Arapsaçı
Mesud Tek
Irak sadece ABD, Çin, Rusya, AB gibi dünya devleri arasındaki
çıkar ilişkisi ve çelişkisinin yaşandığı
bir alan değil. Bugünkü Irak aynı zamanda komşu
devletlerin etkisine en açık ülke durumunda.
Hem adı geçen dünya devleri hem de komşu ülkeler,
Irak halkı için aynı ağıtı yakıyorlar.
Hepsi de demokrasinin bu ülkede yerleşmesini istiyorlar!..
Özellikle Samarra’daki Şiilerin kutsal mekanlarına
yapılan saldırı ve takiben yaşananlardan
sonra, hep birlikte Irak’ın bütünlüğü üzerine daha
bir titriyorlar!..
Uluslararası ve bölgesel aktörler aynı telden çaldıklarında,
aynı türküyü tutturduklarında, doğal olarak
sorunların çözülme sürecine girmesi beklenir, değil
mi?
Ama durum hiç de beklendiği gibi değil. Aksine,
Irak’ın dağılma riski giderek artıyor.
Demokrasinin tüm kurumlarıyla hayata geçirilmesi hayal
bile edil(e)miyor, giderek karmaşık bir hale gelen
sorunlar tam bir arapsaçına dönüşüyor.
Her kesim, çıkarları, siyasal tercih ve ideolojileri
uyarınca, farklı kesimleri bu durumun sorumlusu
olarak görüyor. ABD’nin desteği ve yardımlarıyla
ayakta kalan, onun kucağında büyüyen bölge diktatörleriyle
“eski tüfenkler” ve “zaman tünelinde kalmış solcular”ın
gösterdiği suçlu adresi ABD; bu ülkenin hazırlayıp
hayata geçirmek için düğmeye bastığı eski
adıyla Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Irak’ta önde
gelen müttefiği Kürtler!..
Sorunların arapsaçına dünüşmesinde pay sahibi
olan bölge devletleri, çözüm önerilerinde bulunmaktan, çözüm
için çaba harcamaktan da geri kalmıyorlar!.
Bu konuda İran, suriye ve Türkiye gerçekten takdire
sayan bir çaba içindeler!
ABD’nin “şer listesi”nde yer alan İran ve Suriye,
Irak’daki karmaşa sürdükçe sıranın kendilerine
geç geleceğinin farkındalar. Bu nedenle de gizli-açık
tüm yol ve yöntemleri kullanarak Irak’da yanan ateşin
üzerine benzin döküyorlar.
Bölgenin öteki demokrasi düşmanları, dikta rejimleri
de sıra korkusu yaşıyorlar. Irak’tan esecek
demokrasi ve değişim rüzgarının kendileri
için tehlikeli bir hal alacağının bilincindeler.
Onlar da kaçınılmaz sonlarını geciktirmek
için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar!..
Sıra konusunda ötekilere nazaran Türkiye daha rahat.
Ama O’nun da azımsanmayacak korkuları var. TC’nin
demokrasi ve değişime olan allerjisi herkesin malumu.
Ama onu asıl korkutan şey Güney Kürdistan’ın
durumu ve bu parçadaki olası gelişmeler.
Biliniyor, Kürtler federasyondan geri adım atmayacaklarını
her fırsatta deklere ettiler. Yeni Anayasa’nın uygulanması
halinde Irak’ın birliği içinde kalacaklarını
defalarca söylediler. Irak seçimleri esnasında düzenlenen
referandumda, halkın tümüne yakın bölümünün bağımsız
bir devletten yana olduğunu tesbit etmekle kalmadılar.
Uluslararası kamuoyu ve BM’yi bu taleplerinden haberdar
ettiler. Yeni Anayasa uygulanmadığında ya da
iç savaşın başlaması halinde kendi başlarının
çaresine bakacaklarını defalarca dile getiren Kürtler,
bu durumda kimsenin kendilerini bölücülükle suçlamaya hakkı
olmadığını söylemekten bıkmadılar.
İşte Türkiye’nin aniden başlayan Şii
aşkının altında kürtlerin bu tavrı,
olası ayrı ve bağımsız Kürt devletini
engelleme arzusu var. Bir başka ifadeyle TC’nin Şiilere
olan ilgisi bir Fars atasözünde olduğu gibi, “Ali’nin
aşkından değil, Muaviye’ye (Kürtlere) olan
düşmanlığından.” Irak Gecici Anayasasına
göre hiçbir yetkisi olmayan İbrahim Caferi’yi ağırlamalarının,
Şiileri Samarra olaylarının intikamını
almaya, Sunnilere ve camilerine saldırmaya çağıran
Mukteda Elsadr’ı da ağırlamaya hazırlanmalarının
altında aynı korku ve düşmanlık yatıyor.
