Hükümet PKK ile ilgili gerçekleri kamuoyuna açiklasin

Linç güruhuna cevap
3. Bölüm
Arsivler hükümetin elinde, PKK ile ilgili gerçekleri kamuoyuna açiklasin
Yazimin 1. Bölümünde belirtmistim, ülkeye gelirken PKK çevresi ile bir agiz dalasina tutusmaya hiç niyetim yoktu. Bu örgütle ilgili görüslerimi geçmiste pek çok kez dile getirmistim, yeni bir tartismaya ve Kürt kesiminde bir gerginlige gerek yoktu. Amacim ülkedeki yumusama ortamina, baris ve demokratiklesme çabalarina ve elbet Kürt sorununun çözümüne katkida bulunmakti.
Ne var ki söz konusu kesim, huyu dogasi geregi buna firsat vermedi. Daha 2010 yili sonbaharinda PKK bazi aydinlara karsi karalama kampanyasi baslatti. Bununla ilgili olarak medya benim de görüslerime basvurdu, ama benzer konularda konusmaktan biktigim için bu tür yorum taleplerine ve sorulara cevap vermedim. Örnegin Zaman gazetesinden Tanju Özkaya’ya söyle cevap verdim:
Sayin Özkaya
Son günlerde Miroglu hadisesi de dahil, basindan bu konuda gelen sorulara cevap vermedim. PKK ve Öcalan’la ilgili çok yazdim ve çok konustum. Arsivimdeki onlarca makale, kitaplarim, son olarak Anilarimin 2. cildi bunun kaniti. Sözler artik benim açimdan sikici bir tekrara dönüsüyor. Son olarak bugün CIHAN Haber Ajansi’na da ayni seyi söyledim.
Bence konusmasi gerekenler artik bugüne kadar gerçekleri görmezden, bilmezden gelen pek çok Kürt ve Türk aydinidir. Asil olarak da hükümet konusmali, gerçekleri halka açiklamali; arsivler onun elinin altindadir.
Sorulariniza cevap vermedigim için üzgünüm.
Selamlarim ve en iyi dileklerimle…
(2 Aralik 2010)
Ayni gün CHA’dan, Ramazan Kerpeten’in buna iliskin sorusuna söyle cevap verdim:
‘Degerli dost, ne yazik ki bu kez söyledigin konuda yorum yapmak istemiyorum. Son birkaç günde Star, Bugün ve Sabah’tan da aradilar, onlara da ayni seyi söyledim.
‘Biliyorsun, ortaya çiktigi andan beri, yani 32 yildir PKK ve Öcalan’la ilgili çok yazdim, çok konustum. Bunlar son yillarda Türkiye medyasina da yansidi ve bunda senin gibi dostlarin özellikle payi oldu. Ayrica, fili bir yana koyup, kulak ya da kuyruk üzerine yorum yapmak istemiyorum. Fil üzerine ise bugüne kadar yeterince yorum yaptim. Sitedeki arsivim de bu nitelikte yazilarla dolu. Olaylar ve kisiler degisse de konu özünde hep ayni. Bu nedenle söylediklerim bir bakima tekrar oluyor. Ama ne yazik ki Kürt ve Türk aydinlari, siyaset adamlari, ezici çogunlukla bu konudaki ezberlerini degistirmiyorlar. Kimisi gerçekleri görmez, anlamaz gibi davraniyor (eger gerçekten görüp anlamiyorlarsa acinacak bir durum), kimi de görüp anladigi halde gerçegi dile getirmekten ya korkuyor, ya da bu isine gelmiyor; yani gerçegi gizlemeyi tercih ediyor. (Bu sonuncusu daha da vahim bir durum). Kimisi için bu “devlet sirri”, yani kirli, gizli kapakli dosyalarin konusu… Ben ise havanda su döver gibi gerçekleri tekrarlamaktan biktim.
‘Hükümetin elinin altinda devletin gizli arsivleri var ve PKK ile, Öcalan’la ilgili gerçekleri kamuoyuna açiklayabilir; bunu yapmali.
‘Türk derin devletinin, PKK ve Öcalan gibi bir araç kullanip (elbet yalnizca o degil) Kürdü ve Türküyle koca bir toplumla yillardir böylesine oynayabilmesi dogrusu artik agrima gidiyor…
‘Bu kez beni anlayisla karsilayacagini umarim.
