Makale

Kürt sorununda strateji degisikligi mi?

Son günlerde hükümetin Kürt sorununda bir strateji degisikligine gittigine iliskin haberler var ve bu konuda yogun bir tartisma yasanmakta. Haberler, hükümetin artik Öcalan ve PKK ile görüsme yöntemine son verdigi ve bundan böyle BDP’yi muhatap alacagi biçiminde.

Içinde Basbakan yardimcilari Arinç, Atalay ve hükümet sözcüsü Çelik’in de oldugu önde gelen hükümet mensuplari bu haberi onaylamadilar, bir strateji degisikliginin söz konusu olmadigini, hükümetin zaten öteden beri izledigi tutumu sürdürdügünü söylediler. Ancak Basbakan Erdogan uçakta basin mensuplarina,’Terörle mücadeleye devam, parlamentodaki uzantilari ile ise görüsme’ yöntemini izleyeceklerini açiklayinca, çogu kisi bunu bir strateji degisikliginin kaniti olarak yorumladi.

Peki gerçek durum ne, buna bakip bir strateji degisikliginden söz edilebilir mi? Ve eger bir degisiklik varsa bu nasil bir sey?

Bilindigi gibi, hem Öcalan daha Suriye’de iken, hem de oradan çikarildiktan sonra devlet onunla ve diger PKK yetkilileri ile, bazen subaylar ve MIT elemanlari vasitasiyla, bazen bazi ‘güvenilir’ gazeteciler yoluyla görüsmekte idi. O zaman bu görüsmelerden amaç PKK’ ye silah biraktirmak, en azindan tek yanli ateskese ve Öcalan’i Türkiye’ye dönmeye ikna etmekti.

Öcalan yakalanip Imrali’ya konduktan sonra ise zaten bu görüsmeler rutin hale geldi. Öcalan Imrali’da asker kontrolünde idi. Bu iliski Genelkurmay’in planlarina uygun olarak JITEM ve Ergenekon gibi derin askeri yapilar üzerinden yürütülmekte ve bu kesimin tercihine uygun olarak PKK yeniden dizayn edilip politika ve eylemlerine yön verilmekte idi. MIT güdümündeki KCK örgütlenmesi de bu asamanin ürünüdür.

Bu iliski, 4-5 yil süreyle pürüzsüz isledi. Ama 2002 yilinda AK Parti’nin seçimleri kazanip hükümetin degismesi ile isin rengi degisti. Bunu içlerine sindiremeyen askerler cunta hazirliklarina basladilar. Bu kapsamda, daha önceki darbeler öncesinde de yaptiklari gibi, ortaligi karistirip kamuoyunu hazirlamak için psikolojik bir savas baslattilar, provokatif eylemlere giristiler ve bu kapsamda ‘PKK terörü’ne de gerek duydular. Bu nedenle, silahlari susturmus, tam bir baris güvercinine dönüsmüs olan PKK birden sahinlesti ve orda burda, çogu güdümlü, sike çatismalar basladi.

Bu asamadan itibaren AK Parti hükümeti, bir yandan darbe girisimlerini bosa çikartmak için darbecilerin üzerine gider, JITEM’e ve Ergenekon’a yönelik operasyonlar baslatirken, öte yandan Imrali’daki Öcalan’in ve PKK’nin denetimini ele geçirmek için de harekete geçti ve bu konuda hükümetle asker arasinda amansiz bir bilek güresi basladi.

Bu çekismede süreç hükümetten yana isledi. Zamanla Imrali’daki askeri kusatma bir dereceye kadar kirildi, Öcalan ve PKK ile iliskiler hükümete yakin sivil MIT elemanlarinca saglanir oldu. Oslo süreci basladi. Öyle olunca, yillar yili askerin gücü konusunda bir kuskusu olmayan ve askerden yana oynayip hükümeti suçlayan Öcalan, güç dengesinin degistigini fark edip tavir degistirdi. Kendi durumunun iyilestirilmesi, ev hapsine alinmasi karsiliginda, çatismanin sona erdirilmesi konusunda hükümetle anlasti. Devletle anlastigini, ‘tarihin en büyük Kürt antlasmasini yaptigini’ ileri sürdü ve ‘artik halk savasina gerek kalmadigini’ söyledi.

Ne var ki bu kez ‘Yüce Baskan’in direktifi uygulanmadi. O güne kadar Serok’u yere göge sigdirmayan, ‘günes’lestiren, onun saç ve burun sorunlari yüzünden kitleleri seferber eden Kandil’deki pasalar, bu kez Öcalan’i pay pas ettiler, sözünü yere çaldilar. Seçim sonrasi, yeni bir anayasa çalismasinin gündeme girdigi, herkesin diyalog ve barisçi çözüm yönünde yeni adimlar bekledigi bir ortamda zincirleme silahli eylemler baslatip ortami sabote ettiler. Bir baska deyisle, PKK sefleri yumusamayi, diyalogu ve barisçi çözümü degil, kaosu tercih ettiler. Bunun, Kürt halkinin degil, çatismaya oynayan Ergenekoncu güçlerin bir tercihi olduguna ve onlarin, PKK içindeki güçlü elleriyle bunu sagladiklarina kuskum yoktu. O dönemde yazdigim, ‘Kaosu kim ister’ baslikli yazimda bunu dile getirmistim.

