PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…

Kemal Burkay

Türkiye’de yine “Kürt sorunu”nun çözümü tartışılıyor. “Yine” diyorum, çünkü son elli yıldır, en azından 1959’daki “49’lar Davası” öncesinden başlayan, şu ya da bu ölçüde basına yansıyan bu tartışma bir sovuyup bir ısınıyor.

Daha önceki dönemlerde de bu tartışma yok muydu? Dönem dönem vardı. Örneğin 20. Yüzyıl başlarında, Birinci Dünya Savaşı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında… Her Kürt ayaklanması sırasında…  Çünkü Kürt sorunu 1806’daki Abdurahman Paşa ayaklanmasından başlayarak iki yüzyıldan beri canlıdır. Alevler zaman zaman yükseliyor, sonra ateş söner gibi olsa da alttan alta kor olarak sürüyor.

Alevler her yükseldiğinde “Kürt sorununa çözüm” konusundaki görüşler de ortaya çıkıyor. Kimine göre -ki bunlar düzenin en şoven, en katı, uzlaşmaz yanlıları- böyle bir sorun yok. Böyle bir sorun olduğunu ileri sürenler ise “vatan ve millet düşmanları, bölücüler, yıkıcılar…” Böyle diyenlerin, “var olmayan bu sorun” konusundaki çözüm öneri ve pratikleri de son derece basit: “Hainleri” şiddetle cezalandırma, direnişleri kan ve ateşle bastırma…

Son olarak, Türkiye’nin şu 2005 yılındaki Kara Kuvvetleri Komutanı’nın görüşü de bu. Şöyle diyor Org. Yaşar Büyükanıt: “Bu sorunun üstesinden geliriz. Umarız çok kan dökülmeden bu sorun çözülür…”

General’in “bu sorunun çözümü”nden askeri şiddet dışında bir şeyi düşünmüş olması mümkün mü? Besbelli hayır. Çünkü Sayın General şimdiye kadar “teröre karşı mücadeleden” çokça söz etti; ama bir Kürt sorunu olduğundan ve onun barışçı, demokratik, çağdaş çözümlerinden hiç söz etmedi. Onun aklına, sorun çözme denince, ne yazık ki sadece kan dökme geliyor. Bu onun “umarız çok kan dökülmeden…” tarzındaki sözlerinden bellidir.

Bunlar Kürt halkını, bu ülkenin milyonlarca insanını açıkça tehdit eden sözler… Çağdaş dünyayı, hukuku, insan haklarını hiçe sayan sözler…

Üstelik bu sözleri eden sıradan bir general de değil, ülkenin Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı adayı…

Bu ülkenin -Kürt ya da Türk- barışa, demokrasiye, özgürlüğe ve insanca bir yaşama gereksinimi olan insanları için ne hazin bir durum!..

Bu ülkenin önemli bir sorununun, hatta iki yüzyıldır süregelen şu andaki en önemli sorununun, nasıl çözüleceğine bu ülkenin parlamentosu, hükümeti mi karar veriyor, yoksa ordusu, hatta doğrudan Kara Kuvvetleri Komutanı mı?

Bu ülkenin siyaseti kimden soruluyor?..

Ne var ki bu yöntem akıllıca, sonuç verir bir yöntem de değil. “Bu sorun” yani Kürt sorunu eğer bu şekilde, az ya da çok kanla çözülseydi, şimdiye kadar onlarca kez çözülmüş olması gerekmez miydi?

Bu yöntem bu ülkenin halklarına, ister Kürt ister Türk olsun, sadece acı, gözyaşı, yıkım ve yoksulluk getirdi; gelişmenin ve demokrasinin önünü tıkadı. Kürtleri sindirme uğruna ülke kaynakları silaha, savaşa, yıkıma harcandı.

Neyse ki bu ülkede herkes Sayın General gibi düşünmüyor. Tartışmaya katılan egemenlerin, yada düzen yanlılarının bir bölümü, geç ve güç de olsa, “risklerini” göze alarak da olsa, Kürt sorununun varlığını kabul ediyorlar ve daha farklı çözümler öneriyorlar. “Anayasal vatandaşlık”, “alt kimlik-üst kimlik” gibi…

Peki bunlar çözüm mü? Böylece Kürtler bir halk, bir ulus olarak haklarına, özgürlüklerine kavuşacaklar mı? Bizce bu sorunun cevabı açık: Hayır!

Bay Demirel gibileri için “anayasal vatandaşlık” boş bir laf; o, bir alt kimlik olarak bile Kürt kimliğini kabul etmeyenlerden..

Başbakan Erdoğan ona göre bir veya iki adım ilerde. O, epeyce gecikerek de olsa Kürt sorununun varlığını kabul etti ve Türk, Kürt, Laz, Çerkez gibi etnik kimlikleri “TC vatandaşlığı” üst kimliğinin altında, alt kimlikler olarak niteledi. Bu yüzden de ülkenin en şoven çevrelerinin saldırılarına hedef olmakta. (*)

Ama Erdoğan da “çözüm” konusunda kendi -daha doğrusu devletin- mahut kırmızı çizgilerini sıralıyor: Üniter devlet, tek ulus, tek resmi dil, tek bayrak…

Peki bu kayıt ve şartlarla Kürtler bu ülkede Türklerle eşit olurlar mı? Besbelli hayır!

