Asıl ölüm susmaktır
(*)
Kemal Burkay
Ortalıkta dolaşan bazı mektuplar ve infaz
listeleri
Türk İstihbarat Teşkilatı (MİT) veya
başka türden derin devlete bağlı bazı
odaklar, sık sık ve değişik adlar altında
e-posta yoluyla basına, internet sitelerine ve kişilere
PKK hakkında “enformasyon” gönderiyorlar. Aslında
bunlar sözde PKK ile mücadele görüntüsü altında kitleleri
aldatmaya, derin devletin planları çerçevesinde kamuoyu
oluşturmaya, propagandaya yönelik sistemli bir çabadır.
Yani bu ülkede sürekli yaşanan, artık hayatımızın
bir parçası olan, devlet güdümlü “psikolojik harekat”ların
bir parçası…
Bunlardan “Kemal Akın” adını kullanan
biri, mektuplarını “Barış ve Demokrasi
Platformu” diye uyduruk bir örgüt adına gönderiyor.
Bir başkası “Hêlin Demir” adını
kullanıyor…
Bir üçüncüsü “Serhat Ararat” adını kullanıyor.
(Bu isimde, PKK’dan ayrılmış biri var ve bazı
internet sayafalarnda adına rastlanıyor. Ama sorduk,
mektupları gönderen o değilmiş, onun adını
kullanan biri.) (**)
Bunların üçü de Kürt adlarına veya “barış-demokrasi”
taraftarı kılıfına bürünerek, Kürt halkının
iyiliğini istermiş gibi bir havayla, PKK’nın
kötülüklerini sayıp döktükten sonra, Türk devletinin
ideoloji ve politikası doğrultusunda Kürtlere nasihatler
veriyorlar! Hani şu “Kırmızı Şapkalı
Kız” öyküsündeki kurt gibi. Büyükannemizin başörtüsüne
bürünerek tatlı, şefkatli bir dille bize seslenen
kurt…
PKK’nın kurulduğu günden bu yana Kürt halkına,
ulusal mücadelemize çok büyük kötülükler yaptığı
elbet malum. Aklı başında tüm Kürtler de zaten
bunun farkında ve bunu deşifre etmek, Kürt halkını
devletin tuzaklarından ve PKK’nın kötülüklerinden
korumak için yıllardır olanakları ölçüsünde
mücadele ediyorlar. Seslerini Kürt halkına ve Türk halkına
ne ölçüde duyurabiliyorlar, o ayrı mesele.. Ama bu konuda
şefkatli pozlar takınarak Kürtlere akıl vermek
MİT ajanlarının, derin devlet mektupçularının
işi olmasa gerek. Biz bu mektupları, karşı
tarafın niyetlerini anlamak için bazen okusak bile, çoğu
zaman da hiç okumadan çöpe atıyoruz.
E-posta yoluyla son olarak “Serhat Ararat” imzalı böylesi
bir mektup geldi. Bunu ilginç bulduk ve hemen çöpe atmadık.
Bu mektupta PKK’nın, Hikmet Fidan cinayetinin ardından
Suriye’nin Halep kentinde, Kamuran Muhammed Hamza adlı
bir Kürt yurtseverine karşı işlediği yeni
bir siyasi cinayetten söz edilerek şöyle deniyor:
“Kamuran Muhammet evli ve bir çocuk babasıydı.
Daha önceden PKK sorumluları tarafından iki kez
‘Rekeftın partisinden ayrıl ve parti için yaptığın
çalışmaları terk et, aksi taktirde kendi sonunu
hazırlamış olursun; biz Suriye’de PKK dışında
hiçbir örgüte yaşam şansı tanımayız.
