PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Telefon

Küçük Oyun

Perde 3

(1. Perdeyi okumak için tıklayınız)
(2. Perdeyi okumak için tıklayınız)

Beyaz Saray’ın kabul salonu. Bir temizlikçi kadın elindeki bezle masaların tozunu almakta, bir yandan da şarkı mırıldanmakta:

“Once there were green fields you know…” (Hani bir zamanlar orda yeşil tarlalar vardı…)

Sonra seyirciye döner:

Temizlikçi kadın:

Burası Beyaz saray
Washington’un kalbi
Buradan kimler geldi, kimler geçti..
Şimdi de Başkan Bush
Sarayın yeni efendisi
Eşi Laura’yla birlikte
Bir yabancıyı ağırlayacak birazdan..

Yabancı kim mi, ben bilemem
Belki bir başkan, belki başbakan,
Belki bir kral, şah ya da sultan…
Arap, Çinli ya da Rus
Belki arka bahçemizden bir diktatör..

 

İşine döner, biraz siler ve yeniden seyirciye dönüp konuşur:

Gelen bazan para ister,
Bazan silah, bazan destek
Beyaz Saray’ın patronuysa
Bazan para verir, bazan silah
Bazan da güzel sözler..

Ama buraya gelmek bile
Bir onurdur onlar için
Bu dünyada güçlü olmalı insan
Güç bazan kılıçtır, bazan para
Her ikisi de var burda..

Yine sağı solu siler gibi yapar ve seyirciye döner:

Eğer akıl ve güzellik derseniz
Parayla alınmayacak şey mi var?
İyi yüreklilik, erdem, merdem
Geç bunları bir tanem!
Bu ülkenin düzeni böyle
Benim aklım fazlasına ermez
Bakın, geldiler işte,
Çekip gideyim hemen..

Temizlikçi kadın soldaki kapıdan çıkarken, sağdan Bush ve Laura bir teşrifatçı ile birlikte girerler.

Bush (kapıdan girerken) gecikmedik değil mi?

Birinci Teşrifatçı: Hayır, Sayın Başkan, daha üç dakikanız var..

Bush: Konuğumuz vaktinde geliyor mu?

Birinci Teşrifatçı: Ana giriş kapısındalar şimdi.

Bush: Dış kapıdan karşılamak gerekmezdi herhalde..

Birinci Teşrifatçı: Hayır efendim.. Bu salonun kapısı yeter de artar bile..

Bush: (kendisi salonun sağ tarafındaki bir koltuğa otururken, Laura’ya): Otur hayatım.

Laura: Çok sürer mi görüşme, şekerim?

Bush: Yarım saat, bilemedin, 45 dakika.

Laura: Gelen hangi ülkeden?

Bush: Türkiye’den.

Laura: Ne ilginç isim! “Törki…” Bizim yılbaşı hindisinden başka isim mi bulamamışlar?

Bush: (hafif kahkaha atar): Bazıları hindi sever.. Ama bu ülkenin eski adı da var: Ottoman Empire..

Laura: Haa, şu Sultan’ın ülkesi. Şimdi sultanlık hala var mı?

Bush: Sanıyorum yok! (teşrifatçıya döner) Yok değil mi?

Birinci Teşrifatçı: Hayır Sayın Başkan, şimdi bir cumhuriyet. Bir general kurdu, adı da Atatürk..

Bush: Haa, doğru. Atatürk’ün övülmesinden pek hoşlanıyorlarmış..

Birinci Teşrifatçı: Evet, bizdeki bilgilere göre, ulusal duygularını okşuyormuş..

Bush cebinden bir kağıt çıkarıp göz gezdirir.

Laura: Ne yapıyorsun hayatım?

Bush: Dersimi çalışıyorum! (Kağıttan okur): “Atatürk’ten ve onun devrimlerinden söz etmeli.. ‘Tek laik ve demokratik Müslüman ülke’ demeli… ‘Aziz Müttefikimiz’ demeli… Eğer para isterlerse, ‘IMF ve Dünya Bankasına gerekeni söyleriz’ demeli… Eğer Türk erkeğinden söz açılırsa, ‘Türk erkeği çok ateşli!’ demeli.. Eğer Türk kadınından söz açılırsa ‘Türk lokumu çok güzel!’ demeli. Eğer…”

Sol kapı açılır, önce bir teşrifatçı görünür.

