DEMOKRASI KONFERANSININ GÜNDEMINDE KÜRDLER YOKTU

Geçtigimiz günlerde Ahmet Türk, Canan Arin, Celal Firat, Ihsan Eliaçik, Genco Erkal, Melda Onur, Murathan Mungan, Nejla Kurul, Öztürk Türkdogan, Riza Türmen, Sebnem Korur Fincanci, Tarik Ziya Ekinci ve Zülfü Livaneli’nin çagirici oldugu bir ‘Demokrasi Konferansi’ toplandi. Konferansin 220 bileseni arasinda Kürd örgütleri yoktu. Demokrasi Konferansi’nda 21 bildiri okundu. Ancak bu bildirilerin hiç birisinde Kürd sorununun adil demokratik ve esitlikçi çözümüne dair hiç bir teblige rastlanmadi; ya da en azindan sonuç bildirisinde bu konuya dair hiçbir emareye yer verilmedi.
Konferans sonrasi Duvar gazetesine uzunca bir röportaj veren sanatçi/yazar ve CHP eski miletvekili Zülfi Livaneli’nin açiklamalari manidardir. Livaneli, kendi döneminde aktif siyaset yaptigi Baykal’a ‘Kürt ve Alevi’ karsiti elestirisini yaparak Baykal, Ecevit ve Inönünü’nün asla solcu olmadiklari iddiasinda bulunarak Kiliçdaroglu’na ise övgüler yagdirdi, Kiliçdaroglu’nun HDP konusundaki egilimini överek önemli buldu. Bu açiklamalarla aslinda sözüm ona ‘Demokrasi Konferansinin’ neyi amaçladigi konusunda da topluma açik bir mesaj verilmis oldu. Anlasilan o ki, konferans daha genis bir ‘karsitlar cephesini’ olusturmayi hedeflemektedir.
Konferans sonuç bildirisinde ‘Deniz Poyraz fasistler tarafindan öldürüldü’ denilmektedir. Belli ki bu cinayet konusunda konferansçilar ve HDP ayni kanidalar. Oysaki bu saldiri siradan bir saldiri degil, tersine Kürdlere yönelik sistemli bir saldiridir. Bu cinayet kasitli bir cinayettir. Bu cinayetteki tek kasit da sudur: Irkçi-fasist bir katil, bilerek ve isteyerek Kürdlere karsi duydugu kin ve öfke nedeni ile bir Kürd insaninin canina kastetmistir. Bu saldiri HDP sahsinda Kürlere yapilmis bir saldiridir. Deniz Poyraz kimliginden ve inançlarindan dolayi bu saldirida hedef olmustur.
Konferansçilar mevcut sorunlarin çözümü için (Kürd sorunu, demokrasi konferansina konu olabilecek kadar önemli görülmediginden olacak ki ) saray iktidarindan kurtulma yolunu isaret ediyor. Bu karsitlik politikasinda israrin bir sonucudur. Evet mevcut iktidar döneminde de agir ekonomik ve siyasal baskilar yasanmaktadir. Ancak, bu sorunlar sistemin kendisinden kaynaklanmaktadir. Söylendigi gibi ‘Saray Iktidari’ gidince onun yerine gelecek olan iktidarlarda benzer sorunlar yasanmayacak mi? Bu ‘saray iktidari’ gidince onun yerine gelecek olan ‘yeni iktidar’in ülkenin temel sorunlarini çözecegine dair bir güvence var mi? Bugünkü agir ekonomik kriz, issizlik, pahalilik, gençlik, kadin, Kürd, Alevi vs. gibi çözüm bekleyen sorunlari gelecek iktidar nasil çözecek? Gelecek iktidar döneminde bu sikintilar yasanmayacak mi? Yasanacak elbet. Sistem degismedigi sürece de bu sorunlarin çözümü olanakli degil. Öyleyse demokrasi mücadelesini sistemin degismesi üzerinden sürdürmek daha anlamlidir.
