Sosyalizme dogru halk hareketlerinin birligi ve çesitliligi
Çeviri: Fikret Baskaya
Sosyalizme dogru hareket
Burada ileri sürülen görüsler, kapitalizme karsi mücadele eden halk hareketlerinin sürekli olarak karsi karsiya geldigi temel sorunlari tartisma gündemine tasimayi amaçliyor. Kapitalizme karsi mücadeleden anladigim da sadece radikal olarak üretim araçlarinin özel mülkiyetine dayali kapitalizmi asmayi (lagvetmeyi), onun yerine isçilerin sosyal mülkiyetine dayali bir sistem kurmayi amaçlayan hareketler degil. O asamaya varmasa da, o kadar iddiali olmasa da, emek (sermaye tarafindan kullanilan) – sermaye [isçileri çalistiran] iliskisini kayda deger derecede dönüstürmek üzere mobilize olan hareketleri de kapsiyor. Bu hareketlerin her biri farkli derecelerde kapitalizmi sorun edebilir ama ayni zamanda o yönde hareket ettikleri yanilsamasi da yaratabilirler ki, bu durumda bunlarin talepleri sistem tarafindan kolaylikla eritilebilir, etkisizlestirilebilir. Tabii gelistirilen stratejiler ve stratejilerin etkisizligi (zaafi) arasindaki sinirin o kadar da net olmadiginin farkinda olmak gerekir. Ayni sekilde stratejik hedeflerle taktik amaçlar arasindaki siniri çizmenin zorlugu da söz konusudur.
Bir bütün olarak alindiginda, bu hareketlerin önemlice bir kismi ‘sosyalizme dogru hareket’ olarak nitelendirilebilir. Burada son on yillarda bazi Latin Amerika partilerinin [Sili, Bolivya ve digerleri] dillendirdigi bir deyisi ödünç almis oluyorum. Bu partiler, komünist partilerin geleneksel hedefini (sosyalizmi kurmak için iktidar olmak) reddettiler, onun yerine daha mütevazi görünen, sosyalizme dogru ilerlemeye imkân veren sosyal ve politik kosullari sabirla yaratma tercihi yaptilar. Aradaki fark su ki, söz konusu komünist partiler tarafindan benimsenen sosyalizm, Sovyet deneyinden esinlenen önceden tanimlanmis bir sosyalizmi öngörüyordu ki, iki kavramda özetleniyordu: Millilestirmeler ve planlama. Kendilerini ‘sosyalizme dogru hareket’ olarak tanimlayan partiler ise, modern bir ekonominin yönetiminin sosyalizasyonun nihai tanimini önü açik olarak birakiyorlar.
Kendilerini sosyalist, dahasi komünist olarak tanimlayan bir kisim örgüt ve parti de ‘hepsi degil-, Marx’in, kimi zaman da, Sovyetizmin ve Maoizmin, velhasil tarihsel marksizmin mirasçisi sayiyorlar.
Esasen, sanayi devriminden itibaren kapitalizmin zafer kazanmasi ve emperyalist yayilma sonucu küresellesmesi, es zamanli olarak daha ileri bir uygarlik projesinin, sosyalizmin/komünizmin kosullarini yaratti. Bu kesifte çok sayida nehir kavustu ve Engels ve daha sonra Lenin, Marksist varyantin bilinen siniflandirmasini yaptilar: Ingiliz politik iktisadi, ütopik Fransiz sosyalizmi, Hegelci Alman felsefesi. Bu, gerçegin basitlestirilmis bir versiyonuna tekâbül ediyordu ve Marx öncesi ve sonrasi bir çok katkiyi disliyordu.
Süphesiz, sosyalizm/komünizm projesinin formülasyonunda Marx’in katkisi hayâti bir kopus demeye geliyordu. Gerçekten Marx’in düsüncesi, kapitalizmin tüm veçheleri itibariyle ve tüm gerçekligiyle tutarli bir elestirel degerlendirilmesine dayaniyordu. Bu, Marx’i tanimayan, yok sayan önceki ve sonraki sosyalist formülasyonlarda olmayan bir seydi. Kapitalizme özgü deger yasasinin formülasyonu, sermayenin uzun dönem birikim egilimleri ve çeliskilerinin netlestirilmesi, bir yanda siniflar mücadelesiyle uluslararasi çatismalar arasindaki iliski, diger yanda sermaye birikiminin modalitesinin degismesiyle politika arasindaki iliski, yabancilasmis sosyal bilinç… Özetle Marx’in düsüncesi tarihsel marksizmin, özellikle de Ikinci ve Üçüncü Enternasyonallerin, Sovyetizmin ve Maoizmin yolunu açti.
Modern dünyanin olusmasinda Fransiz devriminin merkezî pozisyonu
Benim anlayisimda Fransiz Devrimi, modern dünyanin olusmasinda mekezî bir öneme sahiptir. Zira bir degerler (özgürlük, esitlik, kardeslik ‘simdilerde dayanisma deniyor) sistemini tanimliyor ki, bu, moderniteyi temel çeliskisiyle birlikte olusturuyor. Bu degerler, kesfedilmesi gereken ilerinin sosyalist degerleridir ve kapitalizm kosullarinda gerçeklesmeleri mümkün degildir. Bu anlamda da Fransiz Devrimi bir burjuva devreminden öte bir seydir. Mesela 1688 Ingiliz Devriminden farklidir ve Montagnarde Konvansiyonuyla daha öteyi, daha ileriyi isaret ediyordu.
Kapitalizmin gelismesi için gerekli olan kapitalizmin degerleri, özgürlük ve mülkiyet, aslinda bir devrim olmayan ‘Amerikan devrimi’ denileni yaratabilirdi ancak… Ve bu ikisi birlikte (özgürlük ve mülkiyet) sadece girisim özgürlügü (tesebbüs özgürlügü) demeye geliyordu ki, Yeni Ingiltere kolonilerindeki küçük aile isletmesi veya Güneydeki köleci tarim isletmeleri, daha sonraki dönemde büyük sanayi isletmeleri ve nihayet finans tekellerini tanimliyordu. Bu iki degerin birlikteligi, her türlü esitlik olanagini ortadan kaldiriyor. Kanunlar karsisinda esitlik retoriginin içini bosaltiyor. ‘Firsat esitligi’ bir retorik olmanin ötesine geçemiyor, zira baslangiçtaki esitsizligi yok sayiyor. Öyle bir esitsizlik ki, mülk sahibi siniflari isgücünü satmak zorunda olan proletaryadan ayiriyor. Bu ikili, yani özgürlük ve mülkiyet, esitlizlige görünür bir mesruiyet kazandiriyor. Ve bu anlayisa göre de esitsizlik bireyin yeteneginin, becerikliliginin ve çalismasinin sonucu olabilir Dayanismanin erdemlerini yok sayiyor ve sadece onun tam karsiti olan bireyler ve isletmeler arasinda rekabeti kabul ediyor.
Dogasi geregi özgürlük ve esitlik, çatismali-çelisik kavramlardir ki, bunlarin birbirinin tamamlayicisi olabilmeleri, birbirlerini tamalayabilmeleri için, bir azinlik mülkiyeti olan burjuva mülkiyetinin lagvedilmesi gerekirdi. Fransiz devrimi, Montagnarde radikallesme aninda bile o kadar ileri gidemedi Kutsal mülkiyeti korumakla yetindi. Mülkiyetin, küçük çiftci ve küçük esnaf mülkiyeti biçiminde genellesecegi beklentisi vardi. Kapitalizmin hareketinin kaçinilmaz merkezilesmesi ve mülkiyetin giderek sermayenin mülkiyeti biçimini alacagi sezilmis degildi.
Iste, kapitalizmden daha ileri bir uygarlik asamasi olmasi gereken sosyalizm/komünizm düsüncesi, zamanla ve tedrici olarak özgürlük, esitlik, dayanisma üçlüsü, burjuva aziligin mülkiyetinin yerini isçilerin kollektif mülkiyetinin almasi demeye geliyordu.
Sosyalist düsüncenin ve eylemin olusmasinda farkli yönelisler
Modern dönemin halk hareketlerinin temelinde, kapitalist sosyal iliskiler ve isçilerin sömürüsü gerçegi yatiyor. Bu hareketler bazi durumlarda kendiginden(spontane), kimi zaman da isçileri örgütleyip bu amaçla harekete geçiren gruplarin eseri oldu.
Bu söz konusu hareketler, yeni Avrupa’da sanayi devrimiyle birlikte çok erken sahneye çiktilar, özellikle Ingiltere’de , Fransa’da ve Belçikada ve daha sonralari Almanya ve Avrupa’nin baska yerlerinde, iste Yeni Ingiltere denilen Amerika Birlesik Devletlerinde ortaya çikti. Ve tüm bir XIX. Yüz yil boyunca da farkli yönlerde gelisti, XX. yüzyilda ‘devrimci’ ve ‘reformist’ denilen bir rotada yol aldi.
Çevredeki ülkelerde, baska türlü ifade edersek, kapitalist dünya sistemine entegre olmus, egemen merkezin ihtiyaçlarina cevap veren bagimlilik statüsüne indirgenmis ülkelerde de baska hareketler ortaya çikti. Tarihsel kapitalizm dünya ölçegindeki gelisme-yayilma sürecinde, kutuplastiricidir, su anlamda ki, karsilikli olarak egemen merkezler ve egemenlik altindaki çevre es zamanli olarak birbirlerini üretiyorlar ve bu bir asimetri biçiminde ortaya çikiyor. Öte yandan kapitalizmin mantigi, her seferinde bu durumu derinlestiriyor. Kapitalizm ve emperyalizm madalyonunu iki yüzü gibididir, ayni realitenin iki yüzüdür. Böylesi kosullarda da sisteme karsi yürütülen mücadeleler, genel bir çerçevede anti-emperyalisttirler, su anlamda öyledirler ki, bu tür hareketler kapitalizm sonrasi (post capitalist) bir toplum kurma amaci tasimazlar ama merkezin zengin ülkelerini ‘taklit ederek yakalamayi’ amaçlarlar. Bu nitelikten ötürü de bunlar Çin komünizminin bir kavramini kullanmak gerekirse, dogasi geregi kompradordurlar. Dolayisiyla (ve III. Enternasyonal komünizminin bir kavrami olan, ‘anti-feodal’ gerçek bir burjuva devrimini tetikleyecek, gerçeklestirecek bir milli burjuvazi olusturmazlar. Bu yüzden, anti-emperyalist ve anti-feodal genis bir sosyal ittifak tarafindan, sosyalist-komünist perspektife sahip bir parti tarafindan yürütülen mücadele, potansiyel olarak anti-kapitalist bir mücadeledir.
Ulusal kurtulus perspektifine sahip bu tür hareketler, anti-feodal/halkçi ve anti-emperyalist safhanin ötesine geçme dinamigine sahiptirler- burjuva demokrat degildirler. Dolayisiyla sosyalizme dogru hareketlere dahildirler.
O halde iki sosyalizme dogru hareket ailesini daha yakindan tahlil edebiliriz: Emperyalist merkezlerde ortaya çikip gelisenler ve egemenlik altindaki Çevrede ortaya çikanlar. Bu iki hareket ailesi için de hiç bir zaman soylalizme hareket etiketi garanti degildir, fakat potansiyel olarak öyle olma yetenekleri vardir. O halde bunlari öyle nitelemenin kosullari ve kriterleri nedir?
Kapitalist dünya sisteminin merkezlerindeki sosyalizme dogru hareket yönelisleri
Kapitalizmin lagvedilip, onun yerini sosyalist bir toplumun almasi gerektigi bilinci, ilk defa XIX. Yüzyil Avrupa’sinin baska yerinde veya ABD’de degil de Fransada ortaya çikti. Bu yönelis, 1848 devrimlerinin ve daha sonra Paris Komünü’ünün tetikleyicileri Jakobenizmin mirasiydi ki, devrimci Fransiz sendikaciligindan esinlenen Blanqui tarafindan teorilestirilmisti. Özyönetim ve üretim kooperetifi ikilisi, mülkiyetin sosyallestirilmesinin ilk sosyalist formülasyonunun kurumsal ve hukuki (juridique] çerçevesini olusturmustu.
Fransiz sosyalizmi ‘ eger öyle adlandirilirsa- idealist niteliginden ötürü, Marks’in esinlediginden farkliydi. Kökeni XVIII. Yüzyil Aydinlik Felsefesine ( Philosophie des Lumières) dayaniyordu ve onun radikal bir yorumunu temsil ediyordu: Adaletin etik degeri, yurttaslik, esitlik, özgürlük, dayanisma. Sermaye birikiminin, üretimin ve yeniden üretimin bilimsel tahlilini yok sayiyordu ki, Marx, sosyalizm isteginin nedenlerini ve dogasini anlamak üzere kapitalizmi analiz eden ilk ve tek sahsiyet olacakti.
