Derin devlet oyununda
Rejisör, figüran ve seyirci…
Kemal Burkay
Okurlarım hatırlarlar, Newroz öncesine denk gelen
bundan iki hafta önceki yazımın başlığı
şöyleydi: ”Yine Birşeyler Dönüyor…” Yazımda
şöyle diyordum:
”Newroz günü, yani 21 Mart yaklaşırken Türk medyasına
yansıyan tedirginlik havasına ve söylentilere dikkat
ediyor musunuz? Düzen basını ve televizyon kanalları,
nerdeyse bir ağızdan ve ısrarla, Newroz’un
gergin geçeceğini, PKK’nın eylem hazırlığı
yaptığını ve Newroz’da kitlesel şiddet
eylemleri yaşanabileceğini ileri sürmekteler.”
Newroz’da kitlesel şiddet eylemleri için bir neden bulunmadığını
ve görünürde de böyle bir hava olmadığını
belirttikten sonra, basındaki bu yaygaranın nedenleri
ne olabilir diye sormuş ve şöyle demiştim:
”Kanımca Türk basını bir kez daha , birşeylerin
hazırlığını yapan bazı devlet
odakları, özellikle de militarist güçler tarafından
manipüle ediliyor. Bu yapılan da yine bir psikolojik
harekat. Söylentileri işte bu nedenle ciddiye almalıyız.
Evet, rejim bir kez daha provokasyonlara hazırlanıyor…”
Tahminim iki yönlüydü ve ikisinde de yanılmadım.
Birincisi, provokasyon dışında Newroz’da şiddet
eylemleri beklemiyordum. Nitekim öyle oldu. Kürt halkı
bayramını barışçı biçimde ve coşkuyla
kutladı, komplocu çevrelere herhangi bir provokasyon
fırsatı vermedi. Öte yandan, rejimin söz konusu
hazırlığının ürün vermesi de çok
sürmedi. 14 PKK gerillasının ölümüne yol açan Muş’taki
askeri eylemin ardından olaylar Diyarbakır’da patlak
verdi ve Batman, Siirt gibi kentelere sıçradı.
Şimdi, gelinen noktada aynı Türk medyası bir
kez daha yaygara koparıyor. Basında, psikolojik
harekatın emrindeki bildik kalemler olayları bir
isyan gibi niteliyor ve askeri ”göreve” çağırıyor,
olağanüstü önlemler istiyorlar. Yani bir bakıma
planlarının ikinci evresine geçtiler. Üçüncü evre
ise belki olağanüstü hal, belki sıkıyönetim
olacak. O zaman, belli çevreler –militaristler, kızıl
elmacılar gibi her türden AB düşmanları ve
değişim karşıtları, diğer bir
deyişle statükocular- ülkenin değişim şansını
sabote etmiş olarak belki biryerlerine kına yakacaklar,
”nihayet başardık!” diye sevinç naraları atacaklar..
Bu plan en azından, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin
ciddiye bindiği, değişim yönünde belli adımların
atıldığı son üç yıldan beri yürürlükte.
Statüko cephesi kamuoyunu AB’ye karşı kışkırtmak,
değişim sürecini sabote etmek için elinden geleni
yaptı; kitlelerin etkilendiği kimi fobileri ve tabuları,
özellikle Kıbrıs ve Kürt sorununu kullandı.
Öcalan’a ve partisine de bu işte küçümsenmeyecek bir
rol verildi. PKK silahlı eyleme son vermiş, adını
terk etmiş ve partizan gücünü sınırın
öbür yanına, Güney Kürdistan’a çekmişken, onu yeniden
canlandırdılar ve her dediklerini yapan Öcalan yoluyla
yeniden savaş çağrıları yaptırdılar.
Daha önce sınır ötesine geçirilmiş olan bir
kısım güçlerin yeniden dönüşünü sağladılar.
Şemdinli’deki türden provokasyonlarla ortamı kızıştırdılar.
Newroz’da umdukları ortamı bulamadılar ama,
Muş’taki saldırı ve kıyım ile Diyarbakır
olaylarının patlamasını başardılar.
Evet, bu onlar, yani barış ve demokrasi düşmanları
için bir başarı! Bir bakıma, değişim
ve demokrasi güçleriyle statükocular arasındaki boks
maçında bu raund onların.. Maçın tamamı
nasıl sonuçlanacak göreceğiz. Zaten bu maç öyle
kısa zamanda sona erecek türden değil.
Peki Kürt ve Türk kamuoyu bu oyunun ne kadar farkında,
o, olan bitenin iç yüzünü ne kadar kavrıyor, o da ayrı
bir mesele. Zaten kavrasaydı, onlar bu oyunu böyle pervasızca
oynayamazlardı. Ne yazık ki bilinçsiz kamuoyu, karagöz
perdesini seyreden çocuklar gibidir. Bu seyirci Karagöz’le
Hacivat’ın çekişmesini ciddi sanır, bundan
heyecana kapılır ve oyun kurucuları tarafından
sürüklenir. Her iki tarafın ağzından çıkan
sözlerin de gerçekte aynı ağızdan çıktığını,
perdenin gerisinde ikisinin de hareketlerini kontrol edenin
aynı ”usta” olduğunu, yani iplerin başkasının
elinde olduğunu kavrayamaz...
