Dün cami, bugün bayrak…
Kemal Burkay
Demokrasi ve değişim düşmanlarının
atakları devam ediyor. Provokosyan dalgası son olarak
bir Tsunami biçiminde Trabzon’u vurdu. Cezaevlerindeki durumla
ilgili bir bildiri dağıtmak isteyen 4-5 kadar genç,
faşist ve provokatör unsurlarca, “PKK’lılar Türk
bayrağını yakıyor!” dilye kışkırtılıp
sokağa dökülen, bilincini yitirmiş, gözü dönmüş
bir kitlenin saldırısına uğradılar,
linç edilmek istendiler. Olayların ardından ise
kim oldukları belli kışkırtıcılar
ve saldırganlar değil, saldırıya uğrayanlar
tutuklandı. Basında birçok kişi, linçi engelleyen
emniyet müdürünü alkışlıyor. Bazıları
saldırganları değil, bildiri dağıtma
hakkını kullanan gençleri, “halkı tahrik ettiler”
diye suçluyor ve bunların arasında ülkenin başbakanı
da var!
Demek bu ülkede bildiri dağıtmak “halkı tahrik”
oluyor… Yurttaşın bu hakkını savunmak,
saldırganları engellemek emniyetin görevi iken,
bu görevini yapmayan, kışkırtıcıları
ve saldırganları hoşgörüyle karşılayan
emniyet güçleri, en başta da vali ve emniyet müdürü,
üstelik, sonuç tam bir linçe varmadığı için
alkışlanıyor… Başbakan’ın görevi
ise, kendi yurttaşının özgürlüklerini kararlıca
savunmak değil de kitle nabzına göre şerbet
vermek, gözü dönmüş linççi kalabalıkları hoş
görmek ve sırtlarını okşamak oluyor…
Dört gence yönelik saldırı daha sonra, bir açıklama
ile bu saldırıyı protesto etmek isteyen 30
TAYAD’lıya karşı da sürdürüldü. Bu nedenle
Türk basınından bazı kalemler, “Trabzon’da
devlet güçleri acz içinde” diye başlık atmışlar.
Bana kalırsa devlet güçleri acz içinde değil, tezgahın
tam da içinde. Görünen köy kılavuz istemez.
Bu filmi 12 Eylül 1980 darbesi öncesi de seyretmiştik.
O zaman kitleler daha çok “komünizm tehdidine” karşı
ve “camiye saldırı var” diye kışkırtılırdı.
Bu saldırıda ırkçılar ve şeriatçılar
kolkola yürürdü. Maraş’ta 1979 yılındaki kıyım
böyle gerçekleştirildi. Faşistler kendileri camiye
bomba atıp Alevi Kürtlere yüklediler. Aynı oyunu
Kırıkhan’da da tezgahlamak isterken bomba faşist
provokatörlerin elinde patlamıştı. (Aslında
faşist odaklar 12 Mart Darbesi öncesi de benzer eylemler
yapmışlar ve bu tür eylemler darbeye gerekçe yapılmıştı.
Bunlardan biri Kırıkhan’da tezgahlanmıştı.
28 Şubat 1971 günü gecesi camiye bomba atılıp
Alevi Kürtlere mal edilmiş, 5 Mart günü kışkırtılan
gruplar Alevilere saldırmış, insanlar öldürülmüş,
evler ve işyerleri tahrip edilmişti).
Bugün ise sembol olarak cami değil, bayrak kullanılıyor.
Çünkü günümüzde komünizm tehdidi bir öcü olarak kullanılamıyor
artık. Üstelik şimdi İslami bir parti hükümet
ve bu yüzden, söz konusu karanlık odaklara göre ülke,
“bölücülük tehlikesi”nin yanısıra, “irtica tehlikesi”
ile de yüz yüze… Öyle olunca, daha işe yarar bir sembol
olarak bayrak kullanılıyor. “Bölücülere” karşı
hem ırkçı ve dincilerin birliğini sağlama,
hem de sıradan yurttaşı sokağa dökme taktiği
izleniyor.
