PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Asıl ölüm susmaktır (*)

Kemal Burkay

Ortalıkta dolaşan bazı mektuplar ve infaz listeleri

Türk İstihbarat Teşkilatı (MİT) veya başka türden derin devlete bağlı bazı odaklar, sık sık ve değişik adlar altında e-posta yoluyla basına, internet sitelerine ve kişilere PKK hakkında “enformasyon” gönderiyorlar. Aslında bunlar sözde PKK ile mücadele görüntüsü altında kitleleri aldatmaya, derin devletin planları çerçevesinde kamuoyu oluşturmaya, propagandaya yönelik sistemli bir çabadır. Yani bu ülkede sürekli yaşanan, artık hayatımızın bir parçası olan, devlet güdümlü “psikolojik harekat”ların bir parçası…

Bunlardan “Kemal Akın” adını kullanan biri, mektuplarını “Barış ve Demokrasi Platformu” diye uyduruk bir örgüt adına gönderiyor.

Bir başkası “Hêlin Demir” adını kullanıyor…

Bir üçüncüsü “Serhat Ararat” adını kullanıyor. (Bu isimde, PKK’dan ayrılmış biri var ve bazı internet sayafalarnda adına rastlanıyor. Ama sorduk, mektupları gönderen o değilmiş, onun adını kullanan biri.)  (**)

Bunların üçü de Kürt adlarına veya “barış-demokrasi” taraftarı kılıfına bürünerek, Kürt halkının iyiliğini istermiş gibi bir havayla, PKK’nın kötülüklerini sayıp döktükten sonra, Türk devletinin ideoloji ve politikası doğrultusunda Kürtlere nasihatler veriyorlar! Hani şu “Kırmızı Şapkalı Kız” öyküsündeki kurt gibi. Büyükannemizin başörtüsüne bürünerek tatlı, şefkatli bir dille bize seslenen kurt…

PKK’nın kurulduğu günden bu yana Kürt halkına, ulusal mücadelemize çok büyük kötülükler yaptığı elbet malum. Aklı başında tüm Kürtler de zaten bunun farkında ve bunu deşifre etmek, Kürt halkını devletin tuzaklarından ve PKK’nın kötülüklerinden korumak için yıllardır olanakları ölçüsünde mücadele ediyorlar. Seslerini Kürt halkına ve Türk halkına ne ölçüde duyurabiliyorlar, o ayrı mesele.. Ama bu konuda şefkatli pozlar takınarak Kürtlere akıl vermek MİT ajanlarının, derin devlet mektupçularının işi olmasa gerek. Biz bu mektupları, karşı tarafın niyetlerini anlamak için bazen okusak bile, çoğu zaman da hiç okumadan çöpe atıyoruz.

E-posta yoluyla son olarak “Serhat Ararat” imzalı böylesi bir mektup geldi. Bunu ilginç bulduk ve hemen çöpe atmadık. Bu mektupta PKK’nın, Hikmet Fidan cinayetinin ardından Suriye’nin Halep kentinde, Kamuran Muhammed Hamza adlı bir Kürt yurtseverine karşı işlediği yeni bir siyasi cinayetten söz edilerek şöyle deniyor:

“Kamuran Muhammet evli ve bir çocuk babasıydı. Daha önceden PKK sorumluları tarafından iki kez ‘Rekeftın partisinden ayrıl ve parti için yaptığın çalışmaları terk et, aksi taktirde kendi sonunu hazırlamış olursun; biz Suriye’de PKK dışında hiçbir örgüte yaşam şansı tanımayız. Bizi eleştiren ve aleyhimize faaliyet gösterenlerin tek adresi olur; o da mezarlıklardır. Kendine acımıyorsan, çocuğuna, eşine acı’ şeklinde tehditler alan Muhammet, bu korkutma ve yıldırma amaçlı tehditlere karşı doğru bildiği yoldaki yürüyüşünden vazgeçmemiş, cesur ve kararlı bir şekilde PKK’nın şiddet politikasını eleştirmiş, Kürtler için en doğru olan yolun demokratikleşme çabalarına destek verilmesi olduğunu ısrarla savunmuştu…”

