ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
Kemal Burkay
Hacı ile Bacı'nın garip dansı devam
ettikçe ordunun iktidara elkoyma güdüleri de depreşiyor. Üstelik bunun için, siyaset sahnesinde ve basında
birhayli cazgır ve kışkırtıcı
var.
Eskiden darbe tutkunu olan iki kesim vardı: biri
Türkeşçiler, biri de sol boyalı "millici"
aydınlar.
Bu ikinciler zaman zaman "Kuvayı Milliyeci"
postuna bürünmeyi de pek severler..
Türkeş ve
çevresi darbeyi bir kez başardı, ancak onda da iktidar
keyifleri kısa sürdü; çok geçmeden kendilerini sürgünde
buldular. Türkeş daha sonra da kışkırttığı
darbelerin hep altında kaldı; savcı değil,
sanık oldu...
Ya "sol"
darbeciler?.. Al onlardan da o kadar! Her keresinde, hükümet
olacakken, kendilerini karakol ve kışlalarda, işkence
odalarında buldular. Onların Ziverbey ve
Mamak anıları zengindir...
Peki, kan ya
da ay ışığı tutmuş ırkçıları,
faşistleri bir yana bırakalım, bizim bu "sol
milliler" yaşadıklarından hiç ders çıkarmazlar
mı?.
Bunlara göre,
bir başbakan ve iki bakan asan 27 Mayıs bir devrimdir,
"ileri bir anayasa getirmiştir..." Getirmez
olaydı! Açtığı gelenek
çok daha kötü oldu. Darbe olmasaydı
Menderes ve ekibi, büyük ihtimalle bir sonraki seçimde halkın
oyu ile gidecekti ve bu çok daha iyi olurdu. 27 Mayıs
darbesinin Kürt sürgünlerini ve Kürt karşıtı
öteki marifetlerini de -bu, "sol milliciler"e
birşey anlatmasa bile- biz unutmadık.
27 Mayıs'ın getirdiği anayasa da, haydan
gelen huya gider misali, birkaç yıl içinde toz olup gitti.
27 Mayıs'ın yol açtığı geleneği izleyen
12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ülkeyi çok daha gerilere götürdü,
demokrasi güçlerini ezdi ve meydanı, işte bugün
görüldüğü üzere, çok daha tutucu güçlere, ırkçılığa,
azgın bir militarizme ve şeriatçılığa
açtı.
Peki bu sözde sol ve millici baylar hala ordudan ne beklerler?
Bu iflah olmaz
bir hastalıktır, bir iktidarsızlık hastalığı..
Halka ve demokrasiye inanmayanlar kolay yoldan kurtarıcı
beklerler. Bu da bir güçlü olmalıdır elbet..
Onlara göre,
Birinci Meşrutiyet'ten bu yana, ileri yönde ne olmuşsa,
bir avuç "asker-sivil aydın" eliyle olmuştur.
Vurucu gücü ise ordudur.
Gericiler mi kıpırdadı, "Hareket
Ordusu" harekete geçip onların dersini vermelidir! Menemen'de çember sakallılar
bir haltlar mı ettiler, ordu harekete geçip gövdelerini
üçağaçlarda sallandırmalıdır. Kürtler
mi rahat durmuyorlar, ordu köylerini, kasabalarını
başlarına yıkmalıdır.
Bakın İlhan
Selçuk Kürdistan'daki manzarayı, son yıllarda burada
olup bitenleri nasıl yorumluyor:
"Sevr yandaşları,
içerde ve dışarda zil, def, darbuka çalarak PKK'nin
değirmenine su taşıyorlardı...
Herkes şaşkındı...
Silahlı Kuvvetler tanımadığı
bir savaş türü karşısında kalmıştı:
Gerilla!..
Askerin
’amfibik harekat'tan sonra’ gerilla'yı öğrenmesi
gerekiyordu.
Silahlı
kuvvetler öğrendi.
Ve
başardı.
Artık
Sevr düşlemi geride kaldı; çünkü asker PKK'nin üstesinden
geldi; Türkiye'nin parçalanması tasarımını
bugün rüyasında bile gören yok.
