Derin Devlet ve
PKK el ele..
Kemal Burkay
Şu günlerde Türk militarizmi tam bir atakta.
Bir yandan İmralı’daki Öcalan yoluyla PKK hareketlendirildi,
öte yandan ordu bir kez daha harekete geçirildi; Güney Kürdistan’a
girmek için uygun ortam yaratılmak iteniyor.
Sözde PKK, Kuzey Irak’tan sızarak, oradan
aldığı eğitimle (tabi Barzani ve Talabani’den!),
“oradan aldığı C-4’lerle” terör yaratıyor…
Sözde, Adalet Bakanı Bay Çiçek’e yönelik bir canlı
bomba olayı… (Nedense bu canlı bombanın ellerini
kelepçeledikten sonra bile, başına kurşun sıkılıp
öldürülmesi tercih ediliyor. Herhalde konuşmasını
engellemek için..) Bu bir yargısız infaz.
Faili meçhuller de yeniden hız kazanıyor ve bir
İmralı muhalifi, HADEP’in eski Genel Başkan
Yardımcısı Hikmet Fidan, Diyarbakır’da
gündüzün cadde ortasında susturucu ile yok ediliyor.
Henüz yakalanan yok, arayan ve yakalamaya niyeti olan da yok!
Ege sahilinde, Çeşme ve Kuşadası’nda uzaktan
kumandalı bombalar patlıyor… (Anlaşılan
kamuoyunu ikna etmek için PKK’nın yaptıkları
yetmiyor; onlara ek ve PKK adına başka eylemlere
de gerek duyuluyor. Nasıl olsa komplo sanatında
tecrübe büyük, elde yeter uzman, ve tim var… Susurluk ölmedi
ya!)
Generaller seslerini yükseltiyorlar… Medyada
her zamanki goygoycular, kışkırtıcılar
da… Erdoğan’a beş saatlik brifing veriliyor ve o
da hemen, paralel bağlanmış gibi, aynı
doğrultuda veryansın ediyor…
Sevgili okurlar, bu neyi gösteriyor? Aylardır
yapılan hazırlıkları, verilen demeçleri
izleyenler, olup bitenleri değerlendirenler, eğer
aptal değillerse, bir savaş oyununun sahnelendiğini
rahatlıkla görebilirler. Türkiye’deki şer güçleri,
Türk derin devleti, bir yılı aşkın süredir
tasarlanmış ve yürütülmekte olan bir harekatın
içinde; hem askeri hem psikolojik olarak. Diğer bir deyişle
hem fiziki hem psiki…
Bununla amaçlanan bellidir. Ben kendi hesabıma
bunu daha bir yıl öncesinden, dilimde tüy bitercesine
yazdım, anlattım. 30 Haziran 2004’te, Dema Nu gazetesinde
yayınlanan “Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler”
başlıklı yazımda, sahnelenen oyunu dile
getirmeye çalıştım. İmralı yoluyla
KADEK-Kongra Gel’i harekete geçiriyorlar, PKK’nın adını
geri veriyorlar. Bir takım eylemler olacak. Bu bahaneyle
bir yandan orduyu Güney Kürdistan’a sokmak, öte yandan AB
sürecini sabote etmek, demokratikleşme yönündeki çabaları
boğmak hedefleniyor, dedim. Bu yazıyı bir altta
bir kez daha yayınlıyorum. Okurlarımın,
geçmişte onu okumuş olsalar bile, erinmeyip bir
kez daha okumalarını istiyorum.
O gün söylenenler şimdi bir bir gerçekleşmekte.
Ordu, bir yandan PKK eylemlerini bahane ederek
Kuzey Kürdistan’da bir kez daha harekete geçerken, öte yandan,
asıl hedefine, “Kuzey Irak” dediği Güney Kürdistan’a
yöneliyor. Bütün bu terör oyunu ve yaygarası hem iç hem
dış kamuoyunu hazırlamaya yönelik. Terörle
savaş sahte iddiasının arkasına saklanarak..
