Şahinler ve Riyakarlar
Mesud Tek
Sonunda İsrail ve Filistin’deki sertlik
yanlılarının, beylik değimle “şahinler”in
istediği oldu.
Bir askerinin HAMAS militanlarınca
kaçırılmasını bahane eden İsrail,
bir müddet önce terkettiği Gazze Şeridi’ne saldırıp
yeniden işgal etmekle kalmadı. İki askerini
rehin alan İran yanlısı Şii Hızbullah’a
ait üslerin bulunduğu Güney Lübnan’a yönelik saldırı
başlattı.
Çatışmaların
genişleyip tüm Lübnan’ı ve Suriye’yi kapsamasından,
bölgesel bir savaşa dönüşmesinden endişe ediliyor.
Gazze Şeridinde ve Güney Lübnan’da
alışılmış, üzücü ve insanlık
dışı sahneler sanki başa sarılıyor:
Çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere sivillerin
öldürülmesi, yerle bir olan evler, su, elektrik ve benzeri
hizmetlerin durması, ilaç ve yiyecek sıkıntısının
had safhaya varması, vb’leri gibi..
Uluslararası arenada da pek bir değişiklik
yok.
ABD’nin keseri her zamanki gibi İsrail’den
yana yontuyor. AB ise bilinen ciddiyetiyle sessizliğe
bürünmüş vaziyette. Bir şeyler söylemek zorunda
kaldığında da fincan yüklü katırlar ürkmesin
diye aşırı özen gösteriyor, tarafları
itidale çağırıyor, İsrail’i, saldırılarında
aşırıya kaçmaması ve sivilleri gözetmesi
konusunda uyarıyor.
Rusya’nın bilinen tavrında bir
değişiklik olduğu söylenemez. Rusya, ABD ile
aynı şeyleri söylememek için titiz davranmaya, özen
göstermeye devam ediyor..
Arap Birliği de tavrını
gecikerek yaptığı toplantıda açıkladı:
“Ortadoğu’da barış süreci öldü!..”
Diktatörlükle yönetilen Arap ülkeleri
ise, tek tek yaptıkları açıklamalarda, “aferin
doğru yoldasın, devam et” dercesine, İsrail’in
sırtını sıvazlıyorlar. Çünkü Onlar
da İsrail ve Filistinli şahinler gibi, sorunun her
iki halkın rızası dahilinde ve eşitlik
temelinde çözülmesini, bölgede barışın, huzur
ve güvenin sağlanmasını çıkarlarına
aykırı buluyorlar. Çünkü onlar iktidarlarının
aynı zamanda bir dış düşmanın varlığına
bağlı olduğunu çok iyi biliyorlar: Filistin’i
işgal eden, “lanetli” İsrail’den daha iyi bir düşman
mı olur?
İran ve Suriye zaten işin içindeler.
Bir müddet önce Filistin hapishanelerindeki
El-Fetih ve HAMAS yöneticilerinin İsrail ile barış
görüşmelerine ilişkin program üzerinde anlaşmaya
vardıkları, programın HAMAS liderlerinden Başbakan
Haniye tarafından da olumlu bulunduğu haberi basına
yansımıştı.
Haberin
hemen sonrasında, Cengiz Çandar’ın değimiyle
“Dış HAMAS”ın emri (Suriye’nin emriyle demek
daha mı doğru olur yoksa?) ile İsrailli onbaşının
kaçırılması ve bunu bahane eden İsral’in
Gazze’yi bombalayıp işgale başlaması,
son çatışmanın nedenleri hakkında önemli
ipuçları vermektedir.
Suriye,
İsrail ve ABD ile tutuştuğu güreşi Filistin
ve Lübnan minderinde sürdürmeye kararlı. Bu nedenle koruma
altına aldığı “Dış HAMAS” eliyle
istediğini yaptırıyor. Lübnan’da uğradığı
yenilginin rövanşını almak istiyor. İran
ile birlikte koruyup destekledikleri HİZBULLAH’ı
kullanarak, Lübnan’ın istikrar için ne kadar önemli olduğunu
göstermeyi amaçlıyor. Son dönemlerde İran ve Suriye
arasında hızlanan trafik, Hizbullah’ın son
katyuşa saldırılarının Gazze’nin
yeniden işgal edilmesinden çok önce planlandığının
açıklanması, bu gerçeği ortaya koyuyor.
