Baskanlik sistemi çok mu gerekli?

Türkiye’de birhayli zamandir baskanlik sisteminin gerekip gerekmedigi tartisiliyor. Cumhurbaskani Erdogan ve AK Parti içinde Anayasa profesörü Burhan Kuzu gibi bazilari bunu hararetle istiyorlar ve anayasa degisikliginde bu noktaya odaklanmislar. Muhalefet ise, parlamentoda olani ve olmayani ile buna karsi, hatta bu çabadan tedirgin.
Bu konuda kisisel görüsümü daha önce zaman zaman dile getirdim. Ben Türkiye için baskanlik sisteminin gerekli oldugu kanisinda degilim, hatta yararli olacagini düsünmüyorum. Baskanlik ve yari baskanlik denen sistemler ABD, Fransa gibi bazi ülkelerde var ve normal bir isleyise sahipler. Buna karsilik böyle bir sistemin demokrasi açisindan ve tüm ülkeler için çok gerekli ve yararli olacagi söylenemez. Hele hele demokratik geleneklerin yeterince güçlü olmadigi ülkelerde bu tür sistemler, kolaylikla tek adam rejimine, diktatörlüge dönüsebilir.
Latin Amerika ülkelerinde bunun örnekleri görüldü. Kolombiyali ünlü yazar Gabriel Garcia Marques’in ‘Baskan Babamizin Sonbahari’ adli eseri bu türden, tüm yetkileri kendi avucunda toplamis, kendisini olaganüstü bir konuma yükseltmis bir ‘Baskan Baba’yi anlatir.
Demokrasi konusunda çogu daha emekleme asamasinda olan, bir bölümü ortaçag düzenlerini sürdüren Ortadogu ülkelerinde ise baskanlarin kolayca Sah, Padisah, Sultan türünden bir ‘baskan baba’ya dönüsmesi hiç sasirtici olmaz. Irak, Suriye, Misir, Libya bunun somut örnekleri. Bu ülkeler sözde cumhuriyet idiler ve birer parlamentolari vardi.
Türkiye’ye gelince, cografi konumu gibi demokratik birikimi, gelenekleri bakimindan da Ortadogu ile Avrupa arasinda bir yerde yer alan bu ülkede durum pek parlak sayilmaz. Cumhuriyet kendisiyle birlikte hemencecik ‘halk idaresini’ getirmedi. Ülke 1923’ten 1950’lere kadar tek parti ve ‘Ebedi Sef’ ile ‘Milli Sef’ tarafindan yönetildi. 1946’da sözde çok partili hayata geçildikten ve 1950’de iktidar seçim yoluyla el degistirdikten sonra da demokrasi serüveninin nasil korku filmlerini andiran macerali bir yol izledigini, askeri darbelerle, fasizan dönemlerle kesintiye ugradigini biliyoruz.
Türkiye, daha Osmanli döneminden, 1830’lardan baslayarak yüzünü Avrupa’ya dönse ve bazi reformlarla insan hak ve özgürlükleri alaninda bazi mesafeler saglamis olsa bile, kökleri ve gövdesi asil olarak Ortadogu’da olmayi sürdürdü. ‘Padisah efendimiz’in islevini, kutsalligini basa gelen birileri sürdürdü. Yurttaslarin ise kulluktan özgür yurttasliga geçebilme serüvenleri tamamlanmis degil. Öyle ki, bunu salt köylülükte, muhafazakâr kesimlerde degil, kendisini sosyalist ve devrimci sanan kesimlerde bile görmek mümkün.
Yüzyillarin patriyarkal iliskileri içinde kullasmis kisinin özgür kisiye dönüsmesi kolayca gerçeklesmiyor. Demokrasi, hatta sosyalizm geri kalmis toplumlarin yasaminda ve örgütsel yasamda çarpik ve igreti biçimler kazaniyor. Bakiyorsunuz devrimci geçinen biri bas oldugunda, güce kavustugunda kendisinde olaganüstü güçler vehmedip dedigi dedik bir ‘diktatöre’, ülkenin halki ise çesitli araçlarla, daha çok da zor ve ideolojik propaganda ile, bir kullar yiginina dönüsebiliyor. Bas egmeyen eziliyor, bas egenler ise güdülüyor
Demokrasinin bir ölçüsü insan hak ve özgürlüklerinin, bir baska deyisle siyasi ve sosyal haklarin düzeyidir. Buna bakinca, ilginçtir, bu alanda en geliskin olan ülkelerin bir bölümü, Isveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Ingiltere, Ispanya krallikla yönetiliyorlar. Ne var ki bu kralliklar semboliktir. Yasalari parlamento yapiyor, hükümet yönetiyor ve yargi denetliyor. Demokrasinin bu üç temel bileseni bu ülkelerde dengeli bir varliga sahipler.
Öte yandan Finlandiya, Almanya, Avusturya, Isviçre, Italya gibi demokrasi bakimindan istikrarli diger Avrupa ülkeleri ise birer cumhuriyetler, ama bunlarda da baskanlik sistemi yok.
Bu örneklere ve daha baskalarina, örnegin Kanada’ya, Avustralya’ya bakarak sunu diyebiliriz: Demokratik ülkelerin tümü, tornadan çikmis gibi tek biçimde degiller, her birinin siyasal yapisi, devlet biçimi kendi tarihsel yolculugu içinde, kosullara bagli olarak sekillenmis. Kimi krallik, kimi cumhuriyet; kiminde baskanlik sistemi, kiminde parlamenter sistem geçerli; ülkenin etnik yapisina bagli olarak birçogu federal, bazisi degil.