Bilindigi gibi, Marx ve onun ardindan da II. ve III. Enternasyonal tarihsel marksizmleri, ‘Fransiz sosyalizminin’ teorisini ve pratigini elestirmislerdi. Blanquismi, komployu ve hükümet darbesini (coup d’état) kendi kendine örgütlenen proletaryanin uzun erimli mücadelesinin yerine koydugu için, daha az siddetli olmakla birlikte, Proudhon’un felsefesini, (Fransiz tipi) ‘devrimci sendikaciligin’ elitist anlayisini ki, Çagdas Fransa’da izleri bu gün bile canli ve diger ülkelerdeki’kitle sendikaciligindan veya ‘konsensus’ sendikaciligindan ayriliyor.
Tabi Fransiz çizgisinden baska örnekler de söz konusuydu ve özellikle Ingilterede olmak üzere, gerçek anlamda veya yanilsamali olmak kaydiyla Avrupa’da sosyalizme dogru hareketin olusmasinda etkili olmuslardi. Ama burada bunlarin tahliline girmiyorum.
Iste bütün bu nehirler kavusarak, Marx’in yasadigi ve aktif olarak katildigi Uluslararasi Isçi Derneginin (AIT) kurulusunu sagladilar.
O asamada, 1866 da Marx, (Uluslararasi Isçi Derneginin birinci Kongresinin Karar Tasarisinda) sunlari yazdi: ‘AIT’nin görevi, isçi sinifinin kendiliginden (spontane) haraketini birlestirmek ve genellestirmektir, ama ona bir reçete sunmak veya doktriner bir sistem empoze etmek degildir’.
AIT henüz olusum halindeki farkli partileri, sendikalari, dernekleri bir çati altinda topladi ki, bunlarin her biri Marx’inkinden, ayni sekilde Bakounine’in ve Proudhon’inkinden farkli bir doktrine gönderme yapiyorlardi. Marx AIT dahilinde, Isçi hareketi için etkisiz oldugunu düsündügü, bilimsel bir temeli olmayan, o yüzden de yanilsama kaynagi olan doktrinlere karsi ideolojik ve politik bir mücadele yürütüyordu. Fakat, yukardaki cümlede benim de katildigim temel ilkeyi ortaya koyuyordu: Farkliligi tani, kabûl et ve isçi sinifinin mücadelede içinde birligini saglamak için mücadele et
Oysa, yüzyilin son çeyreginde, Marx’in ölümünden sonra ve Engels’in yasadigi dönemde Avrupada ortaya çikan durum, sosyalizme dogru hareket, bu ilkeden tam bir sapmaydi.
II. Enternasyonal ‘büyük isçi partilerinin’ bir araya gelmesiyle olustu. Pratikte her ülke için tek parti söz konusuydu. Marx’in Avrupa’sindakinden çok farkli bir durumdu bu. Onunla az-çok es-zamanli olarak, büyük sendikalar da ortaya çikti. Her ülkenin ‘kendi’ partisi vardi ve herbiri digerlerinden farkliydi. Fakat her biri kendi ülkesinde ‘tek isçi partisi’ olma idealini paylasiyorlardi. Bu partiler baslangiçta farkli egilimlerin birlesmesinden (füzyonundan) olusmustu. Mesela Alman Sosyal Demokrat Isçi Partisi, Lassalci’leri ve Marksistleri bir araya getirmisti, Fransiz Sosyalist Partisi, (Fransiz sosyalizminin mirasçisi) Jaurés’cileri ve Marksist Guesdiste’leri ve Blanquist’leri kapsiyordu. Ingiliz Partisi (Parti Britannique) Isçi sendikalariyla (Trade Unions) karismisti ve Labour Party bu ikisinin bir tür federasyonu gibiydi. O dönemde bu evrim birçoklarina olumlu ve saglam görünüyordu. Tarih bunlarin düsünülenden çok daha kirilgan olugunu gösterdi. Fakat, örgütsel düzeyde seklen saglanan ‘birlik’, ilerki dönemde artik farkliligi bütünleyici (complementaire) olarak degil, – ki, zaten varligi inkâr ediliyordu- tam tersine onunla çatismali, çeliskili bir sey olarak algilaniyordu.
Isçi Partisi’nin görünür birligi, sendikalizmin olusmasiyla güçlenmis görünüyordu ki, o da zaten bütünlesmisti. ‘Kitle sendikaciligi’ yolu açiyordu: Bir sanayi ve ticaret sektöründeki tüm isçiler örgütlenmeli ve tek bir sendikaya dahil olmaliydilar (bu bir hedef olarak belirlenmisti). Daha sonra bu modelin olgunlasmis versiyonu Iskandinav sendikaciginda tecessüm edecekti. Fakat Fransa bu genel egilime istisna olusturmaya devam etti. Devrimci sendikacilik geleneginde, sendika politize olmus öncü isçileri üye kaydediyor, bünyesine aliyor ve bunlari ücretli isçi kitlesini harekete geçirmek, mücadelelerini örgütlemek ve/veya kendiginden (spontane) hareketleri desteklemek üzere seferber ediyordu. Sendika bir tür parti-benzeri (quasi parti) gibiydi, isçi partilerinin müttefiki veya rakibi gibi hareket ediyordu. Buna karsilik kitle sendikaciligi isçi kitlesinin politizasyonunu tesvik etmiyordu, tam tersine onlarin pasif itaatini kolaylastiriyordu. Kitle sendikaciligi tek bir ortak paydaya yaslanmisti: sadece ekonomik taleplere kilitlenmek ve seçimlerde müttefiki sosyal-demokrat partiyi desteklemek
1914 savasi Ikinci Enternasyonal parti ve sendikalarinin yetersizligini gün yüzüne çikarip, ifsa etti. Kautsky’nin ‘ihaneti’ Lenin’i bile sasirtmisti Oysa Bernstein’in baslattigi ‘revizyonist’ sapma – ve basarisi- göstermis oluyordu ki, söz konusu partiler ve sendikalar artik ‘sosyalizme dogru hareketler’ degildi Aslinda bu sapmanin asil nedeni ne ‘seflerin ihanetinden’ ve ne de dar bir isçi aristokrasisin çürümüslügünden veya örgüt bürokratlarinin kariyerizminden kaynaklanmiyordu. Kaynaginda nesnel bir neden vardi: Emperyalist yagmanin zengilestirdigi toplum gerçegi… Bu sapma iki savas arasinda (1920-1939) ve Ikinci Dünya savasindan sonra, ‘sanli otuz yilda’ da (1945-1975) devam edecekti. Kapitalizmi sorun etmekten vazgeçen ‘reformist’ partiler ve sendikalar, Leninist-komünistleri azinlik statüsüne indirgeyip, isçi sinifi çogunlugunun güvenini muhafaza etmeyi basardilar.
Tabii bazi ayrintilari ve nüanslari da tahlile dahil etmek gerekiyor ve bu satirlarin yazari bunun öneminin bilincindedir. Iki savas arasi dönemin bazi anlarinda, fasist ve nazi tehdidi karsisinda, (burjuva) demokrasisini koruma mücadelesi, iscilerin yasam kosullarini iyilestirme mücadelesiyle örtüstü. Ve Halk Cepheleri, mücadelelerin sosyalizme dogru harekete dönüsme umudunu büyüttü. Kita Avrupasinda burjuvazinin fetihçi Nazi Almanyasiyla isbirligi yapmasi, direnis hareketinde isçi sinifinin oynadigi rol, ayni sekilde Nazileri yenilgiye ugratan Kizil Ordu’nun prestiji, özellikle basta Fransa ve Italya olmak üzere, sosyalizme dogru hareketin yeniden yükselecegi umudunu canlandirdi. Isçi sinifinin Ingiltere ve ABD’de elde ettigi kazanimlar: Sosyal güvenlik, tam istihtam politikasi, verimlilik artisina endeksli ücret artisi, asla küçümsenecek seyler degildi. Bu kazanimlar, on milyonlarca isçinin yasam kosullarini olumlu yönde dönüstürdü. Ayrica kaydetmek gerekir ki, isçilerin bu kazanimlari, (sermaye için) emperyalist yagmanin derinlesmesi sayesinde mümkün oldu. Tüm sanli otuz yil (1945-1975) boyunca, enerji (petrol) nerdeyse bedavaydi
Dolayisiyla, emperyalist merkezlerde 1975’den itibaren sermayenin karsi saldirisina karsi durabilicek ciddi bir güç, bir engel yoktu. Bu yüzden, Sanli Otuz yili sonlandirmak, isçilerin kazanimlarini yok etmek zor olmadi Ve artik eski II. Enternasyonal parti ve sendikalari neoliberalizme teslim olabilirlerdi Netice itibariyle yolun sonuna gelip, dayanilmisti: ‘Konsensüs’ toplumu ki, bu ‘ebedi kapitalizmi’ kabullenmek ve yurttas-isçinin yerini seyirci tüketicinin- – almasi demeye geliyordu
Sermayenin bu zaferi ve söz konusu emperyalist merkezlerde her türlü sosyalizme dogru hareketin sahneden çekilmesi, yine de zannedildigi kadar kesin degil. Muzaffer sermayenin diktasina eslik eden yikim karsisinda yürütülen mücadele, sosyalizme dogru hareketin yeniden canlanma olasiligini haber veriyor. Bu soruna ilerde tekrar dönecegiz.
Sosyalizme dogru hareketin Leninist yönelimi (versiyonu)
Sosyalizm adina yürütülen ilk basarili devrim, yari-çevre bir ülke olan Rusya’da gerçeklesti. Rus Sosyal Demokrat Isçi Partisi XIX. yüzyilin sonunda kuruldu, Kautsky’nin akil hocaligi yaptigi, dönemin Avrupa partiler ailesine mensup oldugunu düsünüyordu. Aslinda Rus Sosyal Demokrat Isçi Partisi (POSDR) Avrupa’ya dahil degildi; sosyalizme dogru hareketin agirlik merkezinin, emperyalist merkezlerden Çevreye transferini haber veriyordu. Iste bu transfer, tüm XX. yüzyili sekillendirecekti. Tabii, Rusya’da Radikal (Bolsevik) egilimin, uzlasmaci (Mensevik) egilim karsisinda basarili olmasi da bir tesadüf degildi, zira savunma degil, saldiri yolunu seçmisti, oysa Avrupa partilerinin tamami tam tersini yapiyordu.
Bununla birlekte Lenin, sosyalizme dogru hareketlerin çesitliligi ve zorunlu birlikteligi iliskisi bahsinde II. Enternasyonal anlayisina bagli kalmisti. Daha da ötede iki konuda daha da ileri gitti. Birincisi, sadece isçi sinifinin tek partisine yer oldugunu düsünüyordu. Üçüncü Enternasyonal disindaki tüm partiler ona katilmadiklari takdirde sosyalizme dogru hareket sayilmayacakti Onlar haindi; baska bir sey degil ve onlarin yanilttigi, aldattigi halki kazanmak gerekiyordu. Yenilgisi ilan edilen 1918-1919 Alman Devrimine kadar bu konudaki görüsünü korumustu. Ikincisi, Sendikalarin bagimsizligini da kabul etmiyordu. Zira diyordu Lenin, bunlar kendi baslarinda birakildiklarinda reformist taleplerin, hak mücadelesi düzeyinin ötesine geçemezler. O halde bunlari sosyalizme dogru harekete dahil etmek, devrimci partinin devrim stratejisinin iletme kayisi statüsüne indirgemek gerekirdi… Oysa, Avrupa’da sosyal mücadelelerin gerçek tarihi, sendikalarin rolüyle ilgili Lenin’in ve Ikinci Enternasyonalin bu kavramlastirmasini yalanlamaktaydi. O asamada (Almanya’da oldugu gibi), konsensüse dayali ve seçim perspektifini (Almanyadaki SPD gibi) benimsemis partilerin sadik müttefiki ‘büyük kitle sendikalari’, finanslasmis büyük sermaye tekellerinin saldirisina engel olusturmaktan acizdiler. Tam tersine sermayenin amaçlarini gerçeklestirmesini kolaylastirdilar. Buna karsilik, (elitist ve azinlik olarak nitelenen) Fransiz devrimci sendikaciliginin devami olan sendikacilik pratigi, kitle tabanina daha büyük manevra alani tanidigi için, sermayenin saldirisi karsisinda daha etkili olabilmisti. Bu yüzden, Fransiz sermayesinin büyükleri ‘Alman modeline’ bosuna övgüler düzmüyor
Bu sekilde tanimlanan Leninizm, XX, yüzyil sosyalizme dogru hareketlerin ana esin kaynagi ve yaygin çizgisi olacakti. Buna karsilik, yukarda söyledigim gibi, Avrupa çizgisi veya versiyonuysa, her seferinde daha çok opportünist bir rotaya meyletti ve sadece sistem dahilinde bazi haklar elde etme perspektifine kilitllendi. Velhasil temel kapitalist iliskiler dahilinde kalmaya razi oldu ve bu niteliginden ötürü de, sosyalizme dogru hareket sayilamazdi.
