PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Acaba Öyle mi?

Mesud Tek

Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin düzenlediği “Türkiye’nin Kürt Sorunu” adlı konferansla ilgili çok şeyler yazıldı; söyledi.

Kuşkusuz bu konferans, Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili olarak yapılan ilk toplantı değildi. Geçmişte değişik kesimler tarafından da benzeri konferanslar düzenlenmişti.  Ama İstanbul Konferansı’nda bazı ilklerin yaşandığını söylemek mümkün. İlklerin başında Konferans’ın bir üniversitede toplanmış olması geliyor.

Biliniyor, Türkiye’de üniversiteler asli görevleri gereği tarafsız bilgi üreten mekanlar olmadılar; olamadılar. Düzenin temelini oluşturan kurumlardan birisiydiler, ona hizmet ettiler. Sömürgeciliği, kemalizmi, resmi ideolojiyi kutsayan sahte bilgiler ürettiler. Bazı istisnalar dışında, bugün de aynı anlayış ve yapı, genel olarak korunuyor.

Türk üniversitelerinde sistemin dışına çıkanların başına nelerin geldiği ise herkesin malumu. İsmail Beşikçi, sistemin gereklerini yerine getirmeyi reddetmenin, her akademisyenin sahip çıkması gereken bilim ahlakını korumanın bedelini ödedi. Üniversiteden atıldı, ömrünün önemli bir bölümünü hapislerde geçirdi. Beşikçi’nin, bunca yıl sonra, kendisine üniversite kapılarını kapatan görüşlerini bir üniversitede dile getirmesi ve dakikalarca ayakta alkışlanması, Türk üniversite sistemini aklamıyor elbette, ama bir ilk olarak kayda geçmeyi hakediyor.

Konferans’ın sadece siyasal alanla sınırlandırılmaması, diğer alanların konferans konuları arasına alınması da önemli bir farklılık ve bir ilk olarak değerlendirilebilir.

İstanbul Konferansı’nın, öncekilerden farklı kılan bir başka özelliği de katılımcılar konusunda ortaya çıktı. Kürt katılımcılar konusunda titiz davranıldığını söylemek mümkün değil.

Elbette kimse “illegal” Kürt parti ve örgütlerinin konferansa çağrılmasını beklemiyor. Ama legal planda faaliyet yürüten, farklı çözüm önerilerine sahip siyasi partiler ve platformlar var. Bunların bir kısmının konferansa çağrılmamaları önemli bir eksikliktir. Kuşku yok ki bu kesimlerin katılmaları halinde Konferans, daha renkli ve verimli olurdu. Bu önemli eksikliğine karşın Konferans, renkleri ve sesleri açısından da bir ilk olarak değerlendirmeyi hakediyor.

Şüphesiz Kürt sorunuyla ilgili olarak böylesi konferansların Türkiye’de düzenlenmesi, gerekli ve faydalıdır. Ama konferanslardan büyük şeyler beklemek ve beklentilerimiz gerçekleşmeyince onları küçümseyip gereksiz görmek doğru bir tavır değildir. Biz Kürtlerde sık sık görülen bu tavır, maalesef son İstanbul Konferansı’nda bir kez daha yaşandı.

Herşeyden önce bilmeliyiz ki Kürt sorununun çözüm mercii böylesi konferanslar değil. Hele, hele sadece Kürtlerle şu veya bu oranda rejime, kemalist sisteme muhalif olan bir gurup Türk aydının katıldıkları hiç değil.

Bu konferanslarda tarafların birbirini ikna etmeleri de beklenmemeli. Böylesi bir beklenti içine girmek doğru değil. Konferansları, tarafların görüşlerini dile getirdikleri, görüş ve önerilerini tartışarak yakınlaştırdıkları platformlar olarak görmek daha gerçekçidir. Ve konferanslar bu amacına ulaştıklarında başarılı addedilirler, sorunun çözümüne katkı sunarlar. Bu açıdan bakıldığında, İstanbul Konferansı’nı başarılı olarak değerlendirmek yanlış olmaz.

Konferanslarda herkesin aynı veya birbirine yakın şeyleri söylemeleri, benzer önerilerde bulunmaları da beklenmemeli. İzleyebildiğim kadarıyla İstanbul Konferansı’nda da böyle olmuş. Ama konferansda dile getirilen iki görüş var ki katılmak, haklı görmek mümkün değil.

Bunlardan birisi “Kürtler ne istediklerini bilmiyorlar” biçiminde dile getirileni. Acaba öyle mi? Kürtler ne istediklerini gerçekten bilmiyorlar mı?

