Makale

Gezi Izlenimleri

Gezi Izlenimleri

UYGARLIGIN BESIGINDE SANCILI DÖNEMEÇ

9 Mayis 2014 günü Istanbul’a indigimizde, umdugumuzun tersine Berlin’i aratacak derecede somurtkan, soguk ve ara sira da yagisli bir hava ile karsilasiyoruz. Bu nedenle de konuk oldugumuz evden disariya çikmak aklimiza dahi gelmiyor. Ancak, ertesi gün, yani ayin 10’unda Diyarbekir’e indigimizde durumun çok farkli oldugunu görüyoruz. Havanin tam da istedigimiz gibi oldugunu görmek içimizi rahatlatiyor.
Hava alani binasindan disariya çikar çikmaz, Dr. Serhat, esi Eylem ve çocuklari Arda Sabri ile Lorîn Arya ile yüz yüze geliyoruz. Bizi karsilamaya gelmisler. Dogal olarak geceyi onlarda geçiriyoruz.
Bir kaç gün zamanimiz var, onu nasil degerlendirebilecegimizi konusurken, Serhat’in köye gitme önerisi bir ilk adim olarak cazip geliyor bize. Çok geçmeden de oraya, yani Hasolî köyüne dogru yola çikiyoruz. Bu, bize Diyarbekir’in kirsal alanlarina bir göz atma olanagi vermis olacak.
Hasolî, Hezro (Hazro) ilçesinin güney batisinda kaliyor. Köye giderken de köy içerisinde de nereye baksak yemyesil bugday tarlalari ile karsilasiyoruz. Agaçsiz denilebilecek ölçüde çiplak köyler bir kenara birakilirsa, daglik olmayan ama yer yer engebeli bir yapiya sahip topraklarin her karisi ekili. Bugday diz boyu. Dag yamaçlarina ya da derin vadilere kurulu, ekilebilir arazisi alabildigine az ama meyvesi bol Bingöl-Dersim yöresi köylerinden hayli farkli buranin dogal yapisi. Dersim’in bosaltilmis köylerinde artik nerdeyse hiç çocuga rastlanmazken, Hasolî’de tersi bir durumla karsilasiyoruz. Ev sayisina oranla hayli kalabalik gözüken çocuklar, özgürce çocukluklarini yasiyorlar.
Köye ulastiktan biraz sonra Serhat çevreyi tanitma gezisine çikartiyor bizi. Evin yani basinda, hayli genis bir bag ile bahçe var. Ne var ki bir kaç yil önce dikildikleri için meyve agaçlari henüz normal büyüklüklerine erisebilmis degiller. Çogu bebek ya da çocuk agaçlar arasinda tamamliyoruz gezimizi.
Köyden kuzey yönüne bakildiginda, Hezro daglari ile yüz yüze geliyoruz. Kürdistan ölçülerine göre yüksek sayilabilecek daglardan degiller bunlar. Uzaktan seçmemiz mümkün degil ama silsilenin köye göre kuzey-dogu kesiminde, Hezro ilçesinin yer aldigi söyleniyor. Yine köylülerin verdikleri bilgilere göre bulundugumuz yerden Hezro’ya kadar uzanan yerler eskiden Hezro Beyleri olarak bilinen aileye aitmis. Ama simdi artik durum eskisi gibi degil. Beyler araziyi elden çikarmislar. Ellerinde iki köy kalmis.
-Hezro beylerinin milliyeti nedir, Kürt mü yoksa baska milleten mi? seklindeki soruma aldigim yanit, ‘Kesin belli degil. Türk olduklari söyleniyor. Ama artik Kürtlesmisler. Osmanli devleti bu yörenin beyleri olarak tayin etmis kendilerini’ yanitini aliyorum.
-Çevre köylerin halki ile iliskileri nasil?
-Aramiz iyi, hem de çok çok iyi.
-Politik olarak nerede duruyorlar?
-Onlar AKP’li, biz ise BDP’liyiz.
-Farkli milletlerden olmak ya da farkli partilerde yer almak, gerginliklere yol açmiyor mu?
-Yok, asla! Öyle sey mi olur?
Havada Kalan Bir Kadin Eli
Laf lafi açar derken hayli düzgün bir Kürtçe ile konusan köylülerle sohbetimiz uzayip gidiyor. Gitme zamani geldiginde disariya çikiyoruz. Tam o sirada 5-6 kisilik genç bir grup yaklasiyor. Bir tanesi konugu oldugumuz aileden, ötekiler, ilk kez karsilastigimiz yabanci yüzler. Selamlasiyor ve oradan-buradan konusmaya basliyoruz. Ne var ki bizim bu ise ayiracak fazla zamanimiz yok, gitmemiz gerekiyor. Bu yüzden de vedalasmaya basliyoruz. Bu arada ikisi Gulîstan’a elini vermekten kaçiniyor, ‘Bi desmêj im’ diyor, yani abdestli oldugunu belirtiyorlar. Gulîstan’nin uzatilmis elinin havada kalmasi, soguk dus etkisi yaratiyor bizde. Müthis rahatsizlik verici, sikici bir durum ama yapacak bir sey yok. Islam dininin gerçekten böyle bir kurali var mi bilmiyorum. Büyük ihtimal, Islam imparatorluklar dini haline geldikten sonra yaratildi bu kural. Fakat çikis kaynagi ne olursa olsun, bu, kadina karsi küçük düsürücü, yaralayici bir davranistir bizim için. Kim ne derse desin, pratik Islam’in reforma büyük ihtiyaci var. Islam dünyasi, ancak büyük ve çok sarsici bir reformlarla mevcut çikmazdan kurtularak dünya ile uyum içerisinde bir pozisyonu yakalayabilir. Bunu yapamadigi takdirde Islam dünyasina ne baris gelir, ne adalet ve özgürlük.
