Bayrak olayı ve bahane
arayanlar
Kemal Burkay
Newroz dönemine ve sonrasına yönelik olarak belli çevrelerin
bir şeyler tezgahladığı belliydi.
Önce Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Büyükanıt
günler öncesinden uyarılarda bulundu, PKK’nın yurt
içine güç kaydırdığını, Newroz’la
birlikte eyleme geçeceğini ileri sürdü, hükümeti eleştirdi,
teröre karşı tedbirlerin elden bırakıldığını
ve hükümetin bir Irak politikası olmadığını
ileri sürdü.
Bu sözler oldukça ilginçti ve askerin hükümeti sıkıştıracağının
işaretiydi.
İmralı’daki Öcalan da bu arada yine bol bol konuştu,
adamlarına çeşitli talimatlar verdi. Bunlardan bazısı
PKK’ya yönelik, “şöyle yapsınlar, böyle yapsınlar”
tarzında taktik emirlerdi. Bazısı ise kendisinin
son icadı ve halklar için özgürlük reçetesi olan “Ortadoğu
Demokratik Konfederasyonu” üzerine çeşitlemelerdi. Apo,
eksik olmasın, bunun da -bayrağının renkleri
ve biçimi dahil- ayrıntıları ile ilgilenmişti..
Apo’nun tüm bu yaptıkları da ilginçti. Herkes onun
İmralı’da, Genelkurmay’ın tam denetimi ve güdümü
altında olduğunu, dışarıya yansıyan
her sözünün süzgeçten geçtiğini, Genelkurmay’ın
rızası ve onayı olmaksızın tek söz
etmesinin mümkün olmadığını bilir.
Öyleyse bir yandan komutanların açıklamaları,
öte yandan Apo ve adamlarına söyletilenler ve yaptırılmak
istenenlerle hedeflenen nedir?
Besbelli ortada bir tezgah var. Böyle bir ortamda doğal
olarak bir provokasyon beklenir. Bu ülke komplolarıyla,
andıçlarıyla, psikolojik harekatları ve darbeleriyle
ünlüdür. Bu kez de ortada bir şeylerin döndüğünü
görmek için dahi olmaya gerek yok. Hükümet de, siyasi partiler
de basın da bunu görecek, sezecek durumda. Ama ne gariptir
ki sanki herkesin feraseti ya da dili bağlanmış.
Ya da herkes bir nedenle ürkek ve sinmiş. “Kral çıplak”
demeyi göze alacak birileri yok…
Türkiye’de demokratikleşme ve saydamlaşmadan ödü
kopan çevreler bellidir. Bunlar, bu nedenle Türkiye’nin AB
üyeliğine de karşılar ve bu yolu engellemek,
provoke etmek için yıllardır canhıraş
çabalar içindeler. Bunun için başvurdukları iki
başlıca araçtan biri Kıbrıs, ötekisi Kürt
sorunu. Bu sonuncusunu Kerkük, PKK ve benzeri nedenlerle ısıtıp
ısıtıp gündeme getiriyorlar.
Biz, son açıklamalardan, ortamı ısıtmak,
kamuoyunu kışkırtmak için daha farklı
boyutta gelişmeler beklerken, ortalık hiç beklenmedik
biçimde, Mersin’deki Newroz gösterileri sırasında
meydana gelen bir olayla ısındı.
Olay malum: Türk bayrağı taşıyan iki
çocuk onu yere düşürmüş veya yerde sürümüşler;
bunu gören bir polis koşup bayrağı ellerinden
almış…
Bu olay başlangıçta pek ilgi çekmez ve üzerinde
durulmazken, gösterilerden iki gün sonra Genelkurmay’ın
sert açıklaması üzerine ansızın tüm gündemi
işgal etti. Şimdi bu konu üzerinde kıyamet
kopuyor.