Söz konusu mektupta daha sonra ise, uluslararası toplum ve Kürt halkı tarafından gerekli tepkinin ortaya konmaması durumunda, Kürt aydın ve muhaliflerine yönelik bu türden cinayetlerin süreceğinden söz edilerek şöyle deniyor:

“Öte yandan, HADEP eski Geanel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın öldürülmesi sonrasında PKK cinayetlerine karşı imza kampanyası başlatan Kemal Burkay, Mesud Tek, Yılmaz Çamlıbel, Abdülmelik Fırat, Yaşar Kaya, Şerafettin Elçi, Sırrı Sakık, Ruşen Aslan, Reşit Deli, Recep Maraşlı, Osman Aytar, Necdet Buldan, Müslim Yıldırım, Mehmet Metiner, Mehmet Emin Sever, Tarık Ziya Ekinci, Mahmut Kılınç, Eyüp Karageçili, Mehmet Zeynettin Unay, Mehmet Ali Eren, İbrahim Güçlü, İbrahim Aksoy, Hasan Kaya, Hasan Bildirici, Fehmi Demir, Faik Bulut, Bayram Ayaz, Ahmet Zeki Okçuoğlu, Ahmet Türk, İsmail Beşikçi, Kutbettin Özer, Süleyman Akkoyun, Özcan Soysal, Fırat Akgün, Yılmaz Demir, Selahattin Meşe, M. Salih Erol, Halit Temli, Welat Azad, Seraceddin Oğuz, Sidar Bingöl, Selahattin Çelik, Serhad Amedi ve Serhat Ararat’ın aralarında yer aldığı Kürt aydın ve siyasetçilerinin de PKK’nin infaz listesine eklenebileceğine dikkat çekiliyor. Öyle görünüyor ki bu cinayetlerin sonu gelmeyecek…”

Evet, sevgili okurlar, işte böyle yazıyor Türk derin devletinin mektupçusu… Ve, dikkat edeceğiniz üzere, liste başı şerefini bana bahşederken en sona da kendi adını eklemeyi unutmamış!..

Türk derin devletinin niyet ve planları ne?

Türk derin devleti, bu mektup da dahil, son propaganda kampanyasıyla, Hikmet Fidan ve diğer kurbanların hayatı üzerine demagoji yapmakla bence bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçlamıştır. Bunlardan biri bu tür cinayetleri tümden PKK’ya yıkarak Türk devletini temize çıkarmak. Bir diğeri, yayınladığı infaz listeleriyle Kürt aydınlarını ürkütmek, sindirmek. Üçüncüsü ise güç ve iktidar paylaşımı kavgasında kullanmak üzere kendi planları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak. Bu planların ne olduğunu aylardır yazıp duruyoruz: AB sürecini bloke etmek, ülkedeki değişim ve demokratikleşme çabalarını bastırmak, bu yönde atılmış bazı küçük adımları dahi geri almak, satükoyu korumak…

Daha önce de yazdım, Hikmet Fidan’ı PKK öldürmüş olabilir. PKK benzer cinayetleri geçmişte çok işledi, bundan sonra da işleyebilir. Ama bunu doğrudan derin devlet de yapmış, ya da taşeron olarak PKK’ya yaptırmış olabilir. Unutmayalım ki 1980’li yıllarda Hamburg’da öldürülen Kürşat Timuroğlu’nun PKK’lı diye bilinen katili, daha iki-üç yıl önce Türk pasaportuyla Slovenya’da yakalandı. Bu adamın, interpol tarafından arandığı halde yıllarca İstanbul’da kendi adıyla şirket işlettiği, rahatlıkla pasaport alıp birkaç kez yurt dışına çıktığı anlaşıldı. Türk devleti hiçbir şekilde, Hikmet Fidan cinayeti dahil olmak üzere, ne bundan önceki cinayetlerden, ne de bundan sonrakilerden yakasını kurtaramaz. Öcalan ve onu bir mürit sadakatıyla izleyen örgütü ise, geçmişteki ilişkiler, özellikle de PKK’nın kuruluş dönemindekiler bir yana, Öcalan, yakalandıktan sonra tamamiyle Türk derin devletinin hizmetinde. Öcalan bunu kameralar karşısında açıkladı ve o günden bu yana yaptıkları da ortada.

