AKP Alevileri yok sayıyor
Kemal Burkay
AKP hükümetinin son uygulamaları, Müslüman veya
dindar olmayan diğer tüm grupların yanı sıra,
15-20 milyon Alevinin de yok sayıldığını
gösteriyor.
İlk, orta ve lise düzeyindeki okullarda zorunlu
din ve ahlak dersleri yetmezmiş gibi, şimdi bu derslerin
sayısı hem haftada ikiye çıkarılıyor,
hem de uygulamalı hale getiriliyor. Öğrenciler ezanı,
namaz dualarını öğrenmekle kalmayacak, camiye
gidip uygulamasını da yapacaklar…
Bir başka deyişle herkes, Müslüman olan ve
olmayan, dindar olan ve olmayan, mecburen Müslüman olacak!
Bunun adı da sözde “tabiat bilgisi”, “dil bilgisi”
gibi “din bilgisi” edinmek oluyor!..
Bunun,
laik sistemle asla bağdaşmayan, ortaçağ türü
bir uygulama olduğu, insanların dini inanç dünyasına
ağır bir müdahale ve baskı olduğu apaçık.
Bir kez, okullarda zorunlu din dersi, demokratik bir
ülkede olacak şey değil. Elbet insanlar isterlerse
kendi dinlerinin kurallarını öğrenebilmeliler.
Elbet o dini icra edecek din adamları için okullar olmalı.
Ama bu zaten mümkün ve bu ülkede belli bir inanç (Sünni Müslümanlık)
için fazlasıyla var. Bu ülkede yedi binden fazla Kuran
kursu, yüzlerce imamhatip okulu ve bir dizi İslam enstitüleri,
ilahiyat fakülteleri var… Camiler de zaten dolup taşıyor.
Türban ve başörtüsüne getirilen, bizim de karşı
çıktığımız bazı kısıtlamalar
dışında, bu ülkede Sünni Müslümanlar üzerinde
baskı yok. Aksine onlar çok imtiyazlı! Ama başkaları
üzerinde var. Zorunlu din dersleri bunun somut örneği.
Bunu yaptığınız zaman, artık dindar
olan olmayan, Müslüman olan olmayan herkesi, belli bir inancı
(Sünni Müslümanlığı) öğrenmeye ve uygulamaya
mecbur ediyorsunuz demektir. Bunun, ilk ve ortaçağlardaki
kılıç zoruyla insanlara din değiştirmekten,
ya da din empoze etmekten farkı ne?
Son dönemde şöyle bir laf ya da iddia ortalıkta
dolaşıp duruyor: “Bu memleketin yüzde 99’u Müslüman.”
Bunu söyleyenler Müslümanları saymışlar
mı, böyle olduğunu nerden biliyorlar? Bu ülkede
Hıristiyan olmayan herkes Müslüman sayılabilir mi?
Birçok Avrupa ülkesinde dindar olmayan, yani herhangi bir
dini inancı bulunmayan insanların oranı birhayli
yüksek. Bazısında yüzde 30-40, bazısında
yüzde 50’den fazla.. Yüzde 70’e ulaşan var.
Acaba Türkiye’de bu oran ne? Örneğin yüzde 10,
hatta 20 olamaz mı?. İnsanların nüfus cüzdanına,
doğar doğmaz “İslam” yazmakla onlar gerçekten
Müslüman mı oluyor?.
Elbet bu ülkede bu oranı saptamak olanaksız.
Çünkü bu konuda bir anket yapılsa, binde bir kişi
bile cesaret edip “dini inancım yok” diyemez.. Ama varsayalım
ki bu oran çok düşük, yüzde 1-2. Bu bile bir-bir buçuk
milyon kişi demektir. Peki onlara Müslümanlığı
zorla, hem de uygulamalı biçimde öğretme, ya da
öğrenim adı altında benimsetme hakkını
bu baylara kim veriyor?
Kaldı ki bu ülkede 15-20 milyon Alevi var. Yani
nüfusun dörtte, belki de üçte biri. Alevilik Müslümanlık
mı değil mi, bu bile tartışmalı.
Bir bölüm Alevi din adamları, aydın ve önderler,
Aleviliğin Müslümanlıktan tümüyle farklı bir
din olduğunu söylüyorlar. Müslümanlık sayılsa
bile, bu çok farklı bir Müslümanlık. Namazı,
orucu, camisi, haccı, zekatı yok! Mollası,
müftüsü yok! Kelime-i şahadet var mı yok mu, o da
pek belli değil!