Peki silahsız kuvvetler
ne yaptı?..
Üç beş
yıl önce Türkiye'nin karabasanı PKK idi, bugün şeriatçılıktır..."
Bay Selçuk bunları kaçıncı kezdir söylüyor.
Çizdiği tablo ve son öneri ise açık: PKK'yi yenip ülkeyi
parçalanmaktan kurtaran siviller değil ordu oldu, şeriatçı
hareketi de yine ancak ordu yener. Öyleyse
buyursun darbe!
Öncelikle, Bay Selçuk'un deyişiyle, "PKK'ye
karşı ve yurdu bölünmekten kurtarmak için"
yapılanlar gerçekte neyin nesidir? Bu
süre içinde ordu, polis ve öteki yandaş güçler ne yaptı?
Devlet güçleri gerilla savaşını mı öğrendiler,
yoksa dört bin köyü, onlarca kasabayı yakıp yıkarak,
dört milyon insanı sürerek, binlercesini faili meçhul
ve yargısız infaz denen cinayetlerde yok ederek,
yani balığı yakalamak için denizi kurutarak,
tam bir soykırım, en azından etnik arındırma
cürmü mü işlediler?..
Eğer Ruslar
aynı şeyi Afganistan ya da Çeçenistan'da yapsa şimdi
belki de bu iki halk yok olmuştu. Böylesini ABD bile Vietnam'da yapmadı. Bu, gerillaya karşı
savaş değil, mazlum bir halka karşı topyekün
savaştır. Son model jet uçaklarıyla,
tanklarla, toplarla, panzerlerle, napalmla bir ülkeyi yerle
bir ederek, ormanları bile yakarak, halkı kitleler
halinde sürerek gerillaya karşı savaşılmaz.
Bu, adıyla sanıyla bir soykırımdır,
eşi az görülen bir kirli savaştır.
İşte
Bay Selçuk bu kirli savaşı göklere çıkarıyor
ve şimdi şeriatçı güçlere karşı da
aynı orduyu eyleme çağırıyor.
Peki bu ordu şimdi ne yapacak? Her şey Kürdistan'daki kadar
kolay olacak mı? örneğin
İstanbul'un, Ankara'nın varoşlarını,
Ege ve Marmara'nın köy ve kasabalarını da yerle
bir mi edeceksiniz?..
Ne kadar ilginç, ne kadar acı ve ne kadar komik!
Kendisini "sol" ve "aydınlanmacı"
diye niteleyen, kendi türdeşlerinin "aydınlanmanın
piri" diye reklam ettikleri Bay Selçuk'un işte sonunda
vardığı yer...
Ama aslında
burası baştanberi olduğu yerdi.. O bir "zabitoğlu"dur ve hayatı militarizme
övgü düzmekle, darbe şakşakçılığı
ile geçti.
Bu pek çok Türk aydınının dramıdır.
Kendi halklarını örgütleyip sömürü ve zulüm rejimine,
gericiliğe karşı kitle hareketiyle çıkmayı
başaramıyan Türk aydınları, kısa
yoldan darbelerden medet umdular. Kürt sorunu ise onların baş belası! Bu sorun gündeme gelince pusulayı tümden şaşırıyorlar.
Kürtlerin de her halk ve ulus gibi özgür yaşamaya
hakları olduğunu bir türlü içlerine sindiremediler. "Elden çıkan" Balkanlar ve Arabistan
için hep dövündüler. Kürdistan'ı yitirmemek
içinse her şeyi mübah görüyorlar. Oysa Kürtlere
eşit haklar tanısalar birlikte yaşamak pekala
mümküdür.
Şeriatçıların
üstüne de tankla topla gitmeye, ordunun süngülerini harekete
geçirmeye hiç gerek yok. Kürtlerle barış yapılsa,
bu kirli savaş bitse demokrasinin yolu açılır.
Ülke yönetiminde ne hırsızlar, zalimler olur, ne
uyuşturucu ve din tacirleri...