Başka bir Apo mu var?

Buna rağmen rejim, sanki Apo hala Bekaa Vadisi’nden örgütünü yönetiyormuş gibi, olan bitenden onu ve PKK’yı sorumlu tutmakta, kitlelerin beynini yıkamakta devam ediyor. Türk medyasındaki memetçik kalemler de her zamanki gibi, bir “beşinci ordu” gibi hizmetteler, bu beyin yıkama ameliyesinde seferberler. Bu memetçik kalemler şu günlerde Apo ve PKK ile ilgili öyle şeyler yazıyorlar ki insan şaşakalıyor. Örneğin Apo meğer Türkiye’de iki ulus (Kürtler ve Türkler) var diyormuş… Kürt devleti istiyormuş… En azından Kuzey için federasyon, diğer dört parçayla birlikte konfederasyon istiyormuş…

Oysa devlet ya da federasyon isteyen Apo çoktan geçmişte kaldı. Apo yakalandığı günden beri, otonomi dahil, bu tür şeyleri istemeyi gericilik sayıyor, sadece “demokratik cumhuriyet” diyor. O, iki ulus görüşünü çoktan terk etti; Kemalizmi ve üniter devleti savunup duruyor, Kürtleri Türk ulusal kimliği içinde gösteriyor; rejimin diğer birçok “bonkör” sahip ve sözcüleri gibi, onlara bazı bireysel kültürel hakları yeterli buluyor. Apo’nun şu anda adına “demokratik konfederasyon” dediği şeyin ise bütün bunlarla, devletle, özerklikle filan bir ilgisi yok. Bu, kendi tabanını oyalamaya yönelik renkli balon gibi bir şey. Tersine, Apo, Güney Kürdistan’daki Kürt özerkliğine bile ateş püskürüyor. Geçmişte, efendilerinin arzularına uygun olarak Güney Kürtlerine karşı birhayli savaşmıştı; şimdi de yine bu konuda kendisine fırsat verilmesi için Türk devletine davetiyeler yağdırıyor. Türk politikacıları ve de şu memetçik yazarlar bunu bilmezler mi?

Yoksa başka bir Apo ve PKK var da bizim haberimiz mi yok?!.

Sevgili okurlar, doğrusu söz konusu Türk politikacıların, bir bölüm yazar ve akademisyenlerin söylediklerine bakınca insanın aklı durur. Bunlar tümden “Kayserili!” Bunlar evin yaşlı eşeğini boyayıp kendi babasına satan türünden.

Ama onlar açısından öyle olması gerekiyor, daha doğrusu yurttaşlara öyle anlatılması gerekiyor. Yoksa terör oyunu nasıl inandırıcılık kazanacak?. Bir yandan, kendi tatlı canını güvenceye almak için “barış ve demokrasi” deyip duran, kemalizmi kemalistlerden, üniter devleti Baykal’dan ve Genelkurmay Başkanı’ndan daha kararlılıkla savunan, öte yandan, güneydeki Kürt federasyonunu ikinci İsrail diye niteleyip güneyli Kürtlere karşı birlikte savaşmayı öneren Bay Öcalan, eğer kitleler tarafından bu durumuyla, yani gerçek yüzüyle bilinirse, bu terör ve bölücülük yaygarası boşlukta kalmaz mı?.