Alevilerin Sünni Müslümanlarla tek ortak noktaları
Muhammed’i peygamber saymaları (ki bunu bile ne oranda
ve hangi nedenle yaptıkları tartışılır),
Şii Müslümanlarla tek ortak noktaları ise Ali’yi
sevmeleri…
Alevilerin din adamı olarak “pir” ve “dede”leri,
cem ayinleri, kendi “deyiş”leri, “nefes”leri, tasavvuf
felsefeleri var. Bu insanları bir çırpıda Sünni,
ya da Şii Müslüman sınıfına sokmak, abra
kadabra yöntemleriyle bile mümkün değildir.
Öyle olunca, bu insanlara nasıl zorla namaz surelerini
ezberletir ve uygulatırsınız?.. Örneğin
Avrupa ülkeleri “din bilgisi” adı altında okullarına
zorunlu ve de uygulamalı din dersi koyup, Türkiyeli ve
öteki Müslümanlara Hıristiyanlığı öğretseler,
zorla kiliseye götürüp ilahi okutsalar acaba AKP yöneticileri
ve onlar gibi düşünen baylar ne derlerdi?.
12 Eylül faşizmi yer yer Alevilerin bıyıklarını
kestirmiş, köylerine cami yaptırmış, onları
Sünnileşmeye zorlamıştı. Şimdi de
aynı şeyi ülke çapında AKP hükümeti yapmıyor
mu?
Bu kadarını Osmanlı padişahları
bile yapmadılar. Şu anda İran rejimi bile yapmamakta!
Kaç kez yazdık. Bu ülkede laiklik iddiası
zaten bir palavra. Zorunlu din derslerinin, devlet bütçesinden
beslenen Diyanet İşleri Teşkilatı gibi
dev bir örgütlenmenin olduğu bir ülkeyi laik saymak gülünçtür.
Bu ülkede Alevilerin, Hıristiyanların, Yezidilerin,
ateistlerin ödediği vergilerle cami yapılıyor,
hocaların maaşları ödeniyor, imamhatipler,
İslam enstitüleri finanse ediliyor. Ama Hıristiyanın
kilisesine, Alevinin cemevine, Yahudinin havrasına yardım
yok. Çoğu kez kilise yapmaya ve cemevine izin de yok.
Tarihi kiliseler bile ya yıkıntıya terk edildi,
ya da düpedüz yıkıldılar. İşte Heybeli’deki
yasaklanmış Ruhban Okulu’na izin bir türlü çıkmıyor…
Alevilerin cemevleri düne kadar tümden yasaktı.
Şimdi de cemevi yapmak öyle pek kolay değil…
Son uygulamalar ise işin tuzu biberi. Bir kez
daha anlaşılıyor ki AKP liderlerinin dini inanç
alanındaki özgürlük istemleri salt kendi inançlarına
yönelik. Aslında özgürlük istemi de değil bu, imtiyaz
istemi.. Daha doğrusu mevcut olağanüstü imtiyazların
daha da pekiştirilmesi, başka inançlara karşı
daha yoğun bir baskı, herkesi zorla Sünni Müslüman
yapma çabası…
Nasıl Kemalistlerle birlikte 20-25 milyon Kürdü
Türkleştirip ortadan kaldırmak istiyorlarsa, dini
inanç alanında da ülkeyi tek renk yapmak istiyorlar:
Sünni Müslüman… Zaten kırımlar ve sürgünler sonucu
bu ülkede bir avuç Hıristiyan kaldı. Yezidilerin
sayısı, baskılar ve göçler sonucu çok azaldı.
Şimdi de 15-20 milyon Aleviyi, onların yanı
sıra, dini inançları olmayan toplumun belli bir
kesimini -ateisti, komünisti, materyalisti- türlü baskı
yöntemleriyle Sünnileştirmeye çalışıyorlar.
Bu “Türk-İslam sentezcileri”nin yeni bir marifeti.
Kürt sorununda olduğu gibi, dini inanç alanında
da, aslında Kemalistlerle şeriatçıların
farkı yok. Demokrasi bu baylara yabancı. Demokrasiden
ve laiklikten söz etmeleri ise tam bir pişkinlik.
AKP yöneticileri; Erdoğan, Gül, Arınç ve
Milli Eğitim Bakanı Çelik, kendi yapmak istedikleri
(örneğin eşlerinin başörtüsü takması)
engellenince çığlığı basıyorlar.
