Makale

Resmi Tarihin Agirligi

Salvari saltag Osmanli
Egeri kaltag Osmanli
Ekende yog, biçende yog
Yiyende ortag Osmanli
Halk deyisi

Türkiye’de 1946 da ‘çok partili sisteme’ geçildi ve bir muvazaa partisi olan Demokrat Parti [DP] kuruldu. 1950 de ‘iktidar’ oldu. 14 ay sonra da [31 Temmuz 1951] Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak da bilinen, Atatürk aleyhine islenen suçlar hakkinda kanun kabul edildi. Kanun’un gerekçesinde: ‘Milli Mücadelenin kahramani ve memleketin kurtaricisi Atatürk, Cumhuriyetin ve inkilâplar rejiminin sembolü olmasi hasebiyle, hatirasina eserlerine ve onu ifade eden varliklara vâki olacak tecavüzler, bilvasita cumhuriyete ve inkilâplar rejimine tevcih edilmis bir mahiyet ifade edeceginden…’ deniyor. Ölmüs bir sahsiyet için özel bir kanun çikarmanin anlamsizligi ve saçmaligi bir tarafa, o halde neden böyle bir kanuna gerek duyuldu sorusuyla devam edebiliriz. Aslinda söz konusu kanun, Atatürk’ten baska seyleri korumak için gündeme gelmisti. Amaç 1923-1950 dönemini tartisma konusu olmaktan çikarmakti. Bir bakima Atatürk’ü koruma kanunu, 12 Eylül cunta anayasasinin ünlü geçici 15 maddesinin öncülüydü. Nitekim kanun tasarisinin tartisildigi meclis oturumunda söz alan Ankara milletvekili Selâhattin Adil, asil amacin ne oldugunun farkinda görünüyor… Selâhattin Adil: ‘Tasarinin esbabi mucibesinde söyle bir cümle var: ‘Bu tasari kanunlastigi takdirde milletçe hissedilen büyük bir ihtiyaç tatmin edilmis olacaktir’. Arkadaslar 1946 yilindan beri milletin köylüsü ile kasabalisi ile temas ettiniz, dileklerini dinlediniz, aman bize bir heykel dikin diyen tek bir vatandasa rastladiniz mi? [Soldan alkislar]’.

‘Bu meclis kürsüsünden aci aci sikâyet ettigimiz 27 senelik seflik idaresi mahsurlarini, memlekete yapilan fenaliklari, hakiki Cumhuriyetin, ancak milletin sagduyusuna dayanarak mevkii iktidara gelen bu günkü hukuki bir hükümetle vücut buldugunu yüzlerce defa tekrar eden bizler degil miydik? Halk Partisi’nin bin bir yolsuzlugunu zikrederken, Meclise hâkim olan bu parti âzalarinin ne surette intihâp olundugunu bilmiyor muyduk? Simdi bu geçmis idareye seflik veya diktatörlük demek tecavüz telâkki olunarak, söyleyen ve yazani hapse mi mâhkum edecegiz? [Öyle sey yok sesleri…]. Ankara milletvekili kanunun asil amacinin farkinda ama DP’nin bir muvazaa partisi oldugunun, benim asil devlet partisi dedigim gerçek iktidar odaginin taseronu oldugunun farkinda degildi… Aksi halde böyle bir kanun tasarisi gündeme alinir ve kabul edilir miydi?

Aradan 61 yil geçmisken, bu sefer de AKP Padisahlari koruma kanunu çikarmaya hazirlaniyor… Aslinda bu durum Türkiye’deki ‘modernlesme’, demokratiklesme yolunda katedilen mesafenin ve entellektüel düzeyin de bir göstergesi sayilabilir… O halde bu sefil durumu nasil anlamak, açiklamak gerekiyor. Ölmüs sahsiyetler için özel kanunlar çikarmanin mantigi nedir? Aslinda bu tür garabetler ve zorlamalar rejimin niteligini de ortaya koyuyor. Yakin zamanda Kütahya’da yaptigi bir konusmada, Basbakan R. T. Erdogan sunlari söylüyor: ‘Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadimizin at sirtinda gittigi her yere biz de gideriz; her yerle biz de ilgileniriz. Ama bunlar, televizyon ekranindaki ecdadimizi zannediyorum o Muhtesem Yüzyil dizisindeki gibi taniyor. Bizim öyle bir ecdadimiz yok. Biz öyle bir Kanuni, öyle bir Sultan Süleyman tanimadik. Biz öyle bir Kanuni tanimadik, onun ömrünün 30 yili at sirtinda geçti. Sarayda o gördügünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz lazim. Bunu çok iyi anlamaniz lazim. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kiniyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamiza ragmen yarginin da gerekli karari vermesini bekliyoruz.”

