Makale

Kürtler Türk okuluna, Aleviler camiye…

Su günlerde bir yandan Suriye’deki gelismeler, diger yandan Hakkari yöresindeki çatismalar gündemi Kürt sorununa kilitledi. Öte yandan, cem evlerinin statüsü nedeniyle, ülkemizdeki Alevi kitlesini ilgilendiren önemli tartismalar da yasandi.

Türkiye sinirlari içindeki Alevi kitlesi nüfusun kaçta kaçini olusturuyor? Bu konuda saglikli bir istatistik yok. Nüfusun %15’inin Alevi inancindan oldugunu söyleyen var. Öyleyse bu 10 milyonun üzerinde bir nüfus demek. Alevi çevrelerinde ise daha yüksek oranda, 15-20 milyon dolayinda bir Alevi nüfusun oldugu söyleniyor. Ama ister 10, ister 20 milyon olsun bu önemli bir kitledir ve Alevi inanci Osmanli döneminde agir baskilar gördügü, Cumhuriyet döneminde de bu devam ettigi, hatta tümden yasaklandigi ve bu tutum son yillara kadar sürdügü için, Alevi sorunu da Kürt sorununun yani sira bu ülkenin önemli bir sorunu olarak süregeldi.

Dili-tarihi yasaklanan Kürtlere ‘siz Türksünüz’ dendi ve egitim için Türk okullari gösterildi. Alevilere ise ‘siz Müslümansiniz’ dendi ve ibadet için cami gösterildi.

12 Eylül döneminde bu politikanin adi ‘Türk-Islam sentezi’ idi. Aslinda bu politika Cumhuriyet’in basindan, hatta Osmanli’nin son döneminden, Ittihat ve Terakki’den beri vardi ve bugün biraz yumusamis olsa bile, hâlâ esas olarak sürüp gitmekte. Bu siyasetin hedefi bu ülkedeki herkesi Türk ve Müslüman yapmak. Üstelik sadece Müslüman degil, Sünni Müslüman yapmak… Yani Müslümanligin diger versiyonlari da bu siyaset bakimindan kabul edilemezdir.

Laik bir ülkede asla olmayacak, resmi bir devlet kurumu olarak düzenlenmis Diyanet Isleri Teskilati, okullardaki zorunlu din dersleri hep bu amaca yönelik.

Bu siyasetin bugün bir parça yumusamis olmasi sudur: Kürtler artik yok sayilmiyor, onlar adlarini ‘kart-kurt sesinden alan Türkler’ ya da ‘Ergenekon’dan çikip gelmis Oguz Türkleri’ olarak adlandirilmiyor. Artik ‘Kürt var’ deniyor. Ayrica Kürt sorunu zaman zaman var, zaman zaman yok sayilsa da yaygin biçimde tartisiliyor. Oysa eskiden olsa ‘Kürt var’ diyen o anda mahkemeyi ve zindani boylardi.

Ancak bu kadarcik ‘kabul’ Kürt sorununu çözmeye yetmiyor. Çünkü Kürtler var deniyor, ama onlara temel haklari taninmiyor. Sözde Kürt haklarini tanimaya yönelik bazi ‘reformlar’ ise gidim gidim ilerliyor. Bir Kürtçe televizyon açildi. Haftada iki saatlik Kürtçe ders için de hazirlik var. Ama salt Türkiye sinirlari içinde 20-25 milyonluk bir kitle olusturan kadim bir halk için bunlar devede kulak bile degil. Ülkeyi yönetenler esitlik temelinde bir çözümü eskisi gibi ‘ülkenin parçalanmasi, Kürt devletinin kurulmasi’ diye niteliyorlar. Bu konudaki korku ve kaygilari tüm siddetiyle devam ediyor. Bu nedenle anadilde Kürtçe egitim talebini, Kürtlerin kendi bölgelerini yönetme talebini, yani otonom veya federatif bir çözümü duymak bile istemiyorlar.

Tabi Kürdistan adini da duymak istemiyorlar. Bu konudaki sansür resmi dilde ve medyada tam bir dikkat ve israrla devam ediyor. Irak’in kendi anayasasina göre adi ‘Kürdistan’ olan ve resmi statüsü simdi ‘Kürdistan Federe Bölgesi’ olan Güney Kürdistan’in adi ‘Kuzey Irak’, bazen de sadece ‘Barzani…’ Güney Bati Kürdistan’in, yani Suriye Kürt Bölgesi’nin adi ‘Kuzey Suriye.’ Ki burasi Suriye devletinin sinirlari cetvelle çizildiginde ‘hattin’, yani demiryolunun güneyinde kalan Kürdistan parçasidir. Lozan’da Kürdistan bir kez daha bölünürken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sinirlari içinde kalan Kuzey Kürdistan’a, yani en büyük parçaya gelince, burasi maazallah, zaten yok! Buranin adi ‘Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerimiz…’

Bölgenin Türk oldugunu kanitlamak için Cunta döneminde tüm köy adlari da Türkçelestirildi. Böylece Kürdistan Türkiye olup çikti! Sözde bu adlar yeni ve sefkatli AK Parti hükümeti döneminde geri veriliyordu. Ama bir kimildama yok. Biz de bu birbirinden hos Türkçe adlarin hangisi hangi köye aittir, sasirip kaldik, komsu köyleri bile çikaramaz olduk.

