Kirlenme, Çürüme ve Çifte Standart
Mesud Tek
Çürüme Türk toplumunu çepeçevre sarmış durumda.
Toplum, milliyetçi, ırkçı-şoven, hamasi nutuklar
eşliğinde içten içe ve son hızla çürüyor.
Çürümenin temel nedeni sömürüdür; toplumsal adaletsizliktir.
Toplumun ezici çoğunluğu nana muhtaç, açlık
sınırında yaşarken, mutlu bir azınlığın
keyfi sefa sürmesidir. İşsizliğin başını
alıp gitmesi, hak ve özgürlüklerin mumla aranır
hale gelmesidir.
Aş, iş ve özgürlük istemlerine zorbalıkla,
kan ve barutla cevap vermektir, vb...
Yapılan araştırmalar, açıklanan istatistiki
bilgiler ve yaşananlar, Türkiye’de ekonomik, siyasal,
sosyal ve ahlak alanlarında görülmedik düzeyde bir kirlenmenin,
çürümenin yaşandığını gösteriyor.
Örneğin 2005 yılı ilk yarısında
Türkiye’de şahsa ve mala karşı işlenen
suçlarda yüzde 60’lik bir artış var.
Bu rakamlara bir felaket halini alan trafik suçları
dahil değil.
Uyuşturucu sektörüne ilişkin suçlardaki artış
oranı ise yüzde 10.
Uyuşturucu kullanma yaşı 10’a kadar düştü.
Hırsızlık yaşı da öyle. 3,5 yaşındaki
küçücük bir kız ikinci hırsızlığını
yaparken yakalandı.
Kapkaç olayları günlük yaşamın bir parçası
haline geldi.
Bu sorunun köklü çözümünden umut kesilmiş olacak ki,
uzmanlar televizyon ekranlarında kapkaçcılardan
nasıl korunacağına, saldırıya uğranılması
halinde nasıl davranılacağına dair dersler
veriyorlar!
Tinerciler ve sokak çocukları sorunu ise tam bir feleket.
„Diyarbakır Yerel Gündem 21“ tarafından yapılan
bir araştırmaya göre, sadece Diyarbakır’da
20 bin sokak çocuğu var!..
Çürümenin yol açtığı sokak şiddeti de
tavana vurmuş durumda.
Orta dereceli okullar „sokak çeteleri“ arasındaki savaşlara
alan olmuş.
Halk yığınları, “kendin pişir kendin
ye” misali, yakaladığı “suçlu”ların cezasını,
yargıya güvenmediği için kendisi kesiyor!..
Hortumlanan bankalar, kredi kartı nedeniyle yaşanan
ve gazete sayfalarıyla televizyon ekranlarından
eksik olmayan aile dramları da, çürümenin bir başka
yüzünü oluşturuyor.
Çürüme ile baskı ve zorbalık, çürüme ile devlet
terörü arasındaki orantı, doğru bir orantıdır.
Baskı ve devlet terörü, çürümeyle birlikte ve ona bağlı
olarak artar.
Çürüme ve devlet terörü; bir birini geliştirirler, bir
arada gül gibi geçinirler!..
Türkiye’de yaşanan çürümenin başta gelen nedenlerinden
birisi de, Kürt sorunun çözümsüz kalmasında, sorunun
askeri çözümünde israr etmektir.
Bir başka değişle Kürt halkına karşı
uygulanan imha ve inkar politikası, yürütülen kirli savaş
süreci militarizmi güçlendirmiş, devlet çarkındaki
çürümeyi artırmıştır.
Susurluk Raporu’nun kamuoyuna açıklanan bölümü bile,
çürümenin vardığı noktayı göstermektedir.
Son dönemlerde Yüce Divan’da yargılanan bakanların
sayısı, devlet çarkındaki çürümenin somut bir
ifadesidir. Düzen partileri liderlerinin, siyasi dengeler
uyarınca, “körler, sağırlar birbirini ağırlar”
misali, karşılıklı olarak birbirlerini
“ak”lamaları, onların suçsuzluğunu göstermez.
Genelkurmay’ın kendi içinde yolsuzluk ve rüşvet
nedeniyle başlattığı soruşturmalar
bir yana.
Son dönemlerde “ortaya çıkartılıp çökertilen”
çeteler içinde, yüksek rutbeli subaylarla, militarist çarkın
birer dişlisi haline gelen korucu ve PKK itirafcılarının
yer aldığı çetelerin önemli bir yekün tutması,
çürümenin vardığı boyutu göstermektedir.
Türkiye’de militarizmin ekonomi, yargı, basın,
idare, ve benzeri alanlarda toplumu bir ahtapot gibi sarıp
sarmaladığı bir gerçek.
Görevde olanı ve emeklisiyle generallerin, başta
Kürt halkı olmak üzere demokrasi, barış ve
AB yanlılarını tehdit etmeleri bu nedenledir.
Jandarmanın, Jandarma Genel Komutanlığı
Kurmay Başkanı’nın emriyle, Diyarbakır’da
görev yapan vali, kaymakam ve öteki üst düzey yöneticileri
fişlemesinin arkasında, sivil yöneticilere güvenmeyen
militarist çark vardır.
Yaşar Büyükanıt’ın, Van Mahkemesi tarafından
39 yıla mahkum edilen Şemdinli bombacılarından
birini, “tanırım, iyi çocuktur” diyerek açıktan
sahiplenmesi, bu nedenledir.
Korgeneral Altay Tokat’ı cesaretli kılan da bu
militarist çarktır.