İkinci teşrifatçı: (Ecevit’e yol gösterir): Buyrun sayın Başbakan!

Bush: Haa, geldiler! (Kağıdı cebine sokarken ayağa kalkar. Laura da kalkar.)

Ecevit önde, Rahşan Hanım arkada içeri girerler. Ecevit adeta ayaklarını yerde sürür gibi, küçük ve düz adımlarla, her an tökezleyip düşecekmiş gibi Bush’a doğru yürür.

Laura: (adeta elinde olmadan haykırır): Aaa, ne güzel Robot! Sahici gibi!..

Bush: (çevresine bakar): Ne robotu hayatım, neden bahsediyorsun?

Laura: Baksana, işte sana doğru geliyor!

Ecevit şaşkın, olduğu yerde durur.

Bush: (telaşla) Ne diyorsun, sevgilim, o bir adam!

Laura: Yok canım sen de, şaka ediyorsun! Çin işi mi, Japon işi mi bu?

Bush: O Türkiye’nin sayın.…

Laura: Yaa, demek Türklerin... Bravo Türklere! Baksana sahici ve iri bir bebek gibi yürüyor. (Ellerini öne doğru uzatır): Gel canım, gel! Attaya gel! Gel canım, ablana gel!..”

Ecevit şaşırır, Ne oluyor anlamında dönüp yanındaki Rahşan’a bakar.

Bush: Yapma hayatım, o bir adam, hem de Türkiye Başbakanı Mistır İcıwit!

Rahşan: Noluyor Bülendcim?.

Ecevit: Bilmem ki.. Bayan Bush çok şakacı galiba. Tabi canım, bunlar Teksaslı, protokola pek önem vermezler..

Laura: Baksana konuşuyor da! Türkler teknolojide bayağı ilerilermişler desene.. Japonların papucunu dama atmışlar..

Bush: Laura hayatım, sen ne yapıyorsun! Bu gerçek bir insan, robot filan değil.. Ecevit’e doğru birkaç adım atar, elini uzatır): Hoş geldiniz sayın Başbakan!

Ecevit: Hoş bulduk, Sayın Bush! (Tokalaşırlar.)

Laura: Ay yazık, sahiden değilmiş!.. O da Ecevit’le ve eşiyle tokalaşır. (Bush konuklarına koltukları gösterir. Otururlar.)

Bush: Yolculuk nasıl geçti, Sayın Başbakan?

Ecevit: Sağolun efendim, iyi geçti sayılır.. Ciddi bir sorun yaşamadık. Yalnızca girişte..

Bush: Girişte ne oldu, Sayın Başbakan?

Ecevit: Bizi biraz sıkı aradılar da.. Terörist filan sandılar önce..

Bush: Yok canım!

Ecevit: Ama sonra mesele anlaşıldı.

Bush: (başını sallar) Ayıp etmişler yani! Dost ve müttefik bir ülkenin başbakanına bu yapılmamalıydı. Belki de Irak heyetiyle karıştırmışlardır. Ya da İran heyeti filan sanmışlardır.. Çok üzüldüm Sayın Başbakan. Neyse efendim, hoş geldiniz. Hoşgeldiniz bayan… (İsmi hatırlamadığı için duraklar, elindeki kağıda bakar ve devam eder) …Reyşın Hanim!

Karı-koca Ecevitler: “Hoş bulduk, Sayın Başkan!”

O sırada bir teşrifatçı tepsi içinde içecekler getirip sunar:

Bush: Gelişinizi kutlayalım. Ne içersiniz Sayın Başbakan, Viski mi, yoksa Şampanya mı?

Ecevit: Bana dokunur biraz; ama hatırınız için şampanyadan tadarım.

Bush: (Rahşan Hanım’a): Siz hanımefendi?

Rahşan: Ben de öyle..

Kadehleri alırlar.

Bush: (kadeh kaldırır) Sağlığınıza efendim! Sevgili dostlarımızın onuruna!

Laura: Sevgili dostlarımızın onuruna!

Karı-koca Ecevitler (kadeh kaldırırlar): Sağlığınıza!

Ecevit: (kederli bir yüz ifadesi takınarak) Sayın Başkan, öncelikle, 12 Eylül olayları nedeniyle…

Rahşan (Ecevit’in poposuna bir çimdik atar ve kulağına duyulur şekilde): 11 Eylül!