Kürt toplumunun değişik sınıf ve katmanlardan meydana geldiği ve her kesimin kendine özgü talepleri olduğu elbette doğru. Ayrıca her parçadaki Kürtlerin konjoktürel talepleri farklılık arzedebilir, ediyor da. Ama hangi parçadan, sınıf ve katmandan olursa olsunlar, hangi dine ve mezhebe bağlı bulunursa bulunsunlar, tüm Kürtler ülkelerinde özgür yaşamak, geleceklerine ilişkin kararları kendileri vermek istiyorlar.

Kürdistanlı siyasi partiler de bu taleplerini hiç bir zaman gizlemediler. Her zaman ve her fırsatta dile getirdiler. Karşıtlarıyla tartıştılar, savundular, uğruna mücadele ettiler; ediyorlar.

Öte yandan istemler yere, zamana ve ortama göre değişiklik gösterirler. Örneğin çölde susuzluktan ölme tehlikesiyle yüz yüze olan bir Kürdün talebi, herşeyden önce sudur.

Kürdistanlı siyasi örgütler papağan değiller, olmadılar. Körün değneğini bellediği gibi aynı şeyleri tekrarlamadılar. Temel taleplerini gözden ırak tutmadan, istemlerini, ulusal, bölgesel ve uluslararası şartlara uygun olarak güncelleştirdiler.

Kürtler arasında farklı görüşlere sahip olanlar var, farklı talepleri dile getirenler var.  Kendilerini “Türkiye ulusu” içinde görüp “Demokratik Cumhuriyet”i talep edenlerin yanısıra, eşitlik temelinde federasyonu savunanlarla, bağımsız devletten yana olanlar aynı toplumunun parçalarıdır. Bu farklılığa bakıp “Kürtler ne istediklerini bilmiyorlar” demek haksızlıktır; kabul edilir bir durum değildir.

“Kürtler kulislerde PKK’ya karşı söylediklerini kürsüde de dile getirmelidirler”. Bu söylem bir kısım Kürtler (bu arada bizim de) nezdinde kabul görmeyen ikinci görüşü oluşturuyor ve kanımca bu görüşü dile getirenler, bazı Kürtlere haksızlık yapıyorlar.

Elbette Kürtler arasında PKK’nin yanlışlarını rant nedeniyle, kişisel, ailesel ve aşiretsel çıkarları gereği söylemeyenlerle, söylemeyi göze alamayanlar var. Ve bunların sayısı bir hayli. Ama Kürtler arasında ta başından itibaren PKK’ya ve yanlışlarına karşı tavır alanların, ölümü göze alarak görüşlerini dile getirenlerin, bu amaçla makale ve kitap yazanların, araştırma yapanların sayısı da bir hayli. PKK’nin kendi içinde ve dışındaki muhaliflerinden yüzlerce ve hatta binlercesini öldürdüğünü defalarca dile getiren, bu bu uğurda kurban verenler var.

Kürtlerin ve Türklerin önemli bir bülümü bu kesimlerin varlığından haberdar olmayabilir. Ama yukarıdaki görüşleri dile getirenler bu kesimleri biliyorlar; kurunun yanında yaşı da yakıyorlar.

Herşeye karşın, son dönemlerde özellikle de ABD’nin bölgeye müdahalesinden sonra giderek birbirinden uzaklaşan Kürt yurtseverleriyle Türk ilerici, demokrat ve devrimcilerini, gelişmeden ve değişimden yana olanları biraraya getiren Istanbul Konferansı, farklılıkları ve ilkleriyle, yaşanan tartışmalarıyla takdire şayan bir adımdır.

Genelkurmay’ın Şemdinli İddianamesine ilişkin olarak yaptığı açıklamadaki militarist ve tutucu tavrı ile dile getirdikleri, bu ve benzeri adımları daha anlamlı kılmakta, kalıcılaşmasını dayatmaktadır.

......................................................
Yazarın önceki yazılarından:

Halepçe Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının Ucu (Mu?)
Aynaya Bakmak
Saygı Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm Ve Çürüme
Yavaş Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol General Ve Ağca
Gel De Niyazi Usta’yı Anma

MGK’nin Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı Olmak
Gündemimizin Değişmeyeni..
Fırıldak
15 Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi ve Ortadoğu
İyi Asker
Ayna Tutmak
Alışmakta Fayda Var
Üçüncü Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3 Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3 Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne yazmalı?
DİSK
Zorlu Süreç ve Görevler
Yoğurdu Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in kafası Karışık?
Başbakan Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin Olur"
Sorun Kürt aydınları mı?
Ülkenin Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım

Aydınların Çağrısı ve Geçmişi Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak Başka İşler De Var
Bayrak Ve Ekmek
Endişe
Ar Damarı
Kürdistan Parlamentosu
“Sözde”
Darısı Başımıza!...
Bayrak ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”

 
 
PSK Bulten © 2006