Öte yandan örnegin, 90 li yillarda da Kürdler öldürüldü faili meçhuller vardi o zaman ‘saray iktidari’ yoktu. Ülkede geçmiste Maras, Çorum, Sivas katliamlari yasandi. Bu durum nasil ifade edilmelidir.
Buradan bakildiginda konferansçilarin amaçlari konusunda bir fikir edinmek mümkün. Mevcut ‘fasist’ yönetim gitsin isteniyor. Bu anlasilir ve makul bir taleptir. Ya bu iktidar gittikten sonra yerine gelecek iktidarlar da sorunlari çözemez ise konferansçilar topluma ne diyecek? Örnegin bu iktidarin yerine, yerine eski ‘fasist’ yönetimlere benzer, örnegin MC iktidarlari türünden benzer bir yönetim gelirse durum farkli mi olacak? Elbet hayir. Çünkü Türk siyaset kurumu hala ‘tekçi’ ve ‘türkçü’ anlayisindan uzaklasmis degildir. Üniter sistem degismedikçe ‘milli mutabakat ruhu’ hep yasayacaktir. Sisteme dokunmadan gelistirilen degisim anlayisi çözüm olmaktan uzaktir. Bu anlayis iflah olmaz statükocu, sol Kemalist bir anlayistir ve asla gerçek bir demokrasiyi hedeflememektedir.
Elbet Türkiye’de demokrasi mücadelesi ‘anti-fasist’ bir mücadeledir. Ancak sistem içinde bir anti fasist mücadele farkli etnik ve ulusal kimliklere ulusal demokratik özgürlükler getirmeyebilir. Bu nedenle Türkiye kosullarindaki bir demokrasi mücadelesi ‘anti-sömürgeci’anlayista olmalidir. Yoksa bir fasizmi indirip baska bir fasizmi getirmekle demokrasinin gelmeyecegini yüz yildir anlamamiz gerekir. Türkiye’de tekçi zihniyetin neden oldugu irkçilik asilmadan, Kürd karsiti düzenden kurtulmadan ülkeye ne demokrasi gelir ne de fasizm tehlikesi biter. Kuskusuz ki, demokrasi uluslarin kendi kaderlerini özgürce tayin edebilmesini savunmak durumundadir. Yoksa Kürdler özgür olmadan Türkiye demokratik bir düzene kavusamaz.
Konferans sonuç bildirisinde ‘Ne umutlarimizdan ne mücadelemizden vazgeçiyoruz.’ ‘Bu ülkenin geleceginde bizim de sözümüz var’ denilmektedir. Ne var ki, ‘bu ülke’ için nasil bir gelecek istendigine dair bir tespit yok. Tekçi/Türkçü ve üniter yapinin yol açtigi bunca sorunun kaynaginin bu inkarci ve irkçi sistem olduguna dair bir belirleme yok.
Sonuç bildirisinde ayrica ‘Senyasar Ailesi, Harbiyeli askerlerin aileleri, KHK ile islerinden çikarilanlar, Cumartesi Anneleri, Baris Anneleri, yasam alanlarinin talan edilmesine karsi Rize Ikizdere’de mücadele eden kadinlar ve haksizliga ugrayan farkli görüs hayat tarzlarindan her insan kürsüye çikarak yasanan haksizliklari ve adalet taleplerini dile getirdi’ denilmektedir. Örnegin Balveren ve Roboski magdurlarinin, Kobani olaylarinin, hendek ve barikat eylemlerinde magdur edilmis ailelerin, Kürd cografyasinda süren savas ve inatlasma politikalari sonucunda hak ve özgürlükleri, demokratik ve hukuksal haklari yok edilmis kisi ve kurumlarin magduriyetleri, çocuklari rizalari disinda savastirilmaya götürülmüs ailelerin magduriyetleri, yaslari 20’nin altinda 15 binden fazla Kürd çocugunun daga götürülerek savastirildigi ve daha bir çok olay ve cinayet konusunda hiçbir belirleme yok. ‘Demokrasi Konferansi’ insan haklari ihlallerini görmezden gelerek ciddi bir manipülasyon yapmistir.
