PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…

Kemal Burkay

Türkiye’yi yönetenler, parlamenter düzenle yönetilen bazı başka Müslüman ülkeleri de yok sayarak, “tek demokrat Müslüman ülke” olmakla övünmeyi pek severler. “Laik ve demokratik Türkiye” lafı ağızlarında sakız olmuştur. Bu kişiler özellikle Ortadoğu’daki diğer Müslüman halkları hor görür, onlara tepeden bakarlar.

Hele AB adaylık sürecindeki “reformlar”dan sonra… Bu konuda Türk yöneticilerin ağzından bal damlıyor. Devrim sayılacak müthiş reformlar yapmışlar, Kopenhag Kriterleri’ni bir tamam hayata geçirmişler!..

Avrupalı bazı demokrat baylardan bile Türkiye ile ilgili olarak zaman zaman aynı övgüleri duymuyor muyuz, nerdeyse biz bile inanacağız!

Oysa Türk solcularının, azıcık da olsa demokrat olan Türk aydınlarının, geçmişten bu yana çektikleri bir yana, biz Kürtler, bu ülkede yaşayan 20 milyonu aşkın nüfuslu bir halk olarak bu özgürlükleri ve demokrasiyi hiç tanımadık. Bugün de ortada öyle bir şey görmüyoruz.

Şunlar, son birkaç ay içinde yazarlara, basın mensuplarına, insan hakları savunucularına yönelik koğuşturma ve mahkumiyetlerden sadece birkaç örnek:

Doğan Özgüden, Emin Karaca ve Ragıp Zarakolu aleyhine açılan davalar; Fatih Taş´a mahkumiyet…

Orhan Pamuk aleyhine açılan dava, Hırant Dink’e mahkumiyet…

Nil Demirkazık aleyhine açılan dava… (Suçu Şeyh Said’e efendi demek!)

Neşe Düzel hakkında, Orhan Doğan’la yaptığı röportaj nedeniyle açılan dava…

İnsan Hakları danışma Kurulu Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu ve aynı Kurulun bir alt komisyon başkanı Prof. Baskın Oran hakkında, hazırladıkları “Azınlıklar Raporu” nedeniyle açılan dava. İkisi de “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve yargı organlarını alenen aşağılama” suçuyla yargılanıyorlar. (Söz konusu kurulun Başbakanlığa bağlı bir danışma kurulu olduğunu da unutmamalı! Yine unutmamalı ki, bu iki sayın profesör, söz konusu rapor nedeniyle daha önce ağır sözlü saldırı ve tehditlere de hedef oldular). 

Bu ülkenin Kürtlerle ilgili olarak ne derece demokrat ve özgür olduğuna gelince… Kürtlere son dönemde yapılanları sıralamak bile sayfalar tutar. Ben yalnızca bu konudaki çok yaygın bir demagojiyi açığa çıkarmak için Türkiye’yi birkaç noktada bazı Müslüman komşularıyla kıyaslıyacağım.

Söz konusu Ortadoğu ülkelerinde, İran, Suriye, dünkü Irak dahil, demokrasi olmadığı elbet malum. (Güney Kürdistan’ı saymazsak, şu dönemde Irak’ta azgın bir terörle ve ortaçağ gericiliğiyle boğuşarak süregiden deneyimin ne ile sonuçlanacağı ise henüz belirsiz.)

Türkiye Kürtlerle ilgili olarak Irak’ın, bırakın şu dönemi, Saddam döneminin bile çok gerisinde. Türkiye sözde son göstermelik reformlarla Kürtlere kültürel özgürlük tanımış… Neymiş efendim, haftada yarım saatlik radyo ve televizyon yayını, iki-üç şehirde birer özel kurs!..

Oysa Irak radyosu daha Saddam’dan önceki dönemden başlayarak her gün yarım saatten fazla Kürtçe yayın yapıyordu. Hem de sabahın köründe değil, akşamları, en dinlenir saatlerde… Daha sonra televizyon devreye girince Bağdat televizyonu her gün Kürt diliyle birkaç saat yayın yapar oldu…

Kürt diliyle okullar ve Bağdat’taki Kürt Akademisi bir yana… Bu akademide pek çok Kürt bilim ve kültür adamı görev yapmaktaydı.