Derin devlet ve PKK – çıkarların örtüştüğü nokta

Gelelim Kürt aydınlarına yönelik şu infaz listelerine.. Bay “Serhat Ararat” “Öyle görünüyor ki bu cinayetlerin sonu gelmeyecek…” diyor. Biz de aynı kanıdayız. Eğer bu ülkenin, Kürt olsun Türk olsun, namuslu aydın ve siyasetçileri bu konuda uyanık davranıp oynanan oyunu deşifre etmezlerse, spot ışıklarını asıl komplocuların üstüne çevirmezlerse bu tür cinayetler sürecek. Çünkü bu, yani Kürt demokratik muhalefetinin sağlıklı bir kanalda toparlanmasını engellemek, onu ezmek hem devletin, hem PKK’nın işine geliyor. Ayrıca terör üzerine kurulan planın işlemesi, kazanın kaynaması için de bu türden cinayetlere gerek var..

Bir kere Türk devletinin sicili, çok daha eskiler, Mustafa Suphiler, Sebahattin Ali’ler ve nice benzerleri bir yana, son kırk yılda bu tür komplolar, cinayetlerle doludur. Bu devlet, terör ortamını kızıştırıp kendi istemleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak için, bizzat Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gibi ülkenin kimi seçkin hatta kemalist gazetecilerini bile kurban edip arkalarından devlet törenleri düzenlemedi mi?

Alın PKK’dan da o kadar. Bay Öcalan ve şürekasına kalsa, bir yandan “barış ve demokrasi” adına Türk devletinin kendilerini muhatap alması için yırtınırlarken, öte yandan da Kürt toplumunda kendi seslerinden başkasının duyulmaması için geçmişteki gibi kesip biçmeye can atıyorlar. Bay Öcalan da İmralı’daki hücresinden, Hikmet Fidan olayı nedeniyle bir çağrı yayınlıyanlara karşı öfkesini dile getiriyor ve benim adımı veriyor. Ne benzerlik değil mi?

Bay Öcalan ve MİT propaganda memuru Serhat Ararat aynı şeyden söz ediyorlar, birisi benim adımı liste başına koyuyor, öteki ise sadece benim adımı veriyor…

MİT mektupçusunun çabası anlaşılır bir şey ve buna yukarda değindik. Peki Bay Öcalan? O neden rahatsız oluyor? Hikmet Fidan olayının aydınlatılmasını isteyen çağrıda katil adı olarak PKK’nın adı verilmemiş ki. Cinayeti kim işlemişse mahkum ediliyor ve açığa çıkarılması isteniyor. Bay Öcalan’ın, eğer cinayeti onaylamıyorsa, barış ve demokrasiden yanaysa bundan memnun olması gerekmez mi?

Görülüyor ki Bay Öcalan Kürt aydınlarının cinayete tepki göstermelerinden rahatsız, onu üstleniyor…

Buna rağmen o kanıdayım ki, bu cinayeti PKK işlemişse bile, Öcalan’ın, yani bu eşi bulunmaz “Serok”un hizmetinde olduğu derin devlet istediği, en azından, açık ya da zımni onay verdiği için işlemiştir. Yoksa katiller şimdiye kadar yakalanırdı veya onları yakalamak için ciddi bir çaba gösterilirdi.

Bir aydın ve mücadele adamı için asıl ölüm susmaktır

Çoktandır ki bu tür haberler piyasada dolaşıyor, infaz listelerinden söz ediliyor.

Sevgili okurlar, buna bakarak tedirgin olduğumu düşünenler çıkabilir. Ama bu tür infaz listeleri, tehditler yeni değil; derin devletin güdümündeki maşalar geçmişte bir dizi yoldaşımı katlettiler, ben de hep hedefte oldum. 30-40 yıldan beri bu tür tehditlerle sık sık karşılaştım, alışığım.  Artık 68’inde, yani ölümden daha az korkacak bir yaştayım. Arkamda elli yıllık bir mücadele yaşamı var. Söyleyeceklerimi çokça söyledim, yazdım; eğer bir değerleri varsa yitip gitmezler. Alnım açık, yüreğim rahat. Cemal Süreya’nın deyişiyle, “üstü kalsın” diyebilirim. Kaldı ki bana göre, bir aydın ve mücadele adamı için sinip susmak zaten kendi başına ölümdür ve asıl ölümdür.

