Telefon
Küçük Oyun
Yazan: CEMALİ
Perde 4
(1.
Perdeyi okumak için tıklayınız)
(2.
Perdeyi okumak için tıklayınız)
(3. Perdeyi
okumak için tıklayınız)
Sevgili izleyiciler!
"Telefon" oyununun üç perdesini izlediniz. Şimdi
sıra geldi dördüncü ve son perdeye.. İlk perde Ecevit’le
Bush arasındaki telefon konuşmasıydı.
İkincisi Amerika yolunda, uçakta geçiyordu. Üçüncü perde
Beyaz Saray’da. Bu, yani dördüncü ve son perde ise benimle,
yani bu oyunun yazarıyla Ecevit arasında geçiyor.
Evet yanlış duymanıdız. Bu benimle Ecevit
arasındaki telefon konuşması…
Ben şakacı biriyimdir. Telefon ettiğim gün
ise 1 Nisan’dı. Ecevit’e nasıl mı ulaştım?
Bunun da yolunu buldum elbet. Minareyi çalan kılıfını
hazırlar, derler.. Olay şöyle cereyan etti:
Başbakanlık Özel kalem Müdürlüğünü aradım.
Oraya ulaşmak pek zor olmadı. İngilizce konuştum
ve kendimi İspanyol olarak tanıttım. İngilizcem
pek iyi olmasa da bir “İspanyol” için fena sayılmaz..
Ecevit’in Özel Kalem Müdürüne kendimi İspanya Başbakanı
Aznar’ın Özel Kalem müdürü Fernando Bernadez diye tanıttım
ve Başbakanımızın Sayın Ecevit’le
önemli bir konuyu telefonda konuşmak istediğini
söyledim. Muhatabım, Ecevit’in şu anda koalisyon
liderleriyle bir toplantıda olduğunu söyledi. Ama
ben konunun acil olduğunu, Türkiye’nin AB adaylığı
ile ilgili olduğunu söyleyince, bir dakika bekleyin dedi,
Ecevit’le ilişki sağladı ve görüşmeye
hazır olduğunu söyledi. Bunun üzerine ben de telefonu
sayın Aznar’a bağladığımı ve
iki liderin konuşabileceklerini belirttim ve sözde devreden
çıktım..
Ecevit’le aramızdaki diyalog ise şöyle cereyan
etti:
(Sahne bir paravanla ikiye bölünmüştür. Bir yanda evdeki
oturma odasının koltuğuna oturmuş Cemali,
öte yanda, Başbakanlık’ta bir oda.Yuvarlak bir sehpanın
çevresindeki koltuklarda Ecevit, Bahçeli ve Mesut Yılmaz
oturmaktalar. Kapı çalınır, odaya Özel Kalem
Müdürü girer.
Özel Kalem Müdürü: Efendim, Sayın
Başbakan’a acil ve önemli bir telefon var.
Ecevit: Kimden?
Özel Kalem Müdürü: İspanya
Başbakanı Sayın Jose Maira Aznar’dan..
Ecevit: (Yardımcılarına döner): Bekletmeyelim
değil mi, ayıp olur..
Yılmaz: Tabi tabi! Hem de AB dönem başkanlığı
şimdi İspanya’da..
Bahçeli: Bence bekleyebilirdi.. Ama madem ki,
Sayın Başbakan’la Sayın Yılmaz uygun görüyorlar,
koalisyonun uyumu bozulmasın…
Ecevit: Teşekkür ederim! (Özel Kalem Müdürü’ne
döner): Peki evladım, bağlayabilirsiniz.
(Özel Kalem Müdürü çıkar.)
Ecevit: (yanındakilere): Hayır mıdır
acaba?.
Yılmaz: AB adaylığımızla
ilgili olabilir. Kısa vadeli hedefler için süre doldu
da..
Bahçeli: İnşallah bizden yeni şeyler
istemeyecekler..
Yılmaz: Sanmam! Zaten istedikleri Katılım
Ortaklığı Belgesi’nde yazılı.
Ecevit: Evet… Hem de Aznar’ın daha önceki açıklamaları
umut vericiydi.
Yılmaz: Öyleydi..
Bahçeli: Bizi içlerine almaya niyetleri
olmayınca binbir bahane bulurlar.
Masanın üstündeki telefon çalar. Ecevit ahizeyi alır.
Ecevit: Buyrun efendim!
Cemali: Başbakan Bülent Beyle mi konuşuyorum?
(Mikrofona bağlandığı için ses odada bulunan
ötekiler tarafından da duyur).
Ecevit: Evet efendim, benim, buyrun!
Cemali: Ben İspayol Başbakanı Aznar.
Görüşmeyeli nasılsınız sevgili dostum,
sağlığınız iyi mi?
Ecevit: İyiyim, iyiyim, Sayın Aznar. Siz
nasılsınız, efendim?
Aznar: Ben de iyiyim Sayın Ecevit. Rahşan
Hanım nasıllar efendim?
Ecevit: Sağ olun, o da iyi efendim. (Ahizeyi
eliyle kapatırken yanındakilere döner): Hayret Rahşan’ı
da unutmamış..
Aznar: Sıkı durun Sayın Başbakan,
size bir müjde vereceğim, aramamın nedeni bu..
Ecevit: Öyle mi efendim, nasıl birşey bu?
Aznar: AB ile ilgili, Sayın Ecevit.
Ecevit: AB ile mi ilgili? (Yanındakilere bakıp
başıyla soru işareti yapar) Nasıl birşey
bu, sayın Blair?
Aznar: Aznar, efendim, Aznar!
Ecevit: Evet, sayın Aznar, doğrusu çok meraklandım..