Kürtlerle merkezi hükümetin savaştığı yıllarda bile durum değişmedi; ne Kürtçe radyo ve televizyon sustu, ne Kürt okullarına ve akademiye dokunuldu.

1958’den beri ise Irak Anayasası Kürtçeyi de Arapça gibi resmi dil saymakta.

Kürdistan adı hiç yasaklanmadı; Kürt giysileri de.

Kürdistan’a otonomi tanıyan 1970 anlaşması bir yana…

Sadece Kürtler konusunda değil. Türkiye’de örneğin solcular adeta şeytan gibi taşlanır, linç edilir, zindanlarda çürütülürken, İran ve Suriye’de komünist partileri serbesttiler ve bazan hükümette yer almaktaydılar. Bu ülkeler, Ermeniler dahil, Hıristiyan azınlıklara, Yezidilere karşı da Türkiye’den çok daha toleranslılar. Tahran’da, Şam’da, Bağdat ve Musul’da Hıristiyan toplulukları, semtleri, kiliseleri var. Bunlara karşı bir 6-7 Eylül görülmedi, bir Aşkale olayı yaşanmadı. Türkiye ise yıllardır bunları yok etmek, sürmek için her şeyi yapmak bir yana, bu ülkedeki 15-20 milyon dolayında Aleviye bile inanç özgürlüğü tanımadı ve onlara karşı da zaman zaman, Çorum ve Maraş’ta olduğu gibi pogromlar düzenlendi.

İran’a gelince: İran bu konuda Irak’a yetişmese bile, onlara karşı Türkiye’den her zaman daha toleranslı oldu.

Örneğin Sanandaj Radyosu 1960’lı yıllardan beri hergün Kürtçe yayın yapar ve yine hilekarca değil, iyi dinlenebilir bir saatte.

Son yıllarda İran devlet televizyonu da Kürtçe yayınlara başladı ve yine günün iyi izlenir saatlerinde.

Kürt giyim kuşamı, yani ulusal giysileri İran’da da hiçbir zaman yasaklanmadı.

İran’da Kürtçe çıkan, Kürt aydınlarının yönettiği bazı edebiyat ve kültür dergileri devlet desteği alıyor.

İran’ın geçmişten beri bir eyaleti “Kürdistan” adını taşıyor ve başkenti Sıne (Sanandaj) kentidir.

İran’ın Kürdistan adını taşıyan bir yolcu uçağı var ve Bazan Türkiye’ye de uğruyor…

Bu kadarı bile, Kürtler bakımından, hatta diğer bazı başka bakımlardan, gerek Saddam Irakı’nın, gerekse Şah ve Humeyni İranı’nın şu “laik ve demokratik” Türkiye’den çok daha özgür ve demokrat, çok daha toleranslı, çok daha insan haklarına saygılı olduğunu gösteriyor.

Buna ilginç bir noktayı daha eklemek istiyorum: İran da Irak ve Türkiye gibi, birçok kez Kürtlere karşı savaştı, Kürt liderleri idam etti veya onlara karşı terörist cinayetler işledi. Örneğin 2. Dünya Savaşı sırasında kurulan Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’ni savaş sonrası yıkmakla kalmadı, Devlet Başkanı Kadı Muhammed ve arkadaşlarını idam etti. Öte yandan, Kadı Muhammed ve arkadaşlarının Mahabad’da türbesi vardır ve insanlar ziyaret edip saygı gösterebiliyorlar. Irak’ta da, yıllarca İngiliz sömürge yönetimine ve onun kuklası Irak rejimine karşı özgürlük mücadelesi veren Şeyh Mahmud Barzenci’nin mezarı Süleymaniye’dedir ve eskiden beri serbestçe ziyaret edilmektedir. Yani Irak ve İran, Kürt halkına düşmanlık yapsalar da, liderlerini öldürseler de en azından onların ölülerine saygı göstermişlerdir.