Bu arada, köye yaptigimiz bu gezi sirasinda yaslilarla uzun uzadiya sohbet etme firsatini bulduk. Köyün yasi ilerlemis olanlarinin, gençlere oranla daha aydin, sosyal iliskilerde daha rahat olmalari çok dikkat çekici oldu bizim için. Buna rahatlikla gezimizin en ilginç gözlemi diyebiliriz.
Son karsilastigimiz can sikici olaya ragmen gülümseyerek vedalasiyor ve sonsuzmus gibi gözüken yesil örtüyü geride birakip Diyarbekir’e ulasiyoruz.
Heskîf Yolculugu
Programimizda oldugu için ertesi gün Heskîf (Hasankeyf) gezisine basliyoruz. Hamburg’dan gelmis olan müzisyen Sener Yildiz, esi Sirin ile 4 aylik bebekleri Tîroj ile birlikteyiz. Arabayi Sener kullaniyor.
Bir saatten fazla süren yolculuktan sonra Batman’i geride birakiyor ve kentin güney-dogusuna düsen Heskif’e dogru ilerlemeye devam ediyoruz. Her tarafimiz, tipki bir gün önce Diyarbekir ovasinda gördügümüz gibi, topu-topu bir ay sonra sararacak olan yesil örtü ile örtülü. Yola paralel dikilmis elektrik direklerinin uçlarindaki leylek yuvalari, gezimizin en ilginç noktalarindan bir digerini olusturuyor.
Derken bir ara, yine Kürdistan ölçülerine göre yüksek sayilmayan bir dag silsilesi çikiyor karsimiza. Eteklerine, kimi faal kimi hareketsiz petrol kuyulari serpilmis. Kuyulari görünce, Raman dagi dibinde oldugumuzu anliyoruz. Çünkü petrol o bölgede çikiyor.
Ilerlemekte oldugumuz vadi, çok geçmeden giderek daralmaya basliyor ve dogal olarak Dicle’nin yeniden karsimiza çikmasi fazla gecikmiyor. Agir ve hayli sessizce akiyor, tarihin bu en eski tanigi. Tesadüf ya, suyu da alabildigine berrak. Igne düsse, görülebilecek türden bir berraklik bu. Derken biraz ileride, yamaçlara serpilmis Heskîf’ten bölümler gözükmeye basliyor.
Bu, yöreye yaptigim ilk ziyaret oluyor. Dogal olarak Heskîf ile ilk kez yüz yüze gelip de heyecanlanmamak elde degil ve ben de bu heyecani güçlü sekilde yasiyorum. Oraya yaklasirken, geriye dönüp tarih koridoru boyunca binlerce yil geriye gidiyormus hissine kapiliyor insan. Bu topraklar, tarih zincirine tespih taneleri gibi pes pese dizili onlarca uygarligin yeserdigi yerleridir ve Heskîf bütün bunlari sergileyen bir açik hava müzesinden öte bir sey degil. Evleri, giysileri, yiyecekleri, senlikleri ve acilariyla bunca uygarliga bir anda taniklik etmek olaganüstü derecede harika bir sey degil mi? Doganin sundugu harikalar, insanoglunun keskin zekâsi ve hünerli ellerinin yaraticiligi ile birlesince, ne kadar da müthis seyler çikiyor ortaya!
Insan olarak Heskîf’i görüp de etkilenmemek, onur duymamak elbette olanakli degil. Bunca uygarliktan olusan birikimin mirasçisi olmak ise bu onuru kat-kat arttiran bir durum. Buranin yerlesik halklari, örnegin, Kürtler, Süryaniler ve ötekiler, bu onurlu mirasin sahipleri olduklari için çok sansli saymalilar kendilerini. Ah bir de sömürgeci boyundurugu kirip özgür olmayi basarmis olsalardi!
Heskif’e girerken, gidis yönünüze dogru sag kolda; yani Dicle ile aramizda tarihi bir yapi göze çarpiyor. Sonradan bunun hamam oldugunu ögreniyoruz. Eski dönemlerde, kente alis-veris ya da baska nedenlerle gelenler, burada konaklar, yikanir, temizlenir ondan sonra kent merkezine girerlermis. Bu, bulasici hastaliklara karsi bir korunma önlemi olarak düsünülmüs. Mükemmel degil mi?
Tarihi hamami geride birakip Dicle’yi geçmemizi saglayan köprüye yaklasirken, bu kez vadiye serpilmis agaçlarda olgunlasmis siyah, mor ve beyaz dutlardan ayrilmiyor gözüm. Istahla bakiyorum ama bunun bir yarari olmuyor, çünkü o anki kosullar gidip toplamaya elverisli degil.
Karsiya geçer geçmez arabayi uygun bir yere park ediyor, yamaç boyunca nehre paralel sekilde uzanan küçük çarsiya giriyoruz. Ve tam da o anda bir delikanli yanimiza sokuluyor, ‘Gezecekseniz size rehberlik edebilirim’ diyor. Ücret olarak ne istedigini soruyoruz, ‘Issizim ne verirseniz’ diyor. Israr ediyoruz ama miktar belirtmemekte direniyor. Her keresinde ayni sözleri tekrarliyor ‘Ne verirseniz!’
Sonunda onun dedigi oluyor ve yola çikiyoruz. Ne var ki yola koyulmamizla, gencin, ‘Ewên din man (ötekiler kaldi)’ demesi bir oluyor. Ne oluyor diye arkaya dönünce, arkadaslarimin bir dükkanin önünde asili giysilere bakmakla mesgul olduklarini görüyorum. Kadinlarla her hangi bir alis-veris merkezinden geçmenin zorluklarini bildigim için ben de duruyorum. ‘Ya sabir’ deyip beklemekten baska yapacak bir sey yok.
