PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?

Kemal Burkay

Başbakan Erdoğan´ın Şemdinli´de, alt kimlik-üst kimlik üzerine yaptığı konuşmanın ardından Türk ve Kürt kamuoyunda açılan tartışma devam ediyor.

Abdullah Öcalan´ın avukatları vasıtasıyla devreye girip bu görüşe evet demesi çok sürmedi: „Biz üniter devlete karşı değiliz. Biz ne Çernistan gibi bağımsızlık ne de federasyon istiyoruz. Biz burada T.C. anayasasını, meclisi, orduyu tartışmıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz. Alt Kültürel kimlik önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Demokratik Konfederalizm bir devlet yapılanması değildir. Ekonomik, kültürel, sosyal ve çevresel, mesleki vb. unsurların söylem tarzı, ifade biçimi olarak demokratik şekilde yapılanması ve örgütlenmesidir,“ dedi.

Görüldüğü gibi, Bay Öcalan „kültürel alt kimlik“ten söz ediyor ve son legosal eseri „demokratik konfederalizm“ ucubesi ile ilgili olarak da „ekonomik, kültürel, sosyal, çevresel ve mesleki“ unsurları bir bir sayarken, „siyasi“ unsurdan hiç söz etmiyor. Yani Kürtler için siyasal ve yönetsel haklar istemiyor. „Serok“umuz çok cömert, Kürtlere fazlası lazım değil, diyor…

Bu, bizimkinden beklenmeyecek kadar dikkatli, titiz bir açıklama. Belli ki „mamosteleri“ çerçeveyi iyi çizmişler ve hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamışlar…

Apo, söz konusu açıklamasında ayrıca, „Kürtler Mustafa Kemal´i anlamıyorlar“ diye de ekliyor ve Kürt sorununun çözümsüz kalmasının günahını da hak ve özgürlük isteyen, baskılara karşı direnen Kürt halkına, geçmişteki ayaklanmalara ve onların liderlerine yüklüyor.

Gerçi Apo bu tür sözleri ilk kez etmiyor. Yakalandığı günden beri, yani altı yılı aşkın süredir onlarca kez tekrarlayıp durmakta. Ama Türkiye´de birkısım medya sanki bu tür sözleri ilk kez duyuyormuş gibi davrandı. Hürriyet gazetesi ve diğer bazıları bu bayatlamış incileri manşetlere taşıdılar. Birçok köşe yazarı bunlara yer verdi ve olumlu bir gelişme olarak niteledi.

Arkasından DTP´nin eşbaşkanlarından Ahmet Türk de kendisiyle yapılan bir röportajda benzer şeyleri dile getirdi, üniter devleti savunduklarını, Kürt dilinin resmi dil olmasını istemediklerini söyledi. „Peki ne istiyorsunuz?“ sorusuna ise, „Kürt olduğumuzu söyleyebilelim, tek istediğimiz bu!“ dedi. Demokrat geçinen, mutedil bilinen kimi köşe yazarları ve yorumcular, doğal olarak, bu sözleri de olumlu buldular. Hatta bazıları, „Apo ve Ahmet Türk, Kürt kitlesinin ağırlığını temsil ediyorlar, onların üniter devleti ve alt kimliği benimsemeleri, Kürtçenin resmi dil olmasına gerek görmemeleri iyi bir gelişmedir, sorun neden çözülmesin?“ deyip bayağı iyimser bir hava yaydılar...

Peki, sayın okurlar, dikkatinizi çekmiyor mu? Madem bu sözler böylesine olumluydu, çözümün önünü açıyordu, bu pek sayın medya ve yorumcular şimdiye kadar nerdeydiler? Neden yakalandığından kısa süre sonra çıkarıldığı duruşmada ve yerli-yabancı onlarca kamera karşısında yaptıklarından pişman olduğunu söyleyen, üniter devlete evet diyen, kemalist ideolojiye övgüler düzen, bağımsızlık ve federasyon dahil, Kürt halkının tüm temel istemlerinden vaz geçen, bu istemleri, bizzat düzenin sahiplerinin uygun bulduğu bireysel kültürel haklar düzeyine indiren, „hizmete hazırım, ne istiyorsanız onu yapayım!“ diyen Apo´yu ve onu, biri iki etmeden kuzu kuzu izleyen örgütünü ciddiye almadılar? Bunu yapsalar, Kürt sorunu çözülmese bile, en azından PKK sorunu çoktan çözülürdü, değil mi?..