Herşey bu kadar basit. Ama Selçuk türünden müthiş "aydınlar"
ve "aydınlanmacılar" bu gerçeği birtürlü
göremiyor.
Şovenizm
onların beyinlerini esir almıştır, şovenizm
onların zinciridir.
-----------------------------------
(*) Bu yazı 9 yıl kadar önce,
Erbakan-Çiller hükümeti döneminde, 28 Şubat 1997’deki
”postmodern darbe” öncesi ve İstanbul’da yayınlanan
haftalık gazete Hêvi için yazılmıştı.
Ama o zaman gündeme başka şeyler girdiği için yayınlamaya
fırsat olmamış, kilerime koymuştum.
Şimdi,
tam da 28 Şubat’ın yıldönümünde, onu kilerden
çıkarıp yayınlıyorum. Öyle
sanıyorum ki yazı bugün de sıcaklığını
yitirmiş değil. O günden bu yana ne Türkiye değişti, ne darbeci anlayış.
Ne Kürt sorunu çözüldü, ne de başka
sorunlar. 28 Şubatçılar
Erbakan’ın koalisyon hükümetini görevden uzaklaştırdılar
ama, o kaynaktan gelen İslami bir kol şu anda çok
daha büyük bir çoğunlukla ve tek başına hükümet.
Kemalistlerimiz, militaristlerimiz ve de ”Kızılelmacı”lığa
terfi eden ”millici sol”umuz da o günlerdeki gibi tedirgin…
Demek ki bu iş darbelerle olmuyor, süngünün üstünde oturulmuyor!.
Kafalar ve yöntemler değişmediği için ülke yerinde
saymaya devam ediyor.
”PKK
terörü” denen olaya gelince: Apo’nun Suriye’den çıkarılıp
yakalanmasından sonra PKK, artık devlet hizmetine
giren -veya hizmete geri dönen- Apo’nun direktiflerine uygun
olarak silahları susturdu ve de ”demokratik cumhuriyetçi”,
üniter devletçi, kemalist uslu çocuk oldu.
Bay Selçuk’un ve benzerlerinin deyişiyle, ”ordu terörün
belini kırdı” ya da durum onlara öyle görünüyordu.
Ama şimdi PKK yine sahnede!
Terör toz dumanı 1990’lı yılları aratmayacak
biçimde yeniden ortalığı sarmış.
Bize göre bu iş bir derin devlet oyunu; ama Türk generallere,
siyasilere ve pek çok ”aydın”a
göre öyle değil; onlara göre kötü adam PKK yeniden terör
estiriyor..
Öyle de böyle de olsa demek
sorun bitmemiş... Eğer PKK bileğinin hakkıyla
terör yapıyorsa, demek ki silahla bastırma çabası
bir çözüm değil. Yok eğer bu iş bir derin devlet
oyunuysa (ki biz bundan en ufak bir kuşku duymuyoruz
ve oyun göz göre oynarnır, PKK
İmralı’dan ve ”hizmetteki” Apo eliyle yönlendirilirken
kuşku duyanlara da şaşıyoruz) bu daha
kötü. Demek Türk derin devleti işine
geldiği gibi PKK’yı bir bağlıyor, bir
bırakıyor. Bu da yalnız Kürtleri değil, Türk halkını da oyuna
getirmektir. Hem de onyıllardır süregelen
bir oyun!..
Demek
ki Selçuk ve benzerlerinin, Kışlacıların,
Bilaların, Çölaşanların ve cümle militarizm
şakşakçılarının, memekçik kalemlerin
kopardıkları şamata boş ve gülünç.
Evet,
sevgili okurlar, 9-10 yıl önceki yazılarımızın,
bugün yazılmış gibi tazeliğini korumasına
şaşmamak gerekir. Bu gidişle şimdi yazdıklarımız
da 9-10 yıl sonra aynı tazeliği korur! Bu bizim
yeteneğimizden çok, bu ülkeyi yönetenlerin yeteneksizliğini,
bundan da öte kötü niyetini ve bazı sözde aydınların
kafasının birtürlü aydınlanamamasını
gösteriyor..
................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|