Ecevit: 11 Eylül olayları nedeniyle, kendim ve Türk halkı adına size ve dost Irak halkına geçmiş olsun…

Rahşan (bir çimdik daha atar) Amerikan halkına!

Ecevit: “Amerikan halkına… Çok geçmiş olsun, derim. Doğrusu çok üzüldük…

Bush: Sağ olun efendim, sağ olun!

Ecevit: Umarım suçlular bir an önce yakalanır ve cezalandırılır.

Bush: (tehditkar bir ifade takınarak) Buna kuşkunuz olmasın.. Onlar fare deliğine girse de bulacak ve cezalandıracağız!

Arkada duran teşrifatçı Bush’a yaklaşıp kulağına birşeyler fısaldar.

Bush: Evet Sayın Başbakan, görüşmeye başlayabiliriz. Eşine döner. Laura, sen de bu arada… (elindeki kağıda bakar) …Reyşın Hanım’la ilgilenirsin.

Laura: Tabi, memnuniyetle.. (Rahşan’a döner): Buyrun hanımefendi, Size Beyaz Saray’ı biraz gezdireyim.

Rahşan: Teşekkür ederim! ( Kalkar ve Laura’ya birlikte çıkarlar. Teşrifatçılar da çıkar. Bush’la Ecevit başbaşa kalırlar.)

Bush: Buyrun Sayın Başbakan, gündemimize geçebiliriz. Öncelikle şunu belirteyim. Sizi burada görmekten çok memnunum. Türkiye bizim iyi bir dostumuz, müttefikimizdir. (cebinden kağıdı çıkarır, Ecevit’e çaktırmadan göz atar ve devam eder): Geçmişte komünizme karşı omuz omuza mücadele ettik. Kore’de, Somali’de, Bosna ve Kosovo’da omuz omuza dövüştük. Şimdi ise Amerika Teröre karşı büyük bir savaş veriyor. Dostlarımızın bu savaşta yanımızda olacaklarından kuşkumuz yok. Bu ortak savaşımız… (Bush tekrar kağıda bakmak için ara verirken Ecevit söz alır)

Ecevit: Sizi çok iyi anlıyorum, Sayın Başkan. Türkiye teröre karşı senelerce mücadele etti ve büyük dostumuz Amerika Birleşmiş Milletleri bize bu konuda büyük destek verdi.. Ama şu Avrupa Birleşik Devletleri var ya, onlar bizi hiç anlamadılar…

Bush: Mistır İcıwit, şundan emin olun ki Türkiye Amerika’nın önemli bir dostudur. Mustafa Kemal Atatürk büyük adam! Önemli reformlar yaptı.. Türkiye tek laik-demokratik Müslüman ülke. Bu haliyle ötekilere örnek olacak ülke...

Ecevit: Ah ne güzel konuşuyorsunuz, sayın Clinton!

Bush (düzeltmek ister): Yani Bush…

Ecevit: Tabi hoş… Çok hoş…

Bush: Anlamadım?

Ecevit: Yani söyledikleriniz gerçekten hoş, sayın Clinton!

Bush (başını sallar): Ya havle vela quvvete!..

Ecevit: Oh oh, Arapça dualar bile okuyorsunuz.. Bir de diyorlar ki Bush Müslümanlara karşı… Biliyordum elbet öyle olmadığını.. Ama umarım bu Arapça dualar sizin laik düzeninize zarar vermiyordur..

Bush: Vermez vermez! Billahi vermez! Biz Modern Türkiye’nin büyük önderi, neydi o?.. (cebinden acele kağıdı çıkarıp bakar) Atatürk’ten ilham alıyoruz!

Ecevit: Ay ne kadar mutlu oldum! Gözlerim yaşardı! Bu sahneye Rahşancığımın da tanık olmasını ne kadar isterdim.. Ama şu Avrupalılar var ya, Sayın Bush, onlar bizi hiç anlamıyorlar. Avrupalı dostlarımızın bize yaptığını düşman yapmaz! Bizi Arap Birliği’ne almak için öyle koşullar ileri sürüyorlar ki!.

Bush: Ne gibi koşullar?