Oysa PKK’yı İmralı’daki Öcalan
eliyle yönettikleri, ancak aptalların görüp anlıyamıyacağı
kadar ayan beyan bir şeydir.
Öcalan ele geçirilip İmralı’ya konduktan
ve silahları susturup hizmet önerdikten sonra, eğer
isteselerdi, bir genel afla PKK tümüyle silahlarını
bırakır ve dağdaki insanlar sivil hayata karışırdı.
Ama bunu bile bile yapmadılar. Onlara bir terör bahanesi,
bir savaş gerekçesi lazımdı. PKK’nın güçlerini
Kuzey Irak’a çekmesi Türk Genelkurmayı’nın bir planıydı.
Apo’dan istendi o da hayata geçirdi. Ama bu iş olurken,
çok ilginçtir, ilgili subaylar kendisine, “Tümünü nakletme,
500 kadarı içerde kalsın, lazım olur!” demişlerdi..
((Bu, “görüşme notları”na geçen Apo’nun kendi açıklamasıdır).
Apo PKK’nın adını, programını
terk ettiği, Partisi buna uyduğu, silahları
susturduğu halde, onun bir kez daha İmralı’dan
verilen komutlarla canlandırılması, tümüyle
yukarda sözünü ettiğim derin devlet planlarının
ürünüdür.
PKK’nın hareketlendiği bir gerçek,
ama bunu İmralı yoluyla yapanın, yönlendirenin
kim olduğu da ortada. PKK’nın bir takım eylemler
yaptığı da açık; ama bunlar ancak bir
tetikçinin eylemleridir. Arka planda bu tetikçiyi yönlendiren,
azmettiren asıl sorumlu var ve o da İmralı
Adasını ve İmralı Mahkumu’nu kontrol edenden
başkası değil.
“Barzani ve Talabani Kuzey Irak’ta PKK’ya eğitim
veriyormuş, C-4’ler oradan geliyormuş”, falan filan…
Bunlar safları kandırmak için piyasaya sürülen ucuz
propaganda lafları. PKK yıllardır o dağlarda;
mayın patlatmasını öğrenmesi için ille
de Barzani ve Talabani’nin eğitimine gerek yok, bu işi
onlardan daha iyi bildiğine de kuşku yok. Kaldı
ki PKK, bir yandan Saddam’ın, öte yandan Suriye’nin,
İran’ın, hatta Türkiye’nin yönlendirmesiyle yıllardır
Barzani ve Talabani ile savaşmaktaydı. Bugün de
Apo, onlara karşı düşmanlığını
kusmaya devam ediyor. KDP ve KYB’nin böyle bir örgüte böylesine
hassas bir eğitim vermeleri için çılgın olmaları
lazım.
C-4’lere gelince, onlar “Kuzey Irak”tan çok
Türk ordusunun depolarında var. Daha kısa süre önce
Kuzey Kıbrıs’ta bir Assubay’ın otomobilinin
bagajı bunlarla dolu olarak bulundu. Ne oldu o assubaya?
O bir JİTEM’ci mi idi, Kontrgerillacı mı?
PKK’yı harekete geçiren, ona C-4 patlayıcıları
da bulur…
Eğer bugün bazı yerlerde mayınlar
patlıyorsa, eğer askerler ve gerillalar, bu genç
insanlar ölüyorsa, baylar, sizin kan ve şehit edebiyatı
yapmaya hakkınız yok; bu düpedüz kendi marifetiniz.
Bu genç insanlar, rejimin tutucu, acımasız ilahlarına
sunulmuş kurbanlardan başkası değil. İbrahim’den
öncekiler bu ilahlar için kendi öz oğullarını,
kızlarını kurban ediyorlardı; ama siz
başkasının, yoksul halkın oğullarını
ve kızlarını ediyorsunuz; acımanız
için bir neden yok!