Orada beklerken, bizi Heskîf’in merkezine götürecek olan yolun geçise kapatildigi gözüme ilisiyor; Heskîf’in kalbine kilit vurulmus neden?
Bu yöndeki soruma:
-Hekîs ‘Belli bir nedeni yok. Çogunlukla kapali tutuyorlar. Devlet açik tutmak istemiyor’ diye yanit veriyor genç rehber.
-Bir neden olmali ama gerekçe olarak neyi gösteriyorlar?
-Baraj sulari altinda kalacak ya, dünyanin her tarafindan ziyaretçiler geliyor. Fazla insan görmesin, baraj yapilmasina tepki çogalmasin diye öyle yapiyorlar. Esas kale kapali, yani en önemli yer kapalidir.
-Baraji yapacaklar mi dersin?
-Devlet kararli gözüküyor.
-Baraj biterse bu antik kentin ne kadari sulara gömülür, belli mi?
Iki tarihi minareden asagida kalanini isaret ediyor ve ‘Mesela, bu minare tamamen su altinda kalacak’ diyor.
Bir minareye, bir çevreye bakiyorum, ürküntü verici bir durum. ‘Bir devleti ya da onun yönetimini tarihe karsi bu kadar sorumsuz, bu kadar düsmanca ve zalimce davranmaya iten sey ne acaba’ diye soruyorum kendime. ‘Politika mi, ekonomi mi, yoksa ikisi birden mi?’ Ikisi de! Ikisi de etkili ama Heskîf’te politika daha agirlikli bir yere sahip. Yalniz basina her hangi bir ticari projenin tarihe karsi böylesine bir cinayetin gerçek nedeni olabilecegini düsünmek saflik olur. Bu adimin atilmasina yol açan politik nedenleri gözden uzak tutmamak gerekir. Kürdistan nehirlerini pes pese yutan barajlarin yapilmasindaki en önemli amaç, bu ülke halkinin, yani Kürtlerin birbiriyle diyalogunu koparma, sindirme ve asimile etme istem ve özleminden baska bir sey degil.
Yarida kestigimiz geziye devam edip yükseklere çiktikça, karsi yamaçlarda kimi bitmis, kiminin yapimi devam etmekte olan toplu konutlarin ne oldugunu merak ediyorum. Rehberimiz ‘Orasi yeni Heskîf’ diyor.
-Yani buranin halki oraya mi nakledilecek?
-Becerebilen gider tabi. Halktan çok ucuza satin aliyor, pahaliya satiyorlar. Orada, daireler çok pahali.
Gezmeye açik kismini dolasirken rehberimiz bizi magara seklindeki tarihi evlerden birine götürüyor. Binlerce yil öncesine kadar uzanip bir ailenin evine göz atmaktan daha ilginç ne olabilir hayatta. Oturma ve yatma yerleri, kap kacagi, yiyeceklerini saklama yöntemleri, bu günkü buzdolabi islevine sahip sogutma sistemleri vs her sey çok ilginç ve heyecan verici.
Heskîf’in gezmeye açik yerlerini bölümlerini gördükten sonra, kim bilir belki bir daha göremeyiz hüznü içerisinde, veda edip yönümüzü Diyarbekir’e çeviriyor ve uzaklasiyoruz.
Bu arada, Hasankeyf’ten dönerken kimi dostlarimizi aramayi da ihmal etmiyoruz ki bunlar arasinda Dr. Selçuk ile Dr. Semsettin de varlar. Ayni gün, Büyüksehir Belediye Baskani Gültan Kisanak’i ziyaret etme talebimize de olumlu yanit geliyor. Bu arada Dr. Koç ile o aksam, Dr. Mizrakli ile de ertesi gün görüsme konusunda anlasiyoruz. Tabi görüsme yöntemimiz Kürt geleneklerine uygun olarak evlerde, ailece bulusma seklinde olacak.
Heskîf dönüsü Dr. Semsettin’in evine gittigimizde kapida karsilastiklarimizdan biri de Dr. Gönül oluyor. Berlin’den komsumuz olan Gönül’ün bu ziyareti de tipki Gulîstan gibi, ayin 15’inde baslayacak olan 6. Mezopotamya Tip Kongresi’ne katilmaktir.
Laf lafi açar derken sohbetimiz alabildigine uzuyor ve otele dönüsümüz hayli geç saatlerde gerçeklesiyor.
Hasan Pasa Hani’nin Dayanilmaz Çekiciligi
13 Mayis gününü Diyarbekir kent merkezindeki bazi yerleri ziyaret etmeye ayiriyoruz. Tabi ilk isimiz, Hasan Pasa Hani’na gidip, meshur kahvaltisini tatmak oluyor.
Kaldi ki zaten gençlerin agirlikta olduklari her yastaki ziyaretçi ile dolup tasan Hasan Pasa Hani’na ugramadan ayrilmak, Diyarbekir’i görmemek gibi bir sey olur. Oraya gidince hem tarihi bir binayi ziyaret etmis oluyorsunuz hem de kentin sosyal yasantisini yansitan canli bir müzeye adim atmis gibi hissediyorsunuz kendinizi. Hanin bodrum katinda oldukça büyük iki kitapçi dükkâni var. Her ikisinde de Islam dini ile ilgili yayinlar agirliktalar. Dikdörtgen seklindeki duvarlarin çevreledigi meydan ise kahvehanedir. Tahta masalarin etrafina dizili tahta sandalyelerden bos birini bulup oturdunuz mu sansli sayilirsiniz. Tabi günün her saatinde degil, belli saatlerinde böyledir.