Ecevit: Tutturmuşlar bir düşünce özgürlüğü! Herkes dilediğini serbestçe söylemeliymiş…

Bush: Yaa..

Ecevit: Herkes dilediği partiyi kursun, diyorlar…

Bush: Allah allah!

Ecevit: Kimseye işkence yapmayın, diyorlar…

Bush: Yok canım!

Ecevit: Kimseyi asmayın, diyorlar…

Bush: Bak hele!..

Ecevit: Evet efendim. O zaman teröristlerle nasıl başa çıkarız?.. Bizim koşullarımız farklı sayın Başkan, Avrupalıların başında terör belası yok ki. Bizi anlamıyorlar..

Bush: Çok haklısınız Mistır İcıwit! Bu terörisler çok kötü! Ben Bin Laden ve adamlarını bir yakalasam bilirim onlara ne yapacağımı! Bu Avrupalılar nane molla olmuşlar; yok insan hakları, yok barış, yok bilmem ne!..

Ecevit: Aynen öyleler efendim! PKK terör örgütünü desteklediler. Şimdi de Kürtlere eğitim hakkı verin diyorlar, Kürtleri bir azınlık olarak kabul edin diyorlar! Böyle bir şey, Tanrı korusun, üniter yapımızı bozar, ülkemizi böler…

Bush: Vay vay vay, ne adamlar be! Peki, Mistir İcıvit, bu Kürt dedikleriniz nasıl birşey, terörist filan mı?

Ecevit: Üstüne bastınız efendim, tam da öyle!

Bush: Çok mu bunlar? Umarım El Kaide kadar güçlü değildirler..

Ecevit: Efendim bunlar, yani Kürtler hem var, hem yok!

Bush: Anlamadım?.

Ecevit: Yani Kürt diye bir millet, bir halk yok aslında..

Bush: Yoksa neden tasalanıyorsunuz? İnsan olmayan birşeyden ürker mi?

Ecevit: Ürker efendim, ürker.. Bunlar hem Kürt değiller, hem de biz Kürdüz diyorlar!

Bush: Hımm, garip… Bu Kürt teröristleri birkaç yüz kişi var mı yani?

Ecevit: Salt bizim sınırlarımızın içinde 20 milyon kişi..

Bush: Vay canına! Bu kadar terörist dünyayı on kez mahvedebilir!

Ecevit: Eder efendim, eder… Bir o kadarı da sınırlarımızın öbür yanında, Irak’ta, İran’da, Suriye’de yaşıyor.

Bush: Yani 40 milyon…

Ecevit: Evet efendim. Biz boşuna mı bu kadar yıldır terörden yakınıyoruz. Ama şu Avrupa Birliği var ya, bizi anlamıyor.

Bush: Bu teröristler ne istiyorlar sizden?

Ecevit: Devletimizi yıkmak istiyorlar, sayın Başkan.

Bush: Yıkarlar valla! Baksana bizim Dünya Ticaret Merkezi’ni nasıl yıktılar. İşte bu nedenle el ele vermemiz lazım, Sayın İcıwit, teröre karşı el ele!

Ecevit: Elbette sayın Bush, el ele! Ama bu Avrupa Birlik Devletleri var ya.. Kıbrıs konusunda da sayın Bush, ya Rumların istediklerini kabul edin, ya da biz Güney Kıbrıs Rum kesimini Amerikan Birliği’ne alırız diyorlar…

Bush: Allah Allah, öyle mi diyorlar? Ama siz rahat olun, bizim böyle bir planımız yok..

Ecevit: biliyorum efendim, sizin yok! Ama bu Amerikan Birliği’nin var… Verheugen kaç kez açık açık söyledi…

Bush: Hımm.. Anlıyorum.. Peki Rumların istediği ne?

Ecevit: Federal bir Kıbrıs.

Bush: Kötü mü, kabul edin gitsin!

Ecevit: Aman efendim, ağzınızdan yel alsın!

Bush: Peki siz ne istiyorsunuz?

Ecevit: Biz iki bölgeli, iki devletli, eşit hak ve yetkilere sahip konfederal bir Irak istiyoruz.

Bush: Demek konfederal bir Irak istiyorsunuz.. Çok iyi! Halbuki biz sadece federal bir Irak düşünüyorduk.. O zaman bu sorun çözülmüştür sayın İcıwit. Sizinle çok iyi anlaşacağız!

