Provokasyon dumanları…
Kemal Burkay
3 Ekim yaklaşırken ortalıkta provokasyon dumanları
yükseliyor.
İki yıldan beri adım adım sahnelenen
oyunun son perdeleri gösterimde…
İmralı’ya ayak bastığı günden beri
son derece munisleşmiş, “barış ve demokrası”
meleği kesilmiş, PKK’nın varlığına,
adı ve programıyla son vermiş; önce KADEK’i,
sonra Kongra Gel’i kurmuş; örgütünü derin devletin onayı
ile, avukatları ve kardeşi vasıtasıyla
özgür bir şekilde yöneten Öcalan, birdenbire şahinleştirildi.
PKK yeniden kurduruldu ve çatışmalar başlatıldı.
Şuraya buraya bombalar, mayınlar… Her iki yanda
da kitlesel şehit törenleri, tazelenen öfkeler…
Ardından terörle mücadele türküsünün yeniden yükselmesi,
“kısıtlı yetkiler”den şikayet ve teröre
karşı yeni tedbirlerin devreye girmesi...
Bu arada Öcalan’ın görüşmelerinin ve sağlığının
sorun haline getirilmesi…
Bu adam devletin hizmetinde değil miydi, kendisinden
istenenleri kuzu kuzu yerine getirmiyor muydu? Öyleyse bu
engellemeler, sağlıkla oynamalar –eğer doğruysa-
neden? Öcalan’la işleri bitti mi, artık kendisine
ihtiyaçları kalmadı mı yoksa?.
Hayır, bu ihtiyaç devam ediyor. Bu da ortalığı
kızıştırmanın yeni bir yolu. Böylece
taraftarları harekete geçiriliyor. Gariban insanlar otobüslerle
ordan oraya taşınıyor. Engellemeler, polis
ve jandarma nezaretinde linç törenleri, çatışma
görüntüleri, karşılıklı bilenen öfkeler…
Bir yandan da Orhan Pamuk aleyhine açılan dava…
Bunlar, AB’nin 25 üyesinden birini tanımamakta ısrar
eden bir aday üyenin olumlu(!) siciline ek puanlar…
Tüm bunların, Türkiye’deki AB karşıtlarının,
kızılelma koalisyonunun 3 Ekim’e doğru son
canhıraş çabaları olduğunu, ve PKK’nın
da bu işte, bilerek bilmeyerek taşeron görevi yaptığını
anlamak zor mu acaba?
1990’lı yılların başında olup bitenleri
bir hatırlayalım: Kürt hareketi 1989-1990’da Newroz
dönemlerinden başlayarak, barışçı gösterilerle
istemlerini dile getirerek büyük bir kitleselleşme trendine
girmişti. Öyle ki, bölgeye giden Başbakan Yardımcısı
Erdal İnönü, dönüşte, “Güneydoğu’yu kaybediyoruz!”
diye feveran etmişti.
Ne var ki Abdullah Öcalan, aynen 1970’li yılların
sonlarında (ki Kürt ulusal hareketi hızla yükseliyordu)
olduğu gibi devreye girdi. 1991 yılının
başlarında yazdığı Leninvari “Nisan
Tezleri”nde, aynen şunları söyledi:
“Bu ilkbahar, Newroz döneminde ayaklanıp kentleri ele
geçireceğiz!” Ve Kürtlere şu çağrıyı
yaptı:
“Evlerinizin altına sığınaklar kazın,
silah ve yiyecek depo edin, ayaklanmaya hazırlanın!..”
Tabi bu, Türk devleti için, -eğer Öcalan’la birlikte
tezgahlamadıysa- gökte ararken yerde bulduğu bir
gerekçe oldu. “Bakın, ayaklanma hazırlığı
ve ülkenin parçalanma tehlikesi var!” deyip iç ve dış
kamuoyunu hazırladı. Bölgedeki çok sayıda askeri
birliğe ek olarak yeni komando birliklerini bölgeye geçirdi
ve Nevroz bayramı öncesi kentleri kuşattı.
1991 yılı Newrozunda Kürtler, Nusaybin’de, Cizre’de,
Şırnak’ta ve öteki yerlerde, bir önceki yıl
gibi, çocukları ve kadınlarıyla, genç-ihtiyar,
bayramlık elbiseleri ve şarkılarıyla;
silahsız, sopasız, taşsız, kentlerinin
sokaklarına çıkıp yürüdüler. Ama güvenlik güçleri
onlara aç kurtlar gibi acımasızca saldırdı,
otomatik silahlarla tarandılar, zırhlı araçlarla
ezildiler, kentlerin sokakları kan gölüne döndü ve yüzlerce
insanımız yaşamını yitirdi.
Ardından Nusaybin, Cizre, Şırnak, Lice ve
daha bir dizi kasaba tank ve toplarla vurularak harabeye çevrildi.
Böylece barışçı kitle hareketi bastırıldı!
Apo’nun sığınakları, depo edilmiş
silahları ve yiyecekleri ise ortada yoktu…
Apo, Kürt halkını bir kez daha provokasyona getirmiş,
Türk devletine soluk aldırmıştı.
Bugün de böylesi bir provokasyon havası var. dörtbir
yanda provokasyonun dumanları yükseliyor. Kürt ve Türk
herkese duyurulur!
Bir noktaya daha değinmek istiyorum: Öcalan’ın
dağdaki, kentteki, yurt içinde ve dışındaki
taraftarları ne için yürüyor, ne için dövüşüyorlar?
Kürt halkı ve Kürdistan için mi, yoksa “Apo” için mi?
Sözde Kürdistan’ı kurtarmak için yola çıkmış
Apo’nun, daha yakalandığı gün pişmanlık
dile getirdiğini, rejimin hizmetine girdiğini bilmiyorlar
mı? Bunu televizyonlardan izlemediler, Apo’nun sesinden
dinlemediler mi?
O günden beri söyledikleri ve yaptıklarıyla Apo,
tam bir ihanet içinde değil mi?
Böyle birisi nasıl Kürt halkının iradesi olabilir?
Böyle birisine bağlılığın, tüm sorunu
onun varlığı ya da sağlığı
sorununa dönüştürmenin, Kürt halkının hakları
ve özgürlüğü, bu yöndeki mücadele ile ne ilgisi var?
Bu tavır eğer bir trajedi değilse, tam bir
komedi değil mi?
Yapılacak şey, böyle birisi için koşturup
duracağına, telef olacağına, Kürt hareketini
onun ipoteğinden kurtarıp sağlıklı
bir kanala yöneltmek değil mi?
Doğrusu yazık, şaşkınlığın
bu derecesi hayret verici!
---------------------------------------------------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler
üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş
de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş
kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı
ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|