Bilmem, yazin sicak günlerinde arilarin vizir vizir dolastigi yerlerde bulundunuz mu hiç? Bulunduysaniz bilirsiniz. Birbirine karisan ve hiç eksilmeyen farkli tonda ari viziltilari, dünyanin en harika orkestrasina tas çikartacak derecede nefis bir müzik ziyafeti sunar size. Iste Hasan Pasa Hanindaki masalarin etrafina dizilmis insanlarin sesi, bahsini ettigim bu ari orkestrasini çokça andiriyor. Hiç kimsenin kimseyi giyiminden, konustugu dilden veya benzeri baska herhangi bir nedenden dolayi rahatsiz etmedigi; uyumun, sayginin, hosgörünün sergilendigi bir bulusma yeridir Hasan Pasa Hani. Tipki Sülüklü Han ve benzerleri gibi..
Zemin kattaki bu meydanin dört tarafini çevreleyen duvarlardaki odaciklar, çogunlukla antika esyalarin satildigi dükkânlardir. Giris kapilarinin saginda solunda, gümüs hâkimiyetindeki el yapimi ürünler, sal basta olmak üzere rengârenk geleneksel Kürt giysileri ile incik-boncuk türlerinin gözleri ayrilmiyor kahvehane müsterilerinin üzerinden, adeta satin almaya zorluyor onlari. Hali ve kâgit posterlerde Seyh Saît’î, Sey Riza’yi, Alisêr ile Zerîfa’yi, Mesture Hanim’i, Simko Agayi, Seyh Mehmud Berzenci’yi, Saidi Kurdi’yi, Yilmaz Güney’i, Deniz Gezmis’i, Ahmet Kaya’yi ve daha nice kisiyi bir arada görebilirsiniz. Masalarda otururken basinizi yukariya çevirdiginizde, duvarlari boydan boya dolanan balkon çikar karsiniza. Bu balkonlar, Hanin ünlü kahvalti yerleridir. Orada bir sandalyeye ya da koltuga oturup kahvalti yapmak istediginizi söylediniz mi, ari gibi çalisan genç garsonlarin kasla göz arasinda masayi donattigini görürsünüz. Hemen hemen hiç bir zaman bitiremeyeceginiz kadar çok getirilen yiyecekler habire sizi yemeye davet ediyor. Siz siz olun, perhiz yapmak gibi bir düsünceniz varsa, Diyarbekir’de Hasan Pasa türü yerlerde kahvalti etmeyi akliniza getirmeyin.
Hiristiyan Ibadet Yerlerinde!..
Ayni günün öglen sonrasini, Keldani, Süryani ve Ermeni kiliselerini ziyaret etmeye ayiriyoruz. Daha önceleri birer harabeye dönüsmüs olan bu kiliseler, Diyarbekir Belediyesi’nin çabalari sonucu onarilarak ibadete açik hale getirilmis bulunuyor.
Beri taraftan kiliseler açilmis ama söz konusu inanç mensuplarindan çok az sayida insan kalmis yörede. Dolayisiyla kiliseler oldukça sessiz. Keldani Kilisesinin kapisindan içeriye girdigimizde, görevli iki Müslüman’la karsilasmak, bizi hayli saskina ugratiyor. Sadece sasirmiyor, ayni zamanda üzülüyoruz tabi. Nedenini soruyoruz, söz konusu Hiristiyan halklardan, bu görevleri yerine getirebilecek kimselerin kalmadigi söyleniyor. Ne aci! Sadece onlar açisindan degil, hepimiz bakimindan çok aci! Neyse ki sayilari çok az da olsa kilise mensuplari son zamanlarda belli araliklarla ve tabi en çok ta özel günlerde bir araya gelip ibadet edebiliyorlar. Yine sayilarinin azligi nedeni ile Süryani ve Keldani Hiristiyanlar, dini törenlerini birlikte düzenlemeye baslamislar.
Keldani Kilisesinin ardindan sira Ermeni kilisesine geliyor. Ermeni kilisesi, alan olarak daha büyük gözüküyor. Avlusundaki masalara oturup çay-kahve ya da soguk bir seyler içmek, hediyelik esyalardan satin almak mümkün. Bizden önce gelmis ondan fazla ziyaretçi gibi biz de içini-disini gezdikten sonran oturuyoruz.
Avludaki bir fotograf sergisini gezerken, görevli oldugu anlasilan adama Yervant’i soruyorum. Yervant, Diyarbekir dogmlu bir Ermenidir. Kendisiyle 3 yil önce bu kentteki bir toplantida tanismistim. O zaman ABD’nin Los Angelos kentinde yasiyordu, dogup büyüdügü kente gelisi gezi amaçliydi. Yervant, ayni zamanda Ermenice, Kürtçe ve Türkçe söyleyen bir müzisyendir. Büyüksehir Belediyesi’nin verdigi bir aksam yemeginde, udu esliginde, birbirinden güzel parçalar dinlemistik. Ayrica bana ‘Tango ve Diyarbakir/Tango and Amida’ adindaki CD’sini ‘Udi Yervant’i- hediye etmisti. O tanismada, Yervant’ta tam anlamiyla bir Diyarbekir tutkunlugu sezinlemistim.
Geçtigimiz yil, Diyarbekir Ermeni Kilisesinde çekilmis bir TV programini izlerken bir de baktim bizim Yervant Diyarbekir’e geri dönmüs, Kilise hizmetlerini yürütüyor. Buna çok sevinmistim. Kendi geçmisine, kültürüne, atalarinin mirasina sahip çikmak, oldum olasi saygi duydugum soylu bir davranistir. Yervant, pratikte bu adimi atmisti.
Yervant’i sordugum kilise görevlisi ‘Onunla amca çocuklariyiz. Buradaydi ama biraz önce çikti. Bir isi vardi, onu halletmeye gitti’ dedi.