Lenin’in kisiligi Sovyetler Birliginde ve dünyanin baska yerlerindeki sürdücülerinin, ardillarinin ‘leninizminden’ sorumlu sayilabilir mi? Evet ve hayir. Evet, çünkü Stalin dahil dünyanin her tarafindaki ardillari, Birlik/çesitlilik konusundaki Leninist dogmayi benimsediler. Hayir, zira Lenin Rus devriminin sadece ilk yillarinda yasadigina göre, sonrasindan sahsen sorumlu tutulamaz.
Yine de Lenin sonrasi dönem sosyalizme dogru hareketin gelecegi bakimindan önemli ve olumlu bir veçheye sahip oldu. Leninizm, devrimin sadece ileri kapitalist (aslinda emperyalist) ülkelerin gündeminde olduguna dair Avrupa-merkezli dogmadan koptu. Sosyalizm mücadelesinin agirlik merkezini Merkezden çevreye tasidi. Baku (1920) Lenin’nin varliginda ilan edildi. Ve III. Enternasyonal tüm dünyada mevcut iken, II. Enternasyonal sadece Avrupada vardi.
Soyetler Birligi toplumu söz konusu oldugunda, Leninist Bolsevikler tarafindan yürütülen sosyalizme dogru hareket, ülkenin nesnel kosullariyla yüzlesmek zorunda kaldi (geriligi; periferi kapitalizmi olusu). Ilan edilen ‘sosyalizmi kurma’ hedefini devlet sosyalizmine indirgedi. Burada devlet sosyalizmiyle, devlet kapitalizmi arasindaki fark üzerinde durmanin gerekli oldugunu düsünüyorum. Devlet kapitalizmi (De Gaull Fransa’sinda oldugu gibi) ve her ne kadar isçiler lehine önemli kazanimlar demeye gelse de, son tahlilde büyük tekellerin hizmetinde olmaya devam ediyor. Devlet sosyalizmiyse, farkli nitelikte iki unsur içeriyor: (1). Isçilerin iktidari oldugunu kabullendirmek, mesruiyetini saglamak için, hiç degilse sosyal politika alaninda önemli adimlar atmasi gerekiyor; (2). Dünya kapitalist sistemiyle iliskisinde bagimsiz bir durus söz konusu.
Bu devlet sosyalizmi, Stalinist ama kendini Leninist olarak tanimlamayi yegliyordu. Potansiyel olarak ve tedricen sosyalizmin degerleriyle daha uyumlu, sola yönelme istidadina sahipti. Bunun için de isçilerin iktidara katilmalari, fiilen iktidar olmalari gerekiyordu. Fakat ayni zamanda duraklama ve sonuçta sola savrulma ve kapitalizmi restore etme riskini de bünyesinde barindiriyordu. Nitekim, Yeltsin ve Gorbaçevle Sovyetler Birliginde ve Dogu Avrupa’da sonuç öyle oldu. Troçki daha iyisini yapabilir miydi? Bu konuda derin süphelerim var. Zaten bu yüzden IV. Enternasyonal (ki, aslinda III. Enternasyonalin bir tekrariydi), bir bakima daha öteye geçemeden, Leninist ilkeleri dillendiren hatiplerin trampleni oldu
Stalinist ve post-stalinist sistemler hiç bir zaman devlet sosyalizmi asamasinin (devletlestirme ve planlama) ötesine geçemediler. Fakat onun ötesine geçme girisimi Tito’co Yugoslavya tarafindan denenmeye çalisildi. Bu girisimin Moskova tarafindan süpheyle karsilanmasi, dislanmasi bir tesadüf degildi. Zira, Komünist Enternasyonal (daha sonra Kominform), giderek dünya ölçegindeki tüm sosyalizme hareket stratejisini, sadece Sovyet devletinin kapitalist kusatmasina karsi direnme perspektifine indirgedi. Nitekim, Bandung döneminde Baglantisiz ülkelere, özellikle de radikal anti-emperyalist Nasirci Misir’a empoze edilen ‘ kapitalist olmayan yol’ teorisi ‘ki, formüle edilir elimez elestirisini yapmistim- (burada sadece o konuda yazdiklarimi salik verebilirim) taktik ugruna stratejik perspektifin feda edilmesinin bariz örnegiydi
Dünya kapitalizminin çevrede (periferisinde), sosyalizme hareketin farkli bir formülasyonu, Leninist mirastan kopmadan ama onu asan Mao’ya ve Çin komünizmine nasip olacakti. Bu da baska bir sosyalizme hareket yönelisi demeye geliyordu ki, ilerki sayfalarda bu sorunu tartisacagiz.
Dünya kapitalizminin çevresinde sosyalizme dogru hareket yönelisleri
Çin deneyimine göz atarak baslayacagim.
Paris Komünü (Mart-Mayis 1871) ve Taiping Devrimi (1851-1864) (devrim diyorum, isyan degil) insanligin çagdas tarih asamasina geçisinin baslangiciydi. Bu ikisi, kapitalizmin ilerici karekteri hakkindaki yanilsamaya son verdi ve kapitalizmin son baharini ilan etti.
Uzun dönemli önemleri itibariyle bu iki devasa devrimden biri olan Paris Komünü, gelismis merkez kapitalist bir ülkede gerçeklesti. Fransa o dönemde Ingiltere’den sonra ekonomik gelismislik düzeyi bakimindan ikinci sirada geliyordu. Digeri, (Taiping Devrimi) ise, küresellesmis emperyalist kapitalizme henüz yeni eklemlenmis, egemenlik altindaki bir çevre ülkede patlak vermisti.
Taiping devrimi Qing’ler Çin’inde despotik emperyal otokrasiyi devirmisti. Benim tribüter (haraca dayali) dedigim ( Çin komünistlerinin ‘feodal’ dedigi ki, bu semantik sorun önemli degil) bu üretim tarzinda yönetici sinifin köylüleri sömürmesine son vermisti. Fakat Taiping Devrimi ayni zamanda tribüter sisteme kapitalist iliskilerin sizmasini da reddetmis, özel ticareti lagvetmisti. Ayni kararlilikla yabanci emperyalist sermaye egemenligini de reddetmisti. Ve bu isi çok erken bir tarihte yapmisti zira ilk emperyalist saldiri -1840 Afyon savasi- olali daha on yil geçmisti ve Çin’i imperialist-kapitalist küresellesmenin egemenligi altinda periferik statüye indirgeme amaci tasiyordu. Kendi çaglarina göre ileri bir adim atarak Taiping devrimcileri poligamiyi (çok evliligi) lagvetmis, nikahsiz yasamayi ve fuhusu yasaklamisti.
Taiping Devrimi ‘ki, onlar da ‘gögün çocuklariydilar’- emperyalist-kapitalist dünya sisteminin çevresindeki halklar için, insan uygarliginin daha ileri bir evresi olan sosyalizmin ilk devrimci stratejisini formüle etmislerdi. Taiping, anti-feodal, anti-emperyalist (daha sonraki dönemde Çin komünistlerinin bir kavramini kullanmak gerekirse) halkçi devrimin’ atasiydi. 20’inci yüzyili sekillendirecek olan Güney halklarinin (Asya, Afrika, Latin Amerika) uyanisiydi. Mao’ya esin kaynagi olmustu. Modern dünya kapitalist sisteminin çevresindeki tüm ülkeler için uzun sosyalizme geçis mücadelesinin yolunu açmisti.
Bu niteliklerinden ötürü, Paris Komünü sadece Fransa’nin tarihinin, ayni sekilde Taiping de Çin tarihinin bir âni degildi. Paris Komünü ‘proleter’ enternasyonalizmine muhteva kazandirmisti ki, Birinci Enternasyonal (Uluslararasi Isçi Dernegi) milliyetçi sovenizmi, sermaye kozmopolitizmini, geçmisin cemaatci kimligini asmanin yolunu göstermisti. Taiping’ in evrensellik çagrisi, sasartici bir sekilde Hz. Isanin figürünü bir sembol olarak almisti. Oysa Hz. Isa Çin tarihine yabanciydi. Düsmanlari ‘iktidar- tarafindan yenik düsürülmüs bir insan, nasil bir ‘Tanri’ olabilirdi, Tanri karsi konamaz, yenilemez olduguna göre? Taiping devrimcileri için Hz. Isa, misyonerlerin Çin’e sokmaya çalistiklari itaati vâz eden Hristiyanlik degil, insanlari özgürlestirme mücadelesinde ölümü göze alabilen ve o niteliginden ötürü de yasami ve mücadelesiyle dayanismanin basarinin kaniti oldugunu gösteren bir varlikti…
Paris Komünü ve Taiping Devrimi, gösterdi ki, -baska yerde daha önce yazdigim gibi- kapitalizm tarihte sadece bir parantezdir. Nihayetinde kisa bir parantez. Kapitalizm sadece kisa bir tarihsel dönemde kendini lagvedecek kosullarini yaratmisi, insan uygarliginin daha ileri bir asamasina giden yolun aralanmasi demeki, velhasil onurlu bir islev gördü. Paris Komünü ve Taiping Devrimi çagdas tarihin ayni sayfasini açtilar ki, 20’inci yüzyilda yol almaya devam etti. Kapitalizmin son bahariyla parallel olarak, birbiri ardindan gelen halklarin ilkbaharinin yolunu açtilar.
Kitanin diger ucunda Çin, politik olgunlasmaya uygun kendine has özellikler arzediyordu. Çin sosyal/politik haraçci (tribüter) üretim tarzindan (ki orada söz konusu üretim tarzinin saglam bir versiyonu geçerliydi) çikma sürecini, Avrupa’dan çok önce baslatmisti. Moderniteyi besyüz yil önce kesfetmis olmaktan ötürü daha ileri bir konuma sahipti (kelimenin gerçek anlaminda din disi bir tür laiklik lehine Budizmi terkedilmisti, iç pazara dönük meta iliskileri hizli bir gelisme içindeydi). Okuyucu söz konusu temayle ilgili yazdiklarima bakabilir. Çin, (Hindistan ve Osmanli Imparatorlugundan farkli olarak) Avrupa emperyalist kapitalizminin saldirisina da uzun zaman direndi. Ancak 1840’da Ingiliz topçu namlulari kadim imparatorlugun kapisini zorladi. Bu saldirinin Çin kapitalizminin önceki gelismesiyle çakismasi orada olagan disi hizlandirici bir etki yaratmisti: Topraga ulasma konusundaki esitsizlikler (ki, tribüter sistemin mantigi geregi olan direnç zayiflamaktaydi) derinlesti ve yötetici sinifin (imparator ve toprak aristokrasisi) ‘ihaneti’, hizla önceki dönemdeki ‘ulusal’ direnisin yerini aldi. Bütün bunlar Taiping devriminin erken dogumunu ve onun anti-feodal/anti-emperyalist niteligini açikliyor .
Netice itibariyle iki büyük devrim ama her biri küresellesmis emperyalist kapitalizmin birbirini bütünleyen iki yerinde ‘ Merkezde ve Çevrede- gezegenin iki ‘zayif halkasinda’ ortaya çikmisti.
