Dil sürçmesi ve dalgalar kisla duvarina dayaninca…
Mesud Tek
Devletlûlasmadan olsa gerek, TC Basbakani’nin dili bu aralar sürçüyor.
Dili sürçen Erdogan, partisinin birbirini takip eden iki toplantisinda yaptigi konusmada, kirmiziçizgileri arasinda ‘tek dini’ de sayinca zihninin gerisinde olani çitlatti.
Her ne kadar, önce, ayni zamanda tashihcisi de olan yardimcisi Hüseyin Çelik, ‘basbakanin dili sürçtü, tek din kirmizicizgilerimiz arasinda yok, bugüne kadarki politikamiz da bunu gösteriyor’ dese de, sonradan kendisi de yaptigi açiklamada dilinin sürçtügünü, bu konuda yapilan elestirilerin hakli oldugunu itiraf etse de, Basbakan’in bu tavrinin inandirici oldugunu söylemek çok zor.
Kuskusuz niyet okuyuculugu yapmak kötü bir sey.
Ama Basbakan hakkinda olusan bu algi da haksiz ve temelsiz degil.
Çünkü Erdogan ve çalisma arkadaslarinin ustalik dönemi söylem ve tavirlari, Basbakan ve surekasinin çikardiklarini söyledikleri gömlegin siyasi kodlarini tamamen terketmediklerini, etkisinin devam ettigini gösteriyor.
Öte yandan Basbakan’in ‘tek din’ ile ilgili yasadigi iki dil sürçmesi arasinda, en az bir günlük bir zaman dilimi var. Bu durumda Erdogan’in gösterilen tepki nedeniyle geri adim attigi, çok sonralari, Italya gezisi sonrasi yaptigi açiklamada, ‘dilim sürçtü’ diyerek bu olaydan siyrilmaya çalistigi yönündeki yorumlar, dogruya daha yakin duruyor.
Kaldi ki Erdogan’in dili sürçerek dile getirdigi sey malumun ilâmindan öte bir sey degil. Çünkü TC kurulus felsefesinin temel taslarindan birisi de din. Ve tek din anlayisi üzerine kurulan TC, hiç bir zaman laik bir devlet olmadi.
TC devleti, Sunni-Hanefi mezhebi yorumlu Islam dininin hakimiyetini saglamak amaciyla derin ve serindeki güçlerini harekete geçirdi. Yasalari, mahkemeleri, basta Mustafa Kemal’in emri ile kurulan Diyanet Isleri Baskanligi olmak üzere birçok kurum ve kuruluslarini bu anlayisin hizmetine kostu. Tekci devlet anlayisina uygun olarak diger dinleri inkar etti. Lozan anlasmasi uyarinca tanimak zorunda kaldiklarina ise yogun bir asimilasyon ve baski politikasi uyguladi.
Devletin hizmetinde bir tek din; devleti kutsayan ‘devlet dini’ olusturuldu. TC, olusturdugu resmi dine biat etmeyen Müslümanlar basta olmak üzere, Alevileri, Yêzidileri, Süryani, Ermeni, Rum ve öteki gayri müslüm azinliklari amansiz bir baski ve zulüm cenderesi içinde tuttu.
Alevi ve Bektasi ocaklarinin, zaviye ve tekkelerin kapatilmasinin nedenlerinden birisi de bu devlet dini anlayisini hakim kilmakti.
Türkiye’de, dini açidan çok renkli yapiyi tek bir renge indirmek amaciyla, cumhuriyetin kurulmasindan itibaren amansiz bir biçimde uygulanan asimilasyon politikasinin yanisira, Mubadele, Varlik Vergisi, 6-7 Eylül Olaylari, Azinlik Vakiflarina Ait Mallara Elkonulmasi ve benzeri uygulamalara basvuruldu.
Dogrusu devlet bu politikasinda basarili da oldu!
