Yazar Orhan Pamuk’un bir İsviçre gazetesine söyledikleri
Türkiye’de yoğun tepkilere yol açtı. Ne demişti
Pamuk:
“Bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü. Kimse söylemiyor,
bari ben söyleyeyim…”
Bu nedenle yalnızca kızıl elma koalisyonu,
ırkçı ve faşistler değil, çok daha geniş
bir çevre Pamuk’a öfke kusuyor. Irkçı ve faşistler
ise Pamuk’u açıkça tehdit ediyorlar, bu sözleri yeni
bir şovenizm histerisi için gerekçe yapıyorlar.
Peki, Pamuk’un söyledikleri yalan mı? Ne yalan ne fazla,
olsa olsa eksiktir. Pamuk’un sözünü ettiği 30 bin Kürt
yalnızca son 15-20 yıllık kirli savaşta
öldürülenlerdir. Ya daha önceki Kürt ayaklanmalarının,
Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim’in bastırılmasının
ardından bölgede gerçekleştirilen soykırımlarda
öldürülenler?.. Salt Dersim ayaklanmasının ardından,
1938 yılında, çocuk-kadın demeden onbinlerce
kişi kırımdan geçirildi, yer yer süngülenip
ırmaklara atıldı, yer yer değirmenlere
doldurulup yakıldı. Şeyh Sait ve Ağrı
ve daha bir dizi ayaklanmanın ardından da öyle.
Ya Ermenilerle ilgili söylenenler? 1915 yılında
yapılan büyük Ermeni katliamını, dünyanın
gözünün içine baka baka inkar etmek, inkarda bunca direnmek
acaba nasıl bir tavırdır?
Aradan sadece 90 yıl geçti. Bu kırımın
Ermeni tanıkları ve onların Müslüman komşuları
içinde hala hayatta olanlar var. Tüm dünya, İstanbul’daki
büyükelçilikleriyle, Anadolu’daki konsoloslukları ve
yurttaşlarıyla buna tanık oldu.
Şimdi, “işi tarihçilere bırakalım” deyip
suyu yokuşa sürmek, kırımdan geçirilmiş
bir halkın bugün hayatta olan unsurlarıyla ve soykırımın
tanınmasını, bundan dolayı özür dilenmesini
isteyen tüm dünyayla, bir de üstelik alay etmekten başka
nedir?
Anadolu ve İstanbul’daki iki milyon Ermeni buharlaştı
mı?
Herkes, Enver, Talat ve Cemal Paşalar yönetimindeki
ırkçı İttihat ve Terakki’nin, savaşın
daha başında Ermenilerin katli için karar aldığını,
bunu mülki ve askeri tüm makamlara ilettiğini, bu işin
yerel mülki amirler, jandarma ve ordu birliklerinin yönetiminde
örgütlenip gerçekleştiğini; yer yer, kışkırtılan
din düşmanlığı ve Ermeni mülklerine el
koyma güdüsüyle harekete geçirilen yerel unsurların da
bu cürme ortak edidiği, bunlar arasında bazı
Kürt ağa ve reislerinin de bulunduğu, yer yer ise
Kürtlerin Ermeni komşularını koruduğu
ve yurt dışına geçişlerine yardımcı
olduğu kimse için sır değil.
Böylece iki milyon dolayındaki Ermeni’nin yaklaşık
bir milyonu vahşice, acımasızca kırımdan
geçirilirken bir o kadarı da yurdunu terke zorlandı,
göç ettirildi. Bu, 20. Yüzyıl’daki ilk büyük soykırım
olayı idi, bir halkın hedef olduğu korkunç
bir barbarlıktı.
Bir bölüm Ermeni savaşçının daha sonra, Rus
ordusuyla birlikte geri dönerken, daha önce yaşadıkları
trajedinin yarattığı öfke ve öç alma duygusuyla
yerel halka, bölgedeki Müslüman Kürt ve Türklere yaptıkları
kötülükler, bu soykırım suçunu ortadan kaldırmaz.
Şimdi bu ülkenin yöneticilerine, aydınlarına
ve halkına düşen, inkarcılık değil,
bu cürmün adını koyarak onu mahkum etmektir. Almanların
Yahudi soykırımı konusunda yaptıkları
gibi.
Ama şimdiye kadar ne yöneticiler bunu yaptı, ne
de bu ülkenin aydın geçinenleri bunun için kendi yönetimlerini
zorladı. Bu konuda konuşmaya çalışanlar
ise Pamuk olayında olduğu gibi boğuntuya getirildi,
linç edilmek istendi.
Bu ülkenin yönetimi ve aydını, kendi tarihinin
acı ve utanç verici gerçekleriyle yüzleşmeyi bir
türlü göze alamadı. İnkar kolay ve ustaca bir yöntem
sayıldı. Böylece dünyanın kandırılabileceği
sanıldı. Dünya kandıralamasa bile, iç kamuoyu
aldatılıp şartlandırıldı.
