PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Bir kez daha terör
ve uluslararası sorunlar üzerine

Kemal Burkay

Şu günlerde yurt içinde ve dışında gündemde yine önemli konular var. Bunlardan biri Londra’daki bombalama olayları.

Londradaki son terör eylemi de, 1 Eylül 2001’den sonra, radikal İslamcıların değişik ülkelerde gerçekleştirdiği önemli, büyük eylemlerden. Madrit’te, 15-20 Kasım’da İstanbul’da, 1 Şubat 2004’te Güney Kürdistan’da, Hewlêr’de olanlar gibi.. Bir de elbet Rusya Federasyonu’nda, Petrograd’daki tiyatro baskını ile Kuzey Osetya’daki okul baskını. (Bu sonunculardan ne Türkiye’de ne batıda kimse pek söz etmiyor; sanki Çeçen terörüne karşı bir hoşgörü var..)

Londra metrosundaki bombalama olayları, İngiltere’nin yanısıra tüm dünyayı bir kez daha sarstı. Terör hızlanarak ve pervasızlaşarak sürüyor ve bu aklı başında her insana kaygı veriyor. Yakın bir zamanda sona ermesi, şişeden çıkan cinin oraya kolayca dönmesi de beklenmiyor. Bu konuda sorulması gereken sorular bence şunlar olmalı:

Birincisi, terör olayının, ya da savaşının tarafları olup bitenlerden bir ders çıkarıyorlar mı? Çünkü terörün sona ermesi, ya da hızının kesilmesi bir bakıma buna bağlı. Terörün tarafları derken, elbet bir yanda ona hedef olan masum insanları, kör terörün kıydığı sivilleri, çocukları, kadınları ve öteki sıradan insanları kastetmiyorum. Onlar, Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone’un deyişiyle, terörün tarafı değil, kurbanları. Taraf denince bir yanda, başta ABD olmak üzere, dünyamızın şu anda terörden şikayetçi olan güçlüleri gelmeli.

Geçmişte terörü en çok onlar kullandılar. Politikalarını hayata geçirmek için bu işte yalnız ordularını, istihbarat servislerini değil, terörist örgütler de kullandılar. Onları eğittiler, finanse ettiler. Kanlı darbeler tezgahladılar; diktatörlerin ordusunu, polisini, işkence timlerini eğittiler… Diğer bir deyişle, zehirli terör dikenini bol bol ektiler. Aynı zamanda, yoksul ve ezilen halklar arasında karşı terörün boy vermesine elverişli bir kin ve nefret de.. İngiltere’nin üç yıl önceki Dışişleri Bakanı Robin Cook, Londra eyleminin ardından bakın bu konuda neler diyor:

“Bin Ladin, Batılı güvenlik birimlerinin vahim hesap yanlışlarının bir ürünüydü. 80’ler boyunca, Afganistan’da Ruslara karşı cihat yürütsün diye CIA tarafından silahlandırıldı ve Suudi parasıyla desteklendi. Kaide, ilk başta CIA’nın eğittiği binlerce mücahidin kaydedildiği bir bilgisayar dosyasından ibaretti. Washington, Ruslar bir kez Afganistan’dan çekildikten sonra, Bin Ladin örgütünün gözünü Batı’ya çevireceğini asla akıl edemedi ve bu körlüğün sonuçları felaket oldu.

“Bugünkü tehlike şu: Batı’nın terörist tehdide verdiği mevcut tepki, o en baştaki hataya rahmet okutabilir. Terörizmle mücadele askerlerle kazanılabilecek bir savaş gibi algılandığı sürece, başarısızlığa mahkumdur…”

Okurlarmız hatırlarlar, buna benzer sözleri ben geçmişte onlarca kez yazdım. Batılı yöneticiler bencilliğin ve dargörüşlülüğün ürünlerini derliyorlar, dedim, ABD’nin şu ünlü “yeşil kuşak” politikasına değindim. EL-Kaide’nin, Frankeyştayn misali, kendi eserleri olduğunu söyledim. Terörle savaş silahla kazanılamaz, bu ateşe benzinle gitmek olur; yeni bir anlayışla, uluslararası sorunları adaletle çözerek kazanılabilir dedim; Kürdistan ve Filistin sorunlarını örnek gösterdim. Bunlara şimdi ne ekleyebilirim; konuşma sırası artık Batılı ülkelerin eski ve yeni dışişleri bakanlarında!