Marx ve/veya tarihsel marksizmler küresellesmis kapitalizm gerçegini kavrayacak yükseklige çikabilmisler ve oradan hareketle de ‘dünyayi degistirmek’, daha dogrusu kapitalizmi asmak için gerekli etkin stratejileri formüle edebilmisler miydi? Evet ve hayir. Marx, kapitalizmin dünya ölçegindeki yayilmaci dinamiginin, genel bir çerçevede ekonomik ve sosyal kosullari homojenlestirecegini, tüm dünyada isçileri ayni sekilde, ayni derece ve yogunlukta sömürülen ücretliler statüsüne indirgeyecegini düsünüyordu. Bu temelden hareketle de, ilerici bir islev görecek olan kolonizasyonu (sömürgelestirmeyi) olumluyordu. Marx’in bu konudaki görüsünü ortaya koyan çok sayida alinti mevcut. Marx her ne kadar bu alandaki (Hindistanda, Cezayirde, Güney Afrika’da, Eritrede, ayni sekilde Texas ve Kaliforiya’nin ‘tembel Meksikalalara karsi ‘çaliskan yankee’ler’ tarafindan ilhakinda oldugu gibi ) igrenç kolonyalist pratikleri mahküm etse de Bilindigi gibi, Marx, bu mantiktan hareketle, Taiping hareketini mahküm etmisti (zira oradaki realiteden habersizdi). Oysa ayni Marx daha iyi bildigi durumlar söz konusu oldugunda, kapitalist yayilmanin çok farkli bir kavranisini ortaya koyuyordu. Mesela Irlanda’nin Ingiltere tarafindan sömürgelestirilmesini (kolonizasyonunu) asla olumlu bir sey olarak görmüyordu. Tam tersine, ödünsüz bir sekilde Ingiliz isçi sinifi üzerindeki yikici etkisinden söz ediyordu. Çinden biraz daha iyi bildigi Rusya söz konusu oldugundaysa, Rusya’nin (Lenin’in bir kavramini kullanmak gerekirse), dünya kapitalist sistemi zincirinin ‘zayif halkasini’ olusturdugu sezgisine sahip görünüyor. Dolayisiyla, bu nitelikten ötürü de orada anti-kapitalist bir sosyalist ilerlemenin imkân dahilinde olabilecegini düsüyordu. Nitekim, Marx’in Vera Zassoulitch’le yazismalari bunu dogruluyor. Eger servaji lagvederek, feodal sömürüyü etkisizlestirmeyi basarirsa – ki, bu sefer de yeni zengin köylülerin ve yeni latifundiyalarin (eski feodaller) (Mir biçiminde örgütlü) köylü topluluklarinin direncini arkasina alan köylü tabanli bir devrim ona olanakli görünüyordu. Dahasi böyle bir devrimin sosyalist ilerleme yolunda original bir yolun aralanabilecegini düsünüyordu.
Lenin ve ‘Leninist’ tarihsel marksizm, büyük bir ileri adim atti. Lenin ’emperyalizmi’ mahkûm etti. Belki Marx’a saygisindan olacak ‘ki, pek önemli de degil- kapitalizmin yeni-yakin dönemini bir asama olarak niteledi. Ve ondan gerekli iki sonuç çikardi: Avrupa’da ‘devrim’ gündemde degildir ve buna karsilik ‘Dogu’da’ ‘devrim’ gündemdedir. Lenin bu sonucu hemen çikarmiyor, tereddüt ediyor. Mesela hâlâ umut edilyordu ki, sistemin zayif halkasinda (Rusya’da) baslayan devrim, (basta Almanya olmak üzere) Bati’da isçileri ayaga kaldiracaktir. O hâlâ (1870 de baslayip Birinci Dünya Savasina götüren) kapitalizmin birinci büyük sistemik krizinin öldürücü sonuncu kriz olacagini umuyordu. Fakat Lenin vakit kaybetmeden olaylardan bir sonuç çikardi: Avrupadaki (Almanya’daki) devrim konusunda yanilmisti, devrim yenilgiye ugramisti, buna karsilik, sömürgelerde (kolonilerde), iste (Çinde, eski Osmanli Imparatorlugunda, sömürge ve yari-sömürgelerde devrim gündemdeydi Bununla birlikte Lenin, yaptigi yeni marksizm okumasini, kapitalist dünya sisteminde çevre veya yari-çevre olan Rusya’daki durumun tahliline tesmil etmedi. Rusya’daki durumu, onun yari-asyatik niteligini bir koz olarak degil, daha çok bir engel olarak görüyordu. Lenin gündemde olan yeni ‘devrim’ sürecinde köylülügün merkezi öneminin farkinda degildi. Dogru ya da yanlis, Rusya’da kapitalizmin gelismesiyle (mir’in) potansiyelinin ortadan kalktigini düsünüyordu. (Zaten gençlik eserlerinden birinin adi da öyleydi). Oradan çikardigi sonuç su idi: Rus devrimi köylülere toprak verecekti ama onlari mülkiyet sahibi yapmak için.
Bu tarihten gerekli sonucu çikarma isi Taiping’in mirascisi olan Mao’ya düsecekti. Mao, Dünya sisteminin çevresinde yer alan ülkelerde yürütülecek anti-feodal, anti-emperyalist devrimin, sosyalizme uzun geçisin hedeflerini ve stratejisini formüle etti. Bu anti-‘feodal’ devrimin hedeflerini tanimlarken, ne surette olursa olsun, geçmisle ilgili gerici ‘karanlikçi (passéist) her türlü yinilsamayi mahkûm etti. Çevre halklari tarafindan yürütülecek devrim, kaçinilmaz olarak universalist bir sosyalist devrim perspektife sahip olabilirdi
Mao’nun Çin komünizmi, Çinde sosyalizme dogru hareket için iç tutarliligi olan bir devrim stratejisi ortaya koymustu ki, onun dersleri çevrenin tüm halklari ( Asya, Afrika, Latin Amerika) için geçerliydi. Iste bu asamada buradaki temel sorunumuz olan: Birlik ve çesitlilik sorunuyla karsi karsiya geliyoruz.
Anti-emperyalist/anti-feodal/halkçi ve demokratik devrim (burjuva demokrat degil), farkli siniflari, ideolojik ve kültürel sosyal tüm hareketleri birlestiriyor. O bir ‘proleter devrimi’ olamaz. En azindan bu güne kadar modern perfiferi (Çevre) toplumlarinda öyle bir potansiyel sadece zayif bir çekirdek (ambriyon) olarak mavcuttu. Ezilen ve sömürülen köylü çogunlugu için de öyleydi. Ayni sekilde devrimci entelijansiya, egitimli orta sinifin önemli kesimleri için de… Ortadan kaldirmasa da sosyalizme dogru hareketi frenlemeye çalisan yerel (locale) burjuvaziyi etkisizlestirebilir. Söz konusu burjuvaziyi dogal komprador davranisindan uzaklastirip, ulasalci bir pozisyona yöneltebilir de.
Fakat o asamada Çin’in nesnel kosullari sadece bir devlet sosyalizmini mümkün kiliyordu. Ve o da yapildi. Fakat baslangiçta Sovyetik görünümlü bu sosyalizm, hizla bir çok farkli ve önemli konuda Sovyetler Birligiyle arasina mesafe koydu. Tabii politik ve ekonomik yasamin demokratiklestirilmesiyle, ondan ayri düsünülmesi imkânsiz kir kesiminin yönetimi konusunda da
Mao’ya göre bagimsizlik savasi döneminde pekisen halkin birligi, kir-kent iliskisi öyle bir sekilde yönetilmeliydi ki, (isçilerin ve köylülerin) esitligine helâl getirmemeli ve ayni zamanda ‘sosyalist ilkel birikim’ de reddedilmeliydi. Aksi takdirde kalkinmanin ve endüstriyel modernlesmenin yükü köylülerin sirtina binerdi Bir kere böyle bir tercih yapilinca, artik toplumun demokratiklesmesi yönünde yol almak mümkün hale gelirdi. Bu konudaki Maoist formül: ‘Kitle çizgisi’ oldu. Okuyucu, tüm bu sorunlarla ilgili olarak, Çinde sistemin sosyalizme dogru hareketinin evrimi, ilerlemeleri ve (Mao sonrasindaki) gerilemeleri, gelecege dair muhtemel farkli alternatifler (devlet sosyalizminin devlet kapitalizmine dönüsmesi), yakin dönemde yazdiklarima bakabilir.
Çin’in evrimine (1950’den günümüze) dair yaptigim okumalardan çikardigim önemli ders su: (halkin ve ulusun) birligi ve (ulusu olusturan unsurlarin) farkliligi iliskisinin ele alanis biçimi ve yönetimi, Pekin iktidarina bir mesruluk saglamak, oradan hareketle de rejime sosyal bir istikrar kazandirmak bakimindan basariliydi. Diger çagdas ülkelerle (mesela Hindistan, Brezilya ile karsilastirildiginda), Çin’in bu günkü önemli yükselisi, birlik/çesitlilik iliskisini iyi (ya da daha az kötü) yönetebilmesinin bir sonucudur.
Diger çevre ülkelerde de sosyalizme dogru hareket örnekleri, bu birlik/çesitlilik iliskisini uygun bir biçimde yönetebildiklerinde mümkün oldu. Bu da baslangiçtaki anti-emperyalist evrimi kolaylastirdi, kapitalist mantigin disina çikmaya imkân verdi ve uzun sosyalizm dogru mücadeleye evrilmesini sagladi. Bu vesileyle Viet-nam’i ve Küba’yi hatirlamak gerekir
Ayni sekilde, geride kalan son onyillarda Latin Amerika’da, Venezüella’da, Bolivya’da, Breziyla’da, Ekvator’da saglanan ilerlemeleri de dikkate almak gerekiyor. Halk siniflarinin güçlü isyanlarindan beslenen bu hareketler, seçimleri kazandilar (çagimizda bir istisna) ve bir ilk etabi asmayi basardilar. Fakat daha ileri gidebilmeleri ve gerçek anlamda sosyalizme dogru hareket olabilmeleri için, sadece sözünü etmekle yenimleyip, gerçekten birlik/çesitlilik çeliskisine etkin cevaplar bulmak durumundalar.
Bu vesileyle büyük halk hareketlerinin basarizlik örnekerini de hatirlamak gerekir. Söz konusu hareketler geride kalan onyillarda kanli diktatörleri indirmeyi basarsalar da, kendilerini sosyalizme dogru hareket olarak dayatamadilar. Bunlara örnek olarak, Mali’de Moussa Traoré, Filipinlerde Marcos, ve Endonezya’da Suharto rejimlerini verebiliriz. Bu hareketlerin hiç biri birlik ve çesitlilige dayali bir program formüle edip, pratige tasimayi basaramadi. Bu çeliskinin yönetim zaafi 2011’den beri Arap dünyasinda (Misir, Tunus, Suriye) ortaya çikan hareketler için de geçerli. Netice itibariyle bu ülkelerde nesnel kosullar gayet elverisle oldugu halde, hiç birinde sosyalizme dogru hareketten söz etmek mümkün degil. Daha da ötede durum içler acisi
Daha geride , Bandung döneminde ( 1955-1975), Asya ve Afrika’da basarili ulusal kurtulus hareketlerinin yükseldigi dönemde de durum ayniydi. Yaptigim tahlilde ifade edildigi gibi, tüm bu hareketlerde,sosyalizme dogru hareket olma istidadi ve olasiligi mündemiçti. Peki gerçekte ne oldu, yükselisleri, zaferleri ve âkibetleri?
Bu sorunun cevabnin müanse edilmesi gerekiyor. Evet, sosyalizme haraketlerin yükselme dönemlerinde bazilarinin digerlerinden daha belirgin ve umutvar oldugu durumlar olabiliyor. Mesela böyle bir durum ‘komünist’ Güney Yemen’de (ama aslinda halkçi-ulusçu) ya da tirnak içinde Sudan’da söz konusuydu. Bir çok Afrika deneyinde, ulusal kurtulus hareketini örgütleyip yöneten partiler, kendi kendilerini sosyalist, dahasi marksist kimi zaman da Leninist ilan ettiler ama ekseri söz konusu olan reel bir gerçeklikten çok hayâliydi. Bu görünüs dogmatik degildi, daha çok yönetici gruplarin ve arkalarindaki halkin arzularinin disa vurumuydu. Yine de tüm bu rejimler ‘halkin birligi-bütünlügü’ konusunda israrci oldular (tabii yöneticilerinin arkasinda birlik) ve ekseri ulusu olusturan büyük ulusal ittifak içinde rekabet halindeki baska sosyal çikarlari (etnik, dinî, dil kökenli), farkiliklarin önemini dikkate almadilar veya inkâr ettiler. Bu güdük yönetim anlayisi ve pratigi, baska türlü söylersek, sosyalizme dogru hareketin temel çeliskisi, onlarin istikrarli bir sekilde ilerleyememelerinin asil nedeniydi. Sonuç olarak bu hareketler sinira ulastiginda hizli bir tempoyla asinmaya maruz kaldilar. Mesruiyetlerini kaybettiler ve bunun sonucu olarak da yeniden çagdas emperyalizmin ve müttefiklerinin salladigi besige girdiler, komprador burjuvazinin, dahasi komprador devletin tarafi oldular.
Tabii daha fazlasi için ayri ayri her bir ülkedeki durumun tahlil edilmesi gerekiyor. Bu basarisiz sosyalizme dogru hareketlerle, bazi Afrika, Asya ülkesi ve Arap dünyasiyla, özellikle de Misirla ilgili somut analizler sundum.