Ecevit (telaşla): Konfederal bir Irak mı, dediniz, sayın Başkan?

Bush: Evet, öyle dedim.

Ecevit: Ay bayılacağım! (Koltuğunda düşecek gibi olur. Bush hemen atılıp tutar. Bir yandan da zile basar. Teşrifatçı kapıdan görünür)

Birinci Teşrifatçı: Buyrun Sayın Başkan!

Bush: Çabuk doktor çağırın, konuğumuz hastalandı!

Birinci Teşrifatçı (telaşlanır ve kapıdan bağırır) çabuk doktor çağırın, doktor! O da Ecevit’in yanına gelir.

Bush: Bir bardak su ver, Henry! Allah allah, ne oldu buna durup dururken..

Henry masanın üzerindeki Sürahiden aceleyle bir bardak su doldurup Ecevit’e içirmeye çalışır.. Ecevit biraz kendine gelir gibi olur.

Bush: Haa, iyi iyi, kendini geliyor..

Ecevit (gözünü açır açmaz): Ne demiştiniz Sayın Başkan? Konfederal bir Irak mı demiştiniz?

Bush: Evet, yani siz de öyle dememiş miydiniz?. (Ecevit, hareketsiz biçimde koltuğa yığılır).

Bush: Eyvah, öldü galiba!

Birinci Teşrifatçı (kapıya doğru koşarken bağırır): Doktor doktor!

Tam o sırada kapıdan doktor ve bir hemşire girerler.

Bush: Doktor, konuğumuz kötü durumda! Bilmem öldü mü, sağ mı?.

Doktor: Şimdi anlarız, efendim. (Ecevit’in nabzını tutar) Hayır ölmemiş! (Doktor çevresine bakar, hemşireye): Kızım şurdan Surahi’yi ver.

Hemşire (surahiyi uzatır): Buyrun!

Doktor surahiyi alıp Ecevit’in yüzüne boca eder. Ecevit kendine gelir, koltukta doğrulur.

Ecevit: Ne oldu bana?

Bush: biraz rahatsızlandınız Sayın Başbakan!

Ecevit: Siz ne demiştiniz, Sayın Clinton?

Bir suskunluk olur. Ordaki herkes birbirine garip şekilde bakar, Bush başını yana çevirerek söylenir.

Bush: Tövbe tövbe! İyi ki Kennedy demiyor yav! (Ecevit’e döner): Hiçbir şey söylemedim, Sayın Başbakan, hiçbir şey!

Ecevit: Konfederal bir Irak demediniz mi yani?.

Bush: Hayır, demedim, emin olun ki öyle bir laf azımdan çıkmadı!

Ecevit: İyi öyleyse, korkacak birşey yok demek..

Bush: Tabi yok, emin olun ki yok!.. Gönlünüz rahat olsun, Sayın başbakan. İsterseniz bu toplantıyı keselim, siz dinlenin biraz.

Ecevit (telaşlanır): Yo yo, kesmeyelim. İyiyim, sayın Başkan, iyiyim..

Bush (tereddütlü): Siz bilirsiniz, ama…

Ecevit: İnanın, devam edebilirim..

Bush: Pekala! (Ötekilere döner) Siz gidebilirsiniz. (Doktora, sanki Ecevit’e duyurmadan der gibi) Ama doktor, sen yine de uzaklaşmasan iyi olur..

Doktor: Tabi efendim! (Ötekiler kapıdan çıkarlar, Bush ve Ecevit yeniden yalnız kalır).

Ecevit: Kıbrıs’tan söz ediyorduk, herhalde Sayın Başkan.

Bush: Öyleydi sanıyorum. Yani… Bilirsiniz ki Sayın Başbakan, Amerika Türkiye’nin dostudur. (Elindeki kağıda çaktırmadan bakar) Benim hükümetim Kıbrıs konusunda her iki tarafı da memnun edecek bir çözüm bulunması için çaba gösterecektir.

Ecevit: Çok sağ olun, sayın Clinton, böyle diyeceğinizi biliyordum.

Bush (kızgınlığını belli etmemeye çalışarak): Bush, efendim Bush! (Kendi kendine söylenir) Adama bak yahu, kafayı Clinton’la bozmuş…

Ecevit: Anlamadım efendim..