‘Selamlar ve en iyi dileklerimle…’
(Bu konuda ayrica bak: Bir Protesto Yazisi, Dengê Kurdistan, Subat 2011)
Dönüs kararimi duyar duymaz bana karsi kampanya baslattilar
Yurda dönüs kararimi 2011 yili basinda, Ocak ayinda açikladim ve seçimlerden sonra gelecegimi söyledim. Bu haber duyulur duyulmaz, PKK çevreleri bir yerden dügmeye basilmis gibi bana karsi bir karalama kampanyasi baslattilar. Bunlardan biri de Imrali’daki Öcalan oldu. Öcalan, ‘görüsme notlari’nda dönüs kararimi AK Parti’nin bir projesi gibi niteledi. Ayrica, bir gücüm, kitlem olmadigina dair, her zamanki basmakalip düsüncelerini tekrarladi. Bu kampanyaya karsi da zorunlu olarak 7 Mart 2011 tarihli ve ‘Dogru yolda olmak mi önemli, yanlis bir yolda çok olmak mi?’ baslikli bir yaziyla kendilerine cevap verdim. Söz konusu yazida dönüsümle ilgili haksiz suçlamalara iliskin olarak söyle dedim:
‘Benim gibi, fasist rejimin eline düsmemek için zorunlu olarak yurt disina çikmis birinin, yurda dönmeyi düsünmesi ve uygun ortam olusunca dönmesi kendi basina zaten dogaldir. Bunu ayrica uzun uzun açiklamak gerekmez. Kosullari olsa daha ilk yilda dönerdim. Ama bilinen nedenlerle gurbet uzun sürdü, 30 yili askin bir zaman geçti.
Ama bazi çevreler dönme kararimi açiklamam üzerine, huylari geregi spekülasyon yapiyorlar. Bunlar içinde son olarak Öcalan da var. Son avukat görüsmesinde dönüsümle ilgili uluorta konusuyor. Bunu AK Parti’nin plani gibi göstermeye kalkisiyor.
Öcalan’in huyu böyle. Sahneye çiktigi günden beri hedef seçtiklerini (PKK disinda her türden Kürt örgütü ve sol örgüt, kendisine itiraz eden, elestiri yönelten herkes onun hedefiydi) hep suçladi. Baskalarina isbirlikçi dedi, hain dedi. Çogu zaman kendi sifatlarini baskalarina yapistirdi.
Öcalan simdi de bu yöntemi, Imrali’daki hücresinden sürdürüyor. AKP’nin beni ve Sivan Perwer’i kendi yanina çekmeye, bizi kullanmaya çalistigini söylüyor.
Bir gazeteci arkadas, Öcalan’in söz konusu beyanatini ileterek görüslerimi sordu. Bu sözleri ciddi bulmadigimi, önemsemedigimi, bu nedenle polemige girmek istemedigimi söyledim. Gerçekten de bu saçmaliklara cevap vermek bana sikinti veriyor. Öte yandan, bu sözleri ciddiye aldigim için degil, ama kamuoyunu ciddiye aldigim için yine de bu konuda bir seyler söyleme geregi duydum.
Bir kere AK Parti’nin yaninda pek çok, PKK’nin ve BDP’nin yaninda olandan da çok Kürt var. Bu Kürtlerin önemli bir bölümü hem Islami degerlere sahipler hem de Kürt ulusal degerlerine. Içlerinde AK Parti’de önde gelen isimler, bakanlar var. Bu bakimdan AK Parti’nin Kürtlerden yana sikintisi yok. Ben ise sosyalist bir Kürdüm, kendime özgü siyasi çizgim var. Bu çizgi AK Parti’ninkinden ayri ve daha AK Parti olmadan önce vardi, simdi de devam etmekte.
Ama AK Parti veya baska bir parti, ya da Türkiye devlet çarkindaki bir devlet adami, bir yetkili benimle diyalog kurmak isterse bundan ürkmem ve kaçmam. Kürt sorununun çözümünü onunla tartisirim. Türk medyasi görüslerimi sorarsa bundan memnun olur, görüslerimi yansitirim. Bunun için kimseden izin almam gerekmiyor. Çünkü ben de Partim de Öcalan’in emir kulu degiliz; ondan ve PKK’dan önce vardik.’