Bu çalkantili tarihte, kendilerini marksist-leninist olarak niteleyen partiler ‘ tabii varolduklari dönemde- evrimi sosyalizme dogru hareket yönüne döndürmeyi basaramadilar. Zaaflarinin sebebi çesitliydi ama asil Moskova tarafindan yönetilen komünist enternasyonal kampina dahil olmalari, onlara baglanan umudun sönmesinin baslica nedeniydi. Nitekim, Moskova tarafindan önerilen ‘kapitalist olmayan yol’ tezine meyletmeleri, bu alanda dramatik bir örnekti Neticede söz konusu partiler saga kayan bir iktidar sisteminin ‘sol kanadi’ haline geldiler Hindistan örneginde eski Hindistan Komünist Partisinin ( CP of India) bölünmesi ve de facto Kongre Partisine ve anayasaya yaslanmasi ve (Maoizmden esinlenen) CP-M’nin kurulmasi, nitel bir siçrama yaratmayi basaramadi. Oysa, bunun için Çin Komünist Partisinin yaptigini ikinci nüshasini üretmek gerekiyordu. Bu basarisizligin nedenleri çok ve çesitli: Sinif mücadelesinin sürdürülmesinde kastlarin kutsal karakterini korumasi ve bunun yabancilastirici etkileri, Hindistan Birligini olusturan kurucu uluslarin çesitliligi. Bati Bengal’de ve Kerala’da Maoist- Komünist Parti’nin (seçimlerle) hükümete dahil olmasi, süphesiz bazi olumlu kazanimlar elde edilmesini sagladi, lâkin, Hindistan Birligi dahilinde güç dengesini sosyalizme dogru hareket yönünde degistirmeyi basaramadi. Ve giderek sistem tarafindan ‘yutuldu’, söz konusu iki eyaletteki sinirli etkisinin ötesine geçemedi. Marksist-Leninist Komünist Parti’nin kurulmasi ve dalit/köylü savasini baslatmasiyla, Maoist Hindistan komünizmi radikallesti ve ivme kazandi. Fakat kaydetmek gerekir ki, sonuç basarisizlik ve ardindan partinin parçalanmasi oldu. Yine de ayni çizgideki hareket, Nepal’de kimi olumlu sonuçlar ortaya çikardi ve tirnak içinde sosyalizme dogru hareketin imkân halinde oldugunu gösterdi
Bu ilerlemeler ailesini ‘Güneyin ilk uyanisi’, (Bu Bandung on yillariydi), ve ‘ ulusçu-halkçi’ rejimler olarak nitelendirdim ki, bunlarda sosyalizme dogru hareket sadece tirnak içinde mavcuttu. Söz konusu hareketlerin yöneteci elitleri, komprador besige girerek, iktidarlarini korumayi tercih ettiler.
Sosyalizme dogru hareketlerin yüzlesmek durumunda oldugu meydan okuma: Modern ekonominin yönetiminin sosyalizasyonu
Kendilerini sosyalist, komünist, marksist, marksist-leninist, maoist olarak tanimlayan devrimci ilerlemelerin ve gerçekten reformist hareketlerin, yüzlesmek durumunda olduklari temel sorun veya asil meydan okuma, ‘modern’ ekonominin yönetiminin ne ve nasil olacagiyla ilgiliydi. Ve söz konusu ekonominin temelleri, ister merkezde, isterse çevrede olsun, tarihsel kapitalizmin, yayilmasinin, genislemisinin sonucu olarak ortaya çikmisti. Merkezde reformist sosyalist sapma ve daha sonra Marx’a referanstan vazgeçilmesi, mantikî olarak ‘kapitalizmden sonra’ sorusunun sorulmasini engelledi. Buna karsilik, sosyalizmi kurma perspektifine sahip olan devrimler arenasi olan çevre ülkelerde, ekonomik yasamin yönetimi sorunu, devrimci öncülerin ve devletlerin baslca tartisma ve çatisma konusu oldu. Fakat, dünya kapitalizminin çevresinde devrim kosullarinin özel nesnel durumu, terazinin agir basah küfesi oldu: ‘yakalamak’ (üretici güçleri gelistirmek gerekiyordu) bunun için de ‘kopyalamak’ (kapitalist organizasyon biçimlerini yeniden ütetmek) ve ‘farkli bir sey’ yapmak (sosyalizmi kurmak) gerekiyordu. Bu soruyu verilen cevap, ya ‘devlet sosyalizmi’, ya da ‘devlet kapitalizmi’ oldu. Bu ikisi arasindaki sinir da muglâk ve oynakti. Kaydetmek gerekir ki, sosyalizmi amaçlayan teorik degerlendirmeler ve parti programlarinda olsun, ekonomi yönetiminin sosyalizasyonu alanindaki ilerlemeler ve politik yönetimin demokratiklestirilmesi her zaman birbirinden ayrilmaz, birbirini tamamlayan iki veçhe olarak görüldü. Gelecegin sosyalist/komüninist projesinde bu ilkenin merkezî bir yer tuttugunu hatirlamak gerekir. Lâkin, Sovyetlerin, Çinlilerin ve digerlerinin deneyleri, pratiklerinde bu iki temel veçheyi büyük ölçüde birbirinden kopardilar. Netice itibariyle, söz konusu meydan okumaya verilen cevap yetersiz kaldi.
Kapitalizmin sonbahari, halklarin ilkbahari
Her nekadar madalyonun iki yüzü gibi görünse de, kapitalizmin sonbahari, haklarin ilkbaharindan farklidir.
XIX. yüzyilin sonlarindan itibaren, kapitalizmin yeni biçiminin ‘ tekeller kapitalizminin- ortaya çikmasiyla, sistemin sonbahari da basladi, söyledigim gibi, kapitalizm parantezinin kapanmasi gündeme geldi. Kapitalizm ‘gününü doldurdu’, nihayetinde kisa bir dönemde (19. yüzyil) misyonunu tamamladi ve ilerici islevi sonlandi. Bununla kastettigim su: Eger 19. Yüzyil’da sermaye birikiminin ‘yaratici’ veçhesi baskin idiyse de (iste, insanlik tarihinin önceki çaglarinda esine raslanmaz bir hiz ve kapsamda teknolojinin fantastik ilerlemesi, bireyin özgürlesmesi (emansipasyonu), her ne kadar sinirli ve çarpitilmis, ayricalikli kesimler için söz konusu olsa da), hâlâ söz konusu birikimin yaraticiligi yikiciligina baskindi. Tekellerin ortaya çikmasi, emperyalist yayilma ve çevrenin kapitalizme entegre olusuyla, yikicilik bariz bir biçimde görünür oldu ve sistemin yikiciligi yapiciliginin önüne geçti, bu ikisi arasindaki iliski ters-yüz oldu.
Iste böyle bir uzun dönem perspektifinden hareketle, ‘gününü doldurmus’, ‘bunak’ kapitalizmin iki sistemik krizini tahlil ettim. Birinci uzun kriz (1971-73’den 1945-55’e) kadar devam etti, ikincisi ki, hâlâ devam ediyor yüz yil sonra, 1971-73 de basladi. Söz konusu tahlilde, sürekli krizden çikmak için sermayenin harekete geçirdigi asil unsuru, III. sektörü özellikle vurguladim: Üçüncü sektörün (sektör III) ortaya çikisi ve basdöndürücü büyümesi. (orada söz konusu olan, Marx’in tahlil ettigi üretim araçlarini üreten sektör (sektör I) ve tüketim araçlarini üreten sektöre (sektör II), iki sektöre ilave olarak ortaya çikan sektör kestediliyor. Böylece tekel rantinin ve es-zamanli olarak emperyalist rantin emilmesi (sogrulmasi) mümkün hale geliyor. Bu konuda Marx’in tahliline bakilabilir.
Lenin, kapitalizmin dogasinda ortaya çikan bu nitel degisimi dikkate almisti ama belki iyimserliginden olacak, kaptalizmin birinci sistemik krizinin onun sonu olacagi düsüncesiyle, sadece lânetlemekle yetinmisti. Emperyalist yayilmanin sistemin merkezindeki toplumlarda neden oldugu bozucu, sapkin, çürütücü sonuçlari hafife almisti. Mao, söz konusu sonuçlari gerektigi gibi dikkate alarak, sabirli olma yolunu seçti: Sosyalizm yolu uzun ve zorunlu olarak tuzaklarlar doluydu
20’inci yüzyil, Güney halklarinin birinci ‘uyanis’ yüzyili oldu. Daha dogrusu sistemin çevresindeki halklarin, uluslarin, devletlerin uyanisiydi: (bir yari-çevre olan) Rusya’dan hareketle, Çin’i, Asya’yi, Afrika’yi Latin Amerikayi kapsayan bir uyanis Bu anlamda 20. yüzyil söz konusu halklarin birinci ilkbahariydi. Yüzyilin basindan itibaren sahneye çikan bu ilkbahari haber veren önemli olaylar silsilesine isaret etmistim: Rus devrimi ( 1905, 1917), Çin (1911) ve sonrasi, Meksika (1919) ve digerleri. Bu sürece çagdas Asya ve Afrika’nin biçimlenmesinde çok önemli, taçlandirici ama ayni zamanda evrensel tarihin o dönemini sonlandiran Bandung’u da (1955-1980) dahil ettim. Bir bakima emperyalist yayilmaya haklarin verdigi o cevabi, Taiping devriminin devami ve üç kitaya yayilmasi olarak okumak mümkündür.
Buna karsilik Paris komünü’nün, gelismis Bati’da devami gelmedi, sürdürücüsü olmadi. Cesur girisimlerine ragmen, III. Enternasyonal komünistleri, emperyalist tekellerin belirleyici oldugu Bati toplumlarinda hegemonik blok karsisinda alternatif bir tarihsel blok olusturmayi basaramadilar. Iste 20. Yüzyilin gerçek drami da orada yatiyordu, Yoksa, Çevrenin uyanisinin yetersizliginden degil, Merkezde öyle bir uyanis olmadigi için. Eger, Merkez halklari, pro-emperyalist sapmadan yakayi kurtarabilselerdi, muhtemelen Çevre uluslarinin yetersizlikleri ve daha sonraki ‘zorunlu saplamar- bertaraf edilebilirdi.
20. ‘inci yüzyilda tarih sahnesine çikan halklarin ilkbahari etkisini kaybetti. Bir sapmadan digerine sürüklendiler ve sonuç itibariyle de çöktüler. Sermayenin karsi saldirisi karsisinda saga savruldular. Bu çöküs, 1990’larda bir dizi basarili karsi-devrimler seklinde tezahür etti. Solugu kesilen bu hareketler, ya sola yönelebilirler, degilse merkez sol formül dahilinde istikrara kavusabilirlerdi ama birbiriyle ilintili üç nedenle o yol kapandi: (1). Sosyal harcamalarin ve yardimlarin yetersizligi, sosyal ve jeopolitik kaygilara yabancilasmis demokrasi pratiginin yetersizligi; (2). Iktidarlarin baskiciligi ve; (3). Emperyalist Bati’nin müdahaleleri. Böylesi kosullarda Sovyetlerdeki ve Dogu Avrupa’daki ‘devrimleri’ (1989-1991), ‘halklarin ilkbahari’ olarak nitelemek tam bir kaba gürültüdür, farstir… Kapitalist gerçeklikle ilgili bir yanilsama üzerine insa edilmis bu hareketlerin olumlu bir seyler üretmesi asla mümkün degildir. Söz konusu ülkeler olsa olsa gelecekteki ilkbaharlarini bekleyebilirler.
Tüm bir 20’inci yüzyil boyunca ve bu güne kadar kapitalizmin sonbahariyla halklarin ilkbahari (ki, sadece çevre haklarinin bahariydi) birbirinden kopuktu. Dolayisiyla kapitalizmin sonbahari evrimin ana unsuru, asil motoru olmaya devam etti. Onu giderek büyüyen barbarligin rotasina yerlestirdi ki, sermaye egemenliginin ihtiyacina cevap veriyordu ve sürekliligini sagliyordu. Önce emperyalist barbarlik, ABD’nin ve sultasi altindaki Avrupali müttefiklerinin (NATO), gezegeni Triad’in ( ABD, AB, Japonya) tek yanli çikarlari için militarize etmeleriyle daha da sitdetlendi. Ama ayni zamanda kurbanlarinin, Güneyin bazi halklarinin barbarliktan baska bir sey üretme yetenegi olmayan (gerici-karanlikçi) bir rotaya savrulmalarini da kolaylastirdi…
Kapitalizmin sonbahariyla, halklarin ilkbahari biribirleriyle kavusmadikça, tüm çevre haklarinin ama ayni zamanda Merkezin mücadelesi etkinlik kazanmadikça, -bu gün için geçerli olan bu risk- devam edecektir. XXI’inci yüzyil, Güney’dekilerin devrimci mücedele hamleleriyle, Kuzey’dekilerin pro-emperyalist sapmalarinin devam edecegi XX. yüzyilin bir tekrari mi olacak?