Bush: Dedim ki… Şu Türk lokumu da ne hoşmuş!

Ecevit: Ha sahi, size lokum getirmiştik, tadına bakmaya vakit buldunuz mu efendim?

Bush: Baktım, baktım, çok hoştu.. Türk erkeği çok ateşli, Sayın İcıwit.. Türk kadını lokum gibi.. Mon ami!..

Ecevit: Tabi tabi, Bayan Mon…ika çok hoştur..

Bush: (kahkaha atar): Sizi çok sağlıklı görüyorum, Mistır İcıwit. Bu yaşta maşallahınız var!. Arasıra gönül işlerinde de kaçamak yapıyor musunuz?

Ecevit (telaşlanır): Yo yo, ben Rahşanım’a çok sadıkımdır..

Bush: Tabi canım, kim böyle güzel bir eşe sahip olsa gözü dışarda olmaz..

Ecevit: İltifatınıza teşekkür ederim, Sayın Başkan.

Bush: Biraz da Afganistan sorununu konuşsak, Sayın Başbakan!

Ecevit: Konuşalım efendim.

Bush: Türk askeri birliğini bir an önce Afganistan’da görmek istiyoruz. Eminim Türkiye bizi orada da yalnız bırakmaz. Türk askeri cesur asker!

Ecevit: Sağolun efendim, öyledir. Yalnız…

Bush: Hıı?..

Ecevit: Tabi Bağdat’ın da görüşünü almamız gerekir. Ne de olsa…

Bush (şaşkın ve sert): Bağdat’ın mı dediniz?

Ecevit: Tabi, yani ev sahibinin onayı olmadan…

Bush: Afganistan’dan söz ediyoruz, Sayın Başbakan..

Ecevit: Ben de onu diyordum efendim.. Şu Afganistan Genel Müdürü Karzai ile de bir konuşalım hele.. Ayrıca bu birhayli masraflı bir iş, biz ise krizden daha yeni yeni çıkmaktayız. Daha doğrusu tam çıkmadık.

Bush: Sanırım Amarika olarak birhayli yardımcı olduk, Sayın Başbakan. (Kağıda çaktırmadan bakar) Son bir yıl içinde ABD’nin desteğiyle 30 milyar doları aşkın bir para ülkenize aktı.

Ecevit: Evet, doğru efendim. Bu nedenle Amerika Büyük Devletlerine çok minnettarız. Ama bu Afganistan işinde de..

Bush: Bu konuda ne kadar bir destek bekliyorsunuz, Sayın İcıwit?

Ecevit: Efendim, bizde bir söz vardır, ağanın eli tutulmaz, derler.. Yani siz büyük devletsiniz.. Desteğiniz ne kadar çok olsa o kadar iyidir..

Bush: Ne kadar mesela?

Ecevit: İki-üç milyar filan…

Bush: Oo!.. (Kendini tutumaz söylenir) Kötü alıştılar!

Ecevit: Efendim?

Bush: Dedim ki… Bu Bin Laden’le Molla Ömer nereye kaçtılar? Yani… Konuyu değerlendiririz, Sayın Başbakan. IMF ve Dünya Bankası’yla da konuşuruz. Değerli müttefikimizi zor durumda bırakmayız elbet.

Ecevit: Sağ olun efendim!

Bush: Zaten daha birlikte yapacağımız çok iş var. Bölgede Saddam Hüseyin büyük tehlike. Sizin için, bizim için, bölgedeki öteki dostlarımız için…

Ecevit (telaşlanır): Umarım Irak’a yönelik bir operasyon düşünmüyorsunuzdur, Sayın Başkan?

Bush (yüzü asılır): Neden?

Ecevit: Böyle birşey bölge için felaket olur.

Bush: Nasıl yani?

Ecevit: Efendim, geçen Preveze Deniz Savaşı’nda Türkiye çok zararlı çıktı. 50 milyar dolar kaybımız oldu.

Bush: Hangi savaş dediniz, Sayın Başbakan?

Ecevit: Şu… Babanız George Bush’un Saddam’la savaşı, efendim.

Bush: Haa, devam edin!

Ecevit: Bu sefer de savaş çıkarsa yeni bir kriz patlayabilir, bu ise bizi batırır..

Bush: Batırmaz batırmaz, Sayın Başbakan. Sizin ABD gibi güçlü bir dostunuz var, bize güvenin..