Bizi eleştiren ve aleyhimize faaliyet gösterenlerin tek
adresi olur; o da mezarlıklardır. Kendine acımıyorsan,
çocuğuna, eşine acı’ şeklinde tehditler
alan Muhammet, bu korkutma ve yıldırma amaçlı
tehditlere karşı doğru bildiği yoldaki
yürüyüşünden vazgeçmemiş, cesur ve kararlı
bir şekilde PKK’nın şiddet politikasını
eleştirmiş, Kürtler için en doğru olan yolun
demokratikleşme çabalarına destek verilmesi olduğunu
ısrarla savunmuştu…”
Söz konusu mektupta daha sonra ise, uluslararası toplum
ve Kürt halkı tarafından gerekli tepkinin ortaya
konmaması durumunda, Kürt aydın ve muhaliflerine
yönelik bu türden cinayetlerin süreceğinden söz edilerek
şöyle deniyor:
“Öte yandan, HADEP eski Geanel Başkan Yardımcısı
Hikmet Fidan’ın öldürülmesi sonrasında PKK cinayetlerine
karşı imza kampanyası başlatan Kemal Burkay,
Mesud Tek, Yılmaz Çamlıbel, Abdülmelik Fırat,
Yaşar Kaya, Şerafettin Elçi, Sırrı Sakık,
Ruşen Aslan, Reşit Deli, Recep Maraşlı,
Osman Aytar, Necdet Buldan, Müslim Yıldırım,
Mehmet Metiner, Mehmet Emin Sever, Tarık Ziya Ekinci,
Mahmut Kılınç, Eyüp Karageçili, Mehmet Zeynettin
Unay, Mehmet Ali Eren, İbrahim Güçlü, İbrahim Aksoy,
Hasan Kaya, Hasan Bildirici, Fehmi Demir, Faik Bulut, Bayram
Ayaz, Ahmet Zeki Okçuoğlu, Ahmet Türk, İsmail Beşikçi,
Kutbettin Özer, Süleyman Akkoyun, Özcan Soysal, Fırat
Akgün, Yılmaz Demir, Selahattin Meşe, M. Salih Erol,
Halit Temli, Welat Azad, Seraceddin Oğuz, Sidar Bingöl,
Selahattin Çelik, Serhad Amedi ve Serhat Ararat’ın aralarında
yer aldığı Kürt aydın ve siyasetçilerinin
de PKK’nin infaz listesine eklenebileceğine dikkat çekiliyor.
Öyle görünüyor ki bu cinayetlerin sonu gelmeyecek…”
Evet, sevgili okurlar, işte böyle yazıyor Türk
derin devletinin mektupçusu… Ve, dikkat edeceğiniz üzere,
liste başı şerefini bana bahşederken en
sona da kendi adını eklemeyi unutmamış!..
Türk derin devletinin niyet ve planları ne?
Türk derin devleti, bu mektup da dahil, son propaganda kampanyasıyla,
Hikmet Fidan ve diğer kurbanların hayatı üzerine
demagoji yapmakla bence bir taşla birkaç kuş vurmayı
amaçlamıştır. Bunlardan biri bu tür cinayetleri
tümden PKK’ya yıkarak Türk devletini temize çıkarmak.
Bir diğeri, yayınladığı infaz listeleriyle
Kürt aydınlarını ürkütmek, sindirmek. Üçüncüsü
ise güç ve iktidar paylaşımı kavgasında
kullanmak üzere kendi planları doğrultusunda kamuoyu
oluşturmak. Bu planların ne olduğunu aylardır
yazıp duruyoruz: AB sürecini bloke etmek, ülkedeki değişim
ve demokratikleşme çabalarını bastırmak,
bu yönde atılmış bazı küçük adımları
dahi geri almak, satükoyu korumak…
Daha önce de yazdım, Hikmet Fidan’ı PKK öldürmüş
olabilir. PKK benzer cinayetleri geçmişte çok işledi,
bundan sonra da işleyebilir. Ama bunu doğrudan derin
devlet de yapmış, ya da taşeron olarak PKK’ya
yaptırmış olabilir. Unutmayalım ki 1980’li
yıllarda Hamburg’da öldürülen Kürşat Timuroğlu’nun
PKK’lı diye bilinen katili, daha iki-üç yıl önce
Türk pasaportuyla Slovenya’da yakalandı. Bu adamın,
interpol tarafından arandığı halde yıllarca
İstanbul’da kendi adıyla şirket işlettiği,
rahatlıkla pasaport alıp birkaç kez yurt dışına
çıktığı anlaşıldı. Türk
devleti hiçbir şekilde, Hikmet Fidan cinayeti dahil olmak
üzere, ne bundan önceki cinayetlerden, ne de bundan sonrakilerden
yakasını kurtaramaz. Öcalan ve onu bir mürit sadakatıyla
izleyen örgütü ise, geçmişteki ilişkiler, özellikle
de PKK’nın kuruluş dönemindekiler bir yana, Öcalan,
yakalandıktan sonra tamamiyle Türk derin devletinin hizmetinde.