Basbakan bunlari söyler de adamlari bos durur mu? Hemen bir kanun teklifi hazirlanmis… Kanun teklifini hazirlayan AKP Istanbul milletvekili Oktay Saral: ‘Bundan sonra Türk aile yapisina uygun, çocuklarimizi rencide etmeyecek, bizim dilimizde zivanadan çikarmayacak dizi yapacaklar. Artik bu tarz dizileri bin düsünüp, bir yapacaklar. Insanlar bize ‘Bu diziler yüzünden çocuklarimiz tarihini, atasini tanimiyor’ diyorlardi, artik böyle söyleyemeyecekler!’ diyor.

Resmi tarihe dair kisa not

Türkiye’de yasayan insanlarin zihni, biri Cumhuriyet dönemine, digeri de Osmanli Imparatorluguna dair üretilmis iki resmi tarih tarafindan zehirlenmis bulunuyor. Mâlûm oldugu üzere resmi tarih, egemen siniflarin bilinmesini istedigi tarihtir. Resmi tarih iki sey yapar: Bir sanli geçmis üretir yani parlatir ve bir de geçmisin kirlerini siler yani temizler. Öyle ki, geçmiste olan her sey mükemmeldir, güzeldir, tertemizdir, soyludur, sanlidir, gururlandiricidir… Orada hosa gitmeyecek hiç bir sey yoktur. Velhasil resmi tarih yalana, tahrifata, yok saymaya, adiyla çagirmamaya dayanan ideolojik bir fabrikasyondur. Geriye dönük [retrospective] olarak uydurulmus bir kurgudur. Eger amaca uygun bir geçmis yoksa her zaman için yeniden icat edilir. Zira ‘geçmis, ögünülecek fazla bir sey olmayan simdiki zamana daha serefli bir arka plan sunar.’.[1] Egemen sinif, kendi sinifsal çikarina uygun bir tarih versiyonu ‘imal etmeye’ giristigi anda, tarihin tahrifati da basliyor… Dolayisiyla ögrenilen, ögretilen, bilinen resmi tarih, bir yalanlar, tahrifatlar, yakistirmalar manzumesinden baska bir sey degildir.

Neden böyle bir zorlamaya basvuruluyor? Çünkü ‘tarihsel bellek’ önemli bir ideolojik mücadele alanidir. Eger bir toplumun bu gününe egemen olmak istiyorsaniz, onun dününe egemen olmaniz gerekir. Bunun için de tarihi tahrif etmek esastir. Bu, geçmis dönemin toplumuna bu günün egemenlerinin biçtigi elbiseyi giydirmektir. Netice itibariyle Osmanli Hanedani, kendi ihtiyacina uygun bir resmi tarih versiyonu olusturdu. Daha sonra ‘Cumhuriyet’ yönetimi de ayni seyi yapti. Her ikisi de tarihsel bellegin önemli bir ‘ideolojik egemenlik alani’ oldugunu çok iyi biliyorlardi. Bu durumu bireysel planda da geçerlidir. Avrupa’da yeni yetme burjuvalarin, soylu ünvanlarini satin almasi, 1980 [12 Eylül] sonrasi Türkiye’sinde yeniden kompradorlasma programinin sagladigi ‘imkânlarla’ [devlet ihaleleri, hayali ihracat, devlet tesvikleri, vergi iadeleri, uyusturucu ve silah kaçakçiligi, bankerlik adi altinda dolandiricilik, ‘kara para aklama’, kumar, vb.] hizla zenginlesen ‘isbitiriciler taifesi’, müzayedelerden Osmanli pasalarinin yagliboya portrelerini satin alip, görgüsüzce dösenmis salonlarina asiyorlardi… Böylelikle kendilerine ‘yeni bir geçmis’ vehmediyorlar, sahip olduklarinin sadece maddi zenginlikten ibaret olmadigini dosta-düsmana kanitlamak istiyorlardi…

Neden Osmanlilar, Türklerin ecdadi, atasi degildir?

