Uluslarin kendi kaderini tayin hakki kime haktir!
Türkçe’ye ‘Uluslarin Kendi Kaderini Tayin Hakki’ olarak geçen, ‘Self Determinasyon Right’ (SDR) Birinci Dünya Savasi’ndan itibaren Dünya haritasini önemli sekilde degistirirken, 2. Dünya Savasi sonrasinda dekolonizasyon sürecinin tamamlandigi düsüncesiyle misyonunu yitirdigi varsayiliyordu. Ancak 20. Yüzyilin sonlarinda Orta ve Dogu Avrupa’da meydana gelen gelismeler bu ‘ilke’yi yeniden canli bir tartismanin ortasina sürüklemisti. Günümüzde Arap dünyasindaki yeniden yapilanma çabalari ile bulundugumuz cografyanin da içinde bulundugu haritanin yeniden dizayn edilme süreci SDR’nin aslinda daha uzun bir süre gündemimizde kalacagini isaret ediyor. Hatta bir adim ötesi bu ilkenin daha da formelleserek, kurumsal bir süreçten geçtiginin emareleriyle de karsilasacagimiz bir tarih diliminden geçiyoruz.
Dünya siyasi haritasinin yeniden çizildigi su günlerde Kürdistan özgülü ise en son ve en yeni örnek olarak karsimizda duruyor.
SDR çagdas uluslararasi hukukta önemli ilkelerden biri. Özellikle Ikiz Sözlesmelerin 1. maddesi bütün halklarin self-determinasyon hakkini düzenliyor. Ancak diger ‘taraftan devletlerin ülke bütünlügü ve siyasi üstünlügüne saygi’ ilkesi de uluslararasi hukukun önemsedigi -ve hatta çogu kez SDR karsisinda daha üstün tuttugu- bir baska ilke. 1945 yilindan bu yana devletlerin, halklarin tek tarafli ayrilma hakkina karsi mesafeli oldugu da uygulamalardan edindigimiz bir izlenim.
O halde su sorunlarla karsi karsiyayiz: Içeriginde ‘halklarin kendi kaderini baskalari eliyle degil, bizzat kendilerinin belirleyecegi, her halkin bagimsiz bir devlet kurma ve yönetimini özgürce belirleyebilme’ inancinin oldugu SDR ile ‘ülkelerin bütünlügüne ve siyasi üstünlügüne saygi ‘ ilkeleri arasinda nasil bir denge kurulabilir? Gerçekte SDR hakki ile ne kast edilmektedir? SDR eger tüm uluslarin en dogal hakki ise baski ve zulüm altinda olan ve devletlesemeyen tüm halklar bu haktan faydalanabilir mi? Faydalanma yolu varsa, o halde nasil?
Tarihi süreçte SDR
Kimileri SDR ilkesinin kökenini Aristo’ya kadar dayandiriyorsa da yaygin kabul ilkenin Aydinlanma çagina denk geldigi yönündedir. Ilk baslarda ‘kendi mezhebini serbestçe belirleme’ hakki olarak algilanan bu ilke, Aydinlanma çagi ile birlikte siyasal alanda uluslarin kaderlerini tayin hakki düsüncesine dolayisiyla ulus egemenligi anlayisana kaynakli etti. Ingiliz Devriminde, Amerikan kolonilerinin bagimsizlik savasinda hep bu ilkeye dayanildi. Çag artik ulus egemenliginin kral veya dinsel otoriteler yerine kendi ülke topraklarinda yasayan insanlara/halka dayandirildigi bir çagdi. Fransiz devrimi sonrasinda ise bu ilke egemenligin ilani süreçlerinde dayanak noktalardandi. Ilke böylece 20. Yüzyil ile birlikte daha formel hale geliyordu.
SDR ile beraber bagimsizlik hakki uluslararasi planda ilk kez Lenin tarafindan savunulmussa da ilkenin gelistirilmesinde ve uluslararasi planda gündeme getirilmesinde Wilson’un da katkilari olmustur.