Öcalan bunu kameralar karşısında açıkladı
ve o günden bu yana yaptıkları da ortada.
Başka bir Apo mu var?
Buna rağmen rejim, sanki Apo hala Bekaa Vadisi’nden
örgütünü yönetiyormuş gibi, olan bitenden onu ve PKK’yı
sorumlu tutmakta, kitlelerin beynini yıkamakta devam
ediyor. Türk medyasındaki memetçik kalemler de her zamanki
gibi, bir “beşinci ordu” gibi hizmetteler, bu beyin yıkama
ameliyesinde seferberler. Bu memetçik kalemler şu günlerde
Apo ve PKK ile ilgili öyle şeyler yazıyorlar ki
insan şaşakalıyor. Örneğin Apo meğer
Türkiye’de iki ulus (Kürtler ve Türkler) var diyormuş…
Kürt devleti istiyormuş… En azından Kuzey için federasyon,
diğer dört parçayla birlikte konfederasyon istiyormuş…
Oysa devlet ya da federasyon isteyen Apo çoktan geçmişte
kaldı. Apo yakalandığı günden beri, otonomi
dahil, bu tür şeyleri istemeyi gericilik sayıyor,
sadece “demokratik cumhuriyet” diyor. O, iki ulus görüşünü
çoktan terk etti; Kemalizmi ve üniter devleti savunup duruyor,
Kürtleri Türk ulusal kimliği içinde gösteriyor; rejimin
diğer birçok “bonkör” sahip ve sözcüleri gibi, onlara
bazı bireysel kültürel hakları yeterli buluyor.
Apo’nun şu anda adına “demokratik konfederasyon”
dediği şeyin ise bütün bunlarla, devletle, özerklikle
filan bir ilgisi yok. Bu, kendi tabanını oyalamaya
yönelik renkli balon gibi bir şey. Tersine, Apo, Güney
Kürdistan’daki Kürt özerkliğine bile ateş püskürüyor.
Geçmişte, efendilerinin arzularına uygun olarak
Güney Kürtlerine karşı birhayli savaşmıştı;
şimdi de yine bu konuda kendisine fırsat verilmesi
için Türk devletine davetiyeler yağdırıyor.
Türk politikacıları ve de şu memetçik yazarlar
bunu bilmezler mi?
Yoksa başka bir Apo ve PKK var da bizim haberimiz mi
yok?!.
Sevgili okurlar, doğrusu söz konusu Türk politikacıların,
bir bölüm yazar ve akademisyenlerin söylediklerine bakınca
insanın aklı durur. Bunlar tümden “Kayserili!” Bunlar
evin yaşlı eşeğini boyayıp kendi
babasına satan türünden.
Ama onlar açısından öyle olması gerekiyor,
daha doğrusu yurttaşlara öyle anlatılması
gerekiyor. Yoksa terör oyunu nasıl inandırıcılık
kazanacak?. Bir yandan, kendi tatlı canını
güvenceye almak için “barış ve demokrasi” deyip
duran, kemalizmi kemalistlerden, üniter devleti Baykal’dan
ve Genelkurmay Başkanı’ndan daha kararlılıkla
savunan, öte yandan, güneydeki Kürt federasyonunu ikinci İsrail
diye niteleyip güneyli Kürtlere karşı birlikte savaşmayı
öneren Bay Öcalan, eğer kitleler tarafından bu durumuyla,
yani gerçek yüzüyle bilinirse, bu terör ve bölücülük yaygarası
boşlukta kalmaz mı?.