Oysa Türk devleti siyasi ve dini Kürt liderleri idam etmekle kalmadı, çoğu kez onların mezarlarını bile yok etti. Şeyh Said ve arkadaşları, Seyit Rıza, hatta Saidi Kürdi (Nursi) bunlar arasındadır.

Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarları gizlendi, üstlerine bir türbe, hatta mezar taşı konmasına bile olanak tanınmadı. Bir ara üstlerine sinema inşa edildiği söylendi. Yakınlarının, bu mezarların kendilerine teslimi ve düzenlenmesi için yaptıkları başvurular ise hep sonuçsuz kaldı.

Dersim direnişinin lideri Seit Rıza asıldıktan sonra naşı yok edildi, bazı bilgilere göre yakılıp külleri sağa sola serpildi.

Saidi Nursi’nin kemikleri ise, 27 Mayıs darbesi sonrası, Urfa’da gömülü olduğu Halilurrahman dergahından gizlice alınarak bilinmeyen bir yere götürüldü, izi yok edildi.

Bu bile Türkiye’deki rejimin Ortadoğu’daki benzerlerinden ne kadar daha ilkel, Kürt halkına karşı ne denli acımasız ve saygısız olduğunun bir kanıtıdır. 

Öte yandan bu uygulamalar söz konusu yurtsever liderleri ve din adamlarını Kürt halkının gönlünden silip atamadı. Aksine, gönüllerdeki yerleri yıllar geçtikçe büyüyor. Öldükten sonra önemli olan da bu, halkın gönlünde yer etmek; yoksa “anıtkabir”lere, panteonlara gömülmek, heykellere, putlara dönüşmek değil…

Bugüne gelince, baylarımız sözde Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmiş ve Kürt diline özgürlük tanımışlar… Haftada yarım saat radyo ve TV yayını… O da sabahın köründe, binbir engelli, binbir koşullu…

İnsan biraz utanır. 20 milyon insan için -azınlık da değil, koca bir ulus için- hem de Kopenhag Kriterleri çerçevesinde, buna hak demek için insanın çok pişkin olması, ya da dünya alemi aptal yerine koyması gerek.

Kopenhag Kriterleri’ni bir yana bırakalım, Türk rejimi 80 yıldır şu pek savunduğu, nerdeyse değişmez bir kutsala dönüştürdüğü Lozan Antlaşması’nı bile pervasızca çiğnemektedir. Bu antlaşmanın 39. Maddesi’nin 4. Fıkrasında  aynen şöyle der:

“Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel, gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.”

Demek ki bu maddeye göre Kürtler ve Türkiye sınırları içinde yaşayan anadilleri farklı öteki halklar, dergi-gazete de çıkarabilir, kitap da yayınlayabilir; seçim propagandaları dahil, toplantılarında anadillerini kullanabilir; radyo ve televizyon yayını da yapabilirlerdi ve şimdi de yapabilirler, dilerlerse 24 saat! Çünkü söz konusu maddede hem basın, hem de “her çeşit yayın” denmekte ve buna hiçbir kısıtlama konamıyacağı belirtilmektedir.

Ama Türk devleti kısıtlamakla kalmadı, tümden yasakladı, anlaşmanın bu maddesini paspas gibi çiğnedi, haklarımızı gaspetti ve bugün de hala buna devam ediyor. Üstelik kendi zorbaca uygulamalarını bir anlaşma gereği ve hak-hukuk diye yutturmaya kalkışarak…

Demek ki bu hakları kullanmamız için Kopenhag Kriterleri’ne bile gerek yoktur.

Kısacası, rejmin her türden sözcülerinin dillerine pelesenk ettikleri şu “laik ve demokratik Türkiye” lafı gibi, son dönemde övüp göklere çıkardıkları reformlar da bir göz boyamadan, düzmeceden başka bir şey değil.

Türkiye Kürtler konusunda Saddam Irakı’nın ve İran’ın bile çok gerisinde!

................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:

Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?
Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2005