Son olaylarla ilgili olarak da medyada salt PKK’yı suçlayan,
sorumluluğu ona yükleyen ve artık ”askerin devreye
girmesinden başka yol kalmadı” diyen kimi yazar
ve yorumculara bakınca şunu düşünüyorum: Bu
adamlar bu kadar saf mı, olan biteni görüp kavramıyacak
kadar aptal mı; yoksa hin oğlu hin mi? İkincisi
olduklarından kuşkum yok.
Peki PKK’nın bu işte suçu yok mu? Besbelli var,
hem de çok var. En azından PKK, bir yandan Kürt tarafını
temsil etmek iddiasında iken, bir yandan da bu iğrenç
oyunun figüranlığına razı oluyor. Eğer
rejim bu oyunu sahneleyebiliyorsa bu aynı zamanda PKK’nın
sayesindedir.
Bazıları Diyarkır’da son günlerde olup bitenleri
”devrim ateşinin” yeniden harlanması olarak görüyor
ve bundan bir kez daha heyecana kapılıyorlar; ama
bir kez daha fena yanılıyorlar. Besbelli onlar şu
son otuz yıllık seraptan kurtulmuş değiller
ve olan bitenden ders almasını bir türlü öğrenemediler.
Ya da aldanmaya, kendilerini aldatmaya pek teşneler,
ne demeli!
Elbet, sokağa dökülen genç insanlarınki bir yönüyle
haklı bir tepkidir. Rejim, Kürt sorununun barışçı
çözümü yönünde hiçbir adım atmayarak, atılmak istenen
en basit adımları bile engelleyerek, sürekli şiddet
ve bastırma yöntemlerini kullanarak Kürt toplumunda öfkeyi
beslemeye devam ediyor. Muş’taki eylem –ki bu olayda
kimyasal silah kullanıldığı söyleniyor-
bardağı taşıran damla oldu. Ama, birtakım
provokatörlerin de çabasıyla dükkanları, işyerlerini
kırıp dökmeye, hatta talana yönelen bu eylemler
neye, kime hizmet ediyor? Bu olaylar Türk derin devletini
üzüyor, ürkütüyor mu, yoksa müthiş sevindiriyor mu?.
Öte yandan, Apo yakalandıktan sonra rejimin hizmetine
girdiğini onlarca kez açıkladığı,
Türk üniter devletini, Kemalizmi savunduğu, bağımsız
devlet şurda kalsın, federasyon ya da otonomi bile
istemediği, yani Kürt halkının tüm temel hak
ve istemlerinden vaz geçtiği halde, bu insanlar ne adına
dağda tutuluyor ve saldırılara hedef yapılıyor?.
Madem ki Kürt halkı için artık bir şey istemiyorsun,
madem ki Kürdistan sorunun bitti, artık ne için savaşıyorsun?
Bunun, rejimin düzenlediği terör oyununda rol almaktan
başka anlamı var mı?
Bu genç insanların ölümüne haklı olarak üzülüp
tepki gösterenler, eğer bu kadarını düşünemiyorlarsa
ne yazık!
Demek ki bu insanlar, Apo ve PKK kurmayları tarafından
bile bile kurban edilmekteler. Şu anda gerilla cenazeleri
ve çocuk ölüleri üzerinde yoğun bir demagoji ve duygu
sömürüsü yaparak içine düştükleri rezil durumu gizlemeye
ve yeniden itibar kazanmaya çalışıyorlar.
Gerçekte bu, PKK bakımından bir savaş değil,
danışıklı bir dövüşte figüranlıktır.
Belki dağdaki talihsiz gençler bunun farkında, belki
değil. Rejimin, üsttekilerin aşağılık
çıkar ve planları için arenaya sürülen polisler
ve askerler için de öyle…
Ya epeyce bir zamandır kentlerde ”Bıji Serok Apo!
Apo irademizdir!“ sloganlarıyla oraya buraya koşturulup
duran gençler, çocuklar ne yapmış oluyor? Kürt halkının
istemlerini Türk devletine teslim olmuş, onun hizmetindeki
bir kişinin, acınmayı bile hak etmeyen yüz
karası bininin sağlığına ve özgürlüğüne
indirgemek nasıl bir şeydir? Bu tam anlamıyla
trajikomik bir durum değil mi? Bu utanç verici değil
mi?
Böyle bir durumda rüzgara kapılıp bu iyi niyetli
ama yanıltılmış gençlerin, çocukların
ardına takılmak mı gerekir, yoksa onlara gerçeği
anlatmak mı? Kürt halkının çıkarına
olan hangisi?.