Konferans ürkek ve gizlice bir belirleme de yapiyor. ‘Ayrimciliga ugrayan, anadilleri yasaklanan, inançlarini ve inançsizliklarini özgürce yasamayan milyonlari.’ Ancak ana dilinde egitim yapma hakki yasaklanan Kürdlerin bu temel hakkina deginilmiyor. Türkiye nüfusunun üçte birinden fazlasi Kürd olan bu devasa kitlenin ‘ulusal varligi’ görmezden gelinmis, Kürdçenin Türkçenin yanisira resmi dil olmasi geregine deginilmemistir, ayrica da anadil ile konusma yasakli da degil. Bu baglamda da sadece ajitasyon yapilmakradir. Belli ki bildiriyi hazirlayanlar ya da teblig sunarak konferansa katki sunanlar yerlesik ‘resmi’ algilarin esaretinden kurtulup hala da özgür olamamislardir. Türkiye’nin herhangi bir yerinde demokrasi için bir konferans yapiliyorsa ve de Kürd sorunu ve demokratik çözümüne iliskin bir tespit yoksa bu konferans amacina ulasmamistir demektir.
Konferans sonuç bildirisinde keza ‘Bütün hak ve özgürlüklerimizi gasp eden tek adam-saray rejimi kamu kaynaklarini talan etmekle kalmiyor, halkin itirazini baski ve zorbalikla bastirmaya çalisiyor. Kayyimlarla seçme ve seçilme hakkimiz gasp ediliyor’ tespiti yapilmis. Karsitlik siyaseti bu belirlemede de egemen. Geçmis dönem iktidarlarinda da benzer durum vardi ve hiç kuskusuz ki sistem degismeden gelecek ‘Türkçü’ iktidarlarin tümünde de benzer sorunlar yasanacaktir.
Konferans sonuç bildirisinde ayrica ‘Istanbul Sözlesmesi karsiti gerici-tarikatçi erkek blogu ülkeyi kadinlar için cehenneme çevirmeye yeminli’ tespiti de yapilmis. Kuskusuz iktidarin bu sözlesmeden çekilmesi bir demokrasi ayibidir ve kadinlarin savunmasiz/hukuksuz bir yasama mahkum etmeyi amaçlamaktadir. Tarikatçi ve erkek egemen toplum, cinsel esitsizlige dayali sistem geçmiste de vardi ve tekçi/Türkçü rejim durdukça da var olacaktir.
Konferans sonuç bildirisinde HDP’ye de arka çikiliyor. ‘Ülkenin 3. büyük partisi HDP’nin kapatilmasi için dügmeye basildi. Iktidar mesruiyetini yitirdikçe 7 Haziran-1 Kasim senaryolari yeniden gündeme geliyor’ deniliyor. Elbet demokratik bir sistemde partilerin kapatilmasi söz konusu degildir. Demokrasi mücadelesinin bir ayagini da sivil toplum kurumlari olusturur. HDP’nin kapatilmasinin da kabul edilir bir yani yok. Ancak, HDP, Türkçü sistem tarafindan algi olarak ‘Kürt partisi’ kabul ediliyor. Daha da önemlisi israrla Kürd partisi olarak lanse edilen parti ‘terörle iliski ‘ lendiriliyor. Böylece ‘Kürd sorunu yok terör sorunu var’ anlayisi topluma empoze edilmek isteniyor. Devlet bu sorunu böyle görüyor ve ne yazik ki, ‘Demokrasi Konferansinda’ bu algiya deginen yok. Devletin tekçi-irkçi-Türkçü politikalarina alan açan HDP’nin demokrasi mücadelesi alanini nasil tahrip ettiginden, basta IHD olmak üzere demokratik kurum ve kuruluslari nasil islevsiz hale getirdiginden hiç söz edilmiyor. Herseye ragmen HDP kapatilmak isteniyorsa burada asil olan Kürdlerin mesru mücadelesine ceza kesilmek isteniyor olmasidir. Bunun görülmek istenmemesi konferansa gölge düsürmüstür.