İran’daki mollalar rejimini örnek olarak alan, islam
cumhuriyeti kurma amacını gizlemeyen İbrahim
Caferi’yle “laik” Türkiye’yi yakınlaştıran,
Caferi’nin kravat (hem de kırmızı!) takması
değil, sıkı bir üniter devletten yana olmasıdır.
Caferi ve Mukteda Elsadr’ı Türk hükümeti nezdinde şirin
ve sevimli yapan federasyon karşıtlıkları
ve Kerkük sorununa ilişkin politikalarıdır.
Caferi’nin Gecici Devlet Yasası’nın 58. Maddesini
uygulamak için kılını kıpırdatmaması,
Elsadr’ın Kürtlerin tüm taleplerine karşı olması,
onların TC’nin nezdindeki kıymetini artırmıştır.
Caferi’nin “PKK’yi Irak’da barındırmayacağız”
demesi de işin bal-kaymağı..
Türk devleti Kürtlerin olduğu için bükemediği bileği
öpmez. Türk hükümeti tüm dünyayı Filistin halkının
iradesine saygı adına HAMAS’ı tanımaya
çağırır ama, kapı komşusunun, “vatandaşlarının
Irak’daki akrabaları”nın iradesine saygı göstermede
imtina eder. Fırsat buldukça Güneyli Kürtlerin iradesini
ayaklar altına alır, yok etmek için tüm gücüyle
çabalar. Çünkü TC’nin Kürt politikası özünde “inkar ve
imha” temeli üzerine kuruludur. Diğer parçalardaki Kürt
ulusal hareketlerine düşmanlık yapmak, Türk devletin
başlıca görevleri arasındadır.
AKP iktidarı da bu resmi
politikanın dışına çık(a)madı.
Diyarbekir’de Kürt sorununu daha fazla demokratikleşmeyle
çözülecek bir sorun olarak niteledikten sonra kılını
kıpırdatmadı, susup kaldı.
Kürt meselesini “asayış
sorunu” olarak görmekte ısrar eden hükümet, bununla yetinmedi.
Erdoğan, Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül'ün Başkanı olduğu
Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun hazırladığı
120 maddelik eylem planının uygulanmasını,
Seferberlik ve Savaş Hazırlıkları Planlama
Dairesi İç Güvenlik Grubu’na havale etti.
Uzun lafın kısası
Türkiye’de “taslar eski hamamlar eski”!..
Siyasi, ekonomik ve kültürel
boyutları olan bir sorunun çözümüne ilişkin yapılacakları,
Seferberlik ve Savaşa Hazırlıklıkları
Planlama Dairesi gibi militer bir birimine havale edilmesi,
devletin savaş baltalarını toprağa gömme
niyetinde olmadığını gösteriyor.
Hiç kuşku yok ki, Seferberlik
ve Savaş Hazırlıkları Planlama Dairesi’nin
alacağı önlemler, aynı zamanda Güney’deki olası
gelişmeleri engellemeye yönelik olacaktır. Türk
ordu birliklerinin “teröristlerin sızmasını
önleme” bahanesiyle sınır bölgesine yaptığı
yığınağı, öldürülen gerillalar için
düzenlenen cenaze törenlerine panzerlerle yapılan saldırıları
ilk işaretler olarak görmek gerekir.
Türk hükümetinin alevlenen Şii
aşkı, arapsaçını daha karmaşık
hale getirmeden öte bir işe yaramadığı
ortada. Kürt sorununun cözümüne ilişkin alınacak
önlemleri adı geçen birime havale edilmesi de Türkiye’deki
Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirecektir.
Bugün de Kürt sorununun köklü
çözümü eşitlik temelinde mümkündür. Bunu gerçekleştirecek
olan söylediklerinin arkasında durma cesareti gösteremeyen,
korkak, pısırık ve dar ufuklu AKP değil,
devrimci, demokrat güçlerle Kürt yurtsever hareketinin birliğidir.
Son hamleleriyle bu gerçeğin
bir kez daha görülmesine yolaçtığı için, AKP
hükümetinin hayırlı bir iş yaptığı
da söylenebilir...
......................................................
Yazarın
önceki yazılarından:
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|