Evet, neden yapmadılar? Neden Apo´yu ve örgütünü ciddiye almadılar? Veya, hizmete girdiği, her dediklerini yaptığı halde, neden Apo´yu hep bir „terörist başı“, „çocuk katili“, örgütünü de „bölücü terör örgütü“ diye sunmaya devam ettiler? Bu işlerine geldiği için mi? İçerde kitlelere, dışarda Türkiye´nin demokratikleşmesini isteyen AB´ye PKK´yı bir öcü gibi sunmak; ülkenin teröre karşı savaşmayı sürdürmek zorunda olduğunu söylemek, bu koşullarda fazla hak ve özgürlük ve de demokrasi olamıyacağına onları ikna için mi?.. Ülkedeki gerçek iktidar olan militarist güçlerin konumunu ve imtiyazlarını sürdürmek için mi?.. Hatta son dönemde olduğu gibi, PKK ile yapılan danışıklı bir dövüşle, bir yandan Güney Kürdistan´a askeri müdahale için gerekçeler yaratma, en azından ABD´yi ve Güney Kürtlerini zorlayıp PKK ile çatışmaya tutuşturma, öte yandan AB sürecini tümden bloke için mi?..

Evet, izlenen stratejide bütün bunların hedeflendiğine kuşku olmasın. Türk rejimi bu oyunu kendince çok yönlü, geniş ve derin oynuyor.

Peki şimdi ne değişti, neden birden -en azından kartelci basını, bir bölüm siyasileri, hatta MİT´i, yani egemen güçlerin bir kesimiyle- Apo´nun ve onu bir kuyruk gibi izleyen legal-illegal cemaatinin isteklerini, daha doğrusu istemediklerini keşfettiler?..

Evet, değişen şeyler var, sevgili okurlar. Birincisi, rejimin PKK eliyle Kürt hareketini pasifize etme çabaları, Apo´nun ve onu izleyenlerin tüm teslimiyetçi, onursuz tavırlarına rağmen başarıya ulaşmadı. PKK´nın dışındaki Kürt muhalefeti, henüz istenen ölçekte ve kıvamda olmasa da toparlanmaya, direnmeye, Kürt halkının haklı ve temel istemlerini savunmaya devam ediyor. İzlenen teslimiyet politikası bizzat PKK‘nın saflarında ve taraftarları arasında geniş tepkiler yarattı, bölünmelere yol açtı, pek çok insan Apo´ya güvenini yitirdi ve PKK´dan uzaklaştı. Ama bundan da önemlisi uluslararası durumdaki ve bölgedeki değişikliklerdir. Özellikle de Irak´ta federal bir yapının ortaya çıkması ve Güney Kürdistan Bölgesi‘nin federe bir devlete dönüşmesidir. Öyle ki bölge, daha şimdiden hem siyasi ve kültürel, hem ekonomik planda tüm Kürtler için bir çekim merkezi haline gelmiştir. İşte bu baylarımızın yüreklerine korku salıyor.

Onlar, Irak ve Güney Kürdistan‘daki söz konusu gelişmeyi engellemek için, özellikle son üç yıl içinde canhıraş çabalar içinde oldular; ama koşullar el vermedi. Son geniş boyutlu provokasyon, yani İmralı´daki „hizmetteki“ Bay´a verdirilen direktiflerle PKK´nın yeniden adına kavuşturulması, hareketlendirilmesi ve onunla yapılan danışıklı dövüş, yani şu „canlanan terör ve onunla savaş“ oyunu da bu amaçla sergilendi. En azından amaçlardan biri buydu. Ötekiler, militarizmin konumunu koruma, AB sürecini bloke etme filan, elbet onlar da unutulmamalı. Yani bu, bir taşla birkaç kuş vurma oyunuydu.

Ancak bu oyun Şemdinli´de bombacı, yani provokatör derin devletin suç üstü yakalanmasıyla fena tökezledi. Şemdinli, Yüksekova ve Hakkari halkı başta olmak üzere, yiğit insanlarımız, kadını erkeğiyle, genci yaşlısıyla sokağa döküldüler, kendi deyişleriyle „Susurluk´u kuyruğundan yakaladılar“ ve mücadele devam ediyor. Ayrıca kitleler, İmralı´daki Bay‘ın teslimiyet çağrılarına hiç de uymayan biçimde Kürt halkının özgürlük ve eşitlik istemlerini haykırdılar, „Anayasa değişsin, kimliğimiz tanınsın, anadilimizde eğitim yapılsın!“ dediler.