Derin devlet ve PKK – çıkarların örtüştüğü
nokta
Gelelim Kürt aydınlarına yönelik şu infaz
listelerine.. Bay “Serhat Ararat” “Öyle görünüyor ki bu cinayetlerin
sonu gelmeyecek…” diyor. Biz de aynı kanıdayız.
Eğer bu ülkenin, Kürt olsun Türk olsun, namuslu aydın
ve siyasetçileri bu konuda uyanık davranıp oynanan
oyunu deşifre etmezlerse, spot ışıklarını
asıl komplocuların üstüne çevirmezlerse bu tür cinayetler
sürecek. Çünkü bu, yani Kürt demokratik muhalefetinin sağlıklı
bir kanalda toparlanmasını engellemek, onu ezmek
hem devletin, hem PKK’nın işine geliyor. Ayrıca
terör üzerine kurulan planın işlemesi, kazanın
kaynaması için de bu türden cinayetlere gerek var..
Bir kere Türk devletinin sicili, çok daha eskiler, Mustafa
Suphiler, Sebahattin Ali’ler ve nice benzerleri
bir yana, son kırk yılda bu tür komplolar, cinayetlerle
doludur. Bu devlet, terör ortamını kızıştırıp
kendi istemleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak
için, bizzat Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu
gibi ülkenin kimi seçkin hatta kemalist gazetecilerini bile
kurban edip arkalarından devlet törenleri düzenlemedi
mi?
Alın PKK’dan da o kadar. Bay Öcalan ve şürekasına
kalsa, bir yandan “barış ve demokrasi” adına
Türk devletinin kendilerini muhatap alması için yırtınırlarken,
öte yandan da Kürt toplumunda kendi seslerinden başkasının
duyulmaması için geçmişteki gibi kesip biçmeye can
atıyorlar. Bay Öcalan da İmralı’daki hücresinden,
Hikmet Fidan olayı nedeniyle bir çağrı yayınlıyanlara
karşı öfkesini dile getiriyor ve benim adımı
veriyor. Ne benzerlik değil mi?
Bay Öcalan ve MİT propaganda memuru Serhat Ararat aynı
şeyden söz ediyorlar, birisi benim adımı liste
başına koyuyor, öteki ise sadece benim adımı
veriyor…
MİT mektupçusunun çabası anlaşılır
bir şey ve buna yukarda değindik. Peki Bay Öcalan?
O neden rahatsız oluyor? Hikmet Fidan olayının
aydınlatılmasını isteyen çağrıda
katil adı olarak PKK’nın adı verilmemiş
ki. Cinayeti kim işlemişse mahkum ediliyor ve açığa
çıkarılması isteniyor. Bay Öcalan’ın,
eğer cinayeti onaylamıyorsa, barış ve
demokrasiden yanaysa bundan memnun olması gerekmez mi?
Görülüyor ki Bay Öcalan Kürt aydınlarının
cinayete tepki göstermelerinden rahatsız, onu üstleniyor…
Buna rağmen o kanıdayım ki, bu cinayeti PKK
işlemişse bile, Öcalan’ın, yani bu eşi
bulunmaz “Serok”un hizmetinde olduğu derin devlet istediği,
en azından, açık ya da zımni onay verdiği
için işlemiştir. Yoksa katiller şimdiye kadar
yakalanırdı veya onları yakalamak için ciddi
bir çaba gösterilirdi.
Bir aydın ve mücadele adamı için asıl ölüm
susmaktır
Çoktandır ki bu tür haberler piyasada dolaşıyor,
infaz listelerinden söz ediliyor.
Sevgili okurlar, buna bakarak tedirgin olduğumu düşünenler
çıkabilir. Ama bu tür infaz listeleri, tehditler yeni
değil; derin devletin güdümündeki maşalar geçmişte
bir dizi yoldaşımı katlettiler, ben de hep
hedefte oldum. 30-40 yıldan beri bu tür tehditlerle sık
sık karşılaştım, alışığım.