Aznar: Şeytanın bacağını
kırdınız, Sayın Ecevit.. AB size görüşme
için tarih veriyor, bu yılın sonunda hem de!..
Ecevit: Olamaz! Yani çok iyi olur! Sahi mi söylüyorsunuz
Sayın Aznavur?. Aman tanrım, inanamıyorum!..
(yanındakilere döner): Duydunuz mu bize tarih veriyorlar,
AB bize tarih veriyor, hem de bu yılın sonunda!.
Yılmaz: (sevinçli): çok güzel,
çok güzel! Bu bir sürpriz!
Bahçeli: (hayret anlamında başını
sallar): Doğrusu ben de beklemiyordum..
Ecevit:(telefona döner): Anlatın sayın Aznavur,
yani Aznar, anlatın lütfen! Başka bir koşul
yok ya?.
Aznar: Hayır dostum, ne koşulu olacak! Zaten
siz ev ödevlerinizi mükemmel yaptınız…
Ecevit: (hayretle): Öyle mi yaptık?.
Aznar: Tabi canım! Anayasayı kaç kez değiştirdiniz..
Değişe değişe bir hal oldu zavallı
anayasanız.. Parlamentonuz görülmemiş bir hızla
kanunlar çıkardı. Denizden bile bu kadar hızlı
balık çıkarılmaz.. Daha ne yapacaktınız
ki?..
Ecevit: Sağ olun, sevgili dostum, çok sağ
olun! Demek sonunda bizi anladınız..
Aznar: Anladık efendim, anladık. Hem de
çok iyi anladık! Türkiye Batı İttifakı
için çok önemli, Sayın Ecevit. Türkiye’nin stratejik
konumunu görmemek mümkün mü? Türkiye Doğu ile Batı
arasında bir köprü… Türkiye Balkanlar, Ortadoğu
ve Kafkaslar arasında son dörece önemli bir stratejik
konuma sahip…
Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli: (bu sözlere başlarını
sallar ve bir ağızdan söylenirler): Çok doğru,
çok doğru!
Aznar: Türkiye, tek laik ve demokratik müslüman
ülke!..
Ecevit: Demokratik dediniz… Değil mi efendim?
Aznar: Tabi tabi! Hem laik, hem de demokratik… Buna
kuşku mu var?
Üçü birden: Çok doğru, çok doğru!
Aznar: Avrupa artık yaşlanıyor, Sayın
Ecevit. Türkiye’nin ise genç ve dinamik bir nüfusu var.. Geleceğiniz
parlak! Avrupa’nın size ihtiyacı var, sizsiz olmaz!..
Üçü birden: Çok doğru, çok doğru!
Aznar: Türkiye’nin güçlü ordusu olmadan Avrupa’nın
güvenliği sağlanamaz…
Üçü birden: Çok doğru!
Yılmaz: (Ecevit’e hitaben) Peki, bir sorsanız
efendim, bu kararı ne zaman almışlar? Bu arada
bir Konsey toplantısı filan yoktu..
Ecevit: Öyle ya, sorayım. (Ahizeye döner): Sayın
Aznar, bu karar ne zaman alındı efendim, nasıl
alındı?
Aznar: Haa?.. Haberiniz yok muydu Sayın Ecevit?
Ecevit: Yoo...
Aznar: Ben var sanıyordum.. Dün akşam bir
toplantı yaptık, Tüm AB ülkelerinin Başbakanları…
Yılmaz: Nerede? Gündemde böyle birşey yoktu.
Bahçeli: Ben de duymadım.
Ecevit: (yanındakilere): Canım Aznar yalan
söyleyecek değil ya.. (Ahizeye döner): Nerede yapılmıştı
efendim, bu toplantı?
Aznar: İnternet yoluyla yaptık efendim.
Biliyorsunuz teknik çok ilerledi. Bazı toplantılarımızı
artık böyle yapıyoruz. Hiç fark etmiyor. Sanki aynı
odada başbaşa imişiz gibi.. Böylece yolculuk
zahmetinden de kurtuluyor, zamandan tasarruf ediyoruz. Tabi
hakırlara karşı gerekli sıkı güvenlik
önlemlerini de alarak…
Ecevit: Evet, bunun mümkün olduğunu
duymuştum, Sayın Aznar.. Bizde de bazı denemeler
yapılıyor.. Demek toplantınızı böyle
yaptınız.. Çok sevindim, Sayın Aznar, çok!
Bu gerçekten büyük bir müjde. (Yanındakilere):
Hemen bir basın toplantısı yapalım. (Ahizeye
döner): Peki, sayın Aznavur, yani şimdi her şey
tamam mı? Yeni veya ek koşullar yok değil mi?
Hani o daha önceki…
Aznar: Hayır efendim, hayır! Herşeyi
konuştuk. Türkiye ev ödevlerini bir tamam yapmıştır,
dedik. Aslında Türkiye, son attığı adımlardan
sonra, genişleme halkası içine ilk alınması
gereken ülkelerden biridir. Bu sonuca vardık.
Ecevit: Aman tanrım! İnanamıyorum.
(Ayağa fırlar, ahize elinden düşer). Bahçeli
ile Yılmaz da ayağa fırlarlar. Üçü birbirlerine
sarılır, birbirlerini kutlarlar.
Ecevit: Başardık! Türkiye’nin önemi sonunda
anlaşıldı..
Bahçeli: Direndik ve kazandık! Onurlu
bir giriş olacak.. Hemen Genelkurmay Başkanını
arayıp müjdeyi vermeliyiz.
Yılmaz: Bu Türkiye’nin çağ atlamasıdır.
