Makale

Ortadogu’da degisim, 2. Bölüm; Radikal Islam’in ortaya çikis süreci, Soguk Savas Dönemi ve Yesil Kusak Politikasi

Ortadogu’da degisim süreci

2. Bölüm

Radikal Islam’in ortaya çikis süreci
Soguk Savas Dönemi ve Yesil Kusak Politikasi

ISID El Kaidenin bir ürünü ya da parçasi olarak Irak’taki terör ortaminda sahneye çikti, sonra, Suriye’deki iç savas kizisinca oradaki Sünni bölgelerine yayildi. Ardindan Irak’ta Musul’u ele geçirdi ve Sünni nüfusun yogun oldugu diger bazi kent ve kasabalara ilerledi ve buralardan Bagdat merkezi hükümetinin güçlerini kovdu.

Siyah giysiler örtünen ve ABD’nin Ku Kluks Klan tarikati gibi yüzlerini siyah maskeyle gizleyen; kafa kesme, toplu infaz ve benzeri siddet eylemleriyle korku ve dehset salan bu örgüt, tüm bunlari Islam adina yaptigini ileri sürmektedir. Bu haliyle, Taliban ve El Kaide de dahil, mevcut Islamci örgütler arasinda en radikali görünümündedir.

ISID’in ne olup olmadigina deginmeden önce onu ortaya çikaran kosullara ve sürece deginmekte yarar var. Kanimca bu süreç, geçen yüzyilin ortalarindan, özellikle 2. Dünya Savasi’nin ardindan, ABD ve yandaslarinin Sovyetler Birligi’ni ve bir bütün olarak Dogu Avrupa’daki sosyalist sistemi, Islam ülkelerinden olusan bir yesil kusakla çevirme, kusatma politikasiyla basliyor.

ABD ve öteki emperyalist, kapitalist güçler dini, özellikle de Islam’i, komünizme ve demokratik hareketlere, hatta ulusal kurtulus hareketlerine karsi bir panzehir olarak gördüler. Bu anlayisla Cezayir’den Pakistan’a kadar olan Arap ve Islam cografyasinda ‘Türkiye dahil- Islami hareketi sola ve ilerici demokratik hareketlere karsi örgütleyip egitme çabasina giristiler. Türkiye’de bu dönemde Ülkü Ocaklari’nin yani sira Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ilim Yayma Cemiyetleri kuruldu. Insanlar irkçi-soven ve bagnaz dinsel söylemlerle kiskirtildi. 1960’li yillar Türkiye’de ve Kürdistan’da sol hareketin, isçi hareketinin ve Kürt ulusal hareketinin barisçi biçimlerde gelismeye basladigi yillardi. Ama çok geçmeden, sola ve Kürt hareketine karsi devletin baski mekanizmasinin yani sira, yine devlet tarafindan yönlendirilen sivil görünümlü irkçi-dinci güçler devreye girdi. Bir sag-sol kavgasinin yani sira, surda burda Alevi-Sünni kavgasi biçiminde bir mezhep kavgasi boy verdi ve çesitli provokasyonlarla kiskirtilan bagnaz kesimler Alevilere, solculara, Kürt yurtseverlerine saldirtildi. Maras, Malatya, Çorum ve Sivas olaylari bunun tipik örnekleri idi. Bu eylemlerin arkasinda 1950’li yillarda, bütün NATO ülkelerinde olusturulan Kontrgerilla’nin eli vardi.

Bu dönemde iki sistemin (kapitalizmin ve sosyalizmin) önemli kapisma noktalarindan biri Afganistan oldu. Yillarca krallik rejimi altinda nispeten istikrarli, ama feodal-gelenekçi bir sistemle yönetilmis olan Afganistan da, 2. Dünya Savasi’nin ardindan Asya, Afrika ve Latin Amerika’yi saran devrim dalgasindan etkilendi. 1973’te krallik askerler tarafindan devrildi ve cumhuriyet kuruldu. Kurucular Sovyetlere yakin bir politika izlediler. Ancak 1979’da Hafizullah Amin adinda sol sekter biri darbe yapti ve isçi sinifinin henüz dise dokunur bir varligindan söz edilemeyecek bu köylü ülkesinde, feodal toplumu sosyalizme dönüstürme iddiasiyla, kosullara denk düsmeyen bir maceraya giristi. Bu zamansiz ve maceraci girisim kirsal kesimde yönetim karsiti yogun tepkilere yol açti. ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve Iran’in büyük parasal ve askeri destegiyle örgütlenen ve ‘mücahit’ diye adlandirilan savasçi gruplarin direnisi önce Hafizullah Amin’i, ardindan yerine gelen ve Sovyetlerce desteklenen Babrak Karmal yönetimini götürdü. Tam da bu yillarda bir çöküntünün esigine gelmis olan Sovyetler, 1989’da askerlerini Afganistan’dan çekti. Sovyet yanlisi Afganistan yönetimi 1992’de çöktü ve ardindan radikal Islamci Taliban, yönetimi tümden ele geçirdi.

Taliban örgütü, söz konusu direnis yillarinda dogdu ve güçlendi, en büyük müttefiki ise El Kaide idi. Bu ikisi de ABD tarafindan örgütlenip egitilmis, Suudi Arabistan ve diger anti komünist güçler tarafindan desteklenmis, zaman içinde güçlenmislerdi.