Lenin’e göre SDR tarihsel ve iktisadi bakimdan siyasal kaderin tayini, siyasal bagimsizlik, ulusal bir devletin kurulmasiydi. Wilson tipik bati demokrasi teorisinden yola çikiyor, SDR’yi halk egemenliginin bir geregi , hükümetlerin dayanaginin halkin iradesi olusuna ve dolayisi ile halkin kendi iradesi ile yöneticilerini seçme hakki olarak formüle ediyordu. Dönemin tarihsel, sosyal kosullari düsünüldügünde her iki anlayis da elde etmek istedikleri amaçlar çerçevesinde SDR’ye anlam yüklüyordu. Marksist teori açisindan SDR sosyalist devrimin gerçeklesmesine; Liberal teori açisindan ise sömürgelerin sömürge yönetimlerden kurtularak, devletlesmelerine ve ABD için yeni ticari alanlar haline gelmesine hizmet ediyordu.
SDR artik gündemde olmasina ragmen, 1. Dünya Savasi sonrasi dönemde henüz uluslararasi hukukun bir parçasi haline gelmemis, ‘uluslararasi baris ve güvenligi korumak, isbirligini gelistirmek’ amaciyla kurulmus olan Milletler Cemiyeti temel prensiplerinde ilkeye yer verilmemisti. Cemiyet’in 10. Maddesi devletlerin toprak bütünlügünün açik sekilde garantiye alindigini düzenliyordu. Cemiyetin bu niteligine ve bu açik hükme ragmen; Cemiyet’in çözmek üzere önüne getirilen Finlandiya ile Isveç arasindaki Aaland Adalari sorununda verdigi karar, Cemiyet’in SDR ilkesine hepten ilgisiz kalamamasina neden olmustu. Gerçi sorun azinliklara taninan haklar çerçevesinde çözülmüs ancak tek bu olay bile gösteriyordu ki daha o günden baslamak üzere uluslarin kaderlerini tayin haklari gündeme tasinacak, formel düzenlemelere dogru hukuk zorlanacak ve hatta evrilecekti.
Uluslararasi hukukta SDR
SDR ilkesi uluslararasi planda resmi olarak -Sovyetler Birligi’nin de katkilariyla- ilk kez Birlesmis Milletler Sarti’nin 1/2 ve 55. maddelerinde ‘halklarin esit haklari ve self-determinasyon ilkesine saygi’ olarak yer almis, uluslararasi hukukta da kabul görmüstü. Ancak hâlâ ilkenin uluslararasi hukuktaki anlami, özellikle halklarin esit olarak sahip olduklari ‘haklar’ kavramindan ne anlasildigi net degildi. Belirsizlik daha sonra BM Genel Kurulunun çesitli tarihlerdeki kararlari ile giderilmeye çalisilacakti.
BM Genel Kurulu’nun 421 D (V), 545 (VI) ve 637 (VII) , özellikle 14 Aralik 1960 tarihli 1514 (XV) ila 1952’deki 545(VI) sayili kararlari hem hakkin daha etkin kullanilabilmesini, hem de izlenmesi gereken yol ve yöntemleri arastirmak için Insan Haklari Komisyonu’nu görevlendirmesi açisindan dikkat çekicidir.
‘Sömürge Yönetimi Altindaki Ülkelere ve Halklara Bagimsizlik Verilmesine Iliskin Bildiri’ ile de BM Sarti’nin 1/2 ve 55. maddelerinin kapsami genisletilmisti . 14.12.1962 tarihli ve 1803 (XVII) no’lu ‘Dogal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Bildirisi’ ile dogal kaynaklar üzerindeki egemenlik, SDR ilkesinin bir parçasi olarak kabul edilmisti. Paralel sekilde 2625 (XXV) no’lu ‘BM Antlasmasina Uygun Olarak Devletler Arasinda Isbirligine ve Dostça Iliskilere Iliskin Uluslararasi Hukuk Ilkeleri Bildirisi’ ile de SDR’nin uluslararasi hukukun diger ilkelerinin ayrilmaz bir parçasi oldugu belirtilmisti. Bagimsizlik, birlesme veya entegrasyon disinda da ihtimaller Genel Kurulun 2625 (XXV) no’lu kararinda öngörülmüs, tercihte halkin istekleri esas alinmisti.
13 Mart 1984 tarihli ‘Halklarin Kendi Geleceklerini Belirleme Hakki’ baslikli Genel Kurul Karari devletlere vesayetleri altindaki halklara iliskin bilgiyi BM’ye bildirme, bahse konu halklarin kendilerini gelistirme sanslarini verme çagrisinda bulunmustu.