-Gelmeyecek mi?
-Yok, bu gün gelmez artik.
Sevgili Yervant’i görmeden oradan uzaklasmak hos degil ama yapacak bir sey yok. Ötekiler gibi Ermeni Kilisesi ile de vedalasip uzaklasiyoruz ama en kisa sürede yeniden bulusmak dilegiyle.
Bir Ayakkabi Boyacisi Ile
Ertesi sabah her zamanki gibi yine erken uyaniyor ve disari çikiyorum. New-Tigris Hotel’den çikar çikmaz iki kez saga saptiniz mi, bir kaç yüz metre ötedeki Hasan Pasa Hani’na ulasiyorsunuz. Ama o anki hedefim oraya kadar gitmek degil. Biraz ileride kaldirimda, önlerinde boya sandiklari ile yan yana oturmakta olan ayakkabi boyacilarina ugramaktir amacim. Sabah sekiz olmasina ragmen boyacilarin tamami yerlerini almis haldeler. Bana en yakin olanina selam vermemle ayakkabilarimi çikartip kendisine uzatmam bir oluyor. Tabi ayni anda onun uzattigi terlikleri de ben ayagima geçiriyorum. Diyarbekir esnafi ile her hangi bir is yaparken sohbet etmemek mümkün degil. Esnaf, kentteki küçük islerin iletisim görevlisi sayilir. Küçük isler ile kaba gürültüyle yapilan medyatik islerin disinda kalan, buna karsilik kent yasaminin belkemigini teskil eden seyleri kast ediyorum.
Kalabalik kentleri pek ala bir ari kovanina benzetmek mümkün. Kovanini sahibi her an karsiniza dikilebilir ve size aricilik hakkinda bir dizi seyi anlatabilir. Onu dinlerken, gözle görülür isler hakkinda bilgi sahibi olabilirsiniz ama kovanin içinde olanlari hiç bir zaman tam olarak ögrenemezsiniz. Çünkü o, bir bal sagicidir, balin nasil yapildigini, arilarin nasil çalistigini bilmez, bilemez. Bunlari ancak arilarin kendileri bilirler. Iste esnaf, bu arilara denk düsüyor. Bali yaratanlardir ve bu isin nasil yapildigini da en iyi onlar bilirler.
Oldukça akici bir Kürtçe ile konusan boyaci ile oradan-buradan sohbet ederken, söz dönüp dolasip son yerel seçimlere geliyor ve kati bir BDP’li oldugunu hemen açiga vuruyor. Hem de bunu üzerine basa basa, alabildigine net ifade ediyor
-Bana sorarsan Kürtlerin en büyük düsmani yine Kürtlerdir, diyor laf arasinda.
-Niye ki?
-Birbirlerini tutmuyorlar, bu da kaybetmemize neden oluyor. Be birader, sen Kürtsün; Kürdün Kürt ile sorunu varsa bu aile içi bir meseledir. Gidip düsmanina niye hizmet ediyorsun?
-Seçim sonuçlarindan memnun gözükmüyorsun, dogru mu?
-Yok yok, memnunum. Memnunum ama daha iyisi neden olmasin, bunu da soruyorum. Daha iyisi olmuyor çünkü içimizde davasina sahip çikmayanlar çok. Benim partim bir tasi aday olarak göstersin, gider oyumu ona veririm. Ben bunu televizyona da söyledim, diye devam ediyor.
Tesadüfe bakin ki bahsi ettigi televizyon programini izlemistim ama yüzünü ancak bu sözleri söyledikten sonra hatirlayabildim.
-Bu demektir ki Kürtlerin daha çok çalismalari gerekiyor.
Söylediklerimi duymamis gibi;
-Mus’lu bir arkadasim var. Seçimlerden sonra geldi, oturup konustuk. Bizim Muslu bana bir olay anlatti, ben de sana söyleyeyim. Sunlari söyledi Muslu:
-Gelinim Kayserili bir Türk ailenin kizi. Kizim ise yine Kayserili bir Türk ile evli. Son seçimde gelinime ‘Kizim bu sefer oyunu bize ver’ dedim. ‘Hayir baba, kusura bakma oyumu size degil, soyumdan olan birine verecegim, bir Türke verecegim’ dedi. Kizim ne yapti biliyor musun? Kizim kocasina uydu ve Türk partisine oy verdi. Allah sahittir aynen böyle oldu.
Bunun üzerine kendisine ‘Gelinin mertlik etmis ama kizinin yaptigi kahpeliktir’ dedim. ‘He vallahi aynen bunlari söyledim kendisine’ dedi.
Boyacinin yanindan ayrilirken sulanmakta olan sokaktan toprak kokusu yükseliyordu. O siradan adam, söyledikleri ile beni umutlandirip sevindirmisti. Umutlanmistim; çünkü iliklerine kadar yurtsever, iliklerine kadar halkinin özgürlügünden yana siradan bir insanla karsilasmistim. Üzülmüstüm, çünkü partisi, onun bu hislerini bosa çikartabilecek bir operasyonla bir süre önce fiilen bitirilmisti. Üstelik birden çok kisiden duydugum kadariyla parti içinde herhangi bir tartisma yapilmadan, yöneticilerine bile sorulmadan yapilmisti bu. Zaten partinin üye ve sempatizanlarina sorulsa, böyle bir kararin alinmasi mümkün olmazmis. Elbet parti içerisinde olan biteni o kadar yakindan izleme olanagina sahip degilim, ben sadece bana söylenenleri aktariyorum.
Gültan Kisanak’a Kisa Bir Ziyaret
Diyarbekir’e gelmisken, Büyüksehir Belediye Baskanligi seçimini kazanmis olan Gültan Kisanak’i ziyaret etme talebimize olumlu yanit geliyor. Görüsme saati 11:00 olarak saptanmis.