Çesitliligi kabul ederek birligi insa etmek
Kapitalizme karsi mücadele yürüten farkli sosyal güçlerin stratejik mücadele birligini saglamadan, sosyalizme dogru hareketlerin ilerleme sansi yoktur. Tabii öncelikle söz konusu sosyal farkliliktan ne anlasildigina açiklik getirmek gerekir. Dikkate alinmasi gereken farkliliklar var, dikkate alinmamasi gereken farkliliklar var. Zira, farkliliklarin kaynagi ve biçimi çok çesitlidir, namütenâidir. Farkliliklarin bir dökümü yapilacak olsa, herhalde bir kaç istatistik tablosuna sigmazdi: Kadinlar ve erkekler, gençler ve yaslilar, milliler [ulusa mensip olanlar) ve göçmenler, bazi üklelerde derisi su veya bu renkte olanlar, su veya bu dine, su veya bu kültüre mensup olanlar, su veya bu dili konusanlar, mülk sahibi olanlar ve olmayanlar, kalifiye isçiler, kalifiye olmayanlar, vb
Basitlestirici olmayan bir sinifsal analiz sorunun netlestirimesi, bilince çikarilmasi yolunda daha ileriye gitmeye imkân verir. Esas itibariyle kapitalizmde burjuvalarla (üretim araçlarina sahip olanlar/veya mülkiyeti yönetenler) ve proleterler (sadece isgücünü satabilir durumda olanlar) arasinda temel bir çeliski (karsitlik) mevcuttur. Fakat bu karsitlik (çeliski) büyük sosyal fakliliklar/tezatlar biçiminde tezahür ediyor. Kalifiye isçi olmaktan ötürü belirli bir istikrar ve güven ortaminda çalisan ücretliler (emegini satanlar), sürekli istikrarsizliga ve güvensizlige mahkûm olanlar. Küçük, ortaboy ve büyük kapitalistler, büyük finans tekellerini yönetenler, vb
Bu temel sinifsal farkliliklar, egemen bir capitalist/emperyalist ülkeye veya egemenlik altindaki bagimli Çevre ülkeye menup olma durumuna göre de çok büyük farkliliklar arzeder. Zengin bir ülkenin proleterinin durumu, yoksul bir ülke proleterinin alter ego’sundan farklidir. Bu günün egemen merkez ülkelerinde köylü kitlesi önemsiz bir varligi sahip iken, çevrede çok önemli bir kitleyi olusturuyordur, vb
Süphesiz, kapitalist sermaye birikimi sosyal yapilanmayi basitlestirme istidadina sahiptir (mülkiyetin yogunlasmasi, denetiminin merkezilesmesi) ama kapitalizmin sosyal yapilandirmasinin basitlestiriciligine dair görüs bir kaç bakimdan sakattir. Bunlar: (1). Burjuvazi-proletarya karsitliginin, politik alanda kendini ifade eden diger sosyal güçleri ortadan kaldiracagi; (2). Bir yanda burjuvazinin, diger yanda proletaryanin çok az farklilasmis homojen bloklar haline gelecegi; (3). Kapitalizmin dünya ölçeginde yayilmasinin, ileri ülkelerdeki sosyal yapilanmayla, ‘yakalama’ yolunda olan (veya ‘kalkinma yolunda’ denilen) ülkelerdeki sosyal yapilanmayi birbirine benzetecegi, vb.
Mesela XIX’uncu yüzyilda Avrupa’da sanayi kapitalizminin gelismesini alalim. Kitanin hiç bir ülkesinde yeni egemen sinif olan burjuvazi, Eski Rejimin aristokratlar sinifini tasfiye etmedi. Her yerde onlarla politik kompromi (uzlasma) içine girdi. Iktidarin önemli mevkilerini onlara birakti (subaylar sinifi gibi). Ve eger, 1914 savasi emperyalistler arasi bir savas idiyse, ayni zamanda tüm Avrupa’nin basi taçlilarinin da savasiydi. (Fransa savastaki tek cumhuriyetti, ABD savasa dahil olana kadar!).
Burjuvazi tüm üretim araçlarina sahip, sadece mülk sahiplerinden ibaret bir sinif degildir. Hisse sahipligi (aksiyonarya) sisteminin devreye sokulmasiyla, mülkiyet tabani genisleyip, yaygin hale gelebiliyor ama tabii denetimi degil! Burjuvazi sadece küçük, ortaboy ve büyük kapitalistlerin pramit seklinde olusturduklari homojen bir sinif degildir. Orta sinifin bazi katmanlarini da (geliri ücrete dayali orta sinif unsurlari gibi) kapsar. Bunlar toplumun politik ve sosyal yönetiminde rol alirlar. Burjuvazi yükselen bir sektörde ve/veya bölgede, ya da gerilemekte, körelmekte olan bir sektörde konumlanisina göre de farkiliklar arzeder.
Çevredeki burjuvazi sadece geç sahneye çikmis, dolayisiyla Bati modelinde gelisen bir burjuvazi degildir. Öte yandan biri ulusçu (iyi birjuvazi), digeri komprador (kötü burjuvazi) olmak üzere iki parçali da degildir. Kapitalizmin gelisme/yayilma döneminde ortaya çikan söz konusu burjuvazi, dogasi geregi ve bir bütün olarak kompradordur. Fakat, ona uygun bir manevre alani sunan kosullar olustugunda, ulusal burjuvazi tavri ortaya koyabilir. Çevre ülkelerdeki burjuvazinin niteligine dair bu tarz Maoist tahlili önemsedigimi belirtmek isterim.
Ayni sekilde, Çevrede halk siniflarinin yapisi da merkezdekinden farklidir. Nitekim Güney’deki köylülük, kismen miras aldiklari pre-kapitalist geçmis, kismen de modern kapitalizme eklemlenmenin ve tâbiyetin bir sonucu olarak, çok büyük farkliliklar arzediyor. Dünya ölçegindeki birikimin Çevrede yarattigi yoksullasma, enformel sektörde yasamaya çalisan ve giderek büyüyen bir ‘igretiler’ ve çaresizler kitlesi ortaya çikardi. Son üç on yil, finanslasmis küresel kapitalist tekellerin genellestigi bir dönem oldu. (okuyucu, kapitlizmdeki bu nitel degisimle ilgili çalismalarima bakabilir). Aslinda bu dönemin neoliberal olarak adlandirilmasi yanilticidir. Söz konusu dönemde geçerli temel egilimler sunlardi: (1). Proleterlesmenin genellesmesi (en azindan merkezde isgücünü satanlarin orani %80’lere ulasti) ama asiri düzeyde de farklilasti; (2). Merkezde ve çevrede bagimsiz izlenimi veren tüm aktiviteler, özellikler köylüler ama ayni zamanda sanayiler de tekellerin etki alanina girdi ve bir tür onlarin taseronlari statüsüne indirgendi; (3). Burjuvazide somutlanan kapitalizmin tarihsel organizasyon biçimlerinin yerini, soyut bir sermaye egemenliginin almasi (piyasada, daha dogrusu ‘finans piyasasinda’ tecelli eder hale geldi. Artik burjuvazi çok kazanan ücretlilerden olusan bir burjuvaziye dönüsüyor. (Occupy Wall Street’in ve Ispanya indignados’larinin isaret ettigi %1).
Genellesmis tekeller kapitalizmindeki bu yeni yapilanma, göreli de olsa bir istikrar yaratmadi (yaratamazdi) ama tam tersine, neden oldugu sosyal bozulma/kötülesme, halk isyanlarini tetikliyor. Ayni sekilde Çevre-Merkez iliskisinde de göreli bir istikrar yaratamadi (yaratamazdi). Tam tersine aralarindaki çeliskileri ve çatismalari daha da büyüttü, keskinlestirdi. Tarihsel emperyalist merkezler (ABD, Avrupa, Japonya’nin olusturdugu triad), dünya ölçegindeki egemenliklerini ancak gezegenin militarizasyonu sayesinde sürdürebilir. Washington ve sultasi altindaki müttefiklerinin bu saldirisi karsisinda, bazi (yükselen) Güney ülkeleri, farkli derecelerde olmak üzere bu saldiriya karsi çikiyorlar ki, bu da Kuzey ‘Güney çatismasinin giderek büyüyen nedenidir. Çevrenin diger ülkelerindeyse, küresellesmis kapitalist egemenlik, hiç bir asgari mesruiyeti kalmamis komprador devlet iktidarlariyla ittifak yapiyor. Bu da halklarin büyüyen isyaninin ikinci nedeni
Burada hatirlatildigi gibi, genellesmis tekeller kapitalizmi gözlerimizin önünde çatirdiyor ve bu yeni bir devrimci durumun önümüze çiktigi demeye geliyor. O halde bu yeni durumda sosyalizme dogru hareketi rayina sokup-ilerletmek ve mümkün olani somut bir gerçeklige dönüstürmek için neler yapmak gerekir? Bu sorunun cevabi, mücadelenin stratejik birligiyle, halk hareketi bilesenlerinin çesitliligi arasindaki iliskiyi iyi yönetebilme yeteginde gizli
Geçmiste, diyalektik birlik/farkilik (çesitlilik) çeliskisine somut cevap verilebildigi durumlarda (sosyalizme dogru hareket yolunda) önemli devrimci ilerlemeler kaydedildi.
Burada diyalektik çeliskiden söz ediyorum. Zira, çözüm bu ikisinden birini yok saymakta degil, fakat karsitliklarin aktif tamamlayiciligini saglamaktan geçiyor. Çeliskinin metafizik kavranisi veya metafizik çeliski anlayisi, sorunu (meydan okumayi) kavramaktan ve çözüm yeteneginden yoksundur. Zira ve maalesef hâlâ söz konusu metafizik anlayis hâkim anlayis olmaya devam ediyor. Kolay cevaplar çözümün olanakli ve tek mümkün cevap oldugu anlayisinin ürünü
Mesela halkin birliginin mutlak gerekliligine vurgu yapiliyor ve çesitliligin birligi zora sokan dahasi imkânsiz hale getiren gerçek nedenleri inkâr ediliyor. Veya tam tersine, birligin gerekliligi, vazgeçilmezligi inkâr ediliyor (mücadelenin ortak stratejik safhalari ve onu gerçeklestirecek ortak cephe) birbirinden kopuk (isyan halindeki farkli bilesenlerin) farkli mücadelelerin, kendiliginden harketlerin sorunun çözümü için yeterli oldugu söyleniyor. Böylece, vazgeçilmez olan iktidar sorunu savsaklaniyor. Ne yazik ki, söz konusu çeliskiye verilen bu tür metafizik cevaplar, Güneyde olsun, Kuzeyde olsun, hâlâ her yerde geçerliligini koruyor
Maalesef bu tutum, toplumsal mücadelelerin savunmaci bir pozisyona savrulmasi sonucunu dugurarak, ister Güneyde, iterse Kuzeyde olsun, inisiyatifin sermaye tekellerinin ve onlarin hizmetindeki devletlerin eline geçmesini sagliyor. Netice itibariyle de sosyalizme dogru hareketleri ilerletmede yetersiz kaliyor.
Geçmiste bu soruya gerekli diyalektik stratejik cevabin verilebildigi durumlarda, basari saglandigi biliniyor. 1917’de Rusya’da Lenin, isyan halindeki halkin farkli bilesenlerinin ihtiyaçlarina uygun ortak stratejik hedefler önererek: Toprak ve baris vaadederek, firsati basariya dönüstürebildi. Köylü-asker kitleye toprak vaad ederek, Bolsevik Parti’yi tecrit olmusluktan kurtardi. Zira, o zamana kadar Bolsevik Partisi köylü kitlesinde gerçek bir tabana sahip degildi. Mao da 1930’lu yillarda sömürülen yoksul köylülükle saglam ve kalici bir ittifak temelinde komünist partiyi yeniden kurdu. Iste, 1949 zaferinin sirri orada yatiyordu. Burada, önemli olmakla birlikte, (birlik ve çesitlilik konusunda) sosyalizme dogru hareketin olusturdugu tarihsel blokun, devrim sonrasindaki evrimine girmiyorum.