Türk medyasında pek çok kalem erbabı ve yorumcu,
olan biteni çok iyi bilip anladığı halde, kendi
takımını destekleyen bir amigo ya da fanatik
taraftar anlayışıyla bu psikolojik savaşa,
aynı zamanda sıcak savaşa, bu çirkin oyuna
destek veriyor, böylece halkın aldatılmasında
bile bile rol alıyor.
Başbakan Erdoğan da elbet bu oyunun çok iyi farkında.
Ama o da, üstelik aynı zamanda kendi hükümetini tehdit
eden bu oyun ve tuzağı deşifre edeceğine,
onu tezgahlayan militarist güçlerden korkarak, sinerek, bu
şer güçlerini kendisinden uzaklaştırmak için
-o beklenti ve umutla- boyun eğiyor, o da bu oyunun bir
figüranı olmayı içine sindiriyor, aynı doğrultuda
ajitasyon ve propagandaya ayak uyduruyor…
Militarizmin, kızılelma cephesinin
oyununu ortaya serip kamuoyunu aydınlatmak, ki Türkiye’nin
önünü açacak tavır budur, tutarlı demokrat olmayı
gerektiriyor ve yürek istiyor. AKP cephesinde ne yazık
ki bu yürek yok. Demokratlık desen zaten yok.
Bu nedenledir ki, sözde kendi güvenliğini sağlayacak
güçlerin, bu ülkenin ordu ve polisinin, istihbaratının
yanısıra, hükümeti ve basını tarafından
aldatılan halkın, olup biteni anlaması zor..
Türkiye toplumu bir kez daha çağdışı,
antidemokratik güçler tarafından bir baskı ortamına
sürükleniyor, tarihin gidişine ters yönde…
Hikmet Fidan Cinayeti ve Kuşadası
Olayı:
Hikmet Fidan’ın katli olayında kuşkular
iki yöne yöneldi: Bu bir PKK cinayeti mi, yoksa Türk derin
devletinin “faili meçhul” kalacak bir eylemi mi?. Böyle olması
şaşırtıcı değil. Çünkü kamuoyu
her iki tarafın da bu türden bir kirli cinayeti işleyebileceğini
deneyimleriyle biliyor.
PKK kendisinden ayrılanlara ve muhaliflerine karşı
geçmişte pek çok cinayet işledi. Bu olaydan önce
de çaşitli kanallardan tehditler savurduğu biliniyor.
Öte yandan, böyle bir eylemi Türk derin devleti
de iki nedenle yapabilir: Birincisi, ortalığı
kızıştırmak için (şu anda tam da
böylesi bir ortama gerek duyuyor), ikincisi de, tam Apo’yu
ve örgütünü denetime alıp gönlünce yönlendirirken ve
onun eliyle Kürt hareketini pasifize –duruma göre de terörize-
etmeye çalışırken, onun sağlıklı
bir kanalda toparlanmasını engellemek, denetim dışı
çıkışlara fırsat vermemek için.
Dolayısiyle iki tarafın da –hem derin
devlet, hem PKK- çıkarları bu alanda çakışıyor.
Cinayeti iki taraftan biri işlemiş olabilir, birlikte
de yapmış olabilirler. Daha doğrusu PKK bu
işte devlet tarafından taşeron olarak kullanılmış
olabilir. Nasıl olsa iç içe geçmişler, Susurluk
çetesi gibi!
Fidan’ın katlinden sonra kuşkular
PKK üstünde toplanınca ve Kürt internet sayfaları
bu nedenle PKK’yı yoğun şekilde suçlar olunca,
ki bunda haklıydılar, Türk devleti işin içinden
sıyrılmış gibi pek keyiflendi, Türk basınındaki
memetçik kalemlere de gün doğdu. Oysa onlar da boşuna
keyiflenmesinler. Cinayeti PKK’nın işlemiş
olması Türk devletini aklamıyacağı gibi,
bunun tersi de, yani Türk derin devletine bağlı
bir komplo ve cinayet odağının eseri olması
da PKK’yı aklamaz.