Bu günün Türk etnisitesinin Osmanli’inin devami oldugu tezi ve inanci, imparatorluk mantigindan haberdar olmayanlarin bir kuruntusudur. Her ne kadar Osmanli dinastisinin [hanedaninin] bir Oguz boyu olan Kayi’dan geldigi kabul ediliyorsa da, imparatorluk söz konusu oldugunda etnik kökenin hiç bir önemi yoktur. Bu yüzden de Beylikten imparatorluga giden süreçte Kayi’dan geriye pek bir sey kalmadigini söylemek mümkündür. Dolayisiyla, ilk kurucularin etnik kökenine bakarak, Osmanli Imparatorlugu’nun bir Türk imparatorlugu oldugunu söylemek mümkün degildir. Ibn-i Haldun, devlet ‘ancak kabile ve yakinlik baginin yardimiyla kurulur; ama belirli bir esik asildiktan- iyice yerlestikten ve oturduktan sonra, devlet egemenligi için yakinlik bagina gerek kalmaz'[2] diyor. Kaldi ki, Osmanli kelimesi etnik bir zatiyeti degil, politik ve sosyal içerikle yüklü bir tabirdi ve ‘devlet hizmetlerinde bulunan ve devlet bütçesinden geçinen hâkim ve müdir sinif’ anlaminda kullaniliyordu. Yazinin basindaki halk deyisinde de görüldügü gibi, halk kitleleri de Osmanliyi ‘yabanci bir unsur’ olarak algiliyor, kendinden saymiyor ve öyle davraniyordu. Netice itibariyle Türk etnisitesi imparatorluga dahil, onlarca etnik unsurdan, reayadan sadece biriydi. Osmanli demek hanedan demekti ve hanedan da evlenmeler yoluyla baslangiçtaki etnik kökene bütünüyle yabancilasmisti [kaldi ki, bu durum tüm hanedanliklar için geçerlidir]. O çaglarda bu günkü gibi irka, kana, milliyete, etnik kökene, soya-sopa gönderme yapan bir anlayis mevcut degildi.

‘Osmanli hanedani mensuplari için önemli olan, padisahin genetik yapisi ve etnik orijini degil, kutsal gücün sahibi ve tasiyicisi olmasiydi. Durum böyleyken, milliyetçi Türk tarihçilerinin ve bazi politikacilarin Osmanli padisahlarini birer Türk Basbugu olarak görme çabalari, bu sahsiyetlerin milliyetçiliklerinin bile ne kadar tutarsiz, sig oldugunun bir göstergesidir… Osmanlilar kendileriyle su veya bu etnik unsur arasinda bag kurma, özdeslesme gibi kaygilara yabanciydilar. Eger Osmanli padisahlari, illâ ki, ‘basbug’ sayilacaksa, Türklerin degil, kapikullarinin basbuguydular ve kapikullari Türk orijinli olmak zorunda degillerdi…'[3] Nitekim, ’17. Yüzyilda imparatorlugu yönetmek üzere iktidara getirilen 62 vezir-i âzamdan, sadece 9’u Türk asilli gözükmektedir.’ [4] Aslinda bu durum Osmanli Imparatorluguna özgü bir sey degildi. Bu tür haraca dayali hanliklarda, sultanliklarda, imparatorluklarda kural, ilk gerçek kuruculara yabancilasmaktir. Bu yüzden, kurulus döneminde etkin tüm unsurlar: Savasçi gaziler [Gaziyan-i Rûm], Âhî örgütleri, ‘heterodoks’ dinî önderler ve örgütleri birer birer tasfiye edilecek veya örgütleri ‘yeni devletin’ ihtiyaçlari dogrultusunda yeniden biçimlendirileceklerdi…