Elbet sorun bundan ibaret değil. Osmanlı’nın
son döneminde Ermenilere yapılanlar, kırım
ve göçertme eylemleri, daha sonra, Cumhuriyetin kuruluş
yılları ve devamında Rumlara ve birkaç kez
de Kürtlere yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti bunu kendisine
politika haline getirdi. Bunun hesabının kimse tarafından
sorulamıyacağını düşündü, buna ilişkin
olarak uluslararası kamuoyunu ve tepkileri önemsemedi.
Zaten uzun süre de uluslararası alanda ne Milletler Cemiyeti,
ne Birleşmiş Milletler Örgütü, ne de başka
uluslararası kurumlar bu işin üzerine gittiler.
Türkiye soğuk savaş döneminde NATO’nun sevgili üyesi,
Batı’nın ileri karakolu idi… Söz konusu cürümler,
etnik temizlik kapsamında bile ele alınmadı.
Bu da uluslararası topluluk için utanç verici bir şey.
Son yıllarda, Ermeni soykırımının
beklenmedik biçimde gündeme girmesi bu bayların müthiş
canını sıkıyor. Yine eski yöntemle tarihi
gerçekleri örtbas etmeye çalışıyorlar. Oysa
yapılacak şey bu değil. Bu tutum cürmün savunulmasıdır,
cürme suç ortaklığıdır.
Türkiye bu lekeden kurtulmak istiyorsa gerçeği kabul
etmeli, mahkum etmelidir. Nazilerin ardından Alman halkı
ve demokratik yönetimi bunu yaptı.
Bunu yapmayan devletler ve toplumlar, bundan böyle de benzer
suçları işleyebilir demektir. Zaten Ermenilere yapılanların
hesabı sorulmadığı için Kürtler birçok
kez benzer cürümlere hedef oldular. Cumhuriyet tarihi boyunca
yüzbinlerce Kürt kırımdan geçirildi. Son 20 yılda,
hak ve özgürlük isteyen Kürt halkına karşı
yürütülen kirli savaşta, Pamuk’un da dile getirdiği
gibi, yalnızca 30 bin Kürt öldürülmedi, aynı zamanda
Kürdistan yakılıp yıkıldı, dört bin
dolayında köy ve mezra, onlarca kasaba yerle bir edildi
3-4 milyon kadar Kürt de yurdundan sürüldü. “Faili meçhul”
denen cinayetlerle, sayısı binleri bulan aydın
JİTEM ve benzeri gizli devlet örgütleri eliyle sistemli
biçimde yok edildi. Bütün bunlar, insanlığa karşı
suçtur ve etnik temizlikten çok daha fazlası, yani tipik
soykırımdır.
Dünyanın tüm bu olup bitenler karşısında
sessiz kalması ise yüz karasıdır. Böyle olduğu
içindir ki Türk yönetimi bugün de Kürt halkına karşı
pervasızca tehditler savuruyor. Daha birkaç yıl
öncesi, bir Türk generali, “bıraksalar bölgede öyle bir
temizlik yaparım ki ot bile bitmez!” diyebiliyordu.
Bugün de Türk rejimi Güney Kürdistan’ı, Kerkük ve Musul
yöresini işgal etmeye hevesleniyor. TV ekranlarına
çıkan emekli generaller açık açık, “Ordumuz
sınırı aşıp Kuzey Irak’a girsin.
Kürtler karşı çıkarlarsa daha iyi, ezer geçer,
bu sorundan tümüyle kurtuluruz,” diyerek Kürt halkına
karşı yeni soykırımlar öneriyorlar.
Bu adamlar belli ki korkmuyorlar, hesap sorulacağına
dair bir kaygı duymuyorlar.
Cürmünden pişman olmayan, cinayeti hak sayan bir katil,
yeni cinayetler işlemeye devam eder. Türk rejimi de Ermeni
soykırımı gibi bir insanlık suçu nedeniyle
gerçeği kabul edip özür dilemedikçe, benzerlerini yapma
cesaretini kendinde bulabilir.
Türk halkı, tarihte ve yakın dönemde kendi devleti
tarafından işlenmiş benzer suçlara karşı
çıkmadıkça, mahkum etmedikçe bu işte kendisini
aklayamaz ve yeni cürümlere pekala destek verebilir, yeni
trajedilere yol açabilir.
Tüm bu nedenlerle, Orhan Pamuk’un yaptığı
halkına ihanet değil, cürmü mahkum etmektir. Bu
onurlu bir davranıştır. Gerçek bir aydına
yaraşan da budur. Böylesi aydınlar bir halkın
onurudur, yüz akıdır.
Ne zaman Türkiye’de çok sayıda aydın –aslında
aydın olmanın bir gereği, ölçüsü olarak- böylesi
cürümlere karşı seslerini yükseltir, kamuoyu bu
tür cürümlere karşı tavır alır ve yönetim
kendisinden öncekilerin bu yüzkarası eylemleri nedeniyle
özür dilerse, bu ülkede yeni bir dönem başlamış
olacaktır.
Türk toplumunun yüzünü aklayacak olan da böylesi bir tavırdır.
------------------------------------------------------------