‘Baris içinde bir arada yasama hakkimiz elimizden aliniyor’ diyen konferansçilar bu barisin ve bir arada özgürce yasayabilmenin kosullarindan hiç söz etmiyor. Türkiye’de Kürd sorunu yokmus gibi davraniyor. Lakin baris içinde bir arada yasama sansi bu sistemde yok. Kürdlerin kolektif ve ulusal haklari temel hak ve özgürlükleri güvence altina alinmadan nasil gönüllü bir arada özgür yasanabilir. Sistem Türk’e özgür olma hakkini sagliyor. Peki sistemin Kürde bakis açisi nedir? Baris içinde bir arada yasamanin en önemli kosulu savasa, kapismaya, ötekilestirmeye ve Kürd karsiti nizama karsi olmayi gerektirir. Konferans muglak bir ‘barisçi’ gelecege deginiyor. Içi bos ve kof, ajitatif ve manipülatif bir belirlemeden öteye gidemiyor. Çünkü müsterekler konusunda esit ve özgür olunmayan bir yerde baris içinde bir arada yasamak hayalden öte bir sey degildir. Egemen ulus kendinde gördügü hak ve ayricaliklarin tümünü ezilen ulusa da tanimiyorsa burada özgür ortak bir gelecekten söz etmek olanakli olmaz. Konferansçilarin bunu görmüyor olmasi manidardir.
Keza ‘Demokrasi Konferansi’ sonuç bildirisinde ayrica ‘Hepimizin ortak iyiligi için özgürlük’ denilmektedir. Elbette ki özgürlük ve bagimsizliktan daha degerli hiçbir sey yoktur. Özgürlük demogojilere kaynak olacak bir kavram olmamalidir. Sonuç bildirisi özgürlükten dem vuruyor ama Kürdlerin ulusal özgürlügünden söz edilmiyor. Sonuç bildirilerinde, kuslarin ve agaçlarin özgülügü kadar bile Kürd özgürlügüne yer verilmemis. Bu nedenle bu konferans ciddiyetten uzak sonuçlanmistir.
‘Demokrasi Konferansi’ sonuç bildirisi tamamen Kürd ulusal varligini görmezden gelerek Kürdleri de baska bir alana yöneltmeye zorlamaktadir. ‘Bulundugumuz kavsakta uzun mücadele tarihimiz ve deneyimlerimiz, bize tek bir yolumuz oldugunu gösteriyor: Halkin bizzat kurucusu oldugu, yoksulluga, issizlige, emek sömürüsüne, toplumsal cinsiyet esitsizligine, doga yikimina ve her türlü ayrimciliga karsi mücadeleyi odagina alan bir halkçi seçenek yaratmak. Bizi bogmaya çalisan karanliga karsi hep birlikte bir kez daha tekrarliyoruz: Ne hayallerimizden, ne umutlarimizdan ne mücadelemizden vazgeçiyoruz. Bu ülkenin geleceginde bizim de sözümüz var’ bu görüsler inkarci, tekçi, ve Kemalist anlayisin etki alaninda yesermis, yerlesik resmi algilarin esaretinden kurtulamamis sol görünüp sag davranan bir konferansin sonucu olarak topluma aktarilmistir. Böylece resmi ideolojinin yaptigi gibi Kürd sorunu görmezden gelinmis, ret ve inkar In sürdürüldügü bir ‘Demokrasi’ konferansi daha sonuçlanmistir.
Latif Epözdemir