Paralar da artık gelecek demektir…
Ecevit: Bu koalisyon hükümetimizin tarihi başarısıdır,
arkadaşlar!. Hemen bir basın toplantısı
yapalım.
Yılmaz: Bomba gibi bir haber olur..
Aznar: (ses kesilince meraklanır). Alo, Aloo!
Noluyor orda? Hatta mısınız Sayın başbakan!
Sağlığınız iyi mi?.
Ecevit: Bay Aznar’ı unuttuk, ayıp oldu doğrusu!
(Ahizeyi alır.) Burdayım, Sayın Başbakan.
Sağlığım da çok iyi. Hoşgörün, verdiğiniz
müjdeyi arkadaşlarla kutladık.
Aznar: Böyle bir haberi verdiğim için mutluyum.
Ben İspanya Başbakanı Cemali…Yani Camilos…
Camilos Aznar olarak bu sonuca ulaşmak için tüm enerjimi
ve etkimi kullandım, Sayın Ecevit. Bazıları
mırın kırın ettiler, ama, sonunda onlar
da evet dediler..
Ecevit: Tahmin ediyorum, sayın Camilos Aznar..
Destek vereceğinizi söylemiştiniz. Bu dostluğunuzu
unutmayacağız.
Aznar: Tabi bu asıl olarak sizin çabalarınızın
ürünü, Sayın Ecevit. Siz ev ödevlerinizi bu kadar hızlı
yapmasaydınız, sonucu bu kadar erken alamazdık.
Üçü birden: Doğru, çok doğru!
Aznar: İdam cezasını kaldırdınız.
Düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğünde Avrupa
standartlarını benimsediniz…
Ecevit: Yani bunlar tamam mı?.
Aznar: Elbette!
(Ecevit sevinçli biçimde başını sallayarak
yanındakilere bakar)
Yılmaz: Demek yapılan değişiklikleri
yeterli buluyorlar.. İyi valla!. Bu kadarını
ben bile beklemiyordum..
Bahçeli: İyi ki daha önceki dayatmalarına
evet dememişiz. İyi ki direnmişiz..
Ecevit: Peki, Sayın Aznavur, şu Kürtlerle
ilgili istemler de tamam mı?.
Aznar: Nasıl efendim?
Ecevit: Yani anadilde yayına ve eğitime
ilişkin hükümler..
Aznar: Onlar da tamam, Sayın Ecevit! Bu konuda
attığınız dev adımlardan sonra bu
ufak şeylere gerek var mı? Onlar birer ayrıntı
artık.. Siz bu konuda bizi bile solladınız…
Ecevit: (hayretle): Öyle mi yaptık?.
Aznar: Elbette. Siz sorunu temelinden çözdünüz.. Sizi
kutlarım!
Ecevit: Yaa?..
Aznar: Elbette. Sizin attığınız
cesur adımlardan sonra, artık Avrupa Birliği
için sorun yok!
Ecevit: (sevindirik olmuş gibi): Demeyin!
Bahçeli: Çok iyi vallahi, çok iyi! Tam istediğimiz
gibi!..
Yılmaz: Doğrusu çok şaşırdım..
Bunlar Kopenhag Kriterleri’nden vaz mı geçtiler?.
Bahçeli: Varsın vazgeçsinler! Buna mı
tasalanıyorsun?
Yılmaz: Hayır canım, neden tasalanayım!
Sadece bu iş nasıl oldu, ona hayret ediyorum.
Bahçeli: Bu Türk milletinin gücüdür!
Büyük ve yüce milletimizin!.. Rest çektik
ve kabul ettiler..
Yılmaz: Eğer öyleyse çok iyi.. Yırttık
sayılır!
Ecevit: Yırttık yırttık!
Aznar: (anlamamış gibi): Neyi yırttınız,
Sayın Başbakan?
Ecevit: Hayır sayın Aznar, birşey
yırtmadım. Şey yani… Çok iyi oldu, demek
istedim.
Aznar: Elbette elbette.
Ecevit: Peki sayın Aznavur, Yunanlılar itiraz
filan getirmediler mi? Hani Kıbrıs sorununda bir
sonuç alınmadan…
Aznar: Alındı ya, Sayın Ecevit..
(Üçü de şaşkın biçimde birbirlerinin yüzüne
bakarlar.)
Ecevit: Nasıl alındı, efendim?
Aznar: Dün Denktaş’la Klerides anlaşmaya
vardılar ya..
Ecevit: Hayret!. (Yanındakilere bakar) Böyle
bir şey oldu mu?
Bahçeli ve Yılmaz: Yoo…
Aznar: Herhalde şaka ediyorsunuz, sayın
Ecevit! Belki son saatlerde radyo ve televizyon haberlerini
izlemediniz. Yorgun, uykusuz filan mısınız?
Ecevit: hayır efendim, hayır! İşte
iki başbakan yardımcımız da burada. Böyle
birşey henüz yok. (Yanındakilere): Var mı?
İkisi birden yok anlamına başlarını
sallarlar.
Ecevit: Yoksa?..
Aznar: Yoksa?.. Türkiye anlaşmadan habersiz mi?
Yani onaylamadı mı? Ama böyle birşey olacağını
tahmin edemem. Hiç Mistır… Neydi adı?.. Raul…Raul
Cenktaş sizden habersiz yapar mı?
Ecevit: Allah allah, bir yaşıma daha girdim!
(yanındakilere) Ne anlaşmasıymış
bu? (Ahizeye): Sayın Gavur!.. Pardon, yani Aznavur!..
Pardon, yani Aznar!.. Nasıl bir anlaşma bu?..
Aznar: Haberinizin olmaması çok ilginç, Sayın
Başbakan... Doğrusu şaşırtıyorsunuz
beni! Federatif bir yapı üzerine anlaştılar
ya.. Başkan Rum, yardımcısı Türk olacak.