Tarihi yazanlar kadinlar olsaydi…

Osman Gazi ve oglu Orhan’dan sonra gelen padisahlarin ezici çogunlugunun Türk kökenli olmayan anadan dogduguna bakilirsa, Osmanli padisahlarinin Türklügü tartismalidir ama velev ki Türk olsalardi da yöneten-yönetilen iliskisinde ve Türk etnisitesinin durumunda kayda deger bir degisiklik olmazdi. Zira sorun dogrudan devlet, daha dogrusu imparatorluk mantigini angaje eden bir seydir… Eger irka dayali bir secere zinciri izlenecek olursa, Osmanli Hanedani’ni olusturan unsurlarin en çok yabancilastiklari irkin Türk irki veya Türk etnisitesi oldugu sonucuna varilabilir… Bu konuyla ilgili olarak Osmanli Hanedaninin Yapisi adli eserin yazari A.D. Alderson, Profesör Lybyer’den su alintiyi yapiyor: ‘Orhan’in saf Mogol soyundan geldigi, tüm tahta geçen sultan annelerinin Türk kani tasimadigi ve yine her dogan çocukta annenin rolünün baba ile esit oldugu iddiasi dogru olarak kabul edilirse, Mogol kani oraninin yaklasik milyonda bir oldugu kolayca hesaplanabilir.’ Anderson yukaridaki alintiyi yaptiktan sonra söyle devam ediyor: ‘Son dört sultan ve son halife, Orhan’in ondokuzuncu kusagi ‘yirminci degil- olduklarindan hesap bes yüz binde bir olmalidir. Her ne kadar Lybyer’in padisah annelerinin, genellikle Türk olmadiklari tezi dogru ise de, önemli ölçüde istisnalar da vardir. I. Mehmedin annesi Devletsah Germiyan ogullarindan; II. Murad’in annesi Emine Dulkadir ogullarindan ; II. Beyazid’in annesi Gülbahar [muhtemelen Osmanli]; I. Selim’in annesi Ayse Dulkadir ogullarindan ve I. Süleyman’in annesi Hafize [muhtemelen Osmanli idiler]. Bunlar orani on alti bin de bire düsürür ve her ne kadar güçlü ihtimal degilse de diger padisahlarin bir kisminin annelerinin Türk kani tasimasi da muhtemeldir'[5] diyor.

Tarih, kapikulu/erkek tarihçiler, vak’a nuvisler, ‘akademik statünün gardiyanlari’ tarafindan degil de, kadinlar tarafindan yazilmis olsaydi, bu gün Osmanli Imparatorluguna ve Türkiye Cumhuriyetine dair çok farkli bir bakis ve algi geçerli olurdu. Öylesine köklü bir erkek-egemen, erkek merkezli anlayis yerlesmis durumda ki, sadece babanin, yani erkegin belirleyiciligi esas aliniyor. Anne ile babanin esit etkinligi yok sayiliyor… Erkek egemen tarih versiyonunda kadinlara yer yoktur… Bu yüzden resmi tarihle hesaplasmak, kadinlara hak ettikleri yeri vermek, haksizligi gidermek için de büyük önem tasiyor.

Padisahlari korumak üzere bir kanun çikarmaya hazirlanan AKP’nin asil amaci televizyon dizilerini engellemek degil. Asil amaç yalana ve tahrifata dayali resmi tarihin tartisma konusu yapilmasinin önüne geçmektir. Zira, sahte efsanelerin çökmesinden korkuyorlar… Aslinda asil hedefte olan, elestiri özgürlügü, fikir özgürlügü, bilimsel üretim özgürlügüdür… Elestirel düsünceye tahammülsüzlügün, bagnazligin, yasakçiligin bir tezahürüdür… Dolayisiyla sorun, ‘çocuklari televizyon dizilerinin tahribatindan kurtarmak’ degil, uyduruk resmi tarihi ve resmi ideolojiyi elestiriden muaf tutmakla ilgilidir… Bu yüzden de neyin söz konusu oldugunu bilmek önemlidir… [6]

————————————————————-

1. Eric Hobsbawn, Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Yay. 1999. s. 9.

2. Ibn’i Haldun, Mukaddime, s. 360-361.

3. Niyazi Berkes, 100 Soruda Türkiye Iktisat Tarihi II, Gerçek Yay. s.213

4. Ismet Parmaksizoglu, Türklerde Devlet Anlayisi, Imparatorluklar Devri [1299-1789], Basbakanlik Basimevi, 1982, s. 92.

5. A.D. Alderson, Osmanli Hanedaninin Yapisi, Iz Yay. 1998, s. 148

6. Osmanli Imparatorlugu ve imparatorluk mantigina dair daha fazla bilgi için bkz: Fikret Baskaya, Yediyüz- Bir Devlet Geleneginin Anatomisi, Özgür Üniversite Kitapligi, Ankara 4. Baski…

Fikret Baskaya

Back to top button