Bu çevrelerin kullandığı tek sembol, ya da
tek kışkırtma unsuru bayrak değil elbet.
Şu anda belki en etkilisi o. Ama başka kışkırtma
araçları da kullanımda. Bunlardan biri Ermeni soykırımı
üzerine süregelen tartışma. Orhan Pamuk’un sözlerine
karşı başlatılan kampanya ve bunun, Nazi
Almanyası’nı hatırlatır biçimde kitap
toplama ve yakma ayinlerine vardırılması, işin
bir diğer boyutu.
Son dönemde bu türden olup bitenler karşısında,
ne yaptığını pek iyi bilen emniyet güçleri
değilse bile, hükümet acz içinde görünüyor. Pamuk’un
kitaplarını toplama ve imha gibi, keyfi ve faşizan
bir karar veren Sütlüce Kaymakamı’na dokunamıyor.
Bu bir skandal. Buna karşılık, faili meçhul
bir dizi cinayete karışmış olan bir grup
JİTEM’ci hakkında dava açan Diyarbakır Savcısı
Mithat Özcan görevden alınıyor! Bu daha da büyük
bir skandal…
Manzara son derece açık: Bu ülkede bir takım devlet
güdümlü çeteler devletin hoşuna gitmeyen Kürt aydınlarını,
masum yurttaşları pervasızca kıyabiliyor,
sokaktan ya da evden alıp yok ediyor, ama bunun hesabını
soramıyorsun. Yıllar sonra da olsa, kazara sormaya
kalkan bir hukuk adamı ise hemen cezalandırılıyor.
Çünkü bu ülkenin üçte bir nüfusunu oluşturan Kürtler
düşman olarak görülüyor, onlara karşı söz konusu
cürümleri işlemiş olanlar ise kahraman!..
Kürtlere karşı yapılanlar, ne olursa olsun
cürüm sayılmaz!
Böyle bir hakkı, yetkisi olmadığı halde,
kitap toplatma ve yakma kararı veren bir kaymakam koltuğunda
oturmayı rahatça sürdürüyor.. Çünkü bugün bile, ermenileri
kırımdan geçirmek değilse bile, onlara küfretmek
serbest, ama onların kırımından söz etmek
suç, vatana ihanet!
Ermenilere karşı yapılanlar da, ne olursa
olsun, cürüm sayılmaz!
Son günlerde kabaran bu şovenizm dalgası ve gözü
dönmüş saldırganlık karşısında
bu ülkenin bir bölüm aydını tedirgin oldular, bildiri
yayınladılar.
Olanlarsa bir anda olmadı. Şimdiki durum yıllardır,
onyıllardır ekilenlerin ürünü. Şovenizm, ırkçılık,
ötekine düşmanlık, bu toplumun insanına daha
beşikten başlayarak şırınga ediliyor.
O aile içinde, sokakta, okulda, camide böyle eğitiliyor.
Medya, gazeteleri ve TV’leriyle yıllardır, nerdeyse
koro halinde, dişi kurt Asena gibi, şovenizmi besliyor,
emziriyor.
Şimdi de derlenen onun ürünleridir. Böyle bir ülke elbette,
yalnızca farklı dil ve inançlara sahip yurttaşlar
ve de “sözde yurttaşlar” için değil, tüm demokrat,
tüm aydın insanlar ve kendi öz yurttaşları
için de ürküntü vericidir.
Türk toplumu eğer bu şovenizm dalgasını
bastırıp yenilgiye uğratamazsa, çağdaşlaşma
da, değişim de, AB ile bütünleşmek de bir düş
olur.
Zaten söz konusu zorbaların, ırkçı ve faşistlerin
planı da bu: değişimi engellemek, AB üyeliği
yolundaki süreci durdurmak.
-------------------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
|