Artık 68’inde, yani ölümden daha az korkacak bir yaştayım.
Arkamda elli yıllık bir mücadele yaşamı
var. Söyleyeceklerimi çokça söyledim, yazdım; eğer
bir değerleri varsa yitip gitmezler. Alnım açık,
yüreğim rahat. Cemal Süreya’nın deyişiyle,
“üstü kalsın” diyebilirim. Kaldı ki bana göre, bir
aydın ve mücadele adamı için sinip susmak zaten
kendi başına ölümdür ve asıl ölümdür.
Ama bu tehditler, dolaştırılan infaz listeleri,
benim ya da bu listede adı yazılı başkalarının
kişisel sorunu, ya da bir korku veya cesaret sorunu olmaktan
öte önem taşıyor. Besbelli rejim ya da maşaları
bu kadar insanı öldüremezler; ama aralarından birkaçının
katli, hatta bu tür listelerin yayınlanması bile,
bu aydınların bir bölümünü sindirebilir, demokrasi
ve özgürlük mücadelesini olumsuz etkileyebilir. Türk derin
devletinin amacı da budur. Aynı şey, kendi
hegemonyasını sürdürmek isteyen güdümlü PKK’nın
da işine gelir.
Rejim Kürt yurtsever hareketini bir kez daha tehdit ediyor,
ona tuzaklar kuruyor. Bu tehdit şu dönemde ciddidir.
Çünkü rejimin hükümeti de aşan gizli güçleri, derin devlet,
ortalığı terörize etmek için epeyce bir zamandan
beri büyük bir gayret içinde. PKK’yı İmralı’daki
Öcalan eliyle yeniden hareketlendirenler onlar. Sağda
solda patlayan bombaların hangisi PKK’lı militanlar,
hangisi derin devlet ajanları eliyle yerleştiriliyor
belli değil. Örneğin şu bazı valilere
yönelik, kazasız belasız atlatılan uzaktan
patlamalı bambalar… Ya da Beytüşşebap’ta hükümet
konağında gece yarısı patlayıp da
hiç kimseyi yaralamayan bomba… Bunların devlete bağlı
özel adamlar, Kontrgerilla, JİTEM ve benzeri örgütler,
yani Türk Gladyosu tarafından yerleştirildiğine,
“kontrollü terör” olduğuna kalıbımı basarım.
İlginç bir öykü
Yazıyı epeyce uzattım, biliyorum; ama size
kısa ve ilginç bir öykü anlatayım: Yıllar önce
(1980’li yılların ortası) trenle Berlin’den
Stokholm’e gidiyordum. Yola çıkmadan önce BBC’den şöyle
bir haber duydum:
“Almanya’nın Münster kentinde, Türk konsolosluğu
önünde dün gece yarısı bir bomba patladı, ama
kimse yaralanmadı. BBC’ye telefon eden biri eylemi üstlendi
ve kendilerinin ‘Kemal Burkay’a bağlı intihar komandoları’
olduğunu söyledi…”
Bu haberi duyunca biraz şaşırmadım değil.
Ama meseleyi kavramakta sıkıntı çekmedim; çünkü
bu devletin taktiklerine yabancı değildim. O yıllar
Avrupa’da 12 Eylül faşist rejimini yoğun biçimde
teşhir ettiğimiz yıllardı. Bu düzmece
eylemler ve haberlerle bizi de PKK gibi terör örgütü kapsamına
sokmaya, prestijimizi sarsmaya çalışıyorlardı.
Stokholm’e varır varmaz BBC’ye telefon açtım, adımı
verdim, haberden söz ettim ve bana bağlı “intihar
komandoları” diye bir örgüt olmadığını,
yöntem olarak da terörü yanlış bulduğumuzu,
bu tür eylemleri onaylamadığımızı
söyledim. BBC o akşam benim açıklamamı verdi,
böylece oyun pek çabuk bozuldu.
Türk devleti bizi oyuna getiremedi ama, PKK bu iş için
biçilmiş kaftandı. Hertürlü cinayeti, terör eylemini
-kendisinin yapmadıklarını bile- üstlenmekten
hep zevk aldı, bununla övündü. Terörü Avrupa ülkelerine
taşıdı. Sonra da “bana terörist diyorlar” diye
yakınmakta!