Başörtüsü veya türban konusunda tümüyle haklılar
da. Ama aynı kişiler, başkalarının
yapmak istemediğini onlara yaptırmak için can atıyorlar.
Dini inançları veya dünya görüşleri nedeniyle camiye
gitmeyen, namaz kılmayan insanları, “uygulamalı
din dersi” numarası altında buna zorlama hakkını
pekala kendilerinde buluyorlar…
Bu durumda kendilerinin 12 Eylül darbecilerinden, 28
Şubatçılardan farkı ne?.
Böylesi ortaçağ türü bir zorbalıktır
ve bu kadarını Kenan Evren bile yapmadı..
Bay Erdoğan, Bay Gül, Bay Arınç, Bay Çelik…
Siz şu 21 Yüzyılın başında “küffarı”
Müslüman yapmak için cihada mı çıktınız?
Bu dünyada 1,5 milyar Müslüman var, bu size yetmiyor mu?.
Sizin dünyayı tek renge boyama gibi bir derdiniz mi var?.
Bırakın başkaları da kendi inançlarını
–ya da inançsızlıklarını- yaşasınlar.
Onlar da Müslüman olmayıversin, böylece sizin cennetteki
yeriniz daha geniş olur, fena mı?..
Ayrıca bu dünyadaki 1, 5 milyar Müslümanın
nasıl yaşadığı da ortada.. Müslüman
ülkeler dünyanın en yoksulları, perişanları.
Özgürlükten, demokrasiden, çağdaş ve insanca bir
yaşama standardından yoksunlar… İslam ülkelerinde
bir yanda çağdaş firavunlar, Nemrutlar, Karunlar,
bir yanda yoksul, kölemsi kalabalıklar… Yeni Müslüman
peşinde koşacağınıza mevcut Müslümanlara
insanca bir yaşam sağlamak daha münasip olmaz mıydı?.
Peki, başörtüsü ya da türban gibi kişisel
ya da grupsal sayılabilecek, bir giyim tarzı, sembol
–her neyse- üzerinde o denli şamata koparan şu müthiş
laik efendiler, gardrob Atatürkçüleri nerdeler? Bu konuda
neden hiç sesleri çıkmıyor?.
Ya liberal aydınlar?..
Türbanın kimseye bir zararı yok; ama laikliğin
ırzına asıl bu zorunlu ve de uygulamalı
din dersleri ile geçiliyor…
12 Eylül faşizmi süngü gücüyle özgürlüklerimize
saldırıyordu. AKP’liler ise parlamento gücüne, parmak
sayısına dayanarak… Ama aynı zamanda bizim,
özgürlükleri budananların sessizliğinden, tepkisizliğinden,
örgütsüzlüğünden yararlanarak.
Bu saldırganlığa karşı sessiz
kalmamalı. Sessiz kalanların sonuçlardan yakınmaya
hakları olmaz.
Alevilerin bir kesimi Kemalistlere koltuk değneği,
oylarıyla CHP’ye arpalık; kendi hak ve özgürlükleri
konusunda ise sessiz, umursamaz…
Kürtlerin önemli bir kesimi şaşkına
dönmüş; kimi Apo’nun peşinde bir gün hayalhanesinde
bağımsız devlet kuruyor, ertesi gün bağımsız,
federal, ya da otonom türden her türlü Kürt oluşumunu
lanetliyor; Kemalizme övgüler düzüyor. Bir bölümü ise AKP’nin
ve öteki düzen partilerinin oy deposu… Hatta MHP bile Kürdistan’da
rahatça örgütlenebiliyor…
Ülkenin solu da az şaşkın değil. Bir
kesimi kızılelmacılık oynayıp Türk-İslam
sentezinin ekmeğine yağ sürüyor, bir kesimi ise
19. Yüzyılda, tünelin öbür ucunda kalmış…
Halk “kışla parfümlü siyaset ile cami parfümlü
siyaset”, bir başka deyişle, kırk katırla
kırk satır arasında gidip geliyor…
Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu özgürlüğe, adalete
ihtiyacı olanların, yoksulların, baskı
altındakilerin bir araya gelmesi.. Ülkenin emekçileri,
solu, Kürt halkı, Aleviler, baskı gören, ayrıma
uğrayan öteki toplum kesimleri; çağdaş, demokrat
özgür bir dünya isteyen aydınlar, gençler, herkes güçlerini
birleştirmeli; gerçek anlamda özgür ve demokratik, ayrılıklara
saygı gösteren çoğulcu bir toplum için el ele vermeli.
Dün bu gerekliydi, bugün de aynı şey gerekli.