Oysa bayrağa yönelik ne bir yakma, ne bir yırtma
olayı var. Bu iki çocuğun söz konusu bayrağı
hangi amaçla taşıdıkları, yere kasıtlı
mı düşürdükleri, yoksa bunun bir anlık dalgınlık
ürünü mü olduğu bile tam anlaşılmış
değil. Ayrıca onların çocuk olduklarını
da unutmamak gerek. (Biri 12, diğeri 14 yaşında).
Zaten olaydan sonra yakalandılar ve eğer bir suç
varsa, birileri onları bu iş için kışkırtmışsa
o da açığa çıkar.
Öyle olunca, Genelkurmay’ın “Türk bayrağı
sahipsiz değil” diyen ve “ne yapabileceğimizi bilmek
için tarihlerine baksınlar!” tarzındaki -Kürt halkına
yönelik olduğu kuşku götürmez- tehditleri içeren
bildirisi neyin nesidir? İki çocuğun eylemine karşı
ordunun bu kükremesi ve ülke nüfusunun üçte birini oluşturan
Kürt halkına karşı bu tehditler ayıp olmuyor
mu?
Tarihte olanların ise ne olduğu malum. Türkiye
şu anda tüm dünyada soykırım suçlamalarıyla
yüz yüze iken bu laflar acaba sahiplerine ne kazandıracak?
Kaldı ki dünyanın her yerinde başka ülkelerin
ve ulusların bayraklarına karşı çok daha
ağır eylemler sık sık yaşanır.
Öfkeli ve protestocu kalabalıklar zaman zaman Amerikan,
İngiliz ve Rus bayraklarını, o ülkelerin liderlerinin
kuklalarını yakarlar. Türkiye’de de böylesine az
Yunan bayrağı yakılmamıştır…
Peki bunun için ABD, İngiliz, Rus veya Yunan genelkurmayları
bildiri mi yayınlar? Politikacıları kınama
mesajları için yarışır mı? Basın
ortalığı velveleye verir mi?
Ama belli ki olayı böylesine büyütmek belli çevrelerin
işine geliyor. Bu, pireyi deve yapma olayıdır.
Hükümet, halkoyu ile seçilmiş parlamentoyu ve kendisini
savunma cesaret ve onurunu göstereceğine, söz konusu
çevrelerden duyduğu korku ile akıntıya kürek
sallıyor. Basın ise her zamanki yağcılık
görevini icra etmekte. Demokrasiyi savunmak zor, ama iki çocuğa
ve Kürtlere saldırmak kolay…
Evet, pireyi deve yaptıktan, ortamı provoke etmek
istedikten sonra neden mi yok? Bunun için Apo’nun birkaç bin
gerillasına bile gerek kalmaz, iki çocukla ve belki de
kazaen yere düşmüş bir bayrakla pekala, çok daha
ucuza ve çok daha tez elden bu işi görürsün… Muhtıra
tarzlı Genelkurmay bildirileri yayınlar, MHP’nin
kurtlarını ve benzerlerini sokaklara salarsın…
Her şey ortada: Ülkenin başına bir kez daha
çorap örmeye yeltenen belli çevreler, hem hükümeti ve basını,
hem de hepimizi alık yerine koyuyorlar. Alık olmayan
bu oyunu görür ve tepki gösterir; göstermeyenler ise gerçekten
alıktır.
-------------------------------------------------
NOT: Sevgili okurlar, Dema Nu, yayınına
kısa bir süre ara verdikten sonra, bu kez haftalık
olarak devam ediyor. Böylece bundan böyle daha sık buluşacağız
demektir. Gazete, bu arada merkezini de İstanbul’dan
Diyarbakır’a taşıdı.
Dema Nu şu günlerde dördüncü yayın yılını
da tamamlayıp beşincisine girdi. Bu da başlı
başına bir başarıdır. Bu nedenle
Dema Nu çalışanlarının yanı sıra,
yazar ve okurlarını da kutlamak gerekir. Haftalık
Dema Nu’ya başarılı bir yayın hayatı
ve uzun ömür dilerim.
Ayrıca Newrozunuz kutlu olsun!
(*) Bu yazı Dema Nu gazetesinin son sayısı
için yazıldı.
--------------------------------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
|