Gültan hanim oda kapisinda, yüzünde hemen hemen hiç eksilmeyen gülümseyisi ile karsiliyor bizi. Zamaninin dar oldugunu biliyoruz. Zaten bizimkisi sadece bir kutlama ziyareti.
Kisanak, aslen Dêrsimli. Ama ailesi, geçen yüz yillarda Kirmanccada Barginîye, Kurmanccada ise Barginî olarak adlandirilan köyden Elazig’a bagli Sun köyüne göç etmis. Aslinda bölge olarak düsünüldügünde, buna bölge içi bir göç demek daha dogru olur.
Barginî ya da Barginîye, Kürt Aleviliginde önemli bir yeri olan Axuçan (Türkçe alfabe ile Aguçan) Ocaginin bulundugu köydür. Axucan mensuplari, kendi lehçelerinde axuçanî olarak adlandirilir, Kurmanci lehçesini konusurlar.
16. yüzyil Osmanli resmi kayitlarinda da bu köyün halkindan ‘Ekrad-i Bargini’ (Bargini Kürtleri) diye bahsedilir. Barginiye halki, 1938 soykiriminda da payina düseni almis. Türk askeri birligi baskin sirasinda ele geçirdigi 23 kisiyi, kutsal mekan olan ‘Hewsê Axucanî’ (Aguçan Ocagina) doldurmus ve atese vermek suretiyle yakmis kendilerini.
Kürt müziginin iki önemli ozani baba ve ogul Ali Baran’lar bu köydenler.
Gültan’nin ailesinin yasamini sürdürdügü Elazig’daki Sün köyünün 5 mezrasi var. Bunlarin üçünde Kurmancca konusulan dil iken, ikisinin halki, Elazig´a yakin mesafedeki öteki pek çok Kürt köyü gibi erken asimilasyona ugrayip ana dillerini unutmuslar. Onlar artik, Türkçe konusuyorlar.
Gültan Hanim, Axuçan ocaginin önde gelen pirlerinden olup Türkçede Koca Seyît olarak bilinen ailedendir. Iste bahsini ettigim erken asimile olmus ailelerden biri de bu Koca Seyitgillerdir. Dolayisiyla kendisi de Türkçe ile büyümüs, Kürtçeyi konusamiyor. Gültan hanim bu duruma deginirken, ‘Din adami olarak en önde olanlar, devlete daha yakin durduklari için, daha hizli asimile olabiliyorlar. Bizimkiler için de böyle düsünüyorum’ diyor.
Dersimli hemserimiz, üstlendigi görevin öneminin, diger bir deyisle sorumlulugunun bilincinde. Kendisiyle konusurken, bunu hemen fark etmekte zorlanmiyoruz.
Son Genel seçimlerde Sirnak halki onu parlamenter olarak seçmisti, bu seçimde ise Kürdistan’in en önemli kentinin halki ona Büyüksehir Belediye Baskanligi görevini verdi. Bu seçim iki nedenden ötürü çok önemli:
Birincisi, onun kadin olarak seçimi kazanmis olmasidir. Ikincisi ise Gültan hanim bu seçimi, Dersimli bir Alevi din adaminin; hem de pîrê pîran (mursid) mertebesindeki bir ailenin kizi olmasina ragmen kazandi. Basli basina bu iki etken, Kürt toplumundaki uyanisin, yasanmakta olan degisimin hizini ve önemini göz önüne sermeye yetiyor saniyorum.
Bu bakimdan, Gültan hanimin basinda bulundugu belediyenin, halka hizmet alaninda atacagi her olumlu adim, her seyden önce de bu degisim ruhunun basarisi olacak ki bu da Diyarbekir sinirlari asan, Kürdistan halkinin tamamini ilgilendiren tarihi nitelikte bir gelisme olacak.
Kendisine basarilar dileyerek yanindan ayriliyoruz. Belediye binasindan disariya çiktigimizda, meydanda yüzlerce kisilik bir kalabalikla yüz yüze geliyoruz. Gültan hanim, bir gün önce meydana gelmis olan Soma maden faciasi ile ilgili olarak açik havada basin toplantisi yapiyordu.
Gelismeleri izlemek üzere kalabaliga karisir karismaz, bu kez de Hasan Esen ile karsilasiyoruz. Elektrik mühendisliginden emekli Hasan ile ilkokulu ayni binada okumustuk. Kendisiyle iliskimiz, çok samimi arkadaslik iliskisinden de yakindir. Ayni ailenin bireyleri gibiyiz.
Kiziltepe’deyiz
15 Mayista baslayacak olan 6. Mezopotamya Tip Kongresi nedeniyle ayni gün, Hasan Esen’in ayarladigi bir minibüse binip Diyarbekir’den Mardin’e geçiyoruz. Bürokratik bir aksakliktan ötürü otel rezervasyonumuzun yapilmamis oldugundan da haberdariz. Üstelik katilimin hayli yüksek oldugu Kongre nedeniyle otellerde yer bulmak ta mümkün degil, ilgililerden aldigimiz bilgi bu yönde. Bu yüzden de konaklama yeri olarak Mardin’den yaklasik 15-20 km. ötedeki Kiziltepe’yi seçiyoruz.
Kiziltepe, nüfus olarak Mardin’den daha büyüktür. Mardin’in tarihi evleri, yani asil Mardin, nasil ki esi bulunmaz güzellikte bir zenginlik ise Kiziltepe’deki yapilanma da o ölçüde estetikten yoksun, sagliksiz ve problemli. Neredeyse kaldirimi olmayan daracik sokaklari, onlarin iki yaninda birbirlerine yapisik sekilde yükselen çirkinlik abidesi betonarme binalariyla tam bir ucube kent Kiziltepe. Ona baktikça, bu kadar berbat bir kentlesme nasil basarilmis, onu merak etmekten alamiyor insan kendisini.