Bu tespitten su sonuca varabiliriz: Bir ülkenin demokratik olmasi için ille de baskanlik sistemi ile yönetilmesi gerekmiyor.
Konumuzun basina dönersek, bugün baskanlik sistemini isteyenler, ne için istiyorlar? Daha fazla hak ve özgürlük için mi? Ülkenin yüz yüze oldugu sorunlari daha kolay çözmek için mi?
Eger bunun içinse, baskanlik sistemine gerek yok, daha genis, ileri bir demokrasiye gerek var. Böyle bir demokrasi parlamenter sistemle de pekala olur. Bunun için yapilmasi gereken ise çagdas, geliskin demokrasileri örnek alarak reformlar yapmaktir.
Bazilari, baskanlik sisteminin ülkeye federalizmi getirecegini söylüyorlar. Özellikle MHP bu alanda tehlike çanlari çalarak sovenizmi gidikliyor ve böylece baskanlik sistemine karsi kitleleri etkilemeye çalisiyor.
Eger baskanlik sistemi otomatik olarak ülkeye federalizmi getirecekse ne iyi! Bu Kürt sorununun çözümü olur.
Ama hem baskanlik sisteminin böylesi otomatik bir sonucu yok, hem de federal yapi için baskanlik sistemi sart degil. Yukarda saydigimiz birçok ülke (Belçika, Isviçre, Kanada, Almanya, Ispanya) federaller, ama bu ülkelerde baskanlik sistemi yok. Fransa’da ise yari baskanlik sistemi var, ama bu ülke federal degil.
Kaldi ki bizzat Erdogan ve onun gibi düsünenler, baskanlik sistemini bunun için istiyor degiller. Onlar Türkiye için federal yapiya karsilar, israrla üniter yapiyi savunuyor ve bunu her vesileyle dile getiriyorlar; ‘tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek resmi dil’ vurgusu dillerinden düsmüyor. Hatta Türkiye surda kalsin, Irak’in federal yapisindan ve Kürtlerin Suriye’de özerk bölgelere sahip olmasi gibi bir ihtimalden bile rahatsizlar.
Bütün bunlara bakarak su sonuca varabiliriz: Sayin Erdogan’in ve baskanlik sistemini isteyenlerin hedefi hiç de bununla ülkeye genis bir demokrasi getirme, Kürt sorununu ve ülkenin yüz yüze oldugu diger sorunlari çözme degildir. Eger öyle olsa bunu açikça söyler, demokrasi ve sorunlarin çözümü konusunda ne düsündüklerini, ne yapmak istediklerini açik biçimde bir bir sayar ve bu amaçla, parlamentoda anayasayi degistirecek bir çogunlugu elde etmek için halktan destek isterlerdi.
Örnegin devletin siyasi yapisini ademi merkeziyetçi bir sekilde degistirip Kürt halkina federal veya otonom bir statü tanimak için mi?
Türkçeden baska dillerde egitimi yasaklayan Anayasa maddesini degistirmek, böylece Kürtçenin yani sira, ülkede var olan, konusulan Arapça, Lazca ve diger dillerde egitimin önünü açmak için mi?
Diyanet Isleri Teskilatini resmi bir kurum olmaktan çikarip, bir vakfa dönüstürmek için mi? (Bu yapilmadan ve din dersi zorunlu olmaktan çikarilmadan laiklikten, diger bir deyisle inanç alaninda gerçek bir demokratiklesmeden söz edilemez. Oysa AK Parti hükümetinin böyle bir niyeti yok. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi’nin ve bizzat Danistay’in kararlarina ragmen, din dersini zorunlu olmaktan çikarmadi. Aksine, açik açik ‘dindar bir gençlik yetistirecegiz’ deyip belli bir inanca dayali egitim sistemini kurup pekistirme hedefleniyor).
Türkiye’nin gerçekten de bütün bu köklü degisiklikleri içerecek yeni bir anayasaya ihtiyaci var. Bugünkü darbe anayasasinin yerine bir an önce yeni, çagdas, demokratik bir anayasa yapilmali. Hükümet ve muhalefet, eger ülkenin ve halkin iyiligini istiyorlarsa bunu yapmalari gerek.
Oysa böyle bir durum yok. Sayin Erdogan böylece, daha genis baskanlik yetkileriyle ülkeyi daha kolay yönetebilecegini düsünüyor. Bu sistemde bugünkü Basbakanlik kurumu ya tümüyle devreden çikacak, ya da etkisizlesip bakanlarla birlikte dogrudan Baskan’a baglanacaktir. Bunun yani sira kararnameler yoluyla istenen yasal düzenlemelerin yapilmasi, atamalar yoluyla ise yargiya istenen biçimin verilmesi, onun baskanin denetimine alinmasi amaçlanmaktadir.
Bu ise özgürlük alaninin genislemesine, ülkenin demokratiklesmesine ve sorunlarin çözümüne hizmet etmez. Böylesine bir baskanlik sistemi, basta da belirttigim gibi, Türkiye gibi demokratik geleneklerin zayif oldugu bir ülkede tek adam rejimine yol açar, ortaya ‘Baskan Baba’lar çikarir.
9 Subat 2015
Kemal Burkay