Sunu rahatlikla ifade edebiliriz ki, her iki durumda da meydan okumaya verilen cevap dogruydu. Somut tahlilden hareket ediliyordu ve zaten olaylar tarafindan da dogrulandi. Farliliklar ne idi, hangileri daha önemliydi (devrimci hareketi basariya götürme istidadi daha büyük olani hangisiydi), hangisi ikincildi, vb Bu alanda somut tahlilin yerini alalabilecek hazir bir reçete mevcut degildir. Bu gün asil farkliliklar, Fransa’da, ABD’de, Çin’de, ve Hindistan’da, Kongo’da ve Peru’da ayni degil
Çagimiz radikal solunun meydan okumaya verecegi cevapla ilgili olarak formüle ettigim önerilerin ‘genel’ bir çerçevedeki özeti, durumun gerektirdigi cesaret ve kararlilik olabilir Okuyucu bu konuyla ilgili yazdiklarima bakabilir. Bu önerilerin muhtevasini iki paragrafta özetleyecegim:
(1). Emperyalist merkezlerde radikal sol (birinci asamada) tereddütsiz bir sekilde tekelleri millilestirmeye-devletlestirmeye cesaret etmelidir; ikincisi, es zamanli olarak bunlarin sosyalizyonunu saglayacak ilerletici-demokratik bir planlamayi hayata geçirmelidir. Bu asamada önemli farkliliklari etkisizlestirecek bir hareket plani devreye sokulmalidir.
(2). Çevrede de radikal sol, farkli bilesenlerin iktidardaki komprador bloka karsi alternative bir hegemonik sosyal blokunu olustarabilmelidir. Bunu basarabilmesinin kosulu, anti-komprador blokun etkin bilesenlerinin ihtiyacina cevap veren stratejik hedefler belirlenmelidir.
Ancak bu kosullar olustugunda, sosyalizme dogru hareketin anlamli ilerlemeler kaydetmesi ve çagdas toplumlari gerçek anlamda ve tedrici bir sekilde dönüstürmesinin yolu açilabilir.
Insan uygarliginin ileri bir evresi olarak komünizm.
Çevre halklarinin, uluslarinin ve devletlerinin yeni bir yükselisine dogru.
Sosyalizme dogru hareket, esas itibariyle kapitalizm tarafindan belirlenen toplumu farkli bir temel üzerinde yeniden insa etme istegine ve tutkusuna sahiptir. Bu gelecek, evrensel insan toplumunun daha ileri bir evresini gerçeklestirmek üzere planlanmistir ama o sadece bildik uygarligin (‘modern’ kapitalist uygarligin) daha ‘adil’ve daha ‘etkin’ bir versiyonu olamaz.
Ve lâkin, gelecegin hazirlanmasi, uzun da olsa, bu günden baslar. Dolayisiyla ne istedigini bilmek önemlidir. O halde hangi ilkelere dayananan, nasil bir toplum modelinden söz ediyoruz: Bireyler arasinda yikici rekabet mi yoksa, dayanismanin avantajlarini öne çikarmak mi? Esitsizligi mesrulastiran özgürlük mü, yoksa esitlige eslik eden özgürlük mü? Sorumsuz fütürsuzca hiç bir gelecek kaygisi olamadan gezegenin kaynaklarini sömürmek mi, yoksa gezegenin kendi kendini yeniden üretebilmesinin kosullarini dikkate almak mi?
Sosyalizm ya demokratik olacak, ya da sosyalizm diye bir sey mümkün olmayacak. Tabii toplumun demokratiklesmesini sonu olmayan bir süreç olarak anlamak kaydiyla. Zira, demokrasi formülünü sadece seçimlere ve çok partili, temsilî sisteme indirgemek, abesle istigal etmektir. Egemen Bati medyasi Güney ülkeleri için ‘önce demokrasi!’ önerisinde bulunuyor Onunla kastedilen de çok parti ve seçimden ibaret Yazik ki, Güney’de çok sayida sivil toplum örgütü de bu öneriye fit olmus durumda. Oysa, yasanan sayisiz deneyler gösteriyor ki, orada söz konusu olan, emperyalistlerin ve gerici yerel müttefiklerinin kendi çikarlari için manipüle ettikleri sefil bir farstan ibarettir. Merkezde seçime dayali temsili demokrasi, her zaman sosyal mücadelelerin radikallesmesini engellemenin, basarizliga ugratmanin bir araci oldu. Dolayisiyla, verili kosullarda politik çatismalarin seçimleri düzenleyen kosullara eklemlenmesi, çalisan siniflarin asiri sosyal farklilasmisligi ve bölünmüslügü temelinde, yükselen sinif mücadelelerinin, halk hareketlerinin radikallesmesini engellemede hep etkili oldu. (Lenin’in parlamenter sersemlik) dedigi seçime dayali pratik (seçimcilik) halk siniflarinin bölünmüslügünü derinlestiriyor ve birlik olusturma amaci tasiyan stratejilerin etkinligini yok ediyor. Yazik ki, Bati kamuoyu bu tür bir politik yönetim biçinime alternatif olusturmayi sorun bile etmiyor. Artik komünistler de ayni yolun yolcusu olduklarina göre Oysa, genellesmis kapitalist tekellerin olusmasiyla, içi bos demokrasi oyunu (farsi densin) eski sag-sol ayrimini bütünüyle ortadan kaldirmis bulunuyor
Sosyalizme dogru hareketlere düsen görev, daha etkin yeni demokrasi pratiklerini ve prosedürlerini kesfetmek olmalidir.
Elmar Altvater sosyalizm ya yesil (‘solaire’) olacak ya da sosyalizm diye bir sey olmayacak diye yazmisti. Ben de buna, yesil kapitalizmin imkânsiz bir ütopya olmanin ötesine geçemeyecegini, zira, adina yarasir bir politik ekolojinin gerektirdiginin, kapitalist birikimi yöneten temel yasalarla uyusmazligini ekliyorum. Bu düzeyde de, sosyalizme dogru hareketler, yeni ekonomik yönetim biçimleri, yeni ve original prosedürler kesfetmek durumandalar. Bu yeni ekonomik yönetim modelinin, uzun dönemde olusacak sosyal iliskilerin demokratik sosyalizasyonunu, gezende yasami güvence altina almayi ve ortak mallar (common goods) mirasinin kusaktan kusaga tasinmasi geregiyle uyumlanmasi gerekiyor.
Sosyalizme dogru hareket, bu sorulara uygun cevaplar vermeden ayaklari üstünde duramaz, söylemleri bos laflar olmanin ötesine geçemez. Mesela bu gün 19. Yüzyil ütopik sosyalizmini ihya etmek [remake] mümkün degildir. Ondan sakinmak için su soralara cevap vermesi gerekir: (1). Bu gün geçmiste formüle edilmis ‘ütopyalari’ etkisizlestiren, sosyoyoji ve antropoloji alanindaki bilimsel bilgi düzeyimiz ne durumdadir?; (2). Gezegende yasamin yeniden üretilebilmesi konusunda yeni bilimsel bilgi stogumuz ne durumadir?; (3). Bu bilgileri yeni ve açik bir marksist düsünceyle bütünlestire bilirmiyiz?
Bu genel çerçevede, Afrika’da , Asya’da , Latin Amerika’da haklarin ve devletlerin yeni ve yaratici projelerine hakettikleri önemi ve degeri vermek gerekir. Basariyla yürüyen birinci yükselis dalgasi (1950-1980) söndü, solugu kesildi ve o sayfa kapandi. Bu durum emperyalist güçlere inisiyatifi ele geçirme ve ‘diktasini’ (sözde Washington konsensüsü degil) dayatma yolunu açti. Kendi payina bu vahsi küresellesme projesi de artik çatlama yolunda ve bu yeni durum, Çevre halklari için ikinci özgürlesme ve ilerleme dalgasininin kosullarini yaratiyor. Bu ikinci dalganin hedefleri ne olabilir? Bu alanda farkli politik ve kültürel güçler (gerici, aldatici, ilerici) karsi karsiya gelecek ki, bunlarin sansini tahlil etmek gerekiyor.
Geçerli küresellesme çerçevesinin disina çikmak
Sosyalizme dogru hareketin geçerli küresellesme dahilinde hiç bir gelisme, varlik gösterme sansi yoktur. Öyleyse, programini ve yakin ve uzak stratejik hedeflerini bu çerçevenin disina çikacak sekilde formüle etmesi gerekiyor. Aksi halde dipsiz yoksullasma üreten, emperyalist merkezilerin taseronluguna ve kaynaklarin yagmasina dayali ‘lümpen kalkinma’ modelinin disina çikmak mümkün olmaz. Ve bu durum, liberal küresellesmenin ihtiyaçlariyla uyumlanmis tüm ülkeler için geçerlidir.
Sorun küresel, o halde çözümün de küresel olmasi gerekir. Birinci önerme dogru; ama ondan ikincisi çikmaz. Küresellesmenin yukardan asagi dogru, mesela Birlesmis Milletler Örgütü dahilinde, uluslararasi görüsmeler yoluyla hiç bir dönüstürülme sansi yok. Nitekim birbiri ardindan gelen uzun görüsmeleden bu güne kadar hiç bir sonuç çikmamasi (ki bu öngörülebilir bir seydi) onun kaniti. Dünya sistemi hiç bir zaman yukardan asagi dogru dönüstürülmemistir. Her zaman asagidan ve önce ulusal düzeydeki gelismelerle (sonuç alici politik mücadelelerin gerçeklestigi ulus/devlet düzeyinde) baslar, zira ulus- devlet mücadelenin yuvasidir. Oradan hareketle de dünya düzeyinde/uluslararasi seviyede muhtemel dönüsümler gündeme gelebilir. Farkli bir biçimde yeniden kurmak için, sürekli olarak yikmak (déconstruire) gerekir. Kriz halindeki Avrupa örnegi onun kanitidir. Avrupanin insasi Brüksel tarafindan yukardan asla dönüstürülemez. Eger bir Avrupa devleti itaatsizlik eder ve baskalari onu izlerse, ‘baska bir Avrupa’nin’ kurulmasi ihtimal dahiline girer.
Ulusal düzeylerdeki eylemlerden hareketle baslatilacak bir degisim stratejisi, su cülmedeki gibi ifade edilebilir: Geçerli küresellesmeyle uyumlanmayi reddetmek, onun yerine ‘bagmsiz’ (souverains) projeleri’ hayata geçirmek, ulusal projelerin gelistirilmesi için de, dünya sistemini uyumlanmaya zorlamak.
Iyi de ‘özerk (souverain) projeden’ ne anlasilmalidir?
Bazi kosullarda özerk projeler, sosyalizme dogru hareketlerin ilerlemesi için uygun bir alan yaratirlar.
Süphesiz, bizzat ‘özerk proje’nin (projet souverain) de tartisma konusu yapilmasi gerekiyor. Uluslararüstü yatirimlarin her ülkedeki ve her alandaki nüfûz etme düzeyi veri iken, su soruyu sormamazlik edemezsiniz: Ne tür bir özerklige gönderme yapiyorsunuz, özerklikten ‘souveraineté’ ne anlasilmasi gerekiyor?
Bu gün dünyada dogal kaynaklara ulasma konusundaki çatisma, çagdas kapitalist dinamigin en belirleyici unsuru. Özel önem arzeden bu sorunun bir takim genel mülâhazalar içinde bogulmamasi gerekir. ABD’nin bir çok dogal kaynaga bagimliligi ve Çin’in giderek artan talebi, özellikle bu kaynaklar bakimindan zengin, o kaynaklarin yagmalanmasi tarafindan biçimlendirilmis, Güney Amerika, Afrika ve Ortadogu için ciddi bir meydan okuma anlamina geliyor. Bu kaynaklarin rasyonel ve esitlikçi kullanimi için ulusal ve bölgesel planda politikalar gelistirilebilir mi? Tüm halklarin istifade edebilecegi bir çözüm bulunabilir mi? Çin ile söz konusu Güney ülkeleri arasinda bu perspektif dahilinde yeni bir iliski biçimi gelistirilebilir mi? Çin’in bu kaynaklara ulasmasini saglayan ama ayni zamanda Çin’ini digerleninin sanayilesmesini desteklemesi ( ki, bu (OECD’nin ‘vericileri’ tarafindan reddediliyor).
Etkin bir özerk projeyi hayata geçirmek, sadece uluslararasi alandaki çabalara indirgenemez. Reel bir ulus ve halk destegine dayanmayan bir bagimsiz proje, kirilganliktan kurtulamaz ve basari sansi yoktur. Bunun için de
ekonomik ve sosyal politikalarin halk siniflarinin yararina bir ‘kalkinma’ olmasi gerekir. Emperyalistelerin her ne pahasina olursa olsun istikrarsizlik yaratma girisimleri veri iken, sosyal istikrar, özerk projenin (projet souverain) basarisi için hayâtî öneme sahiptir. Dolayisiyla, mevcut ve muhtemel farkli özerk projelerin geçerli oldugu ülkelerde, iktidar sisteminin toplumsal temelini iyi tahlil etmek gerekir: ulusal, halkçi, demokratik proje mi veya (yaniltici ve temelsiz) ulusal kapitalizm projesi mi?