Diyarbakır’da başlayıp diğer bazı
kentlere de sıçrayan bu şiddet eylemlerini alkışlamak,
rejimin kirli planlarına destek olmaktan ve PKK’ya taze
kan vermekten başka sunuç vermez.
PKK eğer yalan söylemiyorsa, eğer yöneticilerinde
bir parça yurtseverlik kalmışsa, içine düştüğü
teslimiyet politikasını terk etsin. Kürt halkının
özgürlük istemlerine, kendi kaderini tayin hakkına, ayrı
ya da federal yaşama biçimine, yani eşitlik temelinde
bir çözüme dönsün. Eğer yürünecekse bu istemlerle yürüyelim.
“Özgür ve federal Kürdistan!” diyelim, yerel parlamento ve
hükümet isteyelim. “Kürtçe resmi dil olsun!” diyelim. “İlkokuldan
üniversiteye kadar Kürt dilinde eğitim!” diyelim. “Tam
gün radyo ve televizyon yayını!” diyelim. “Anayasada
Kürt ulusunun varlığı ve hakları belirlensin!”
diyelim. Bedel verilecekse bu istemler uğrunda verelim.
Bunun için, mevcut ortamda şiddete de, tahribe de gerek
yoktur. İstemlerimizi barışçı gösterilerle
dile getirelim. Bu hem iç, hem dış kamuoyunda bize
haklılık sağlar, bize desteği yükseltir.
Aksi halde mevcut kitle desteğini bile kaybederiz ve
zaten devletin son olaylarla amaçladıklarından biri
de budur, şiddet eylemlerinden zarar gören Kürt esnafını,
tüccarını devletin kanatları altına itmektir.
Bir dönem PKK saldırılarına hedef yapıp
koruculaştırdığı köylüler gibi..
Ne yazık ki sorun yalnızca Türk devletinin komploculuğu,
veya PKK’nın şu zavallıca figüranlığı
meselesi değil. Bu oyunu bir türlü göremeyen, bu oyunla
yalnız Kürt halkının değil, ama aynı
zamanda Türk halkının da geleceğinin karartıldığını
kavramayan geniş kamuoyuna ne demeli..
Hadi diyelim ki her iki kesimde de kitlelerin bir bölümü
karagöz perdesi seyircisi kadar saf.. Ya her iki kesimin
aydın geçinenleri, sivil toplum örgütleri, sendikaları,
solcuları, kamuoyu oluşturan ötekiler?..
Elbet her iki kesimde de gerçekleri dile getiren, bunun bedeleni
ödeyen onurlu bir avuç insan her zaman vardı ve bugün
de var. Ama ya gerçeği görüp de susan korkaklar? Ya çıkarları
nedeniyle gerçeği bile bile gizleyenler?.. Bunların
sayısı hiç de az değil ve böyleleri rejimin
suç ortaklarıdır.
Gerçekleri görüp dile getiren onurlu ve cesur seslerin az
olduğu bir toplum talihsiz bir toplumdur ve böyle toplumların
özgürlüğe, barışa ulaşmaları, gelişme
yoluna girmeleri, çağdaş uygarlığı
yakalamaları kolay değil.
Peki bütün bu işler olup biterken AKP hükümeti ne yapıyor
dersiniz? Olup bitenler onu ilgilendirmiyor mu yoksa? Bu aynı
zamanda bir iç politaka ve iktidar kavgası değil
mi? Militarizm bu ataklarla aynı zamanda AKP’yi daha
da iktidarsız kılıp köşeye sıkıştırmıyor,
hatta devre dışı bırakmaya hazırlanmıyor
mu?
Kuşku olmasın ki AKP de bunun farkında. Erdoğan
geçtiğimiz yaz, Kürt sorunu üzerine yaptığı
çıkışla bu tuzağı boşa çıkarmaya
çalıştı ve kısa bir süre bu işe yaradı
da. Ama bunu sürdüremedi. Şemdinli’de ortaya çıkan
fırsatı da kullanamadı. Militarizmin karşı
atakları önünde ürktü, sindi ve ”ricat” durumuna düştü.
Oysa bu kirli oyunlara son vermek, ülkenin önünü açmak halka
güvenen, risk alan, geniş ufuklu, açık sözlü cesur
liderler gerektiriyor. Ne yazık ki Türk toplumunda henüz
böyle liderler ortalıkta yok.
Görünen o ki bu ülkede militarizmin borusu daha bir süre
ötecek. Ama bu rejimin içine düştüğü batağı
derinleştirmekten başka sonuç vermeyecek. Militarizm,
kazdığı toprağı kendi başına
döken bir köstebek gibidir. Geleceği olamaz ve ülkeye
de iyi bir gelecek sunamaz.
Yanlış politikaların mutlaka bir bedeli vardır
ve bunu er geç ülke ile birlikte onlar da ödeyecektir.
Kürt halkına gelince, özgürlük mücadalemezin başarısı,
rejimin başımıza sardığı PKK
belasından kurtulmaya ve onurlu, sağlıklı
bir yolda toparlanmaya bağlıdır.
................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|