Nüfusu ise tahmin edilecegi gibi çok genç ve dinamik Kiziltepe’nin. Ayni dinamizm çarsisina da yansiyor, ari kovani gibi hareketli. Özellikle elektronik seylere duyulan talep son derece büyük. Issizlik oraninin alabildigine yüksek oldugunu tahmin etmek ise zor degil.
Sokaklarina Kürtçe hâkim. Ne var ki dükkân levhalarina bakiyoruz, isimlerin nerdeyse tamami Türkçe. Ayni seyi Diyarbekir, Dersim ve baska yerlerde de görüyorsunuz. BDP ve elindeki belediyelerin bu konuda gerekli hassasiyeti gösterdikleri söylenemez. Bu konuda basarili sayilmazlar.
6. Mezopotamya Tip Kongresi Basliyor
6 yildir her yil yapilmakta olana Mezoptamya Tip Kongresi, geçtigimiz yil Güney Kürdistan’in Süleymanîye kentinde gerçeklestirilmis, o kongreye katilmis olan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör yardimcisi Prof. Dr. Kadri Yildirim’in önerisi ile Kongrenin bu yil Artuklu Üniversitesi ile ortaklasa düzenlenmesi karari alinmisti. Iste bu kongre, 15 Mayis günü Artuklu Üniversitesi salonunda basladi. Açilis konusmasini, düzenleme komitesi baskani Prof. Dr. Hüseyin Bektas yapti. Bu bölümdeki konusmacilardan biri de konuk olarak davet edilmis olan Dr. Ismail Besikçi idi. Besikçi, konusmasinin nerdeyse tamamini, Diyarbekir’deki Mezopotamya Vakfi tarafindan açilmasi düsünülen Üniversiteye, bu üniversitede bulunmasi gereken özelliklere ayirdi. Besikçi, hakli olarak üniversitenin ulusal bir kurum olmasi gerektigine vurgu yapti ve döne döne, onun en önde gelen görevinin Kürt dili, kültürü, folkloru ve tarihi ile ilgili çalismalar yapmak oldugunu dile getirdi.
Önceki yillarda adi ‘Mezopotamya Tip Günleri’ olan etkinligin basta gelen özelligi, Kürt dilinin tip alaninda gelismesini bir hedef olarak önüne koymasidir. Her firsatta, Ingilizce bildiklerini hatirlatmaya çalisan Güney Kürdistanli kimi delegeler, tip dili olarak Ingilizceyi tercih etseler de, kongre delegelerin çogunlugu onlar gibi düsünmüyor ve sunumlar genellikle Kürt dilinin degisik lehçelerinden yapiliyor. Alinan karara göre, Kongre, gelecek yil Van’da düzenlenecek.
Abdullah Pesêw Ile
Tip Kongresinin 2. gününde, bir dosttan ünlü sair Abdullah Pesêw’in, ertesi gün Diyarbekir’de bir dinleti programi oldugunu ögreniyoruz. Ondan, bu bilgiyi alir almaz da kendi programimizi degistirip bu kadim dostumuzu görmeye ve kendisini dinlemeye karar veriyoruz. Tersini düsünmek hiç aklimiza gelmiyor dogrusu.
Ayin 17’sindeki dinletiye katilmak üzere Cîgerxwîn Kültür Salonu’na girer girmez, bilebilecek durumda olanlardan Pesêw’in nerede oldugunu soruyoruz. Tabi karsilasmamiz çok sürmüyor. Bizim, bir gün önce onun dinletisinden haberdar olurken duydugumu sevinci ve heyecani, karsisinda bizi görünce bu kez de o yasiyor. Adeta kosar adim yaklasirken ‘Gulê tu û lêre!’ (Gulê sen burada!) diyor sasirmisçasina. Gulîstan’a oldum olasi ‘Gulê’ diye hitap eder Pesêw.
Kisa bir hal-hatir sorma süresinin ardindan programa baslama zamaninin geldigi söyleniyor ve hep birlikte içeriye giriyoruz.
Dinletinin organizatörü Pena Kurd. Selamlama konusmasinin ardindan sira Pesêw’e geliyor.
Kurd-Pen Genel Sekreteri Güney Kürdistanli Bêrîvan Doskî (Dosky)’nin Pesêw ile birlikte sahnede olmasi dikkatimizi çekiyor. Az sonra yapilan açiklamadan anliyoruz ki Pesêw Soranice siirlerini sunarken, Bêrîvan da Kurmanccalarini okuyacak. Bize göre buna gerek yok ama düzenleme öyle.
Atesli ve tavizsiz Kürt sairi Pesêw, ilerlemis yasina ragmen halen enerjik. Gür sesi, Kürtçeye hâkimiyeti, düzgün konusma yetenegi ile pes pese siraliyor eserlerinden örnekleri. Iyi bir siir okuru sayilmam ama Pesêw’in siirlerinin edebi estetigi, felsefi derinligi ve costurucu yanina hayranlik duymamak elde degil. Agzina kadar dolu salondaki kitle, büyük bir ilgi ve cosku ile dinliyor bu Kürt dilinin ustasi sairimizi.
Tesadüf bu ya, program sona erip de salondan disariya çiktigimizda, bir gün önce göremedigim Yervant ile karsilasiyorum. Güzel bir sürpriz!
Dönüs Yolculuguna Çikarken
Biz yurt disinda yasayanlar için ülkeye yapilan bu tür geziler çok verimli oluyor. Bunlar, disarida iken okudugumuz ve duydugumuz birçok seyi yerinde görme, birinci elden ögrenme sansi veriyor bize. Ayrica çesitli konulara iliskin kitle nabzini en saglikli tutabilme yöntemi de budur.