Şu anda da PKK, bakın, günlerdir ortalıkta
dolaşan bu infaz listesi üzerine ağzını
açıp da tek kelime etmiyor. Böyle bir listemiz, böyle
bir niyetimiz yok demiyor. Öyle anlaşılıyor
ki en azından, tehdit ortamından yarar sağlama
işinde her iki kesimin çıkarları örtüşüyor.
Sözüm Kürt-Türk herkese…
Yıllardır söylüyorum, bir kez daha tekrarlıyacağım.
Sözüm gerek Kürt gerek Türk; siyasi, aydın, asker, gerilla
herkese: Son terör hareketi de Türk derin devletinin bir planıdır.
PKK bu işte bir maşa olarak kullanılıyor.
Amaç terör bahanesiyle değişimi engellemek, AB yolunu
bloke etmek, bu militarist, baskıcı sistemi sürdürmek…
Oyun o kadar açık oynanıyor ki, bir aydın
ve siyaset adamı için bunu görmemek olanaksız. Yıllardır
süregelen propaganda toz dumanı içinde sıradan insanların
beyninin yıkanmasını, gözlerine adeta perde
çekilmesini anlıyorum. Ama aydın geçinenlerin ve
siyaset adamlarının bunu göremiyecek kadar kör ve
aptal olduklarını sanmam. Ne yazık ki gördüğü,
bildiği halde söylemeyi göze alamıyan bir dizi korkak,
söylemeyi çıkarına uygun bulmayan bir dizi fırsatçı
ve bile bile bu oyuna alet olan, onu gizleyen bir dizi alçak
var.
Oysa gerçekten barış, demokrasi, özgürlük ve gelişme
yanlısı olan her onurlu insana düşen, bu oyunu
cesaretle teşhir etmek, tavır almaktır.
-----------------------------------------
(*) Bu yazı on gün kadar önce, yani şu Mehmet
Uzun vakası daha yaşanmadan elimde hazırdı;
ama çeşitli nedenlerle yayına vermedim. Nedenlerden
biri de gündeme başka sıcak konuların girmesiydi.
Biraz da okurlarımıza soluk alma fırsatı
vermek için. Malum ya, yazılar sıklaşınca
sevgili okuyucularımızın onları izlemeye
vakti olmuyor.. Köşedeki yorumlarım önce 15 günde
birdi, sonra haftada bir oldu. O bile yetmedi; Kürtçe-Türkçe
derken sayfamız zaman zaman imzamı taşıyan
birden çok yazıyla doluyor, doğrusu bundan biraz
da sıkılıyorum. Ama söylenecek şeyler
de çok ve söylenmesi gerekiyor..
(**) Bu “MİT mektupçuları” konusuna daha önce
de zaman zaman değinmeyi düşünmüş, ama yazarsak
deşifre olduklarını fark edip isim değiştirirler
diye her keresinde vazgeçmiştim. Serhat Ararat’ın
son mektubu üzerine yazmayı gerekli bulunca onları
deşifre etmek de farz oldu. Yazıyı bitirince
okuması için bir arkadaşıma verdim. Arkadaşım,
Nasname’de Şükrü Gülmüş’ün de kendilerine gelen
bu tür mektuplardan söz ettiğini söyledi. Gerçekten o
da, tam da aynı günlerde yayınladığı
bir yazıda üç isimden söz ediyor, Kemal Akın, Serhat
Ararat ve Elif Yılmaz adlarını veriyor. (Üçüncü
isim benim verdiğimden farkli; ama o isimde bir mektupçu
da elbet var.)
İlginç bir rastlantı, ama bir bakıma doğal.
Benzer durumlarla karşılaşınca insan benzer
şeyler düşünüp yazabiliyor.
Belki de mektupçularımız bu saatten sonra adlarını
değiştirirler…
---------------------------------------------------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler
üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş
de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş
kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı
ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|