İran’ın nükleer programı
nedeniyle yaşanan sorunları çözmek amacıyla,
AB yetkilileriyle yaptığı görüşmeden eli
boş dönen İranlı başmüzakereci Laricani’nin,
ülkesine gitmeden önce Suriye’yi ziyaret ettiği basına
yansıdı. Bu ziyareti takiben Hızbullah’ın
İsrail askerlerini rehin alması tesadüf olmasa gerek.
16 Temmuz’da, dünyanın 8 muhtarının
Rusya’da biraraya gelecekleri ve en başta İran’ın
nükleer programını görüşecekleri biliniyordu.
Bu satırlar yazıldığı saatlerde,
G8 toplantısında “Yeni Kriz” diye nitelendirilen
son gelişmelerin gündemin başına tırmandığı,
Kuzey Kore ve İran’ın nükleer çalışmalarıyla
ilgili sorunun alt sıralara itildiği haberi veriliyordu.
Ve İran’ın da istediği, tam buydu.
Bu ve benzeri
gelişmeler ortada iken, biliniyorken “çatışmaları
kim başlattı” ekseninde yürütülen tartışmanın,
ortaokullarda yapılan münazaralardan öte bir anlamı
yoktur. Her an yanmaya hazır bozkır varken, bölgedeki
halklar, dini ve etnik gruplar arasındaki güvensizlik
tavana vurmuşken, bozkırı tutuşturan kibriti
çakacak bir el bulmak, zor olmasa gerek.
Son gelişmeler şiddetin her
zaman karşı şiddeti doğurduğu bölgenin,
yeni bir şiddet sarmalının içine düştüğünü
gösteriyor. İsrail, İran, Suriye, HAMAS ve Hizbullah’ın
yaptığı açıklamalar, şiddet sarmalının
genişleyeceğine, tüm bölgeyi etkisi altına
alacağına dair duyulan kaygıları artırıyor.
Kuşkusuz gelişmeler biz Kürtleri
çok yakından ilgilendiriyor. Olayların başladığı
bölge biz Kürtlere uzak, ama etkisi altına aldığı
bölgenin sakinleri arasındayız.
“Yeni Kriz”in başta gelen aktörlerinden
ikisinin (İran ve Suriye) başı Kürt sorunuyla
dertte. Başı dertte olan bir üçüncüsü (Türkiye)
ise, arabulucuğa soyunmuş vazıyette.
Güney Lübnan ve Gazze Şeridi kaynaklı
trajik sahneler arttıkça TC Başbakanı, “arabulucu”
Erdoğan da giderek sertleşiyor. ABD ve İsrail’in
bilgisi dahilinde Suriye Devlet Başkanı ve “Dış
HAMAS”’ın iplerini (esir İsrailli onbaşıyı
da) elinde tutan Halid Meşal ile görüşen AKP hükümeti,
başta tarafları itidalli olmaya çağıran
tavrını giderek değiştirdi. Önce İsraili
orantısız güç kullanmamaya, ABD’yi sorunun çözümü
için İsrail’e baskı yapmaya çağırdı.
Daha sonra İsrail’i işgalci emeller beslemekle suçlayan
Erdoğan, dediğini yapmayan ABD’ye de rest çekti.
“Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ndeki
pozisyonumuzu gözden geçiririz.”
İşgalci olduğu BM kararlarıyla
da tescil edilen İsrail’i “işgalci emeller beslemek”le
suçlamanın abesliği bir yana. Onlarca yıldır
Kürdistan’ın en büyük parçasını işgal
eden, Kıbrıs’ın bir bölümünü işgal altında
tutan bir devletin Başbakanı’nın, bir başka
devleti işgalci emeller beslemekle suçlaması en
azından riyakarlıktır, ikiyüzlülüktür.