1976 yilinda Ikiz Sözlesmeler olarak da bilinen’ Kisisel ve Siyasal Haklar Sözlesmesi ‘ ile ‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözlesmesi’ yürürlüge konularak SDR ilkesi açikça teyit edilmis ve anlami açiklik kazanmistir. Buna göre; SDR bir haktir ve bu hakkin varligini reddedenler dahi SDR hakkinin uluslararasi hukuk alanindaki güçlü vurgusunu kabul etmek durumundadir. Dolayisi ile SDR bir ‘ilke olarak degil’ , taraf devletleri ‘baglayici bir hak’ olarak kabul edilmistir.
BM Genel Kurulu’nun kararlari disinda, 1981 tarihli Afrika Insan ve Halklarin Haklari Bildirisi’nin 19 ve 20. maddeleri halklarin esitligini, bütün halklarin var olma ayrica devredilmez ve vazgeçilmez SDR hakkina sahip , sömürge ve baski altindaki halklarin baski altindan kurtulma haklari oldugunu özellikle vurgulamistir. Yine, BM kararlarinin yaninda ayrica ‘Yeni Avrupa için Paris Sarti’nda da self-determinasyon hakkina yer verilmistir.
SDR’ye çifte standartli yaklasimlar
Görüldügü gibi SDR bir çok uluslararasi belgede düzenlemeye konu olmustur. Hakkin süjesinin ‘halklar’ oldugundan kusku yoktur. Ancak ‘hakkin anlami’ ve ‘kapsami’ konusunda hala tartismalar mevcut olup, her durum karsisinda devletler farkli tutumlar sergilemektedir. Dünya devletleri ile BM üyesi devletler ilkenin sahneye çiktigi andan itibaren, reflekslerini daha çok ideolojik amaçlari ve çikarlari dogrultusunda göstermislerdir. Örnegin; ilkenin uluslararasi sahneye çikmasinda önemli bir yere sahip olan Sovyetler Birligi bile ilkeye çifte standartla yaklasmis, Nauri için bu hakki savunurken, 50 milyon Ukraynali için SDR hakkini kabul etmemistir. Marx Sirplarin, Hirvatlarin, Slovaklarin, Çeklerin ve diger küçük Slav gruplarinin self-determinasyon hakkina karsi çikmistir. Çin; Tibetliler, Mogollar, Uygurlar için ayrilma hakkini savunmus ancak azinlik bölgelerinin Çin’in vazgeçilmez parçalari oldugunu iddia etmistir. Bagimsizligini self determinasyon ilkesine dayanarak ilan etmis olan Amerika bile Güney’lilerin ayrilma girisimlerine savasla karsilik vermistir. Benzer sekilde Hindistan Kesmir’in ayrilma hakkina karsi çikarken, Banglades için tam tersi bir istikamette tavir sergilemistir.
O halde; daha çok ideolojik amaçlarla ve devletlerin kendi çikarlari dogrultusunda politika sergiledikleri SDR’nin siyasi yönü düsünüldügünde, uluslararasi standart bir uygulamaya konu edilebilecek sekilde, uluslararasi hukukun genel bir ilkesi olmadigini mi düsünmek gerekecektir? Ayri bir ‘devlet kurma’ hakki ile ‘devletlerin toprak bütünlügü’ ilkesi nasil bagdastirilacaktir? Içsel ve dissal self-determinasyon ayrimi karsisinda hangi hallerde halklar ayrilma haklarina basvurabileceklerdir? Gerçekte, metinlerde bahsedilen ‘tercih’ hakki, halklarin kendilerine mi aittir yoksa konjonktürel bir firsatlar veya talihsizlikler olarak halklarin önünde duran kandirmacadan mi ibarettir?
En önemlisi, bu flu tablo içinde Kürdistan bagimsizligini ilan edebilecek uluslararasi hukuk düzlemine sahip midir? Namibya, Bati Sahra, Dogu Timor, Kosova, Daglik Karabag, Güney Sudan, Kirim gibi yasanmis örnekler karsisinda Kürdistan nasil bir yol ayrimindadir?
Tümüne bir sonraki hafta cevap arayacagiz
Hamiyet Çelebi