Söz konusu dönemde, yani MIT eliyle görüsmelerin sürdügü bir asamada, bir yandan ordu tarafindan zaman zaman hayata geçirilen nokta operasyonlari, diger yandan süregelen KCK tutuklamalari ve bunlarin oynadigi kiskirtici rol, hakli olarak akla gelebilir. Elbet, bütün bunlar da Kürt tarafi bakimindan güven sarsici gelismelerdi ve hükümetin, tüm bu gelismeler bakimindan sorumluluk tasidigi yadsinamaz.

Bu sürecin sabote edilmesine, bölgedeki yeni gelismeler nedeniyle Türkiye ile yollari ayrilan Suriye ve Iran gibilerin de katkisi elbet olmustur. (Öcalan Suriye’den çikarildiktan sonra da Suriye’nin bir eli PKK içinde olmaya devam etti, Iran ise tam bu asamada PKK ile uzlasip, PJAK sorununu çözerek devreye girdi).

Tüm bunlarin yani sira, Oslo görüsmeleri kamuoyuna yansiyinca Hükümet görüsme sürecini sonlandirdi, dili sertlesti ve askeri operasyonlara hiz verdi. Böylece güvenlik politikalari yeniden ön plana geçti.

Buna bakinca, degisimin son günlerde ansizin olmadigi, en azindan geçen yilin Agustos ayindan beri isleyen bir süreç oldugu ortada. Hükümetin Öcalan ve PKK ile görüsmelerden bir sonuç alamadigi ve bunda israr etmekte bir yarar görmedigi anlasiliyor. Alti aydan beri Öcalan’la avukat görüsmelerine engel konmasi da bunun bir göstergesi.

Bu durumda, Basbakan Erdogan’in, PKK ve Öcalan’la görüsülmeyecegine ve ‘parlamentodaki uzantinin’ yani BDP’nin muhatap alinacagina dair sözleri elbet bir degisimi ifade ediyor.

Simdi iste medyada ve siyasi çevrelerde bu durum tartisiliyor. Bazilari, hükümetin PKK ve Öcalan’la görüsmeye son vermesini tümüyle güvenlik politikalarina, 1990’lara dönme olarak niteliyorlar. Bu elbette son derece abartili bir yorum. Kaldi ki hükümet, simdiye kadar önemsemedigi BDP’yi, Öcalan ve Kandil’den bagimsiz hareket etme kosuluyla önemsemis oluyor.

Öte yandan bu tutum ne kadar gerçekçi ve hangi sorunu ne derece çözebilir?

Kanimca hükümetin Kürt sorunu konusundaki tutumu dün net degildi, bugün de degil. Onu çözmek için daha bastan kapsamli projelere sahip degildi, bugün de degil.

AK parti geçmis hükümetlerden elbette farkli. Ilk kez sorunun adini koydu, bu sorun ülkenin en büyük sorunu ve siddet yöntemleriyle çözülemez, dedi. Bir açilim süreci baslatti ve bazi olumlu adimlar da atti. Ama hep el yordamiyla yürüdü, kararli davranmadi ve güçlükler, engeller karsisinda duraklayip geri çekildi. Elbet bu kararsizlikta, destek görmesi gereken toplumsal kesimlerin bir bölümünden gereken destegi görmeyisinin, önyargilarla karsilanmasinin da payi var. Yine de bu, durmak ve geri adim atmak için hakli bir gerekçe degil. AK Parti hükümeti, eger sorun çözmek için yeterince hazirlikli olsa ve kararli davransaydi bu engellerin üstünden asardi.

Ama ne AK Parti bu konuda yeterince hazirlikli ve kararli idi, ne de PKK buna uygun bir partnerdi.

Aslinda Imrali sürecinde takindigi tutumla, tam da Türk devletinin isteyebilecegi bir çizgiye çekilmekle, Kürt taleplerini siradan bazi kültürel haklara indirgemekle, PKK’nin pekâlâ çok uygun bir partner oldugu söylenebilir. Öcalan bu asamada ne bagimsizliga, ne federasyona, hatta ne de otonomiye gerek var dedi, üniter devleti ve Kemalizmi savunur oldu. Partisi de onu izledi. Öyle olunca kendileriyle anlasmak çok kolay olmali degil mi?

Ama olmadi. Çünkü Öcalan’i Imrali’ya koyan ve onun eliyle örgütünü de teslim alan devlet, herhangi bir çözüme gerek görmedi, Öcalan ve partisi ile anlasmayi degil, onu kullanmayi yeterli buldu. Çünkü Türk devletini yönetenlere göre çözüm Kürtlere hak tanimak degil, Kürtleri asimile edip Kürt kimligini yok etmekti.