Bu savaşın öteki tarafına gelince, bu elbette, ilk elde ve görünürde, terörü hayata geçiren El Kaide ve benzeri acımasız, fanatik örgütlerdir. Ama onlara söz anlatmak olanaksızdır. Frankeyştayn’ın yarattığı canavar gibi onlar da yaptıklarının sonucunu değerlendirebilecek bilinç ve mantıktan yoksundurlar. Öte yandan onlar, 1,5 milyar nüfusu ve onlarca ülkeyi kapsayan geniş İslam camiasının içinden boy verdiler ve bu camianın, eğer hem dünyayı hem de bizzat kendisini terörün çok daha ağır ve yıkıcı sonuçlarından kurtarmak istiyorsa, yapması gerekenler var, hem de fazla gecikmeden..

Tam da bu noktada sorulması gereken sorulardan biri de şu: Bu –adını açık koyalım- “radikal İslamcı terör”, bu hızla sürdüğü taktirde sonuçları nereye varacak?

Bu sonuçların şimdikinden kat kat kötü olacağına kuşku olmasın. Terör, nedenleri ne ve ebeveyni kim olursa olsun, tüm insanlık için büyük tehlike. Durdurulmadığı, hızı kesilmediği taktirde dünyamızda gerçekten bir uygarlıklar savaşına yol açabilir, tüm insanlığı bir kaosun içine atabilir, en başta da İslam dünyası bunun acısını çeker. Bunun işaretleri daha şimdiden görülüyor.

Terörün ortaya çıkmasındaki payları; bencillikleri, oburlukları, sorumsuzlukları ne olursa olsun, batılı ülkeler, bir aşamadan sonra, örneğin İngiliz Başbakanı Blair’de, Fransız ve Alman yöneticilerde görülen itidalli tutumu yitirebilirler. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve doğrudan İslam düşmanlığı azar, kitleleler denetlenemez olur ve Batı’daki Müslümanlara karşı yoğun saldırılar, çatışmalar ve bunun sonucu yoğun göçler yaşanabilir. Çatışma çok daha yaygın biçimde, Afganistan ve Irak’ı gölgede bırakacak derecede,  Müslüman coğrafyasına yayılabilir. Herhalde, Bin Ladin benzeri psikopat liderler ve El Kaide türü sapık tarikat örgütlerinin sandığı gibi, bununla “kafirler dünyası” yenilgiye uğratılamaz, “kutsal topraklar” onlara yasaklanamaz. Son yıllarda kafaları iyice güdükleşmiş, nerdeyse dumura uğramış kimi sol siyaset esnafının (bu da sol için büyük talihsizlik, o da ayrı mesele) sandığı gibi, böylece emperyalizm ya da Yanki “inine” de çekilmez, “globalizm belası” önlenemez.. Kimse dünyayı Kristof  Kolomb öncesine geri dönderemez. Böylesi büyük bir kutuplaşma İslam dünyası ile Batının karşılıklı izolasyonuna değil, ancak amansız bir çatışmaya yol açacaktır. Bu savaşı ise yoksul, gariban İslam dünyasının, Bin Ladin gibi psikopatlar veya bizdeki Doğu Perinçek türü bazı kaçık solcuların önderliğinde kazanması beklenemez. Eğer işler önlenemez ve oraya varırsa, İslam dünyası, bugün Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de ve elbet Kürdistan’da çekilenlerin onlarca katı acıyı, sefaleti yaşıyacak, yüzü ortaçağa dönük, globalizm karşıtı güçler feci şekilde yenilecek ve İslam dünyası, değişime karşı direnmenin onca ağır bedelini ödedikten sonra yine de değişmek zorunda kalacaktır.