Ama bu tehditler, dolaştırılan infaz listeleri, benim ya da bu listede adı yazılı başkalarının kişisel sorunu, ya da bir korku veya cesaret sorunu olmaktan öte önem taşıyor. Besbelli rejim ya da maşaları bu kadar insanı öldüremezler; ama aralarından birkaçının katli, hatta bu tür listelerin yayınlanması bile, bu aydınların bir bölümünü sindirebilir, demokrasi ve özgürlük mücadelesini olumsuz etkileyebilir. Türk derin devletinin amacı da budur. Aynı şey, kendi hegemonyasını sürdürmek isteyen güdümlü PKK’nın da işine gelir.

Rejim Kürt yurtsever hareketini bir kez daha tehdit ediyor, ona tuzaklar kuruyor. Bu tehdit şu dönemde ciddidir. Çünkü rejimin hükümeti de aşan gizli güçleri, derin devlet, ortalığı terörize etmek için epeyce bir zamandan beri büyük bir gayret içinde. PKK’yı İmralı’daki Öcalan eliyle yeniden hareketlendirenler onlar. Sağda solda patlayan bombaların hangisi PKK’lı militanlar, hangisi derin devlet ajanları eliyle yerleştiriliyor belli değil. Örneğin şu bazı valilere yönelik, kazasız belasız atlatılan uzaktan patlamalı bambalar… Ya da Beytüşşebap’ta hükümet konağında gece yarısı patlayıp da hiç kimseyi yaralamayan bomba… Bunların devlete bağlı özel adamlar, Kontrgerilla, JİTEM ve benzeri örgütler, yani Türk Gladyosu tarafından yerleştirildiğine, “kontrollü terör” olduğuna kalıbımı basarım.

İlginç bir öykü

Yazıyı epeyce uzattım, biliyorum; ama size kısa ve ilginç bir öykü anlatayım: Yıllar önce (1980’li yılların ortası) trenle Berlin’den Stokholm’e gidiyordum. Yola çıkmadan önce BBC’den şöyle bir haber duydum:

“Almanya’nın Münster kentinde, Türk konsolosluğu önünde dün gece yarısı bir bomba patladı, ama kimse yaralanmadı. BBC’ye telefon eden biri eylemi üstlendi ve kendilerinin ‘Kemal Burkay’a bağlı intihar komandoları’ olduğunu söyledi…”

Bu haberi duyunca biraz şaşırmadım değil. Ama meseleyi kavramakta sıkıntı çekmedim; çünkü bu devletin taktiklerine yabancı değildim. O yıllar Avrupa’da 12 Eylül faşist rejimini yoğun biçimde teşhir ettiğimiz yıllardı. Bu düzmece eylemler ve haberlerle bizi de PKK gibi terör örgütü kapsamına sokmaya, prestijimizi sarsmaya çalışıyorlardı. Stokholm’e varır varmaz BBC’ye telefon açtım, adımı verdim, haberden söz ettim ve bana bağlı “intihar komandoları” diye bir örgüt olmadığını, yöntem olarak da terörü yanlış bulduğumuzu, bu tür eylemleri onaylamadığımızı söyledim. BBC o akşam benim açıklamamı verdi, böylece oyun pek çabuk bozuldu.

Türk devleti bizi oyuna getiremedi ama, PKK bu iş için biçilmiş kaftandı. Hertürlü cinayeti, terör eylemini -kendisinin yapmadıklarını bile- üstlenmekten hep zevk aldı, bununla övündü. Terörü Avrupa ülkelerine taşıdı. Sonra da “bana terörist diyorlar” diye yakınmakta!