––––––––––––––––––––––––––––
Yazıya
ek:
Bu yazıyı, 15-20 gün kadar önce kaleme almıştım.
Gündeme başka acil konular girince erteledim. Bu arada
gazetelerde 2000 kadar Alevi’nin hükümete dilekçe verdikleri
haberleri çıktı. Dilekçelerinde “Sünnilere tanınan
din-vicdan özgürlüğü Alevilere de tanınmalı”
diyorlar.
Bu elbette haklı bir istem. Ama daha doğru
olanı, din-vicdan özgürlüğünün hem Alevilere hem
de herkese tanınmasını istemek. Öte yandan,
bu “din-vicdan özgrlüğü”nün ne olduğunu doğru
tanımlamak da son derece önemli. Girişim adına
konuşan Prof. İzzetin Doğan’ın şu
sözleri, bu özgürlüğün hiç de doğru anlaşıldığını
göstermiyor. Doğan şöyle diyor:
“Zorunlu din dersleri kaldırılmayacaksa,
alevi anlayışının da ders kitaplarına
konması…”
Görülüyor ki sayın Doğan kararlı bir şekilde,
laikliği ve demokrasiyi kötürüm eden zorunlu din derslerinin
ve Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kaldırılmasını
değil, Alevilerin imtiyazları ve rantı paylaşmasını
öneriyor… İzzettin Doğan öteden beri devlet güdümünde
Alevicilik yapan, Alevileri kemalist devlete yamamaya çalışan,
kariyerini bunun üzerine kurmuş biri.. Sözleri şaşırtıcı
olmadı.
Daha sonraki günlerde yine Doğan tarafından
dilekçenin içeriği açıklandı ve bu kaygımız
daha da pekişti. Şu istemler dile getiriliyor:
-
Alevi-İslam anlayışının ders kitaplarına
girmesi,
-
Cemevlerinin yapımında devlet desteği sağlanması,
-
Bütçeden kendilerine pay verilmesi,
-
Alevi-İslam inanç önderlerinin yetiştirilmesinde
devletin destek olması,
-
Okullarda sazın bir müzik aleti olarak kabul görmesi.
Sazla ilgili şu son komik istem dışında,
ötekilerin ne anlama geldikleri açık. Bay Doğan
Alevileri toptan “Alevi-İslam” saydıktan sonra,
laikliğe ve demokrasiye aykırı uygulamaların,
baskıların kaldırılmasını değil,
benzerlerinin “Alevi Müslümanlara” da tanınmasını
istiyor. Yani Alevi zorunlu din dersleri, alevi din adamı
(her halde dede-pir) yetiştiren okullar(!), bütçeden
ve diyanet işleri teşkilatından pay…
Bununla sorun çözülmüş olmaz ve Alevilere özgürlük
tanınması da bu değildir. Belli ki sayın
doğan laiklik ve demokrasi konusunda bir şeriatçı
mantığı taşıyor, laik ve demokrat
bir anlayışı değil. Bu tutum Alevilerin
bir yanlıştan diğer bir yanlışa sürüklenmesidir.
Bu ise boş bir çaba. “Türk-İslam sentezli”
devlet buna yanaşmaz, olsa olsa bazı kırıntılarla
Alevileri oyalar…
Doğru olan devletin din alanından elini çekmesidir.
Aleviler de Sünniler de, Hıristiyanlar, Yahudiler, Yezidiler
ve herkes de kendi dini ihtiyaçlarını kendileri
düzenlemeli. Cemaat olarak masraflarını kendileri
ödeyip ibadethanelerini, din adamı yetiştiren okullarını
kurabilmeli. İsteyen bu ibadethanelere gidebilmeli. Devlet
ise ne kimseyi zorlamalı, baskı yapmalı, ne
imtiyaz tanımalı; sadece kamu yararı açısından,
insanların dini inançlarının gereğini
özgürce yerine getirirken, başkalarının hak
ve hukukuna zarar vermemeleri için denetim yetkisini kullanmalı.
Devlet eğer yardım edecekse, bu sadece şimdiye
kadar hakkı yenmiş olanlara yapılmalı
ve tazminat türünden olmalı. Örneğin kilisesi yıkılana,
cemevi bugüne kadar engellenene, nice zulme haksızlığa
uğramış Alevi, Süryani ve Yezidilere..
.--------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
ÇIKAR
YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş
de!
Erdoğan’ın
ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR
YOL – II Teslimiyete
karşı ulusal seçenek
Fransız
Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
|