İpe Un Sermek
Mesud Tek
“Yiğidi öldür ama hakkını da ver” denir.
Hakkını yemeyelim. TC Başbakanı bazı
alanda başarılı birisi.
Ki bu alanların başında ipe un serme geliyor.
Erdoğan ve partisi sık sık aşırı
yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı
makamından, burokrasiden, YÖK ve benzeri kurumlardan
haklı olarak yakınıyorlar.
Erdoğan’ın en son yakınması ise, CHP
Genel Başkanı Deniz Baykal ile girdiği “ben
senden daha milliyetçiyim” atışmasında, “sizin
döneminizde okula bile gidemiyorduk” demesi...
Bir başka ifadeyle Erdoğan kemalist sistemden yaka
silkiyor, 12 Eylül faşist döneminin ürünü olan kurum
ve kuruluşların, çıkartılan yasaların
çalışmalarında ayak bağı oluşturduğunu
söylüyor.
Nalıncı keseri gibi hep kendine yontan Erdoğan,
iş Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesine,
Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıracak adımların
atılmasına gelince hemen ipe un seriyor. Sermekle
kalmıyor, yakındığı, şikayetçi
olduğu 12 eylül sisteminin gerekçelerine sarılmakta
hiç bir beis görmüyor.
Erdoğan’ın seçim barajının düşürülmesi
talebine verdiği cevap halen akıllarda:
“Bu kanunu biz çıkartmadık ki biz değiştirelim...”
Değiştirilmemesine gösterdiği gerekçe ise
12 Eylül generallerininkiyle aynı:
İstikrarlı ve güçlü bir hükümet..
Erdoğan, demokratikleşme için önemli olan adımları
atmakta imtina ediyor;. Örneğin parti liderini padişah
konumuna yükselten siyasi partiler yasasının değiştirilmesi
ve var olan milletvekili dokunulmazlığının
sadece “kürsü dokunulmazlığı” haline getirilmesi
için kılını dahi kıpırdatmıyor.
Bu ve benzeri konular gundeme geldiğinde suyu yokuşa
sürüyor. Yakındığı 12 Eylül rejimine ait
olan kanunların olduğu gibi kalması için bin
dereden su getiriyor.
Şemdinli olaylarının başında, Erdoğan,
“olay yerel değil, işin peşini bırakmayacağız,
gidebileceği yere kadar gidecek” diye buyurmuştu.
Ama generallerin ziyaretleri, verilen güvenlik brifingleri
sonrasında ipe un sermeye başladı.
Önce “Şemdinlilerin şahidliği geçerli değil”
diyerek mızıkçılık yaptı. Bilahare
Şemdinli İddianamesine tepki gösteren Genelkurmay’ın
istediğin kelleleri altın tepsi içinde sundu.
“Hırsız evin içindeyse kapının kilitli
olması işe yaramaz” deyip, Şemdinli’deki patlamaların
arkasında bazı devlet kurumlarının olduğunu
ima eden Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı’nın
görevine son verildi. İddianameyi hazırlayan savcı
hakkında soruşturma açıldı.
TC Başbakanı’ın ağzından “yaradılanı
severiz yaradan ötürü” söylemi eksik olmaz. Ama yaradılanlar
Kürtler ve çocukları olunca, Erdoğan bu “sevmek”
işinde de suyu yokuşa sürer.
Bir başka ükede, örneğin Türkiye’nin üyesi olmak
için can attığı AB üyesi bir ülkede, çocukların
ve halkın insafsızca kurşunlanması halinde
o ülkenin yetkilileri en azından istifa ederler. Ama
Türkiye’de “Allah yarattı” demeyip Kürt çocuklarını
kurşunlayan polisler hakkında soruşturma dahi
açmayan, aksine onların sırtını sıvazlayan
Erdoğan, aileleri de çocuklarına sahip çıkmaları
konusunda uyarmaktan; çocuklara sahip çıkılmaması
halinde başlarına geleceklerle ilgili olarak aileleri
tehdit etmekten geri kalmaz.
Dünyanın en ücra köşesindeki herhangi bir sorunun
barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesini
öneren Erdoğan ve hükümeti, Kürt sorunu gündeme gelince
“teröristlerle görüşülmez” diyerek ipe un sererler. HAMAS’la
görüşmesi nedeniyle yapılan eleştirilere karşı,
kendini “değişme ihtimali binde bir de olsa görüşmek
gerekir” diyerek savunun Erdoğan ve şurekası,
bu iyi niyeti Kürt “teröristler”den esirgerler...