Ecevit: Güveniyoruz da Sayın Başkan, ya yeniden milyonlarca Iraklı Kürt sınırlarımıza dayanırsa? Ya Irak parçalanır, kuzeyde bir Kürt devleti, güneyde de bir Şii devleti kurulursa?. Bu hem bizim için, hem sizin için çok kötü olur, sayın Başkan..

Bush: Canım, bizim derdimiz Saddam’ın gitmesi ve yerine komşularını ve ABD’yi tehdit etmeyecek bir hükümetin gelmesi. Parçalanmasına müsaade etmeyiz tabi.

Ecevit: Çok iyi, çok iyi! Ayrıca, ben Saddam’a mektup yazdım. Siz de biraz sabrederseniz belki onu ikna ederiz. Birleşmiş Devletlerin silah uzmanlarını yeniden kabul edebilir..

Bush (kızgın): Saddam’a güvenilmez Sayın Başbakan. O yalancının teki! O bugün evet der, yarın yine bildiğini yapar. Birleşmiş Milletler gözlemcilerini kovdu ve üç yıldır ki dönmelerine izin vermiyor. Saddam silahlanıyor. Kimyasal ve biyolojik silahlar üretiyor. Nükleer silahlar elde etmeye çalışıyor. O şeytanın dölü! Onun teröristlerle ilişkisi var. Onu yaşatmıyacağım!

Ecevit (korkulu ve endişeli): Çok kötü, çok kötü olur!

Bush: Haklısınız, Saddam çok kötü bir adam! Bir bedmen o!

Ecevit: Yeni bir kriz bizim koalisyon hükümetini de götürür efendim..

Bush: Götüreceğim, götüreceğim herifi, kuşkunuz olmasın! Bağdat’ı alt üst edeceğim!..

Ecevit: Hiç değilse sonbahara bıraksanız Sayın Başkan..

Bush: neyi?

Ecevit: Şu Irak operasyonunu..

Bush: Nedenmiş o?

Ecevit: Hani turizm mevsiminin sonuna doğru.. Bari ondan zarar etmeyelim…

Bush: Anlamadım?

Ecevit: Efendim, Körfez’de bir çatışma çıkarsa bizim kıyılara da turist uğramaz olur.. Perişan oluruz, ekonomik program çöker. Umudumuzu bu yaz gelecek teröristlere bağlamıştık..

Bush: nasıl nasıl, umudunuzu kime bağlamıştınız?.

Ecevit: Bu yaz gelecek terörist…Pardon, turistlere bağlamıştık

Bush: Haa, şimdi anlıyorum… Turistler… Ama sayın İcıwit, bu teröristler bomba atmak için turizm mevsiminin geçmesini beklemezler ki.. Belki de tam bu mevsimde eyleme geçeceklerdir. Bu konuda istihbarat bilgileri de var… Geç kalırsak yalnız bu yaz değil, belki hiçbir yaz turist yüzü göremezsiniz..

Ecevit: Tanrı korusun!

 

Bush: Tanrının yardımıyla Amerika sizi koruyacaktır! (Yerinden kalkıp odanın içinde bir gidip bir gelerek, elini kolunu sallayarak, Ecevit’in yüzüne bakmadan, adeta kendi kendine konuşur.) Saddam denen o alçak var oldukça Amerika için tehlike vardır. Kimsenin Amerika’yı tehdit etmesine izin vermiyeceğiz! Nerede olurlarsa olsunlar üzerlerine gideceğiz! Ne pahasına olursa olsun onu yok edeceğim! Amerika bunu yapabilecek güçtedir. Dostlarımız da ya bizimle birliktedir, ya da teröristlerle!..

(Bush bunları söylerken Ecevit telaşlanır, ürker, oturduğu yerde büzülür. Sonra aşağı kayıp dört ayak üstü yürüyerek üç-dört metre ötedeki masanın altına saklanır.)