Okurlarin bilmesi ve unutmus olanlarin hatirlamasi için, bana karsi dönüsümden çok önce baslatilan bu kampanyadan söz etme geregini duydum; çünkü söz konusu ser cephesi, simdi sanki durup dururken televizyonlara çikip PKK’yi elestirmisim gibi bir yaygara kopariyor, beni PKK düsmanligi ile suçluyorlar.
Amaçlari beni sindirmek ve susturmak
Dönüsümden sonra da ayni tavri sürdüren onlar oldu. Önce alttan alta bir kazan kaynatarak, ikinci sinif adamlarini, yardakçilarini kullanarak, dönüsüm sirasinda medyanin ve kitlenin gösterdigi sicak yakinliga gölge düsürmeye çalistilar. Ardindan, Kürt sorununun çözümüne, baris ve demokratiklesme çabalarina karsi görüs ve düsüncelerimi sözlü ve yazili açiklamam üzerine harekete geçtiler ve yeni bir saldiri kampanyasi baslattilar. Önce 17 Ekim’de, yani bundan yaklasik dört ay önce, Mustafa Karasu, ANF’de bana karsi yalan, çarpitma ve tehdit dolu bir yazi yayinladi. Bunu 18 Ekim’de ‘Selahattin Erdem’ takma adiyla Duran Kalkan’in ayni nitelikli yazisi izledi. Ardindan Murat Karayilan, 1 Aralik 2011 tarihli yazisinda beni siyasi koruculuk yapmakla suçladi, yani düsman ilan etti. Bunu Cemil Bayik’in ayni düzeysiz, agir suçlamalar içeren saldirgan yazisi izledi. Bayik Hamas’tan söz etti, Türk devletinin bizler eliyle kendi Hamas’ini kurmaya çalistigini iddia etti. Bunu Özgür Politika ve Gündem’deki emir kullarinin, yalakalarin, devsirmelerin, hatta psikopatlarin bana yönelik küfür ve hakaret dolu yazilari izledi. Derken Murat Karayilan her türlü ölçüyü bir yana birakarak agza alinmaz küfürlerle bana saldirip tehdit edecek kadar seviyesizlesti. Bu kampanya hâlâ devam ediyor. Nerde benimle bir parça hesabi, kuyruk acisi olan biri varsa bu ser kervanina katiliyor.
Bu durumda ne yapmaliydim? Tüm bu alçakça saldirilar, yalan, iftira, küfür ve tehditler karsisinda susup sinmeli miydim? Besbelli bu adamlarin amaci bu. Bunlarin temel yöntemlerinden biri tehditle, küfürle, isbirlikçi ve hain diye suçlayarak namuslu insanlari, gerçek devrimci ve yurtseverleri sindirmek, susturmak. Bu da olmazsa, firsat bulabilirlerse fizik olarak ortadan kaldirmak Çünkü bunlar, ortaya çiktiklari, çikarildiklari günden beri Kürt siyasetinde kendilerinden baska ses, baska renk istemiyorlar. Her sey bir yana, bu tam bir zorbalik degil mi?
PKK’nin ortaya çikisindan, özellikle de belli bir güce ve kitlesellige ulasmasindan sonra, onun serrinden korunmak için susup sinenler çok oldu. Kimisi ise kisisel rant ve çikar saglamak için ona yanasti. Kimisi PKK’nin parasal olanaklarindan yararlanmak için, kimi PKK kurumlarinda kendilerine teklif edilen postlara tav olduklari için Belediye baskani, milletvekili olmak için PKK’nin televizyonunda yorumcu, gazetesinde köse yazari olmak için
Ama her kusun eti yenmez. Korkup sinenler, hatta bununla kalmayip PKK’nin yörüngesine girenler, post ve parayi onurlarina tercih edenler belki anlayamazlar ama, bu toplumda böyle seylere metelik vermeyen, dogru bildiginden sasmayan insanlar da hep oldu ve vardir. Bu baylar iyi bilsinler ki onlardan biri de Kemal Burkay’dir.
Aslinda, birtakim yeni yetmeler ve beyni yikanmis ahmaklar bunu bilmeyebilir, ama PKK’nin aslari bunu çok iyi bilirler. Ülkemizin politika sahnesindeki deneyimli insanlar da.
PKK’nin korku imparatorlugu
Öte yandan, bu baylar farkli ses ve görüslerden neden bu kadar korkuyorlar? Kendileri için konusmak hak da baskalari için degil mi?