Dışarıya karşı tek temsil.. Türkler
nüfusları oranında merkezi hükümete ve parlamentoya
katılacak.. Sınırlar kalkacak, nüfus ada içerisinde
serbestçe hareket edebilecek… Öyle olunca artık adanın
tümüyle AB üyesi olması önünde de hiçbir sorun kalmadı.
Ecevit: (Panik halinde ayağa fırlar): Yo
yo, böyle bir şey yok! Nereden çıktı bu? Olamaz!..
Bir yanlışınız var sayın Aznar. Yoksa
sizi yanılttılar mı? Bu Rumların işi
olmasın?..
Aznar: Hayır efendim ne yanıltması..
Bir tek ben değilim ki.. Bunu dün akşamki toplantıda
14 ülkenin Başbakanı ile görüştük..
Ecevit: Akıl alacak şey değil!
Bahçeli: Ne oluyor, neler dönüyor?!.
Yılmaz: Doğrusu çok garip!..
Aznar: Bu iyi bir çözüm değil mi, Sayın
Ecevit?
Ecevit: (adeta bağırarak) Elbette değil
efendim! Hakkaniyetli ve adil bir çözüm değil. Türkiye
bunu asla kabul etmez! Kıbrıs Türkleri de etmez!..
Aznar: (sakin): Bildiğim kadarıyla, sayın
Ecevit, Kıbrıslı Türklerin nüfusu yüzbinden
biraz fazla, öyle değil mi?
Ecevit: 180 bin..
Aznar: 180 bin olsun.. Buna karşılık
Rumların nüfusu 700 bin.. Yani yaklaşık Türk
nüfusunun dört katı. Buna rağmen iki bölgeli bir
federasyon oluşuyor.. Buna göre Türklerin yerel meclisleri,
yerel hükümetleri olacak.. Anadilleri resmi dil olacak. Kendi
dillerinde ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim görecekler..
Kendi dillerinde günün yirmi dört saati radyo ve televizyon
yayını olacak.. Bunlar bizim milyonlarca Bask’a
ve Katalan’a verdiğimiz haklardan kat kat fazla..
Ecevit: Olsun efendim, o başka bu başka!
Biz iki eşit devlet istiyoruz. Konfederal bir yapı..
İki toplum, iki bölge, iki devlet… Dünyada örneği
de var..
Aznar: Mesela?
Ecevit: Mesela…Çeklerle Slovaklar gibi.
Aznar: Ama onlar ayrıldılar..
Ecevit: Neden olmasın?. Bunlar da istedikleri
zaman ayrılırlar.. Birlik gönüllü olmalı, değil
mi efendim.. İki halk istediği sürece birlikte yaşamalı,
istemediği zaman gönül rızasıyla ayrılmalı..
Aznar: Ya Kıbrıs Türkleri daha azına
evet derlerse?..
Ecevit: Diyemezler efendim, diyemezler!
Aznar: Hımm… Ama Kıbrıs Türkleri bunu
kabul etmişler.
Ecevit:(öfkelenir): Edemezler efendim, edemezler!..
Bu işte bir yanlışlık var..
Bahçeli: Allah allah, bu adam Rumların
avukatı filan mı?.
Yılmaz: Bunda bir iş var ama?.. Hele bir
Denktaş’la ilişki kuralım…
Aznar: Sayın Ecevit, telaşlanmayın,
bir yanlışlık varsa düzeltilir.
Ecevit: Ama Sayın Başbakan, bu çok tuhaf
bir durum…
Aznar: Peki, Sayın Başbakan, Kürt sorunundaki
gelişmeler için ne diyorsunuz? İnşallah bunda
da bir yanlışlık yoktur?.
Ecevit: Nasıl efendim, anlamadım?.
Aznar: Yani Kürt sorunundaki çözüm konusunda herhalde
kararlısınız…
Ecevit: Kararlı mıyız? Hangi Kürt sorunundan,
hangi çözümden söz ediyorsunuz?
Aznar: Çok tuhaf…
Ecevit: Siz herşey tamam ediniz ya az önce, Sayın
Başbakan.. Türkiye’nin yapması gereken birşey
yok dediniz. Yani anadilde yayın ve eğitime de gerek
yok, demiştiniz. Öyle değil mi?.
Aznar: O anlamda demedim ki, sayın Başbakan.
Ecevit: Ya ne anlamda?
Aznar: Siz Kürtlerle federasyonu kabul ettiğiniz
için, artık…
Ecevit: (çok çaşırmış halde):
Nasıl nasıl?!.
Aznar: Cesur adımlar atıp Anayasa’da Kürt
kimliğini tanıdınız ya, Sayın Başbakan..
Kürtçeyi resmi dil haline getirdiniz. Türkiye iki cumhuriyetli
bir federatif devlet oldu…
Ecevit: Nasıl nasıl?!. İki cumhuriyetli
federal bir devlet mi?..
Aznar: Artık böyle bir durumda anadilde eğitimin
ve yayının lafı mı olur. Bunlar zaten
olacak!..
(Ecevit ve yanındakiler şaşırmış,
adeta dilleri tutulmuş gibi hayretle dinlemekteler. Aznar
rolündeki Cemali devam eder):
Aznar: İşte ben bunun için sizi kutlamıştım.
Doğrusu cesur bir adım attınız. Bravo!
Türkiye’ye yakışan da buydu. Nihayet yanlış
bir politikaya son verdiniz. Artık önünüz açık..
Türkiye hızla demokratik, çağdaş bir ülke olabilir…
Avrupa Birliği son derece memnun… Artık üyeliğiniz
için bir engel kalmadı…
Ecevit: Olamaz, bu olamaz!