Bütün mesele, işler böylesine bir kapışmaya varmadan, gelişmeler zıvanadan çıkmadan, dünyamızdaki tüm sağduyulu insanların ve liderlerin çabasıyla sorunlara çözüm bulmak, terörü izole etmek ve hızını kesmektir. Bu işte Batı dünyasına ve liderlerine büyük görev düştüğü gibi İslam dünyasının yöneticilerine, din adamlarına, aydınlarına da düşüyor.

Son G-8‘ler zirvesinde Afrika’daki yoksulluğa, sefalete bir çözüm bulmak için alınan kararlar, atılan ilk adımlar önemlidir. Ama Ortadoğu’yu, Kafkasları, Orta ve Güney Asya’yı, Latin Amerika’yı ve benzeri, dünyamızın yoksul ve kaynayan öteki bölgelerini de unutmamak gerekir. Cennet adalarında yaşayan dünyamızın zenginleri bu işe daha çok kafa yormalı, “pamuk elleri cebe” atmalı, bunun gereğini kendi ülkesinin insanına da iyi anlatmalı. Hele o cennet, aynı zamanda bugünkü geri ve yoksul ülkelerin sömürülmesi, kaynaklarının yağmalanması pahasına sağlanmışsa..

Cennet ve cehennem birarada yaşıyamaz ve, “öteki dünyayı” bilemem ama, şu yaşadığımız dünyada ikisini aşılmaz duvarlar ve geçilmez kapılarla ayırmak da mümkün değil…

Ortadoğu’da Filistin ve Kürdistan sorunlarını, Doğunun ve Batının, İslam dünyası liderlerinin el ele vermesiyle bir an önce, adalet ve eşitlik ilkelerine göre çözmek gerekir. Evet, Filistin sorunu yakıcıdır ve bir an önce çözülmesi gerekir. Peki Kürdistan sorunu yakıcı değil mi? Fransa büyüklüğündeki bir ülkeyi aralarında bölüşen, 40 milyonluk bir ulusu, anadilini özgürce kullanma, kültürünü geliştirme, ülkesinin kaynaklarından yararlanma, özetle var olma ve gelişme haklarından yoksun tutan dört İslam devleti, bunu Tanrıya ve insanlığa nasıl anlatabilirler? Din bunu hoş görür mü? Bu adalete sığar mı?

Bunun yanısıra bir bütün olarak İslam dünyası; yöneticileri, din adamları, aydınlarıyla; başka din ve inançları hor gören, İslami inancı ve yaşama tarzını, zor dahil, hertürlü yöntemle yaymaya çalışan, hoşgörüden yoksun, saldırgan bir anlayışı açık açık, yüksek sesle reddetmeli. Bu çağda böyle bir anlayış hoş görülemez. Bunu azgın ve vahşi bir teröre dönüştürmüş olan El Kaide türünden radikal İslamcı fanatiklere karşı açık tavır almalı, bu alanda kitleleri aydınlatmak ve bu kesimleri izole etmek için etkili, kararlı bir kampanya yürütmeli.

İslam dini, eğer taraftarlarının sık sık dile getirmekten hoşlandıkları gibi bir barış dini ise, şiddeti reddediyorsa, tüm reşit, bilinci yerinde Müslümanlar bu konuda kendilerine görev ve sorumluluk düştüğünü bilerek harekete geçmeli.

Tam da bu dönemde İslama bir seferberlik, yeni türden bir “cihad” gerekiyor: fetihler ve din savaşları için değil; barış için, hoşgörü için, demokrasi için, gelişme için…

Yazarın önceki yazılarından:

Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığı
ürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

 

 
 
PSK Bulten © 2005