Bay Karayilan 1 Aralik 2011’de ANF denen derin devlet güdümlündeki ajansa verdigi demeçte, benim televizyon televizyon dolasip PKK’ya karsi propaganda yaptigimi ileri sürüyor ve beni siyasi koruculukla suçluyor, yani düsman ilan ediyor.
Hesapladim, dönüsümden sonra 15 günde bir televizyona çikmisim. Oysa istesem her gün çikabilirdim, çünkü o kadar büyük bir ilgi vardi, hâlâ da var. Buna ragmen seçici davrandim ve bazilarinin ileri sürdükleri gibi uzanan her mikrofona konusmadim. Hatta bu yüzden bana küsen programcilar oldu. Öte yandan katildigim programlarda her zamanki gibi görüslerimi açikça dile getirdim. Bunlar arasinda PKK’ya elestiri niteliginde olanlar olsa bile, bunlar PKK düsmanligi olarak nitelenecek türden konusmalar degildi. Kürt sorununun çözümü konusunda kendi görüslerimi dile getirdim, federatif çözümü savundum ve dünyadan örnekler verdim. Hatta bunun yani sira, PKK’nin çözüm formülü olan su ‘demokratik özerkligin’ -içi bos olsa bile- iddia edildigi gibi bölünme anlamina gelmedigini savundum. BDP’nin, yüze yakin belediye, 30 küsur parlamenter ve önemli kitle destegi ile, muhatap olmak için önemli olanaklara sahip oldugunu, ama topu taca attigini söyledim. Silahlarin artik birakilmasi gerektigini söyledim. Açik ki bu sonuncusu da dahil (Öcalan daha 1999’da silah kullanmakla yanlis yaptiklarini ve artik kullanmayacaklarini söylemisti), bu önerilerin hiçbiri PKK düsmanligi sayilamazdi.
Ama belli ki, elinde iki-üç televizyon kanali, iki günlük gazete, onca internet sitesi bulunan, bu arada yandaslari vasitasiyla parlamento kürsüsünü ve Türk medyasini da genis biçimde kullanan, yani her Allahin günü onlarca ve yüzlerce agizdan propaganda yapan PKK, benim 15 günde bir katildigim programlarda dile getirdigim görüslerden fena halde ürkmektedir. Bunca korku neden?
Çünkü PKK, hem kendisinden baska ses istemiyor, hem de dogrularin dile getirilmesinden fena halde korkuyor. Çünkü PKK yillar yili bu halka yalan söyledi ve korku imparatorlugunu bu yalanlar üzerine insa etti. Çünkü sesim ilk kez genis kitlelere ulasiyor. Çünkü PKK, halk dogrulari ögrenirse bu korku imparatorlugunun buzdan bir saray gibi çöküp gidecegini biliyor.
Iste söz konusu baylar panige kapilip benim ilimli elestirilerimi bile böylesine bir yalan, küfür ve tehdit furyasiyla karsilayinca PKK’nin gerçek yüzünü bir kez daha kitlelerin gözü önüne sermek için dobra dobra konusmak farz oldu.
Yavuz hirsiz
PKK’nin kendisi bir isbirlikçi olarak siyaset sahnesine girdi, ama kendi üzerindeki kara lekeyi baskasina sürmeye çalisti.
PKK, Kürt yurtsever örgütlerine karsi savasmak, onlari ortadan kaldirmak için bizzat sömürgeci rejim tarafindan kuruldugu ve yillar yili kendisine verilen bu ugursuz görevi icra ettigi halde bu sifatini bize ve öteki Kürt yurtsever örgütlerine yakistirdi.
PKK’yi yönetenlerin kendileri kelimenin tam anlamiyla ‘hain’diler, ama yurtsever ve devrimci insanlara hain dediler.
Bu, ‘yavuz hirsiz ev sahibinden baskin çikar’ özdeyisinin tipik bir örnegiydi.
Bugün ülkemizde ne yazik ki, yavuz hirsiza kanmis olup PKK’yi ‘Kürt siyasi hareketi’ ya da ‘özgürlük örgütü’ sanan birhayli kisi var. Eminim onlar da bir gün gerçekleri ögrenecekler ve bu onlari müthis bir düs kirikligina ugratacak. Belki de bu nedenle, gerçekleri açikladigim için bana öfkeleniyorlar.
Ama onlarin öfkesi gerçegi degistirmiyor.
Bu yavuz hirsiza iliskin görüslerimi gelecek bölümde biraz daha açacagim.
Kemal Burkay