Ne var ki soguk savas döneminin ürünü olan, özellikle de sosyalist ve ilerici degerlere karsi bilenmis bu örgütler, Sovyetler Birligi ve sosyalist sistem bir bütün olarak çöküp dagilinca issiz kaldilar. Islam adina sözde ‘dinsizler ve kâfirlerle’ savasa kosullanmis olduklari için yeni düsmanlar aradilar; buna en uygun düsen ise Islam’a yabanci yasam tarzlari ve Islam ülkelerini acimasizca sömüren sistemleriyle kapitalist-emperyalist ülkeler oldu ve terör isinde uzmanlasmis, bu arada çesitli ülkelere dal-budak salmis olan El Kaide, kendisini yaratana, efendisine döndü. Suudi Arabistan’da, Beyrut’ta, bazi Afrika ülkelerinde ABD siyasi misyonlarini ve kurumlarini vurdu. 2002’de bizzat ABD’nin kalbinde Pentagon’a ve Ikiz Kuleler’e saldirdi. Daha sonra Istanbul da bu tür eylemlere sahne oldu.

ABD ve yandaslarinda safak atti, ama artik is isten geçmisti. Akrep besleyip baskalarinin evine salanlar bu akreplerin bir gün çogalip yayilip kendilerini de sokabilecegini hesap etmemislerdi…

Güçlüler ve kurnazlar böyledir, onlar her seyi gönüllerince dizayn edebileceklerini sanir, baskalarina tuzak kurar, sonra da bizzat kendileri bu tuzaklara takilir, kendi kazdiklari kuyulara düserler. Dünyada ve tarihte bunun örnekleri çoktur.

ABD kendi eliyle yarattigi El Kaide’nin belasina böyle ugradi. Yine ayni ABD ve yandaslari, kendi elleriyle yaratip iktidara getirdikleri Taliban’in, Afgan toplumuna ve bizzat kendilerine yarattigi belalardan kurtulmak için, günü geldi Afganistan’i isgal edip Taliban ve El Kaide ile sonu gelmez savaslara giristiler. Hâlâ da beladan kurtulmus degiller.

Terör örgütlerinin arkasinda çogu zaman, onlarin eylemlerinden yarar bekleyen, bu nedenle onlari besleyip yönlendiren devletler vardir. Ama terör iki yani keskin kiliç gibidir ve günü gelir sahibini vurur. Bazen de isleri bittiginde efendileri onlari yalniz birakir.

Özetlersek, El kaide adli terör örgütü Bizzat ABD ve yandaslarinin 20. Yüzyilin ortalarindan itibaren sosyalizme karsi izledikleri ‘Yesil Kusak Politikasi’nin ürünüdür. Ayrica El Kaide bu iste yalniz da degil; onun yani sira, bu dönemde beslenip büyütülen bir dizi terör örgütü yillardir Ortadogu’da, Kafkaslar’da, Afrika’nin çesitli ülkelerinde eylem halindeler.

Onlar bunu sosyalist sistemi yikma, solu dizginleme ve ilerici hareketleri engelleme adina yaptilar. Böylece bu ülkelerde yillar içinde küllenmis din ve mezhep savaslarini da yeniden ateslediler, bu ülkelerin dengelerini bozdular. Bizzat kendi ülkemizden de biliyoruz ki, 1960’li yillara gelinceye kadar bir Alevi-Sünni çatismasi yoktu. Kent ve kasabalarda her iki inançtan insanlarimiz evlerinde, is yerlerinde komsu idiler ve belli bir hosgörü olusmustu. Ama CIA’nin MIT’le paralel biçimde ve Kontrgerilla örgütü eliyle tezgahladigi provokasyonlar sonucu kisa sürede iki kesim arasinda gergin bir ortam olustu ve kanli çatismalar yasandi.

Oysa ne sosyalist sistemin, ne kendi ülkelerindeki solun, ne de diger ilerici demokrat güçlerin -insanligi bir yana birakin, ona zaten zararlari olmazdi- kendilerine, yani kapitalist baylara bile bu kadar zarari olmazdi. Dünya sosyalist olsa onlarin bireysel kasalari elbet bu kadar dolmaz, ama canlari da tehlikede olmazdi. Dünyamizda barisin huzurunu yasar, baska insanlarla esit olmanin bir felaket degil, tersine mutluluk oldugunu belki zamanla anlarlardi.

Ne yazik ki sosyalizm de sistemi saglam temeller üzerine kuracak ve karsidevrimi engelleyecek güce ulasmamisti; yenilgide karsi tarafin açtigi acimasiz savasin yani sira, kendi iç zaaflarinin, kusurlarinin da payi az degildi.

Evet, radikal Islam’in son 50 yilda bu denli güçlenmesinin bir nedeni, soguk savas döneminde iki sistem arasinda yasanan bu amansiz çekismedir. Hem bu çekisme sirasinda emperyalist güçler ve yandaslari dini radikal akimlari bir panzehir gibi görüp alabildigine kiskirttilar, hem de bu amansiz mücadelenin sonunda sosyalist sistemin yenik düsmesi, eski sosyalist ülkeler dahil, dünyanin pek çok yerinde dini degerlerin yükselisine, din ve mezhep kavgalarina, ulusal çekismelere yol açti veya bu tür egilimleri güçlendirdi. Diger bir deyisle, ileriye yönelik degisim dalgasi durunca, artik asilmis sanilan, ama pusuda bekleyen eskiye ait degerler, geçmisin kiri-pasi ve bunun yol açtigi çekismeler öne çikti. Bunlarin Yugoslavya’da, Kafkasya’da ve dünyanin baska yerlerinde nasil kanli kavgalara yol açtigini gördük. Su anda Ukrayna’da bile yasanan budur.

Öte yandan bugün Ortadogu’da ve genel olarak Arap-Islam dünyasinda yasananlari salt bununla açiklayamayiz. Söz konusu çalkantilar, ayni zamanda 1. Dünya Savasi’nin ardindan bölgede kurulan sistemin çökmesi, statükonun yikilmasidir.

Buna da yazimin 3. Bölümünde deginecegim.

Kemal Burkay

Back to top button