AK Parti ise çözüm konusunda, Kürtlerin tüm temel, mesru haklarini tanimaya hazir olmasa bile, önceki hükümetlerden bir derece farkli oldu. Açilim sürecini baslattigi zaman Kürtleri razi edip silahli çatismayi durdurmayi amaçlamisti. Bu konuda, istemlerini çok asagiya çekmis, çitayi nerdeyse yere düsürmüs Öcalan ve partisiyle pekâlâ anlasabilirdi. Ben buna, açilim sürecinin baslarinda ‘kelepir fiyatina çözüm’ demistim. Ama hükümet bunu yapamadi; çünkü silahlarin susmasina karsi olan derin devlet bunu da engelledi. Erdogan hükümetinin Öcalan ve PKK ile görüsmelere son vermesinin nedeni budur.

Eger derin devlet engellemese, Öcalan ve PKK’nin bilinen talepleri dogrultusunda uzlasilsa Kürt sorunu çözülmüs, Kürtler mesru olan temel haklarina kavusmus olurlar miydi? Hayir. Ama Öcalan gözaltinda bir eve tasinmis, dagdakilere bir üçüncü ülkede iltica kosullari saglanmis olabilir ve silahlar pekâlâ susabilirdi.

Simdiyse hükümet, Öcalan ve PKK ile görüsmelerden umudu kesmis olup, ‘terörle mücadeleye devam ve uzantilariyla görüsme’ stratejisini ‘taktigi desek daha dogru olur- seçmis görünüyor.

Bu demektir ki eger BDP hükümetle bir uzlasma saglayip PKK’ye de kabul ettiremezse, PKK tümüyle pes etmedigi sürece çatisma sürecek demektir.

BDP bunu saglayabilir mi? Eger tümüyle imkansiz degilse bile çok zor… BDP gibi her önemli durumda Imrali ve Kandil’i muhatap gösteren bir partinin özgürce muhatapliga soyunmasi, kendi basina karar vermesi olacak gibi görünmüyor.

Öyle olunca bu dügümün çözümü kolay olmayacak. Çözüm PKK ve uzantilarinda arandikça, onlar muhatap sayildikça da çözümün belirsiz bir gelecege ertelenmesi sasirtici degil.

Peki çözüm ne?

Bu konudaki görüslerimi daha önce de birçok kez dile getirdim. Muhatap her seyden önce Kürt halkidir. Onun temel haklarini tanimak için birileriyle pazarliga gerek yok. Bu temel haklar, kültürel, yönetsel ve siyasidir. Bunlar, suyu yokusa sürmeden, ipe un sermeden, yani Kürt halkini ve Türkiye kamuoyunu oyalamadan taninmalidir. Çözüm esitlik temelindedir. Dünyanin baska yerlerinde benzer sorunlar nasil çözülmüsse Kürt sorunu da öyle çözülmelidir. Bu federatif biçimdir. Kürt halki nüfus bakimindan çogunlukta oldugu cografyada, yani Kürdistan’da bölgesel yönetim haklarina kavusmali, yerel hükümeti ve parlamentosu olmali, Kürtçe, Türkçenin yani sira ikinci resmi dil olmalidir.

Uzaga gitmeye gerek yok, Irak ve Güney Kürdistan örnegi yanibasimizda.

Bu elbet kolay degil ve bir anda olmayabilir, çözüm Türk halkini da ikna etmeyi gerektiren bir süreç isidir. Hükümet eger böylesi adil ve esitlikçi bir çözüm için yolu açmak istiyorsa, yeni anayasanin tüm kimliklere esit mesafede bir vatandaslik tanimini, anadilde egitimi ve ademi merkeziyetçi bir yönetim sistemini içermesini saglamalidir.

Bu meselenin bir yanidir. Elbet PKK’nin kendisi de bir sorundur ve mevcut çatisma ortami sona ermeden Kürt sorununun çözümünde mesafe almak kolay olmayacaktir. Çatisma ortaminin sona erdirilmesi için ise PKK ile, onun lideri Öcalan’la görüsülebilir. Biz geçmisten beri buna karsi degiliz.

Ayrica BDP’nin de yüz dolayinda belediyeye ve kitle destegine sahip, 30 küsur milletvekili ile parlamentoda temsil edilen bir parti olarak kendine güven duymasini ve Kürt sorununun adil ve esitlikçi çözümünde rol oynamasini isteriz. Bunun için hem bu role talip olmali, topu Imrali ve Kandil’e atmamali, hem de PKK’nin silah birakmasi için çaba göstermeli. Çünkü silahlarin bu güne kadar yarari-zarari ne idi bir yana, bu saatten sonra hiçbir yarari yok. Onlar sadece çözümün önünde engel.

PKK silah birakmadan hem Kürt siyaseti normallesemez, bizzat BDP’nin kendisi özgürce siyaset yapamaz, hem de çözüme ve barisa elverir bir diyalog ortami olusamaz.

3 Nisan 2012

Kemal Burkay

Back to top button