Kürdistan’a yaptigim her gezinin ardindan, içimde adeta bir test yapiyor ve en ilginç olayi tespit etmek üzere içimden bir seçim yapiyorum.
Bu gezi sirasinda ilgimi en fazla çeken ve çokça konusulan iki konudan biri Abdullah Öcalan’in dogum günü nedeniyle, onun dogup büyüdügü evi ziyarete gidenlerden bazilarinin, kutsaldir gerekçesi ile toprak yemesi, ikincisi ise BDP’yi fiilen bitirmis olan HDP tercihidir.
Birinci olayi ilk kez Berlin’de konuk ettigim Bingöl’lü bir arkadastan duymus ve açik söylemek gerekirse biraz kusku ile bakmistim. Ama daha sonra bir BDP’linin de aralarinda bulundugu baskalarindan da duydugumda kuskularim da dogal olarak sona erdi. ‘Özgürlük için ayaga kalkmis bir halkin mücadelesine öncülük eden bir örgütte bu tür seylere yer olmamasi gerekir. Özgürlük diye diye halkimizi müritlestirecek miyiz?’ deyip noktayi koyan BDP’li dostumun üzüntülü hali gözlerimin önünden hiç gitmiyor.
Ikinci önemli nokta, BDP’nin varliginin fiilen sona erdirilmesi olayiydi. Karsilastigim BDP’liler benim, ben de onlarin görüslerini ögrenmeye çalistik.
BDP’liler genellikle, parti disiplini adina HDP’lilesme kararini savunmaya çalissalar da içten içe duyduklari rahatsizligi sezinlemek zor degil. Hatta onlari bu güne kadar bu ölçüde büyük kafa karisikligi içerisinde ve rahatsiz görmedigimi söylesem yanlis olmaz. Zaten çogu böyle bir adimin neden atildigini da anlamis degil. Kürt partisi ya da Kürdistani parti olarak gönül verdikleri partinin kasla göz arasinda bitirilmesi, dogal olarak zorlarina gidiyor. Olayin en ilginç yani, kararin partinin kendi iradesi iler alinmamis olmasidir. Bu benim tespitim degil, kendilerinin söyledigidir. BDP buharlasirken, tabanda her hangi bir tartisma yapilmamis. Demokrasiden bu kadar çokça bahseden bir örgütün, kendi varligi ile ilgili bir konuyu gündemine alip tartismayi denememesini ya da kendisine bu firsatin verilmemis olmasini nasil açiklamak gerektigine karar vermekte zorlaniyor insan. Gezi sirasinda çokça karsilastigim sorulara verdigim yanitin bir özetini buraya da alayim:
Benim için bir sey çok açik; çagimizda bir halk ya da ulus, eger örgütlü ise gerçek anlamda halk ya da ulustur. Örgütsüz halk, bir kalabaliktan öte bir sey degil. Baski altindaki bir halkin özgürlesme mücadelesindeki en büyük silahi ise onun örgütlü gücüdür. Modern bir toplumda gelisme düzeyi en basta da onun örgütlülük düzeyi ile ölçülür.
Kürt yurtseverleriyle Türk halkinin ilerici ve demokrasiye inanan kesimlerinin birlikte çalismalari elbette çok önemlidir. Ama bunun için Kürtlerin ulusal-demokratik taleplerinden ve kendi örgütlerinden vazgeçmeleri ya da onlari geri plana itmeleri gerekmez. Kaldi ki ortaklik, her seyden önce taraflar arasinda esitlik üzerine temellenirse bir anlam ifade eder. Kürtlerle Türkler, kimi projeleri hayata geçirebilmek için birlikte mücadele etmek mi istiyorlar; her kes kendi örgütünü kurar, bu örgütler bir araya gelir, anlasabilecekleri konularda anlasir ve çalismalarini sürdürürler. Ya da belli çalismalar yapmak üzere ortak legal örgütler mi kurmak isteniyor; bunun için en kitlesel Kürt kimlikli örgütü feda etmek gerekmez. Üstelik karsi karsiya bulundugumuz sey, sadece tek kitlesel legal Kürt örgütünün yutulmasindan ibaret de degil. Yeni Kemalizmin ya da Kemalizmin Kürt versiyonunun, Kürt Davasini yutma çabasinin kokusu geliyor bu isten. ‘Demokratik Ulus, Ortak Vatan’ sloganinin ‘Tek Millet, Tek Ülke’ sloganindan farki ne, bilen varsa beri gelsin.
Ben, BDP’nin üyesi ya da sempatizani olmadim hiç. Ideoloji ve politikasi gibi pratiginde de katilmadigim bir hayli sey vardi. Örnegin, onun savundugu ‘Demokratik Özerklik’i, ‘Kürt sorununu çözüme kavusturacak bir adim olarak görmedim. Ama dogru buldugum seyleri yaptiginda ya da rejimin saldirilariyla yüz yüze geldiginde ise yaninda yer almaya çalistim.
BDP, yukarida degindigim zaaflarina karsin, devletin zorbaca saldirilarina boyun egmedi, çok agir bedeller ödeme pahasina da olsa dik durdu, direndi. Onurlu bir davranisti. Partinin belki de en büyük sansizligi, silahli ya da silahsiz illegal örgütün, asiri müdahaleciligi ve adeta kendisine göz açtirmamasiydi.
Onun degismesi, eksiklik ve zaaflarindan kurtulmasi yönünde çaba harcamak dururken, bu sekilde harcanmasi, önemli bir kayiptir. Ona da, Kürt halkina da yazik oldu.

Munzur Çem

Back to top button