Geçmişte de her iki tarafın eylemleri
böylesine iç içe geçmişti. PKK korucu köylerine saldırıp
çocuk-kadın, yaşlı-genç demeden sivilleri katletmiş,
bundan yararlanan devlet, o yapmadığı zaman
da kendisi yaparak PKK’ya yüklemişti. Şırnak
yöresinde bir minübüsün içinde yakılan köylüler bunun
bir örneği. 12 Eylül Faşist Cuntası’nın
Avrupa’daki muhaliflerini katleden PKK’lı tetikçilerden
bazılarının Türk polisinin himayesine mazhar
kişiler oldukları, kendilerine sağlanan pasaportlarla
Türkiye’ye rahat rahat girip çıktıkları, İnterpol
tarafından aranırken İstanbul’da kendi adlarıyla
şirket işlettikleri ortaya çıkmadı mı?.
Türk devletinin Fidan olayında eğer
parmağı yoksa ve devlet olarak da görevini yapacaksa
katilleri yakalayıp yargılamalıdır. Bu
zor da değil. Fidan’ın cinayet öncesi kimlerle görüştüğü
belli, telefonla onu olay yerine çağıran kişiyi
saptamak mümkün. İstense, buradan giderek rahatlıkla
katillerin izi bulunabilir. Zaten bu olayda rol alan kuşkulu
isimler daha şimdiden internet sitelerine saçıldı.
Yanılmış olmak isterim ama,
bu cinayet de aydınlanmıyacaktır. Bizzat kendi
görevlileri yapmış olmasa bile, onu aydınlatmak
devletin işine gelmez..
Aynı şey Çeşme ve Kuşadası’ndaki
patlamalar için de söz konusu.. Bu eylemlerin de ortalığı
kızıştırmak, yeni bir baskı ortamına
ve Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlara zemin hazırlamak
için yapılmış olması güçlü bir ihtimal.
Minibüs şoförünün ve öteki tanıkların verdiği
bilgilerden giderek bombacıyı bulmak zor olmasa
gerek. Eğer bombacı bir derin devlet görevlisi değilse
elbet!
Unutmayalım ki 2003’teki İstanbul
bombalamalarının altından da eski Ülkücüler
ve Hizbullahçılar çıkmıştı. Bunlar
ise Türk derin devletinin kurduğu, eğittiği
ve koruduğu örgütlerdi. Bu yüzden olacak ki, bombacılar
kolayca izlerini kaybettirebildiler. Hatırlanacağı
üzere, Suriye’ye geçenlerin adresleri saptanmış
ve AKP hükümeti tam onları yakalatmak için Suriye ile
ilişkiye geçmişken, üst düzeyde bir jandama komutanı,
garip bir şekilde basına verdiği demeçle, onları
hazırlık halindeki operasyondan adeta haberdar etmiş
ve kaçmalarına neden olmuştu..
Kaçanlar ise Irak’ta eylemlerine devam ettiler.
Şimdi onların marifetleri de Türk basınına
yansıyor. Ama ne ilginçtir ki, yine bundan dolayı
Irak yönetimini ve Kürt liderleri suçluyorlar. Türk bombacıların
Irak’taki varlığı ve eylemleri Türkiye kaynaklı
bir terörü işaret ederken, her şeyi tersine çevirip
Irak’ı ve Güney Kürdistan’ı Türkiye’ye yönelik terörün
bir kaynağı gibi göstermeye kalkışıyorlar.
Bu kadar pişkinlik karşısında
insan doğrusu şaşakalıyor…
Evet, son dönemde Türk rejiminin 12 Mart ve
12 Eylül darbeleri öncesinde olduğu gibi komploculuk
damarları yine kabardı. Terör uzmanları iş
başındalar!
Yazarın önceki yazılarından:
Bir
kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir
toplum nasıl kandırılır?
Bazı
dostların ardından
AKP
Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR
YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş
de!
Erdoğan’ın
ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR
YOL – II Teslimiyete
karşı ulusal seçenek
Fransız
Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
|