DİSK
Mesud Tek
DİSK’in, eski MHP’li Taha Akyol ve “kemalistlerin piri”
İlhan Selçuk gibilerinin takdirini toplayan tavrıyla
ilgili tartışmalar sürüyor.
Basına yansıdığı kadarıyla,
12 Eylül faşist rejiminin tırpanını yiyenlerin
başında gelen DİSK, 25 yılı nedeniyle
düzenlenen 12 Eylül’ü protesto eylemlerinden çekilmekle kalmamış,
aynı zamanda bu eylemlerin iptal edilmesini de istemiş.
DİSK’in çekilmeye ve iptal edilme talabine gösterdiği
gerekçesi ise “eylemlerin provokasyona açık olması.”
Böylesi eylemlerin “provokasyonlara açık olduğu”,
bazı sol grupların bu eylemlerde taşkınlık
yaparak sağa sola saldırdıkları bir gerçek.
Bu açıdan DİSK’in titiz davranmasını anlamak
ve kendisine hak vermek mümkün.
Ama DİSK yöneticilerinin yaptığı açıklamalara
yakından bakıldığında, gerekçelerinin
rastgele “provakosyon” değil, “etnik provokasyon” olduğu
görülür.
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi “sorunu
daha da çözümsüz kılan silahlı eylemlere, yollara
mayın döşenmesine, minibüslere bomba konulmasına,
masum insanların öldürülmesine, camın çerçevenin
indirilmesi gibi provokatif eylemlere ve teröre açıkça
karşı çıkıyoruz” diyor ve ekliyor: “Biz
sendikayız. Bizim duruşumuz ve bakış açımız
sınıfsal olmalıdır.”
Masum insanların öldürülmesine ve suçsuz insanların
yaşamına malolan bombalı eylemlere haklı
olarak karşı çıkan Süleyman Çelebi’nin, “silahlı
eylemlerin” sorunun çözümsüz kalmasına yolaçtığı
tesbiti de doğru; ama eksik ve tek yanlı. Çünkü
Süleyman Çelebi ve benzerlerinin “silahlı eylemler”den
meramları, PKK’nin yaptığı eylemler.
Oysa sorunu ortaya çıkaran devletin sömürgeci politikası,
aynı zamanda onun çözümsüz kalmasının temel
nedenidir de. Güvenlik güçlerinin, askerlerin, köy korucuları,
Özel Tim, JİTEM ve benzeri para militarist örgüt mensuplarının
gerçekleştirdikleri silahlı eylemler, yani köylülerin
topluca kurşuna dizilmeleri, faili meçhul cinayetler,
köy, bağ, bahçe ve tarlaların yakılıp
yıkılması vb.leri bu politikanın bir gereğidir.
Bu nedenle devletin de yukarıda sayılan “silahlı
eylemlerine” karşı çıkmayan, çıkamayan
DİSK, sadece PKK’nin eylemlerini zikretmekle inandırıcı
olmuyor, olamıyor.
Ve ne yazıktır ki Süleyman Çelebi’nin başkanlığını
yürüttüğü örgüt, devletin bu türden silahlı eylemlerine
karşı sessiz kalmakla yetinmedi. Sık sık
devletin ve onun “koruyucu ve kollayıcısı”
olan ordunun yanında yer aldı. DİSK’e bağlı
bazı sendikalar ülkede militarizmin güçlenmesinden başka
bir işe yaramayan “Mehmetciğe Destek” vb. kampanyalara
katıldılar.
Süleyman Çelebi “duruşumuz ve bakış açımız
sınıfsal olmalıdır” derken bir doğruyu
dile getiriyor. Elbette sendikaların bakış
acıları ulusal, devlet ve ordu yanlısı
değil, sınıfsal olmalıdır.
Ama yukarıda dile getirilen tavırları DİSK’in,
bundan böyle de sınıfal duruş göstereceğine
dair kuşkular yaratıyor.
DİSK yöneticileri ve benzerlerinin sık sık
dile getirdikleri, dillerine pelesenk yaptıkları
“emekçilerin birliği”, ancak ezilen ulusa mensup emekçilerin
ulusal demokratik haklarına kararlıca sahip çıkmakla,
bu hakları savunmakla sağlanır.
Ayrıca TC devletinin Kürt politikasına karşı
çıkmak, Kürtlerin özgürlüğünü savunmak sınıfsal
duruşa ters olmadığı gibi, onun bir gereğidir
de...
Aksisi, yani sınıfsal duruş ve emekçilerin
birliği adına devletin Kürt politikasını
onaylamak, Kürtlerin ulusal demokratik taleplerini “bölücülük”
olarak değerlendirip karşı çıkmak, sosyal
şöven bir duruştur. Bu duruşun Türk emekçi
hareketinin başındaki en büyük bela olduğu
yaşanan bunca deneylerle sabittir. Emekçilerin lokmasının
giderek küçülmesine, kaynakların silahlanma ve kirli
savaşta harcanmasına yardımcı olan bu
“duruş”, daha iyi bir yaşam için yürütülen mücadelenin
önündeki en büyük engellerden biridir.
Diğer yandan son tavrıyla ilgili olarak yapılan
tartışmalarda dile getirildiği kadarıyla
DİSK, “kitlesel sol bir parti” için yapılan girişimin
başını çekiyor.
Eğer bu haber doğruysa ve DİSK inandırıcı
olmak, emekçilerin sendikal birliğini korumak istiyorsa
“sınıfsal duruş”un gereklerini yerine getirmelidir.
Yapılması gereken olan bellidir: Bundan böyle devlet
kaynaklı baskılara karşı çıkmak,
Kürtlerin ulusal özgürlüğünü savunmak.
Gönlümüz DİSK’in, bu süreçte, Kürt sorunu konusunda
geçmişteki hatalarını tekrarlamamasından
yana. Bunun için de Taha Akyol, İlhan Selçuk gibi kaşarlanmışların
“aferin”i yerine, onların tepkisini çeken duruş
ve tavırlar sergilemelidir.
İlhan Selçuk haklı olarak “Alınterinin sokağa
çıkamadığı yerde demokrasi olabilir mi?”
diye soruyor.
Bu soruları aşağıdaki sorularla zenginleştirmek
gerekir. Çünkü o çok korkulan “Türk-Kürt çatışmasını”
, etniği-gayri etniğiyle tüm provokasyonları
önlemenin yolu bu sorulara verilecek cevaplarda gizlidir.
Kürtlerin özgürlükleri için alanlara çıkamadığı,
taleplerine “bölücülük” yaftasının yapıştırıldığı
bir ülkede demokrasi olabilir mi?
Demokrasinin vazgeçilmezlerinden sendikalar, bir kısım
üyelerinin ulusal demokratik taleplerine de sahip çıkmadan
sınfsal duruş gösterebirler mi?
TC devletinin inkar ve imha temelinde yürüttüğü Kürt
politikasını mahkum etmeden Kürt ve Türk emekçilerinin
sendikal birliğini sağlamak mümkün müdür?
......................................................
Yazarın
önceki yazılarından:
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı
Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak Başka İşler
De Var
Bayrak Ve Ekmek
Endişe
Ar Damarı
Kürdistan Parlamentosu
“Sözde”
Darısı Başımıza!...
Bayrak ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|