Aznar: Yoksa yanılıyor muyum, Sayın
Başbakan? Çek ve Slovak türü konfederal bir birlik miydi
yoksa?.. Bu da olabilir elbet, sizin tercihiniz.. Türklerle
Kürtler ne üzerinde anlaşırlarsa biz saygı
gösteririz..
Ecevit donup kalmıştır. Bir sessizlik olur..
Aznar: Alo, noldu efendim? Sayın Başbakan
orda mısınız? Hımm.. telefon kapandı
galiba.. Fernando, Fernado! Bağlantı koptu evladım…
Neyse, tekrar bağlanınca devam ederiz. Zaten söyleyeceklerim
de bu kadardı. (Telefonu kapatır).
Cemali (yan tarafta bir kahkaha atıp kahvesini
doldururken söylenir): Şöyle bir rahat kahvemezi içelim,
sonra devam ederiz..
Ecevit: (Ahizeyi sessizce yerine koyar, kendi kendine
konuşur gibi): Hiçbir şey anlamadım!
Yılmaz: Doğrusu çok tuhaf…
Bahçeli: Bu saçma sapan şeyler nerden
çıkıyor? Ağzımızı arıyor
olmasınlar?..
Yılmaz: Yanlış bir enformasyon mu aldılar
acaba, birileri onları işletti mi yoksa?
Ecevit: Olabilir mi? Dilerseniz önce bir Denktaş’ı
arayıp bilgi soralım. Öyle bir şey olamaz değil
mi? Denktaş bizden habersiz bir olup bitti yapamaz değil
mi?
Bahçeli: Yapmaz ve de yapamaz!
Yılmaz: Dilerseniz hemen Denktaş’ı
arayalım.
Ecevit: Arayalım arayalım..
Bahçeli: Ya Kürt meselesine ne dersiniz?
Güya biz federasyon ilan etmişiz.. Kürtçe resmi
dil olmuş.. Neler neler!.. Tümüyle saçma!
Bu Aznar kafayı mı yemiş ne? Bunlar ülkemizi
bölmek istiyorlar anlaşılan. Biz demiştik!
Genelkurmay haklı çıktı!..
Bu arada Cemali yan tarafta, oturduğu koltuktan, ayaklarını
önündeki masanın üstüne uzatmış, yanındaki
sehpanın üzerindeki telefona uzanır, numaraları
çevirir. Yan tarafta Ecevit’in telefonu yeniden çalar. Ecevit
ahizeye uzanır:
Ecevit: Öyle mi? Belçika Başbakanı mı
Mösyö Guy Verhofstadt mı? Peki evladım peki, bağlayın!
Verhofstadt rolündeki Cemali (sesini kalınlaştırarak):
Başbakan Ecevit le mi konuşuyorum?
Ecevit: Evet efendim.
Verhofstadt: Bonjur Mösyö! Nasılsınız
Sayın Ecevit? Sizi geçen sefer turp gibi görmüştüm..
Ecevit: Sağ olun, Sayın Başbakan. Umarım
siz de iyisiniz.
Verhofstadt: İyiyim sevgili dostum, çok iyi hem
de! Sizi aslında dün akşam arayacaktım; ama
geç olmuştu. Toplantımız uzun sürdü..
Ecevit: Ne toplantısı efendim?
Verhofstadt: Şu AB ülkeleri başbakanlar
toplantısı! Bay Aznar size bilgi iletmiştir
sanırım. Onunla konuşabildiniz mi, Sayın
Ecevit?
Ecevit: (yüzünden düşen bin parça): Evet efendim,
konuştum konuşmasına..
Verhofstadt: Haa çok iyi! O size hepimiz adına
müjdeyi vermiştir. Ama ben Belçika’nın ve şahsımın
tebriklerini özel olarak iletmek istedim.
Ecevit: Anlıyorum efendim.. (Yanındakilere
döner) Bakalım bu neler diyecek…
Verhofstadt: Ee, sayın Ecevit, ülkeniz artık
Avrupa Birliği’nde sayılır. Bundan ötesi sadece
formalite gibi birşey.. Bir ya da iki yıl… Umarım
en yakın zamanda, bir zirve toplantısında bunu
kutlarız. O zamana kadar kendinize iyi bakın!
Ecevit: Bakarım efendim, bakarım. Ama ben
sayın Camilos Aznar’ın dediklerinden pek birşey
anlamadım. Onun dediğine göre…
Verhofstadt: Öyle mi? İngilizce konuştunuz
değil mi? Onun İngilizcesinde iş yok zaten.
Bu İspanyolların İngilizcesine pek illet olurum.
Kimbilir nasıl kafasını gözünü yararak anlatmıştır.
Ecevit: Hayır efendim, kafa göz yarmadı
da, biraz kalbimi kırdı..
Verhofstadt: Öyle mi, çok komik! Nasıl yani?..
Ecevit: Kıbrıs ve Kürt sorunuyla ilgili
söyledikleri…
Verhofstadt: Haa, sanıyorum şu federasyon
olayı.. Haklısınız! Ama siz bakmayın
onun dediklerine..
Ecevit: (şaşkın): Bakmayayım mı?
Verhofstadt: Tabi tabi, bakmayın! Tahmin ediyorum
size söylediklerini.. İspanyollar bu konuda oldukça farklı
düşünüyorlar…
Ecevit: Emin misiniz, sayın...
Verhofstadt: Tabi tabi!
Ecevit (yanındakilere): Görüyor musunuz, bu başka
türlü konuşuyor. Biz de boşuna o kadar endişelendik..
Yılmaz: Öyle anlaşılıyor..