Erdoğan
haklı olarak İsrail’i aşırı ve orantısız
güç kullanmakla, kadın ve çocukların ölümüne sebebiyet
vermekle suçluyor. Ya kendi polisinin, güvenlik güçlerinin
yaptıkları? Daha bir kaç ay önce Diyarbekir’da hedef
gözetip ateş ederek çocukları katledenlerin sırtını
sıvazyalan kendisiydi. “Aşırı ve orantısız
güç kullanan” güvenlik güçleri yerine ölen cocukların
ana ve babalarını suçlayan Erdoğan’ın,
İsrail’e yönelik söylediklerinde samimi olduğuna
kaç kişi inanır acaba? Bu bir çifte standart değil
midir?
Türkiye’de sadece Erdoğan ve şurekası
mı ikiyüzlü?
Filistinli kadın ve çocukların
İsrail askerleri tarafından katledilmelerini protesto
etmek amacıyla onbinlerce insanı bir araya toplayan
Saadet Partisi az mı riyakar? Haydi, Halepçe katliamını,
1991 yılında BAAS zulmünden kaçıp Türkiye sınırına
yığılan Kürt kadın ve çocukların
açlık ve soğuktan kırılmalarını,
1992 yılında, Nusaybin, Cizre ve öteki yerlerde
yaşanan Newroz kutlamalarında askerlerin kadın
ve çocuklara kurşun yağdırmalarını
bir kenara bırakalım. Bunlar geçmişte kaldı
diyelim. Ama güvenlik güçlerinin Diyarbekir’de döktüğü
çocuk kanı henüz kurumadı.
Eğer riyakar değilseler, Saadet Partisi ve
benzerleriyle, onların peşinden giden “dini bütün
müslümanlar”, o zaman neredeydiler?
Mazlumların ezilmesi halinde harekete geçen vijdanları
o dönemde tatile mi çıkmıştı?
Yoksa, Türk güvenlik güçlerinin döktükleri kanlar helal
mıydı?
Vijdanları sadece müslüman olmayanların zulümleri
karşısında mı sızlıyordu?
Soruların alt alta sıralamanın
gereği yok. Bu tavır dört dörtlük bir riyadır,
ikiyüzlülüktür. Türkiye’de geniş yığınlar,
riyakarların yüzüne tükürmeyip peşinden gittikçe,
“karanlıktan aydınlığa çıkmak” da
mümkün değil.
Biz Kürtlere gelince..
“Yeni kriz” daha şimdiden ülkemizi
işgal eden iki devleti taraf ve hedef haline getirmiş,
bir başkasını ise zor durumda bırakmıştır.
Bölgede değişim ve demokrasiyi gerçekleştirmek
amacıyla hazırlanan Kuzey Afrika ve Genişletilmiş
Ortadoğu Projesi’ni yeniden tartışma gündemine
sokmuştur.
“Yeni Kriz”
ve yol açtığı gelişmeler, tüm parçalardaki
Kürtlerin sürekli diyaloğ ve dayanışmasını
sağlayacak bir yapının gerekli olduğunu
bir kez daha ortaya koymuştur.
Her parçadaki
Kürt örgütleri arasında ulusal ve demokratik bir temelde
iş ve güçbirliğini sağlamak, ulusal demokratik
hareketi geliştirmenin yanısıra, sözkonusu
ortak yapının oluşturulmasını kolaylaştırır;
yardımcı olur.
Yazarın
önceki yazılarından:
Madımak
Zeytin Dalı
Yanlışta
İsrar
“İyi
Çocuk”lar Cenneti..
Filmi
Başa Sarmak
Erdoğan’ın
Sınavı
Süreç
ve Önümüze Koyduğu Görevler
Tek
Yanlı Aşk
Sadak’ın Sadakati
İpe
Un Sermek
Güneyli
Kürtlerin Büyük Sınavı
Kansere
Razı Etmek İçin Ölümle Tehdit Etmek
Acaba
Öyle mi?
Halepçe
Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler
Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|