlerinde Kürtler, ‘tahrik olmus öfkeli vatandaslar’in saldirilarina ugradiklarinda, o yerlerden ‘tahliye’ edildiler, yani tehcire tabi tutuldular. Ayni sey, Romanlara da yapildi. Simdilerde bu tür olaylarin daha seyrek olmasi, bu yöntemden vazgeçildigi anlamina gelmiyor.
‘Ötekileri’ tehcir etmek, Türkiye’nin Ittihat ve Terakki’den devraldigi acimasiz bir yönetim teknigidir. Farkli boyutlariyla tehcir de, bu ülkenin ‘derin anayasasi’nin köklü bir prensibidir. Tehcirin tarihsel kaynaklarini, siyasal islevlerini ve toplumsal etkilerini anlamak için, Fuat Dündar’in 2008’de Iletisim Yayinlari’ndan çikan ‘Modern Türkiye’nin Sifresi’ Ittihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisligi’ adli mükemmel çalismasina bakmanizi öneririm.
‘Açik tehcir’in en büyük, en vahsi ve en kanli örnegi, Ermenilere uygulandi. Sonrasinda Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler çok çesitli yöntemlerle ‘tehcir’ edildiler. Kürtlerin bu ülkedeki tarihi, muhtelif tehcir uygulamalariyla doludur.
Bir süredir, Alevilerin, yine degisik yollarla önce köylerden yakindaki kent merkezlerine, oralardan da büyük sehirlere göç etmeye zorlandiklarini düsündüren çok sayida olay yasaniyor. Malatya’nin Sürgü beldesindeki saldiriyi da, çapi ne olursa olsun, bu çerçevede degerlendirmek gerekiyor.
‘Vatandaslik’ tanimi, yeni anayasa tartismalarinda ‘en hassas’ maddelerin basinda geliyor. Sag ve sol milliyetçiler, ‘Türklügün’ vatandaslik tanimindan çikarilmasina çok sert tepki gösteriyorlar. AKP’nin yeni anayasaya dair önerilerinde ise, vatandaslik taniminda ‘Türklüge’ yer verilmiyor. Bunun olumlu ve önemli bir adim oldugunu elbette teslim ederim. Fakat aslolan, Türkiye’nin ‘derin anayasasi’ni degistirmektir.
Lakin AKP’nin son zamanlardaki politikalari, ‘derin anayasa’nin temel ilkelerini degistirmeye niyetli olmadigini, aksine onlarin ruhuyla uyumlu davrandigini ortaya koyuyor.
Sürgü’deki linç girisimi karsisinda belediye baskaninin tehcir telkinine yönetim kademelerinden ve hükümetten bir tepki gelmemesi, bu açidan bir göstergedir. Sivas katliami, Alevilerin sindirilmesi ve daginik bir yasama zorlanmasi açisindan bir dönüm noktasidir. AKP’nin Sivas katliamini kamu vicdaninda ebediyen lanetlemeyi saglamaya yönelik taleplere soguk ve mesafeli yaklasmasi, ‘derin anayasa’yla uyumun bir baska göstergesidir.
Suriye’deki gelismeler karsisinda hükümetin takindigi tutum, Kürt sorununda, sadece içeride degil disarida da ‘hâkim millet’ anlayisini tehditlerle sürdürmeye çalismak anlamina geliyor. Bunu da, yine ‘derin anayasa’nin ruhuyla uyum içinde olmak seklinde okuyabiliriz.
Baska bir sürü örnek siralanabilir, ama hem gerek yok, hem de yerimiz bitti.
Netice itibariyle, Türkiye’nin temel meselesi, ‘derin anayasa’yi ve onun temelinde yatan zihniyeti açikça ilga eden yeni bir toplumsal yapi ve siyasal düzen kurmaktir. Bu zihniyet canliyken, belki yeni bir anayasa yazilabilir, ama yeni bir anayasa yapilamaz…
01 Agustos 2012; Taraf

Mithat Sancar

Back to top button