Ortadoğu barışına katkı adına,
teröre başvurmada PKK’ya büyük bir fark atan, İsrail
devletini ortadan kaldırma amacından vazgeçmeyen
HAMAS ile görüşen Erdoğan, sıra kendi ülkesindeki
barışa katkıya gelince, “alçaklarla, katillerle,
hainlerle” görüşülmez diyerek suyu yokuşa sürüyor.
Hem de bir başbakanın ağzına yakışmayan
ifadelerle suçladığı (küfür ettiği demek
daha doğru olur) PKK, üniter devleti ve kemalizmi kutsarken,
Türkiye’nin birliği ve bütünlüğünden yana olduğuna
dair yemin billah ederken, otonomi, federasyon, bağımsız
devlet gibi “çağdışı” taleplerden uzak
durduğunu defalarca dile getirmişken...
Ağzından mı kaçırdı, yoksa Allah
mı söyletti bilinmez, Erdoğan “silahı bırakıp
gelsinler, oturup konuşalım” dedi. Kanımca
bu söylem, Erdoğan’ın Kürt sorunu bağlamında
dile getirdiği doğrulardan birisi ve çok kısa
sürede olumlu bir rüzgarın esmesine neden oldu.
Ama Başbakan çok geçmeden ipe un serdi.
“Ne masası, ortaya konulan masayı yerle bir ederiz”
diye başlayan ırkçı, şoven ve militaristlerin
saldırılardan tırsan Erdoğan, basın
sözcüsü kanalıyla “çağrı Demokratik Toplum
Partisi’nedir” dedi. Dedi ama, ipi komşusuna vermek istemeyen
Nasreddin Hoca ne kadar inandırıcı olduysa,
Başbakan da o kadar oldu: Dünya alem biliyor ki DTP’nin
silahı yok ki bırakıp gelsin ve görüşme
masasına otursun!...
Bazı yazarların da vurgu yaptıkları gibi,
önümüzde Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler
var. Erdoğan ordu ile ilişkilerini sıcak ve
iyi tutmak istiyor olabilir. Irkçı, şoven, milliyetçilerin
oylarına göz dikebilir. Düzen partisi Genel Başkanı
olarak, onun bu ve benzeri istemlerini doğal karşılamak
da mümkün.
Ama hoşgörüsüne sığınarak Erdoğan’a
bir iki noktayı hatırlatmak istiyorum:
- Hakikisi ortada dururken, yıllarca ırkçılık,
milliyetçilik yapıp bu uğurda bedeller ödeyenler
varken, bu kesimlerin etkisine kalan halk niye AKP’ye oy versinki?
- “Köprüden geçene kadar ayıya dayı denir” atasözü
ormanların ceviz ve bal düşmanı, zavallı
ve saf ayıları için doğru olabilir. Ama militarist
ayılar için bu atasözü geçersizdir. Çünkü militarist
ayının ini kendisini aldatmak isteyenlerin, kendisine
karşı gerekli direnci göstermeyenlerin, kendisiyle
uzlaşanların kemikleriyle ağzına kadar
dolu.
Demokrasi ve değişim sürecinde, insan hak ve özgürlüklerin
korunup geliştirilmesinde ipe un sermek, militaristlerin,
ırkçı-şovenlerin dışında kimseye
bir hayrı olmadı.
Suyu yokuşa sürmeyi bir kenara bırakıp, kendi
mecrasında akıtmak, önündeki engelleri ortadan kaldırmak
ise, değişim ve demokrasi yanlılarına
kazandırır.
Tabii Erdoğan ve partisine de... Erdoğan ve hükümeti
ipe un sermeyi bir kenara bırakmalı, Kürtlerin değişik
vesilelerle dile getirdiği adımları atmalıdır.
Bu adımları atması için muhatap aramasına
gerek yok.
Eğer muhatap çok gerekliyse, legal alanda faaliyet yürüten
siyasi partiler, demokratik kuruluşlar ve halkın
oylarıyla seçilen belediye başkanları iyi muhatapdırlar.
Yok eğer bunları beğenmiyor ve muhatap olarak
görmüyorsa, devletin yarattığı muhatabıyla,
PKK ile görüşmelidir.
......................................................
Yazarın
önceki yazılarından:
Güneyli
Kürtlerin Büyük Sınavı
Kansere
Razı Etmek İçin Ölümle Tehdit Etmek
Acaba
Öyle mi?
Halepçe
Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler
Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|