Isin Kötüsü (!) Van Gölü’nün, Süphan Dagi’nin, Agiri’nin, Tijle (Dicle) ile Ferat’in adlari öylece duruyor. Vatan kurtaran generallerin aklina bunlari degistirmek gelmemis. Angora (Ankara) ile orijinali Konstantinopil olan Istanbul’un ve yine orijinal adi Smirna olan Izmir’in de… Belki ilerde bu eksigi de tamamlarlar! Mesela Angora’nin adini ‘Atakent’, Istanbul’unkini ‘Bogazkent’ yaparlar, Izmir’e ‘Bati Güzeli’ derler… Ayrica da buralari su zamanda fethettik filan demezler, zaten buralar ezelden beri Türk’tü der, isin içinden çikarlar…

Aleviler konusuna gelince, bu alanda da son yillarda bir yumusama oldu. Aleviler artik biz de variz diyebiliyorlar. Orda burda, Atatürk resimli ve ayyildiz bayrakli da olsa, Alevi dernekleri kuruldu, cem evleri açildi. Ama rejim hâlâ cem evlerini Alevilerin inanç yeri saymiyor. Buralari kültürel bir merkez, cem ayinini ise bir folklor gösterisi sayiyor. Hükümet adamlari Alevilerin Alevi olali beri, yani yüzlerce, binlerce yildir camiye gitmediklerini, inançlarinda cami kurumu olmadigini bilmezden gelip ‘madem ki Müslümansiniz iste cami!’ diyorlar.

Bu olacak sey mi? Aleviler Müslüman mi degil mi, Alevilik Müslümanlik içinde Sia benzeri bir mezhep mi degil mi, ayri bir konu. Bu tartisilabilir. Bugün, Hazreti Muhammedi peygamber, Hazreti Ali’yi ise halife olarak tanidiklari için Aleviligi Müslümanlik içinde sayan var. Alevilerin de çogu bu kanida. Ancak Alevilerin ‘Müslümanligin bes sarti’ denen sartlarla bir ilgisi olmadigi da bir gerçek. Aleviler namaz kilmaz, camiye gitmez, otuz günlük Ramazan orucunu tutmaz, Mekke’ye hacca gitmezler. Zekat kurumu Alevilikte yoktur ve Kelime-i sahadet getirme de Alevilerde sik rastlanan bir olay degil…

Öyle olunca bu ne biçim Müslümanlik, diyebilirsiniz. Bu nedenle Alevi dedelerinin ve aydinlarinin bir bölümü bugün daha açik biçimde Aleviligin Müslümanlik kapsami içinde düsünülemeyecegini, ayri bir din oldugunu söylüyorlar.

Ben kendi payima isin bu yanini tartismiyorum. Buna karar verecek olanlar Alevi inancina bagli olan insanlarin kendileridir. Onlar, kendilerini ister Müslüman saysinlar ister saymasinlar, Aleviligin Sünni ve Sii Müslüman kollarindan, Hanefi ve Safii mezheplerinden çok farkli oldugu ortada. Alevilerin disindaki inanç mensuplarina, özellikle de bu ülkeyi yönetenlere, hükümet edenlere düsen buna saygili olmak. Alevilere söylenecek söz, ‘madem Müslümansiniz, buyurun camiye!’ demek degildir.

Bunu yaptiginizda Alevilere de ‘Öyleyse biz Müslüman degiliz, bizimkisi ayri bir din, buna saygi gösterin!’ demekten baska yol kalmiyor.

Buna saygi gösterecek misiniz? Yoksa bugüne kadar yapilagelen uygulamayi sürdürerek bu ülkenin vatandasi olan herkesi, Alevi, Hiristiyan, Yahudi ve Yezidiler dahil, sayisini bilemedigimiz ve herhalde az olmayan ateistler de dahil, zorla Sünni Müslüman mi yapacaksiniz? Olmak istemeyenleri ezecek, ürkütecek ve bazen kirip, sürüp yok mu edeceksiniz?

Tüm olup bitenlere, darbelere, zulümlere ve sözde bundan alinan derslere ragmen, bugün hâlâ amaç tek tip insan, tek renk bir toplum mu yaratmaktir? Dili, dini, milliyeti, ideolojisi tek tip toplum?..

Demokratik bir ülkenin özelligi çogulculuktur. Herkesi dili, inanci ve baska özellikleriyle oldugu gibi kabul etmek, onun hak ve özgürlüklerine saygi göstermek, farkli olanla birlikte baris içinde bir arada yasamak.

Demokrat kisi olmanin da özelligi böyle bir anlayistir. Baskasinin farkli özelliklerine saygi göstermek. Onlari kendimiz gibi olmaya zorlamamak.

Bu anlayis ve bu tür bir uygulama demokratligin turnusol kagididir.

Türkiye’deki uygulamaya bakinca bu konuda iyimser olmak ne yazik ki oldukça zor. Ama bu tür politika ve uygulamalarla Türkiye demokrasiye ve barisa ulasir mi? Iste bu da zor.

Son sözüm de su anda bu ülkeyi yönetmekte olan AK Partili dostlara: Sayin Basbakan, sayin Ak Parti yöneticileri! Giydiginiz elbiseler, kravatlariniz, gömlekleriniz, çoraplariniz tek renk mi? Bu ülkenin agaçlari, hayvanlari, otu çiçegi, tek renk mi? Tek renk olsun ister misiniz? Öyleyse neden vatandaslari inanç bakimindan tek renk yapmaya çalisiyorsunuz?

Dünyada 1,5 milyar Müslüman oldugu söyleniyor. Camiye gidenler 10 veya 20 milyon eksik olsa da herhalde kiyamet kopmaz. Bizden ve cennete gidip gidemeyecegimizden yana gönlünüz rahat olsun, o isi bize birakin, e mi!

Siz, bu ülkenin yöneticileri, elinizden geliyorsa, burayi cennet yapmaya, yasanilir kilmaya bakin.

8 Agustos 2012

Kemal Burkay

Back to top button