Kürtleri Türk ulusunun içinde saymak, onların ulusal varlığını ve bundan doğan haklarını yok saymaktır. Oysa Kürtler ayrı bir halk, ayrı bir ulustur; Kürt kimliğini tanımak öncelikle bunu tanımayı gerektirir.

Değişik ulusların, ve demografik olarak önemli sayıda değişik etnik grupların yaşadığı bir ülkede devlet üniter olamaz; eşitlik ve özgürlük olacaksa federal olmalıdır.

Böyle bir ülkede resmi dil tek olamaz, bayrak da…

Çoğu kişinin “İngiltere” diye bildiği “Büyük Britanya”da bile, İngilizlerin, Gallerin ve İskoçların bayrakları ayrıdır; örneğin her biri uluslararası futbol yarışlarına kendi ulusal takımı ve bayrağı ile katılır.

Erdoğan’ın koyduğu kayıt ve şartlarla Kürt sorunu yine çözülemez. Çünkü bu bir çözüm değil, yine bir altlık-üstlük statüsüdür. “Daha akıllıca” görünse de, özünde değildir. Bir oyalama, sorunun çözümünü erteleme politikasıdır.

Gerçek çözüm eşitliktedir. Kıbrıs’ta 150 bin Türk için istenenler, Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşayan 20 milyonu aşkın Kürde de tanınmalıdır.

Ne gariptir ki, Kürtler içinde dün “bağımsız Kürdistan”ı tek şiar haline getirip federasyon istemeyi bile ihanet sayan ve bu şiarla sözde bağımsızlık mücadelesi yürütüp ortalığı kana dumana boğan PKK çevreleri ve legal planda onların izinden gidenler, şimdi İmralı’daki Bay’ın işaretiyle, Erdoğan’ın ve düzenin öteki bir bölüm sözcülerinin koyduğu bu çerçeveyi benimsiyorlar:

Üniter devlet (TC), tek ulus (Türk ulusu), tek dil (Türkçe) ve tek bayrak (ay –yıldızlı Türk bayrağı)…

Böylesi bir çözüm önerisi ya da umudu, andığımız Kürt çevreleri bakımından da “akıllıca” görünse bile, değildir; çünkü bu Kürtler bakımından havlu atmak, eşitsizliğe razı olmak demektir ve onursuzca bir tutumdur.

Kaldı ki rejim, baskılara boyun eğip eşitsizliğe evet diyenlere bu kadarcık hak ve özgürlük bile tanımaz ve zaten tanımıyor da.

Ben kendi payıma, sosyalist biri olarak Türk yönetiminin baskılarına, zulmüne karşı nefretle dolu olsam da, Türk halkına hiçbir zaman düşmanlık duymadım, bu halkı kardeş saydım. Çünkü Türk egemenlerinin tüm kötülüklerine karşılık, Türk halkının büyük çoğunluğu da masumdur ve aynı egemen çevrelerin zulüm ve sömürüsünün hedefidir. Türk aydınları, bilinçli emekçileri içinde bizim her zaman iyi, yürekli dostlarımız vardı ve onlar da bundan dolayı baskıların hedefi oldular, hala da oluyorlar.

Bunun yanı sıra, Türklerin nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları kendi toprakları üzerinde bir devletleri olmasını (zaten var), kendi dillerinin orada resmi dil olmasını (zaten öyle) ve hangi bayrağı benimsiyorlarsa onun kendi bayrakları olmasını (ki o da var) doğal buluyor ve tercihlerine saygı duyuyorum.

Öte yandan, benim de bir ülkem var: Kürdistan; ana dilim var: Kürtçe. Benim de halkım kendine özgü ülkesi, dili, kültürü, tarihi ile bir ulustur; onun da kendi devletinin olması doğaldır. Kendi ülkesinde Kürtçenin resmi dil olması doğaldır. Bir ulusal bayrağı olması doğaldır.

Bu haklarımı kesinlikle savunuyorum ve bunlardan vazgeçmeyi onursuzluk sayarım!

Eğer Türk halkıyla birlikte yaşıyacaksak, ki bir sosyalist olarak bunu başından beri savunuyorum ve partim de savunuyor, o zaman bunun biçimi üniter değil, federal bir devlettir; iki resmi dildir (Kürtçe ve Türkçe);  iki bayrak, bunun yanısıra iki tarafça da benimsenecek bir ortak bayraktır; Büyük Britanya örneğinde olduğu gibi…

Ben bunun gerçek, adil ve temelli bir çözüm olacağına ve hem Kürt hem Türk halkına barış ve mutluluk getireceğine inanıyorum.

--------------------------------

(*) Bu yazı Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok, bölücülük sorunu vardır” diyerek eski ve bildik resmi söyleme dönüşünden önce, Dema Nu gazetesinin 132. sayısı için yazılmıştı. 

................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:

Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?
Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2005