Bahçeli: Evet evet..
Verhofstadt: Bu İspanyollar etnik sorunun çözümü
konusunda hep yanlış yaptılar..
Ecevit (gözleri parlar, yanındakilere): Görüyor
musunuz, yanlış yaptılar, diyor.. Tabi canım!..
Verhofstadt: Bir türlü yeterli bir adım atamadılar.
Yaptıkları yarım yamalak.. Basklara ve Katalanlara
tam bir eşitlik tanımadılar. Hala yaşadıkları
sorunlar da bundan.. Onun için de sizi ve bizi anlıyamazlar,
Sayın Ecevit. Aznar’ın rahatsızlığı
bundan..
Ecevit (kafası karışır): Anlamadım
Sayın Ver… Ver…Verheugen?..
Yılmaz: Verhofstadt!
Ecevit: Ne dediniz, Sayın Bahçeli?
Bahçeli: Ben demedim, Yılmaz dedi..
Yılmaz: Konuştuğunuz Verheugen degil,
Verhofstadt…
Ecevit: Evet evet… Yani nasıl, Sayın Banhofstadt?.
Verhofstadt: Aznar Belçika’daki türden eşitlik
temelinde bir çözümü aşırı buluyor. Malum ya,
Sayın Başbakan, bizde Valonlar ve Flamanlar eşitlik
temelinde bir federasyon oluşturmuşlar. Ee, siz
de cesur bir adım atıp aynı şeyi Kürt
sorununda yaptınız, sorunu temelinden çözdünüz.
İspanyollar bundan rahatsızlar. Kendileri için kötü
örnek olur diye düşünüyorlar.
Ecevit: Yani biz Kürt sorununu böyle mi
çözdük?.
Verhofstadt: Elbette Sayın Ecevit. Hem Kürt,
hem Kıbrıs sorununda, hem de beklenmedik biçimde
hızlı ve cesur adımlar atarak bizi şaşırttınız.
İyi de ettiniz! Anadilde yayın ve eğitim hakkı
koca bir ulus için doğrusu komik kaçıyordu. Bu 20
milyonluk Kürt halkını tatmin etmezdi. İsmet
Paşa da Lozan’da öyle dememiş miydi? ”Kürtler asli
unsurdur, onları azınlık hakları tatmin
etmez!..”
Ecevit (yanındakilere): Allah Allah, bu adam
Kürtlerin avukatı mı? Lozan’ı biz bile unuttuk,
bu nerden biliyor?.
Verhofstadt: Böylece hem artık kangren olmuş
bu tarihi sorunu çözdünüz, hem de Avrupa Birliği’nin
yolunu açtınız, Sayın Ecevit. Artık Kıbrıs’la
birlikte kendinizi tam üye bilin! Gerçi Almanlar biraz mırın
kırın ettiler, Türkiye’nin iyi olmayan ekonomik
durumunu, Türk işçilerinin serbest dolaşım
sorununu gündeme getirdiler; ama onları da ikna ettik.
Bu konuda Belçika elinden geleni yaptı, bundan emin olabilirsiniz!
Ecevit (kendi kendisiye konuşur gibi): Anlamıyorum,
anlamıyorum!
Yılmaz: Anlaşılır gibi değil
ki.. Bu da aynı şeyleri söylüyor!
Bahçeli: Peki ama, bu nasıl olur?..
Verhofstadt: Alo… Sayın başbakan, beni duyabiliyor
musunuz?
Ecevit (adeta patlar): Olamaz olamaz!
Bahçeli: Bunu asla kabul etmeyiz! Bu Avrupalılar
bizi ne sanıyorlar?!.
Yılmaz: Birşeyler dönüyor ama.. Bunlar Türkiye’nin
AB üyeliğini engellemek isteyenlerin oyunu olmasın?.
Verhofstadt: Ne olamaz, Sayın Başbakan?
Orada neler oluyor?..
Ecevit (ahize elinden düşer, yana doğru
eğilirken): Bana birşeyler oluyor…
Bahçeli ve Yılmaz atılıp düşmesini önler,
koltukta arkaya doğru yaslarlar.
Yılmaz: Sayın Başbakan, Sayın
Başbakan, iyi misiniz?!.
Ecevit’ten ses soluk çıkmaz. Bahçeli Zile basar. Özel
Kalem Müdürü girer.
Bahçeli: Evladım, çabuk doktoru çağırın!
Başbakan rahatsızlandı.
Özel Kalem Müdürü: başüstüne
efendim! (koşarak çıkar).
(Cemali bu arada bir kahve daha doldurur, yine ayaklarını
uzatır. Daha sonra ise zaman zaman odasının
içinde dolaşır, hafif ıslık çalar, birşeylerle
uğraşır gibi yapar).
Yılmaz: (bir dosya yardımıyla Ecevit’in
yüzünü yelpazelerken söylenir) Sakin olun, Sayın Başbakan,
endişelenecek birşey yok. Söylenenlerin gerçekle
bir ilgisi yok… (Ecevit’ten ses seda yoktur). Aman Allahım!
Sayın Ecevit, Sayın Ecevit!.. (Seyirciye döner,
kendi kafasından geçenleri söyler): Ölürse.. Ölmesin!
Başbakanlık şu Bahçeli’ye geçer..
Bahçeli (telefonla Başbakanlık reviriyle
konuşur): Başbakan’ın odasına çabuk doktor
gönderin! Çabuk olun evladım, çabuk çabuk!.. (Telefonu
bırakıp telaşla masa üstündeki peçeteyi surahideki
suyla ıslatır ve koşturup Ecevit’in yüzüne
sürer.. Sonra seyirciye döner, kafasından geçenleri Yılmaz’a
duyurmadan söyler gibi): Aslında bu kadar telaşlanmaya
gerek yok.. Adam zaten yaşlı ve hasta.. Görevi zor
yürütüyor.. Ondan sonra başbakanlık ta bizim hakkımız
elbet!..