Şu anda da PKK, bakın, günlerdir ortalıkta dolaşan bu infaz listesi üzerine ağzını açıp da tek kelime etmiyor. Böyle bir listemiz, böyle bir niyetimiz yok demiyor. Öyle anlaşılıyor ki en azından, tehdit ortamından yarar sağlama işinde her iki kesimin çıkarları örtüşüyor.

Sözüm Kürt-Türk herkese…

Yıllardır söylüyorum, bir kez daha tekrarlıyacağım. Sözüm gerek Kürt gerek Türk; siyasi, aydın, asker, gerilla herkese: Son terör hareketi de Türk derin devletinin bir planıdır. PKK bu işte bir maşa olarak kullanılıyor. Amaç terör bahanesiyle değişimi engellemek, AB yolunu bloke etmek, bu militarist, baskıcı sistemi sürdürmek…

Oyun o kadar açık oynanıyor ki, bir aydın ve siyaset adamı için bunu görmemek olanaksız. Yıllardır süregelen propaganda toz dumanı içinde sıradan insanların beyninin yıkanmasını, gözlerine adeta perde çekilmesini anlıyorum. Ama aydın geçinenlerin ve siyaset adamlarının bunu göremiyecek kadar kör ve aptal olduklarını sanmam. Ne yazık ki gördüğü, bildiği halde söylemeyi göze alamıyan bir dizi korkak, söylemeyi çıkarına uygun bulmayan bir dizi fırsatçı ve bile bile bu oyuna alet olan, onu gizleyen bir dizi alçak var.

Oysa gerçekten barış, demokrasi, özgürlük ve gelişme yanlısı olan her onurlu insana düşen, bu oyunu cesaretle teşhir etmek, tavır almaktır.

-----------------------------------------

(*) Bu yazı on gün kadar önce, yani şu Mehmet Uzun vakası daha yaşanmadan elimde hazırdı; ama çeşitli nedenlerle yayına vermedim. Nedenlerden biri de gündeme başka sıcak konuların girmesiydi. Biraz da okurlarımıza soluk alma fırsatı vermek için. Malum ya, yazılar sıklaşınca sevgili okuyucularımızın onları izlemeye vakti olmuyor.. Köşedeki yorumlarım önce 15 günde birdi, sonra haftada bir oldu. O bile yetmedi; Kürtçe-Türkçe derken sayfamız zaman zaman imzamı taşıyan birden çok yazıyla doluyor, doğrusu bundan biraz da sıkılıyorum. Ama söylenecek şeyler de çok ve söylenmesi gerekiyor..

 (**) Bu “MİT mektupçuları” konusuna daha önce de zaman zaman değinmeyi düşünmüş, ama yazarsak deşifre olduklarını fark edip isim değiştirirler diye her keresinde vazgeçmiştim. Serhat Ararat’ın son mektubu üzerine yazmayı gerekli bulunca onları deşifre etmek de farz oldu. Yazıyı bitirince okuması için bir arkadaşıma verdim. Arkadaşım, Nasname’de Şükrü Gülmüş’ün de kendilerine gelen bu tür mektuplardan söz ettiğini söyledi. Gerçekten o da, tam da aynı günlerde yayınladığı bir yazıda üç isimden söz ediyor, Kemal Akın, Serhat Ararat ve Elif Yılmaz adlarını veriyor. (Üçüncü isim benim verdiğimden farkli; ama o isimde bir mektupçu da elbet var.)

İlginç bir rastlantı, ama bir bakıma doğal. Benzer durumlarla karşılaşınca insan benzer şeyler düşünüp yazabiliyor.

Belki de mektupçularımız bu saatten sonra adlarını değiştirirler…

---------------------------------------------------------------------------

Yazarın önceki yazılarından:

PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2005