AB ile müzakereler başlarken
umutlar - kaygılar...
Kemal Burkay
AB zorlu pazarlıklardan ve nice hırgürden sonra
3 Ekim´de Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlattı
ve hazırlanan çerçeve belge Türkiye tarafından da
kabul edildi.
Türkiye´nin tam üyelik için AB´ye başvurduğu 1987
yılından bu yana her önemli karar arafesinde benzer
sancılar yaşanmıştı. Türkiye´nin
AB süreci „ince uzun bir yol“ oldu ve bu, uzun süreceği
anlaşılan müzakere sürecinde de böyle olacak. Bunun
bir nedeni, Trakya´ya ve İstanbul´a rağmen, Türkiye
coğrafyasının büyük bölümünün Avrupa´ya ait
olmayışı. Ama daha da önemlisi, Türkiye´nin
din, kültür ve sosyal yapı olarak Avrupa ailesinden büyük
farkı. Üçüncü önemli neden ise, ülke ve nüfus olarak
büyüklüğüne karşı, ekonomik olarak yoksulluğu.
Buna rağmen AB´nin egemen çevreleri ve onların
yanı sıra ABD, kimi statejik nedenlerle Türkiye´nin
AB ile sıkı bağlar içinde olmasını
yararlı buldular. Bu önce NATO, Avrupa Konseyi, AGİT
gibi önemli uluslararası kuruluşlarla oldu, sonra
sıra AB üyeliğine geldi. 1990 öncesi Türkiye SSCB
ve sosyalist sisteme karşı bir ileri karakol ve
ucuz asker deposu olarak NATO´ya gerekliydi. Şimdi ise
başta Ortadoğu ve Kafkaslara, İslam ülkelerine
yönelik hesaplar olmak üzere başka stratejik nedenler
var.
Ama AB üyeliği, öteki ortak kuruluşlardan elbet
çok farklı bir yapılanma; ekonomik, sosyal, siyasal
kaynaşma projesi. Sıkıntıları da
karşılıklı olarak farklı.
Avrupa´da Türkiye´nin üyeliğine karşı olan
kesimlerin bir bölümü Türkiye´nin İslami kimliğinden
kaygı duyuyor. Bir bölümü Türklere ve genel olarak yabancılara
karşı olan, ırkçı-şoven çevreler.
Ama bunlar Avrupa toplumlarında şu anda marjinal
sayılırlar, en azından hiçbir ülkede yönetimde
ya da politikalara yön verecek güçte değiller. Avrupa
kamuoyunda Türkiye´nin üyeliğine karşı ağır
basan tepkinin asıl kaynağı bu değil.
Halk kesimleri, daha çok ekonomik nedenlerle büyük ve yoksul
Türkiye´nin üyeliğinden yana değiller. Şimdiye
kadar Batı Avrupa´daki kaynaşmaya, AB sürecine halk
desteği sağlayan asıl etken, AB´nin kitlelere
sunduğu refah toplumu ile barış ve demokrasi
değerleri idi. Oysa Türkiye yoksulluğu ve sorunları
ile onları ürkütüyor. İşlerini, refahlarını
ve kaynaklarını daha şimdiden 70 milyonu aşan
bir yoksul ülkeyle paylaşmak istemiyorlar. Türkiye´nin
ayrıca insan hakları, demokrasi, Kürt ve Ermeni
sorunları gibi konularda kötü bir sicili var. Bütün bunlar
da eklenince birçok Avrupa ülkesinde Türkiye´nin üyeliğine
karşı güçlü bir kamuoyu oluşması daha
da anlaşılır oluyor. Yönetimler de, stratejik
olarak Türkiye´nin Avrupa için önemini bilmekle birlikte,
kamuoyu tutumunu göz önüne almak zorunda kalıyorlar.
Görüşme sürecinde sonuçta AB´nin uzun erimli çıkarları
ağır bastı ve Türkiye ile müzakere süreci başlatıldı.
Türk tarafına gelince, burada AB üyeliğine karşı
olan çevrelerin nedenleri farklı. Bunlar statükocu güçler.
Bir bölümü, özellikle asker sivil bürokrasi, AB içinde demokratikleşme
ve şeffaflaşma ile birlikte imtiyazlarını,
güçlerini yitirecekleri kaygısındalar. Bunların
bugüne kadar topluma şırınga ettikleri ırkçı-şoven
milliyetçi ideoloji de entegrasyona karşı. AB içinde
soy-sop, kan üstünlüğü üzerine kurulu çağdışı
ve zırva bir ideolojinin yaşama şansı
yoktur. Türk ırkçılarının ve bir bölüm
kemalistin telaşı bundandır. Bir bölüm İslamcının
kaygısı da bunun gibi, günü dolmuş bir takım
yaşam tarzı ve değerlerin sarsılacağına
ilişkindir. Bunlar „kızılelma koalisyonu“nu
oluşturuyorlar. CHP de donmuş kemalist ideolojisi
ve Baykal yönetimiyle bunlarla kader birliği içinde.
Bunun yanı sıra, kendilerine özgü duygu ve düşüncelerle
AB´ye karşı olan sol gruplar da var. Bunlar arasında
örneğin Perinçek´in İşçi Partisi, kızılelma
koalisyonunun en ateşli taraftarı. Bizim açımızdan
Perinçek´i sol saymak çoktandır ki mümkün değil.
Onun durumu ayrı bir inceleme konusu olabilir. Öteki
sol grupların antiemperyalist veya antikapitalist gerekçelerle
AB´ye karşı çıkmalarını da, soruna
bir bütünlük içinde bakamayan, dar bir bakış açısının
ürünü ve yanlış bir tutum olarak görüyoruz. Çeşitli
Avrupa ülkelerinde de böylesine sol gruplar var ve bunlar
genişleme sürecinde AB´ye tepki gösterirken çoğu
kez kendi ülkelerinin aşırı sağıyla
yan yana düştüler.
Bizce, kapitalistlerin çıkarı kaynaşma yönünde
olsa bile -ki öyledir- emekçilerin çıkarı da kaynaşmaya
karşı değil. Bu ikisi birlikte olabilir mi,
olabilir! Barış da artık Avrupa´nın ister
kapitalist, ister emekçi olsun -ortak projesi. Bu proje iki
büyük dünya savaşının ardından başladı.
Emekçiler bu genişleme ve kaynaşmadan bir şey
kaybetmediler, çok şey kazandılar.
Türkiye´de emekçi halk, söz konusu milliyetçi şamataya
ve sol gruplara rağmen büyük çoğunluğuyla AB
üyeliğine destek verirken kendi çıkarları yönünde
sağduyulu bir tavır sergiliyor. Çünkü kitleler AB´nin
kendilerine hem daha çok özgürlük, hem de daha iyi iş
ve yaşam olanakları sunacağını kavrıyorlar.
Özel olarak Kürt kesiminde AB ile ilgili tavır ve tutum
ise ayrı bir yazının konusu olabilir.
Yazarın önceki yazılarından:
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler
üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş
de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş
kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı
ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı
ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha
laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M
A R I K…
Kürt Devleti
ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon
û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|