Bu da Güneydeki Kürt Federe Devleti kadar baylarımızın uykularını kaçırdı. Kürt hareketinin kendi denetimlerinden çıktığını, kitleselleştiğini görüp paniklediler. Ordunun „terörün belini kırarak“ bu işi çözdüğünü sanan ve bundan son derece mutlu olan birçok düzen sözcüsünün, birçok yorumcunun keyfi kaçtı. Artık eski yöntemlerle bu işin çözülemiyeceğini, çanların çaldığını fark ettiler.

İşte bu aşamada şahinler, iflah olmaz militaristler ve ırkçılar yine eski türküyü çağırsalar, kırıp dökerek sorunu çözebileceklerini dile getirseler de, düzenin daha „akıllı“, daha „gerçekçi“ sözcüleri „birşeyler vererek“ durumu kurtarma arayışlarına yöneldiler. Bu yolda ne harika görüşler, öneriler ortaya dökülmedi ki!.

Örneğin „Güneydoğu Bölgesi“ni sosyal ve ekonomik tedbirlerle yoksulluktan kurtarmak, geliştirmek ve böylece Güney´in onlar, yani Kuzeyli Kürtler için bir cazibe merkezi olmasını önlemek... (Ne yazık ki baylarımızın bunu yapmaları olanaksız; hem huyları elvermiyor, hem keseleri...)

Ya da Güney Kürtleriyle anlaşıp, onlara Irak´ın Sünni ve Şii Arap kesiminden gelecek tehlikelere karşı koruma sağlayarak, ya da ekonomik ilişkilerle, Türkiye üzerinden dış dünyaya yol açarak, karşılığında, Kuzey Kürtlerine destek vermelerini engellemek, kuzeydeki Kürt hareketini izole etmek...

Güneydeki Kürt federasyonunu, hatta eğer orada gelişmeler bağımsız bir devletle sonuçlanırsa onu, tanımakla kalmayıp Türkiye ile birleştirmek, buna karşılık Kuzeydeki Kürtlere zırnık hak ve özgürlük vermemek... (Üstelik, drahoma olarak Kerkük petrolleri de geleceği için, Türkiye´nin ezeli enerji sorunu da çözülmüş olacak…)

Ya da, bazı ufak tefek „tavizlerle“ Kuzey Kürdistan´daki Kürt ulusal hareketini pasifize etmek. Örneğin genel afla dağdakileri indirmek ve yüzde 10 barajını düşürerek DTP´nin meclise girmesini sağlamak, böylece Kuzey´deki Kürt muhalefetini ehlileştirmek, düzenin sınırları içine çekmek...

Anayasal vatandaşlık ve alt kimlik-üst kimlik önerisi de işte bu türden bir çözüm önerisi. Bu ilk kez olmuyor; daha önce de, zaman zaman şu ya da bu biçimde dile geldi. Örneğin daha bir yıl öncesi, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu bunu raporunda dile getirmiş ve bu yüzden kızılelma koalisyonunun saldırılarına uğramış, bağlı olduğu Başbakanlık da onu terk etmişti..

Görüldüğü gibi Türk rejimi, resmi ve gayriresmi tüm sözcüleriyle, Kürt sorunu için çözümün binbir şeklini öneriyor da bir tanesini, yani adil ve gerçekçi olanı, sonuç verecek ve sorunu tümden tarihe gömecek olanı önermiyor: Eşitlikçi, yani federatif çözüm…

Baylarımız, Öcalan desteğine de işte bu aşamada gerek duydular ve onun altı yıldır her gün papağan gibi tekrarlayıp durduğu sözlerin önemini ve değerini sanki ansızın keşfettiler! Bu sözler tam da onların gönlüne göre. Ne diyor Öcalan:

Üniter devlete bağlıyız; ne bağımsızlık istiyoruz, ne federasyon, ne otonomi...

TC Anayasasına, Orduya, Meclise bir sözümüz yok...

Alt kimliğe evet...

Kürtçenin resmi dil olması gerekmez...

Bazı kültürel haklar yeter...

Bundan iyisi can sağlığı!

Bizce bu aşamadan sonra yapılması gereken, Apo´yu İmralı´dan çıkarıp ona törenle devlet hizmet madalyası vermektir. Dünyada hiçbir onurlu kişinin almaya tenezzül etmediği „Atatürk Barış Ödülü“ de olabilir...

Dilleri bir türlü eşitlikçi bir çözüm için dönmeyen sevgili demokrat Türk dostlarımız, görüyorsunuz ki çözüm son derece basit, ne duruyorsunuz?!

................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:

Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?
Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2005