(Kapıdan doktor girer, koşturup Ecevit’in nabzını
tutar.)
Doktor: Bayılmış.. (Çantasını
açıp pamuk ve eter çıkarır).
Yılmaz: Tehlikeli bir durum yok ya?.
Doktor: Sanırım yok. (Pamuğa eter döküp
Ecevit’e koklatır. Ecevit yavaş yavaş kendine
gelir.. Bu arada doktor kulaklarına dinleme aygıtını
geçirip Ecevit’in kalbini dinler ve yanındakilere dönerek):
Tahlikeli bir durum yok.
Yılmaz (seyirciye): İyi iyi, sırası
değildi, yoksa ekonomi dibe vurur, bu kez Derviş
de bir işe yaramazdı…
Bahçeli:(seyirciye): Onda ölecek göz var mı?!.
Ecevit: Noldu doktor, bu telaş ne?
Doktor: Efendim, ufak bir baygınlık geçirdiniz.
Ecevit (bitkin bir sesle): Öyle mi?. Telefonla konuşuyordum..
Telefon noldu?..
Yılmaz: kapandı efendim, kapandı; önemli
değil..
Ecevit: Nasıl önemli değil! Duymadınız
mı söylenenleri?.
Bahçeli: Evet ama, gerçeklerle bir ilgisi yoktu.
Söyledikleri saçma sapandı..
Ecevit: Saçma sapan ama.. Anlamıyorum.. birisi
onları işletmiş mi yoksa.. Yoksa ağzımızı
mı arıyorlar.. Tabi canım, gönüllerinden geçen
bu.. Nasıl da memnunlardı…
Doktor: Efendim, siz biraz dinlenseniz.. Sanırım
ihtiyacınız var..
Yılmaz: Tabi tabi, doğru söylüyor doktor..
Bunları sonra konuşuruz.
Ecevit: Ne diyorsunuz, Devlet Bey?
Bahçeli: Haklılar efendim, biraz dinlenseniz…
(Yan tarafta Cemali yeniden tellefonu alır, numarayı
çevirir, almanca bir şeyler söyler):
Cemali: Herr Schröder wollen mit Minister President
Ecevit sprehen.. Ya ya, sehr vichtig!
O sırada telefon bir daha çalar, Telefona Bahçeli bakar.
Bahçeli: Söyle evladım. Nasıl? Şröder
mi arıyor? Ama sayın Başbakan şu anda…
Ecevit: Şröder mi arıyor? Bağlayın
bağlayın..
Yılmaz: Ama efendim, siz?.
Ecevit: Yo yo, iyiyim. Konuşabilirim. (Kalkıp
ahizeye doğru yürümek ister).
Yılmaz (engel olur) Siz oturun , biz telefonu
getirelim. (Telefonu yanındaki sehpanın üstüne koyarlar.
Ecevit ahizeyi kaldırır. Bu arada doktor çıkar.)
Ecevit: Buyrun ben, Başbakan Ecevit.
Cemali: Guten tag, herr Ecevit! İch bin Schröder!
Wie getz? (sonra İngilizce’ye çevirir): How are you,
Mister President?
Ecevit: İyiyim efendim, sağ olun. Sesinizi
duyunca daha da iyi oldum.
Schröder: Kendim ve Alman halkı adına
sizi kutlarım, sevgili dostum.
Ecevit: Sağolun, Sayın Schröder! Ama
neden kutluyorsunuz?
Schröder: Neden olur mu, tabiiki AB üyeliğinizi!
Hepimizi şaşırttınız Sayın Ecevit.
Doğrusu Türk hükümetinin ve parlamentosunun bu derece
hızlı ve cesur adımlar atacağını
beklememiştik. Bize adeta sürpriz yaptınız..
Ecevit: Ne sürprizi efendim?
Schröder: Hadi hadi, bilmez gibi davranmayın.
Nasıl oldu sevgili dostum, böyle bir hızlı
politika değişikliğini nasıl başardınız?
Ecevit: Hangi değişikliği efendim?
Schröder: hangisi olur mu? Şu Kıbrıs’la
Kürt sorunu, canım…
Ecevit: Biz büyük bir politika değişikliği
yapmadık. Daha doğrusu hiçbir değişiklik
yapmadık..
Schröder: Şaka yapmayın, Sayın
Ecevit..
Ecevit (öfkelenir): Hayır efendim, şaka
yapmıyorum, ne şakası?
Schröder: Kıbrıs’ta uzlaştınız
ya, bu az şey mi?
Ecevit: Ne anlaşması? Henüz bir anlaşma
yok. Yani düne kadar yoktu.
Schröder: İyi ya, dün akşam sayın…
Neydi adı? Haa, Cenktaş… Rolf Cenktaş’la Klerides
anlaştılar. Haber bomba gibi patladı.
Ecevit: Allah allah!
Schröder: Yani, Sayın Ecevit, sizin haberiniz
gerçekten yok mu? Çok garip doğrusu… Haberinizin olmaması
yani… Her neyse, bu güzel bir haber. Çok sevindirici.. Siz
sevinmediniz mi yoksa?
Ecevit (şaşkın): Sevinmez olur muyum,
sevindim sevindim. Hem de ne sevindim! (serbest elini havaya
kaldırıp oynarmış gibi yapar. Yılmaz
ve Bahçeli onu garip garip ve endişeyle süzerler).