Bush: Evet, böyle Sayın Başbakan! Ya ben ya Saddam!.. (Dönüp Ecevit’e bakar, koltuğun boş olduğunu görünce şaşırır, sağına soluna bakar) Allah allah!.. Nereye getti bu adam yahu? Sır olup uçtu mu? Belli olmaz, bu Ortadoğu’dan çok peygamber çıkmıştır… Heey, Sayın İcıwit, nerdesiniz! (Ses yok.. Daha çok telaşlanır, masanın köşesindeki zile basar, içeriye teşrifatçı girer)

İkinci Teşrifatçı: Buyrun Sayın başkan! (Gözleriyle Ecevit’i arar, göremeyince şaşırır) Konuğunuz nerde efendim?

Bush: Ben de onu arıyorum. Adam sır olup uçtu mu nedir? Ben Saddam’dan söz ediyordum, bir baktım Başbakan kayıp. Tuvaletlere filan bakın, belki arada sıkışmıştır. Ne de olsa yaşlı adam…

Teşrifatçı da bir güvenlik ziline basar, bazısı erkek, bazısı kadın, birkaç sivil koruma kapılardan dalarlar. Sağı solu kolaçan ederler, pencereleri yoklarlar.

Bir Koruma: Sayın Başkan, bir sorun mu var?

İkinci Teşrifatçı: Konuk Başbakan kayıp akadaşlar! Sağı solu bir arayın, tuvaletlere bakın! Çabuk olun! Korumalar gerisin geri çıkarken “Mistır İcıwit, Mistır İcıwit!..” sesleri duyulur.

Bush: (Sinirli sinirli salonu bir uçtan diğer uca adımlar ve yüksek sesle söylenir): Allah allah! Olacak şey değil, nereye sıvıştı bu adam, buharlaşıp uçtu mu?.. Nasıl da Saddam için kaygılanıyor. Sana ne be adam! Derdi sana mı düşmüş?.. Bu Saddam’ın da ne kadar çok dostları varmış… Bütün Arap ülkeleri Irak’a saldırmamıza karşı. Hadi bunu anladık, Araplar ne de olsa.. Ama dünkü can düşmanları İranlılar da karşı. Çinliler, Ruslar da karşı. Hele hele, NATO müttefiklerimiz Avrupalılar da karşı… Bu adamda şeytan tüyü mü var ne?!.

O ara teşrifatçı ve korumalar geri dönerler.

İkinci Teşrifatçı: Hiçbir yerde bulamadık Sayın Başkanım.

Bush: Tuvaletlere baktınız mı?

Korumalar: Baktık efendim.

Bush: Merdiven altlarına filan..

Korumaların şefi: Her yere baktık ve arama devam ediyor.

Bush: Dışarı kaçmış olmasın?

Korumaların şefi: Bu mümkün değil efendim. Kuş uçurtmuyoruz!

Bush: Çok garip!

O sırada Rahşan’la Laura telaşla içeri dalarlar. Bush çiftinin köpeği Barny de onları izlemektedir.

Laura: Ne var sevgilim, olağanüstü birşey mi var?

Bush: Evet var, sayın İcıwit kayıp!

Laura: Kayıp mı? Herhalde şaka ediyorsun, George!.

Rahşan: Nasıl olur, ne yaptınız kocama?

O sırada Barny ansızın havlamaya başlar ve masanın çevresinde fır döner.

Bush: Hey, sus Barny! Sana ne oluyor?

Rahşan (yüksek sesle söylenir): Bülendcim, Bülend Bülend! Ne oldu sana, nerdesin?..”

Masa’nın altından zayıf bir ses gelir:

Masanın altındaki ses: Sen misin Rahşanım?.

Herkes şaşkın. “Ayol bu ne!”, “Vay canına!”, “My God!” sesleri duyulur. Barny yeniden şamata koparır, masanın altına doğru hücum eder.

Rahşan: Benim, hayatım, sen nerdesin?

Ecevit: Burdayım burda! (Herkes eğilip masanın altına bakar.)

Rahşan: Hayatım, sen orda ne arıyorsun, çıksana!

Ecevit: Bir tehlike yok mu!

Rahşan: Yok yok, hadi çık!

Herkes hayretle Ecevit’in masanın altından çıkışını izlerken Bush kendi kendine söylenir.

Bush: Rüyamda görsem inanmazdım. Beyaz saray böylesini ilk kez yaşıyor herhalde.. Sakın gazeteciler duymasın. Teksaslı olarak zaten namımız var. Bush konuğunu dövüp masanın altına attı derler..

Perde..

4. Perdeyi bekleyin!

 

 
PSK Bulten © 2002