Yêzidilerin, Süryaniler, Rumlar, Ermenilerin sayisi giderek azaldi, parmakla sayilacak hale geldiler. Elbette bu politikanin sorumlusu AK Parti degil. Ayrica AK Parti hükümetinin son olarak azinlik vakiflarina ait mallarin eski sahiplerine iadesine iliskin karari olumlu ve desteklenmesi gereken bir adim. Ama bu adim, AK Parti’nin devletin tekçi anlayis ve politikasinda köklü bir degisim yaptigini göstermekten çok uzak.
Çünkü, özellikle Aleviler ve Yezidilere yönelik inkar ve asimilasyon politikasi, tas gibi oldugu yerde duruyor.
Bugün de Alevilerin kendilerini nasil tanimladiklarina kulak asilmiyor, Alevilik Islam içi bir inanç sistemi olarak degerlendiriliyor. Alevilerin talepleri görmezden geliniyor, AIHM kararlarina ragmen zorunlu din dersi Alevi çocuklara dayatiliyor. Cemevleri ibadet yeri olarak görülmüyor, yasal statüye kavusturulmuyor.
Ve tüm bunlar AK Parti’nin devletlûlastigini ortaya koyuyor, Basbakan’in dilinin daha çok sürçeceginin haberini veriyor.
‘Tek din’ derken dili sürçen Erdogan, darbeci generallere sahip çikarken, masallah sular seller gibi konusuyor.
28 Subat Davasi sürecinde yasanan ve birçok emekli ve muvazzaf yüksek rütbeli subayin gözaltina alindigi ‘4. Dalga’ya iliskin olarak konusan Erdogan, ’28 Subat’la ilgili bir süreç isliyor. Böyle tek dalga, ikinci dalga… Böyle dalgalar arka arkaya geldikçe bu dalgalarda ülke bogulur. Bu is bu kadar uzatilmamali’ diyor.
Üstünden bunca zaman geçmesine karsin, Roboski katliamini açiga çikartmayan, duyarsiz davranip katliamda ölenlere karsi sorumlulugunu yerine getirmeyen Erdogan, omuzu kalabalik darbecilere yönelik ‘dalgalar’ askeri kisla duvarini dövmeye baslayinca duyarli hale geliyor. Dalgalarin devam etmesi halinde ‘ülkenin bogulacagini’ ifade ederek, askeri zevatin yargilanmasindan hazzetmedigini ortaya koyuyor. Ne dersiniz? Basbakan’in bogulacagini iddia ettigi ‘ülke’ kisla mi?
Basbakan daha bir kaç gün önce de Genelkrmay’in kendisini elestiren eski muhiplerinden ikisine yönelik bildiri yayinlamasini da hakli buluyor. Bunun da ötesinde Genelkurmay’i dava açmaya çagiriyor!
Ve böylece kendisine yönelik askeri bildirilere karsi duran (elbette iyi yapan) bir iktidarin basi, bildiri muhalefete yönelik olunca çark etmekte, bildiriyi desteklemekte herhangi bir beis görmüyor.
Ayni ikiyüzlü politika KCK davasi için de geçerli.
Tesadüf bu ya. 28 Subat Davasiyla ilgili ‘ülkeyi bogan’ dalgalarin kisla duvarini dövdügü günde, baska bir dalga da legal Kürd hareketini dövüyordu. KCK Davasi nedeniyle sayisini unuttugumuz dalgalara bir yenisi daha eklenmis, Urfa’da bir çok legal parti yöneticisinin de aralarinda bulundugu çok sayida Kürd gözaltina alinmisti.
Darbeci subaylarin gözaltina alinmasina neden olan ‘dalgalar’ konusunda sakiyan Basbakan, ayni günde yasanan KCK operasyonu konusunda dut yemis bülbül gibiydi, sürçmesi bir yana, dili dönmedi bile.
Çünkü bu dalgalar legal Kürd hareketini de vuruyordu.
Çünkü devletlûlasmak böyle bir seydi, dil sürçmesinin yanisira iki yüzlü olmayi da gerektiriyordu.
Mesud Tek