Schröder: Ayrıca Kürt sorunu konusunda attığınız
adım daha da önemli, tarihi bir adım..
Ecevit: Ne adımı Sayın Kohl?
Schröder: Kohl mu? Hah haa…
Yılmaz: Şröder!
Ecevit: Efendim?
Yılmaz: Kohl değil, Şröder!
Ecevit: Ne adımı, Sayın Şröder?
Schröder: Kürtlerle Federasyon yaptınız
ya!. Doğrusu imrendim. Yeri geldiğinde ancak büyük
uluslar ve büyük liderler böylesine kararlı adımları
atar. Siz bir Türk De Gaulle’siniz, sayın Ecevit!
Ecevit: bir yanlışınız var, Sayın…
Schröder: Tarih yazdınız sayın
Başbakan!
Ecevit: Ben tarih filan yazmadım, sayın…Şeyy…
Yılmaz: Şröder…
Ecevit: Şöreder… Ay, deli olacağım!.
Ne federasyonudur, ne işidir…
Yılmaz: Sakin olun, Sayın Başbakan!
Ecevit: Nasıl sakin olayım canım, tövbe
tövbe!..
Bahçeli: Tabi ya! Rest çekin efendim, rest
çekin! Bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar? Avrupa Birliği
başlarına çalınsın bunların! Onurumuzla
oynuyorlar.. Bunlar yüce Türk soyu, sopu ve de kanıyla
alay ediyorlar!..
Ecevit: Oynuyorlar efendim, oynuyorlar… Başlarına
çalınsın! (Ahizeyi atar, ayağa fırlar)
Yeter be!.
Yılmaz (telaşlanır): Sakin olun, Sayın
Başbakan!
Ecevit: Olamam, Sayın Yılmaz, olamam! Oynuyorlar
bizimle, oynuyorlar!
Schröder: Alo, Sayın Başbakan, Aloo..
Orda mısınız?
Ecevit: (Ahizeyi öfkeyle kapar, var gücüyle bağırır)
Burda değilim, yokum! Yokum lan! Yokum işte! (yanındakilere
döner) Kim ararsa yok deyin. Bush da arasa yok deyin! Sevgili
dostum Saddam bile arasa… (Telefon ahizesini yere çalar ve
bağırıp çağırmaya devam eder) Yok
federasyonmuş, yok tarihi adımmış! Yok
Avrupa Birliği imiş!.. Öf be, yeter artık!
(Saçını başını yolmaya başlar.
Ahizeye gözü çarpar, iyice çılgına döner, haykırır):
Ulan telefon!. (Yerden alıp ısırır..)
Yılmaz ve Bahçeli (telaşlanırlar) sayın
Başbakan, sayın Başbakan! (Zor bela ahizeyi
elinden alırlar. Yılmaz Ecevit’i tutarken, Bahçeli
telaşla zile basar. Kapıdan Özel Kalem Müdürü görünür)
Özel Kalem Müdürü: (durumu görünce
şaşırır) Bir şey mi oldu efendim?
Bahçeli: Evladım çabuk doktoru çağır!
Müdür: Aman allahım! (koşturur)
Ecevit: Oynuyorlar efendim, oynuyorlar… (Bir ara Yılmaz’ın
elinden sıyrılır, çifte telli oynar gibi) Oyna
yavrum oyna! Neydi o?…Konyalım oyna! Mustafa Mustafa!..
Yılmaz: Eyvah tam kaçırdı! Artık
tutabilirsen tut borsayı!
Bahçeli: Nereye kaçırdı?
Yılmaz: Bu kez sorun aşağıda değil,
tepede..
Bahçeli: Desene, bu iş burada biter! (seyirciye
döner): Zaten çok uzatmıştı adam.. Şimdi
sıra bizde.. Devlet kuşu Devlet’in başına!..
Ecevit: (oynar) Borsayı tutma! Tutma da tutma!
(Birden öfkelenir, yeniden telefona saldırır ve
ısırmaya başlar, yerden yere vurur ve bağırır)
Ulan telefon!..
(Bahçeli de koşturur. İkisi birden zar zor zaptederler.
O sırada Doktor, Özel Kalem Müdürüyle ile birlikte yine
içeri dalarlar. Yeni gelenler gördükleri manzara karşısında
şaşırırlar.)
Yılmaz: Doktor bir sakinleştirici yapsanız..
Doktor (umutsuzca Ecevit’i süzer): Efendim, artık
sakinleştirici filan para etmez. Sayın Ecevit’in
Evren Anayasası gibi bir gömleğe ihtiyacı var…
(O sırada telefon yeniden çalar. Ecevit irkilir, sonra
”Ulan telefon!” diye bağırarak telefona doğru
hücum eder. Onu engellerler. Ahizeyi Yılmaz alır)
Yılmaz: Buyrun, kimi aradınız?
Cemali: Başbakan Ecevit’le konuşmak istemiştim..
Yılmaz: Sen de kimsin?
Cemali: Ben Cemali.
Yılmaz: Cemali mi?. Kim olursan ol, Başbakanımızla
konuşamazsın.
Cemali: Sadece çok kısa birşey söyleyecektim
kendisine..
Yılmaz: Hayır hayır, söyleyemezsin!
Cemali: 1 Nisan şakası yaptığımı
söyleyecektim..
Yılmaz: Nasıl, 1 Nisan şakası
mı?!.
Cemali: Evet, demin kendisini arayan bendim, Aznar,
Şröder filan değildiler..
Ordakiler (Ecevit’in dışında, bir ağızdan):
Vay Canına!..
Ecevit (telefona doğru hamle yapar): Ulan telefon,
telefon!.. (Ahizeyi yakalar ve ısırır)
Perde kapanır
S O N
|