Öyleyse bu çerçevede, bu gün itibariyle hayat bulmus olan ‘özerk projelerin’ ‘yükselen’ ülkeler düzeyinde kisa bir dökümünü yapabiliriz.
(1). Çin özerk proje (projet souverain) yoluna girmis bu alandaki tek ülke. Bu, iç turarligligi olan bir proje: saldirgan bir tarzda ihracata yükleniyor olsa da, içi tutarliligi olan bütünlüklü bir planli sanayilesme stratejisi benimsemis durumda, tarimsal alanda, özel mülkiyeti tanimayan (herkesin topraga ulasmasina imkân veren) küçük isletmelere dayali bir tarimsal kalkinma modeli geçerli. Fakat, benimsenen bu özerk projenin muhtevasi, özü ne denecektir? Orada söz konusu olan, hakçi/ulusal burjuva bir özerklik mi? Yeni ulusal burjuvazinin (kismen devlet) tayin edici rolü yanilsamasina dayali bir devlet kapitalizmi mi? Veya sosyal boyutu olan, sosyalizme uzun geçisin bir asamasi olan ‘devlet sosyalizmine’ evrilme istidadi olan bir devlet kapitalizmi mi? Fiiliyatta bu sorunun cevabi henüz verilmis degil. Okuyucu çagdas Çin’in muhtemel gelecek alternatifleriyle ilgili yazdiklarima bakabilir.
(2) Rusya uluslararasi arenaya dönüs yapmis görünüyor ve kendini Washington karsiti olarak tanimliyor. O da özerk proje yolunda mi ilerliyor? Evet, belki küresellesmis tekellerin diktasindan bagimsiz bir devlet kapitalizmi düsüncesi var. Lâkin, ekonominin yönetimi Yeltsin döneminde peydahlanan özel tekeller oligarsisine ve Bati modelinde bir liberalizme dayaniyor. Bu politika, halka dayanmaya imkân veren her türlü sosyal boyuttan yoksun.
(3). Hindistan’da devlet tarafindan desteklenen özel sanayi tekellerinin varligi, özerk (souverain) bir politikanin unsurlarini içerse de, geçerli genel ekonomik politikalar, köylü çogunlugun yoksullugunu dramatik bir sekilde derinlestiren liberal politikalara dayaniyor.
(4). Brezilyada da büyük sanayi, finans özel sermayesi ve büyük toprak kapitalisleri tarafindan sürdürülen özerk politika unsurlari var. Fakat ayni Hindistan’daki gibi liberal ve artik %90’ni kentlerde yasayan halkin yoksulluguna (sosyal yardimlarla biraz hafifletilse de) hiç bir çözüm önermiyor. Ayni sekilde Hindistan’da oldugu gibi, Brezilya’da da iktidarin daha ileriye gitmekteki tereddüdü, büyük sermayenin uluslararasi sermaye ile uzlasma (kompromi) arayisini tesvik ediyor. Brezilyanin devasa dogal zenginligi ve o zenginligin yürekler acisi kullanilis tarzi (Amazonlarin tahribi gibi) ülkenin mevcut dünya sistemine entegrasyonunu güçlendiriyor.
(5). Güney Afrika’da özerk bir (soverain) proje yok ve ekonomik sistem Anglo-Amerikanlarin denetimi altinda. O halde bu ülkede özerk bir projenin ortaya çikmasinin kosullari nelerdir? Böyle bir olusumun Afrika’yla yeni iliski biçimi nasil olablilir?
(6). Kita ülkesi olmayanlar küçükler de özerk bir proje gelistirebilirler mi? Bu hangi sinirlar dahilinde mümkün olabilir? Bölgesel yakinlasma ve isbirligi bu yöndeki ilerlemeleri nasil kolaylastirabilir?
Nereden baslamali?
Sosyalizme dogru hareketlerin olusumunu tesvik etmesi gereken özerk projelerle ilgili, ekonomik ve politik planda pompayi çalistiracak sunlari önerecegim.
Ekonomik düzeyde:
Pompayi çalistirmak için küresel finanslasmadan çikmayi öneriyorum. Ama dikkat: Söz konusu olan sadece küresellesmenin finansal veçhesinden çikmaktir, mesela ticari veçhesi gibi küresellesmenin tüm veçhelerinden degil. Zira, orada finansal veçhenin geçerli neoliberal küresellesmenin zayif halkasi oldugu hipotezinden hareket ediliyor:
– Evrensel para olan dolar sorunu, ABD’nin giderek büyüyen dis borcu dikkate alinarak;
– Yuan, Ruble ve Rupi’nin ‘tam konvertibilite’ ilkesinin kabulü perspektifiyle ilgili sorunlar (bkz: Yuan’la ilgili Samir Amin’in metni);
– Bazi yükselen ülkeler parasinin (Brezilya, Güney Afrika) ‘konvertibiliteden çikma’ sorunu;
– Zayif ülkelerin (özellikle Afrika) bu alanda ulusal paralarini yönetme konusunda almalari gereken tedbirler.
Bu alanda bütünlesmis küresel finans sistemini bozmayi, etkisizlestirmeyi amaçlayan henüz mütevazi girisimler gerçeklesti. Bu baglamda Sangay Konferansi’nin olusmasini, Çin/ASEAN anlasmasini, ALBA’yi, Güney Bankasi’ni, ‘Sucre’ projesini, BRICS Bankasini zikredebiliriz
Politik düzeyde:
Burada ABD ve müttefikleri (Triad) tarafindan gelistirilen jeostratejiyi ve jeopolitigi basarisizliga ugratacak etkin stratejilere öncelik verilmesini öneriyorum.
Bizim kalkis noktamiz söyle: Tarihsel emperyalist güçlerin (ABD, Avrupa, Japonya) kapitalist tekellerinin dünya egmenligini dayatma girisimleri, büyüyen çatismalar tarafindan tehdit altinda: 1). Bir yanda (egemenligini sürdürmek isteyen) Triad (ABD, Avrupa, Japonya) ve 2). Diger yanda yükselen ülkelerin istekleri ve ‘neo-liberalizmin’ kurbani olan halklarin yükselen isyani. Bu kosullarda ABD ve müttefikleri (kollektif Triad emperyalizmi) siddete basvurmayi yegledi ve askeri müdahalelere odaklandi: a) Amerikan üslerinin yayilmasi ve güçlendirilmesi (Africom ve digerleri gibi); b) Ortadogu’da askeri müdahaleler (Irak, Suriye, yarin Iran?) ; c) Çin’i kusatmaya dönük önlemler, Japonya’nin kiskirtmalari, Çin/Hindistan ve Çin/Güney Dogu Asya çatismasini kasima amaçli manipülasyonlar.
Fakat, öyle görünüyor ki, fiiliyatta emperyalist güçlerin müdahalelerinin siddeti gündemde olmaya devam etse de, basarinin kosulu olan tutarli stratejilerin ihtiyaçlarina cevap vermekte zorlaniyorlar. ABD açmazda mi? Bu gücün gerilemesi geçici mi, yoksa belirgin mi? Washington’un günü birlik verdigi cevaplar hâlâ tehlikeli ve canice olmaya devam ediyor.
Bu önemli meydan okumalar karsisinda, ABD’nin gezegenin militer kontrolü projesi hangi politik (ya da militer) ittifak stratejileriyle püskürtülebilir? Zira, bu alandaki muhtemel ilerlemelerin önemi çok büyük. Nitekim, BRICS ‘in ve onlarin arkasinda duran farkli derecelerde özerk (souverain) projelere yönelmis önemli sayida Güney ülkesinin ve lümpen kalkinna çamuruna batmis digerlerinin, ABD’nin militer macerasini desteklemeyi her seferinde daha çok reddetmeleri, ve Washington’un canini sikacak aktif tavir almalari (Çin ve Rusya tarafindan vetonun kullanilmasi) gibi Velhasil bu istikâmette daha sistematik ve kapsamli bir sekilde daha ileri gitmek gerekiyor.
Referanslar:
. Sosyalizme dogru hareketlerin farkli bilesenlerinin eylem birligini saglamaya yönelik sorunla ilgili tahlil, son dönemde yazdiklarima gönderme yapiyor ki, bu sorunlarin baslicalari sunlar:
(1). Genellesmis, finanslasmis, küresellesmis tekeller kapitalizmi; genellesmis ve parçalanmis proleterlesme; soyut sermaye;
(2). Sistemin çatlamasi; emperyalist güçler tarafindan gezegenin militer denetimi; lümpen kalkinma; Çin, Rusya, Hindistan’in yükselisi;
(3). Kapitalizmin tarihsel rotasi; gerilemeye eslik eden uzun krizler; deger yasasinin küresellesmesi; birinci sosyalist devrimler dalgasinin sahneye çikmasi ve XX. yüzyil’da Güney’in yükselisi, ilerlemeleri ve gerilemeleri (Güney Yemen, Afganistan, Iran. vb.) ;
(4). Yesil kapitalizm, yesil sosyalizm;
(5). Uluslararasi yardimin elestirisi.
. Bu temalarla ilgili olarak okuyucuya asagidaki kitap ve makaleleri öneriyorum:
Kitaplar :
Le virus libéral ; le Temps des Cerises 2003
Au-delà du capitalisme sénile : PUF 2005, chap IV et V
Pour un monde multipolaire ; Syllepse 2005, chap 2,4 et 5
Sur la crise, sortir de la crise du capitalisme ou sortir du capitalisme en crise ?; T. des C., 2009, chap 1,2 et 4
La loi de la valeur mondialisée ; T. des C. 2011, chap 4
L’implosion du capitalisme contemporain ; Delga 2012, chap 1 et 2
L’histoire globale ; Les Indes Savantes 2013, chap 6,7 et 8
Three Essays on Marx’s Value Theory ; Monthly Review Press 2013
Makaleler ve kollektif eserlere katkilar
Samir Amin interviewed by Ali Amady Dieng ; Development and Change, Vol 38, N°6, 2007.
Market economy or oligopoly Finance capital; Monthly Review, 2008.
Nepal, A Revolutionnary Advance, Monthly Review , Feb. 2009.
Seize The Crisis; Monthly Review , Vol 61, N°7, 2009.
Capitalism and the Ecological Footprint, Monthly Review, Vol 61, N°6, 2009.
Historical Capitalism in Decline, The Tricontinental Mission of Marxism, Monthly Review, Vol 62, N°9, 2011.
Modernity and Religions interpretations; in, Lansana Keita, Philosophy and African Development, CODESRIA, 2011.
Y a-t-il une solution aux problèmes de la Somalie? Recherches Internationales, N° 89, 2011.
Capital transnational ou impérialisme collectif, Recherches Internationales, N° 89, 2011.
Egypte, Changement, demandez le programme ; Afrique-Asie, Déc. 2012.
Preface ; in Hocine Belalloufi, La démocratie en Algérie, Réforme ou Révolution ? APIC, Alger 2012.
Samir Amin ou Wallerstein’s, The Modern World System, Monthly Review, Vol 63, N° 8, 2012.
The Surplus in Monopoly Capital and the Imperialist Rent, Monthly Review, Vol 64, N° 3, 2012.
China 2013; Monthly Review, Vol 64, N°10, 2013.
Class Suicide, The Post bourgeoisie and the challenge of development; in, Firoze Manji, Claim no Easy Victory, CODESRIA 2013.
What ‘radical’ means in the XXIst Century; Review of Radical Political Economy, Vol 45, N° 3, 2013.
Egypt, July 2013; interview publié en chinois; version française et anglaise sur le Blog et Facebook Samir Amin; 2013.
Egypt, August 2013; Blog et Facebook Samir Amin; 2013.
François Houtart’in ( biens commun ‘buen vivir’, Remy Herrera’dan (Kuba), Giblert Achar’dan (le peuple veut), Yash Tandon (en finir avec la dépendance 2013), Elmar Altvater’in 2006’da sunulan Almanca bildirisi Solar Socialisme’den, Eylül 2013 deki Cezayir Kolokyumuna sunulan bildirilerden, özellekle de Brezilya’yla iigili Paulo Nakatani ve Hindistan’la ilgili Ayjaz Ahmad’in katkilarindan yayarlandim. (Bu tartismalarin bir sentezi, Afrique Asie dergisinin Aralik 2013 sayisinda yayinlandi).
Yuan’in konvertibilesiyle ilgili yorumlarim Çin’de yayinlandi ve blogumda ve Face Book’da da 2013 de yayinlandi.
Bizi ilgilendiren yeni bilimsel gelismeler sorununa sadece kisa bir gönderme yapmakla yetindim. O konuda okuyucuyu Patrick Tort ve Anton Pannekoek (Darwinisme social) ve Michael Lowy’e bakabilir.
Samir Amin