“Müsaade etseler, kimyasal silah kullanır, bölgede ot
bitmesine bile izin vermem” diyecek kadar gözü kara bir Kürt
düşmanı olan Altay Tokat’ın, görev bölgesindeki
eylem çetelesine ilişkin bilgiler, İnsan Hakları
Derneği’nin açıklamasında var: 383 ölü ve 125
kayıp.
Unutmamak gerekir ki bu rakamlar İnsan Hakları
Derneği’ne ulaşan ya da derneğin ulaşabildiği
rakamlar. Gerçek rakamların, verilenlerden kat be kat
fazla olduğuna kuşku yok.
Altay Tokat, sırtını dayadığı
sistemin ne kadar güçlü olduğunun bilincinde.
Emekli korgeneral, öteki meslektaşları gibi, koca,
koca profesörlerin, hukuku yutmuş hakim ve savcıların,
medya kuruluşları sahip ve yöneticilerinin, generaller
karşısında nasıl hazırola geçip birifing
alarak aydınlandıklarını biliyor.
Bu kesimlerin kararlarını, manşetlerini buna
göre tesbit ettiklerinin de farkında.
Onu böylesine pervasız yapan da parçası olduğu
militarist çarka duyduğu güven.
Kaldı ki Altay Tokat bu güvenin de haksız da sayılmaz.
Başta Adalet Bakanı olmak üzere, Yargıtay,
Barolar Birliği ve öteki yargı kuruluşları
bunca zaman geçmesine karrşın, sessizliğini
koruyorlar.
Hukuku korumakla yükümlü olan Barolar Birliği Başkanı,
bu konudaki görevini yerine getireceğine, Altay Tokat
hakkında suç duyurusunda bulunacağına, hükümeti
Güney Kürdistan’a saldırmada ikircimli davranmakla suçluyor.
Türk ordusunun bir an önce Güney Kürdistan’a girmesini istiyor.
AB ve reform şampiyonluğuyla övünen hükümet ise
tam bir aymazlık içinde, militarizme, resmi ideolojiye
teslim olmuş, kendi mezarını kazmaya devam
ediyor.
Bilindiği gibi, yöneticileri ve üyeleri arasında
yüksek rütbeli subayların bulunduğu Sauna ve Atabey
çeteleriyle birlikte, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)
de ele geçirilmişti. Başbakanlığın,
çetelerin elinde olan ve Danıştay’ın istediği
MGSB’yi “gizlilik” gerekçesiyle göndermemesi, çürümenin nerelere
kadar vardığını gösteriyor.
Türk medyasının önemli bir bölümü, eskiden olduğu
gibi şimdi de militarist çarka hizmete devam ediyor.
Halka yanlış, yalan ve şişirme haberler
pompalayarak, bilgi kirliliğine yol açıyor.
Militarist yapının en önemli payandalarından
biri olan Türk medyasının son marifetleri Güney
Kürdistan ile ilgili.
Güya Talabani’nin emri ile Irak’daki PKK kurumları kapatılmış.
Oysa PKK’ye bağlılığını inkar
etmeyen Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi Başkanı
Faik Guli, “bu konuda bize herhangi bir talimet gelmedi” diyerek
Türk basınını yalanlıyor.
Kızılelmacıların bir sitesinde yer alan
bir palavra, anlı şanlı köşe yazarlarının
derin tahlillerine neden oldu. Güya Türk Özel Kuvvetleri,
“istediğimiz zamanda seni yokederiz” mesajını
vermek için, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin
bürosunu basarak kendisini rehin almışlar!..
Buna karşılık, Kürdistan Bölge Başkanlığı
yaptığı açıklamada, sözkonusu haberin
yalanlanmaya değmeyecek kadar büyük bir palavra olduğunu
söyledi.
Türk basını son günlerde bir yandan Murat Karayılan’ın
Türkiye’ye iade edilmek üzere “paketlendi”ğine, öte yandan
da Neçirvan Barzani’nin, Murat Karayılan ile görüşüp
PKK’nin Güney Kürdistan’ı terketmesini istediğine
ilişkin uydurma hikayeler anlatıyor.
Besbellki ki tüm bunlar Güney’e yönelik müdahaleye hazırlık
için.
Hükümetiyle, muhalefetiyle, basın, sendika ve resmi
kurumlarıyla Türkiye, bir bütün olarak İsrail’in
Güney Lübnan’a ve Filistinlere yönelik saldırısına
karşı çıkıyor.
İsrail’in çocuk, kadın ve sivilleri öldürmesini
kınıyorlar.
Ama kendileri İsrail’in Güney Lübnan’da yaptıklarını
Güney Kürdistan’da yapmak için can atıyorlar.
Bu ise tam bir iki yüzlülüktür; çifte standarttır.
Çürüme, militarizm ve çifte standart.
Üçüz kardeş gibi birbirini geliştirerek birlikte
büyüyorlar, toplumu nefes almaz hale getiriyorlar.
Toplumun nefes alması için her seyden önce militarist
yapının dağıtılması gerekiyor.
Ki, bugüne kadar yaşananların da gösterdiği
gibi, bu AKP hükümetinin işi değil.
AKP hükümeti yapısı, programı ve dünya görüşü
nedeniyle, istese de bunu başaramaz.
Bu iş, bugün de devrimci, demokrat ve sol güçlerin önündeki
görevlerden biri olarak kalmaya devam ediyor.
Yazarın
önceki yazılarından:
Hizaya
Getirmek
Başbakan Doğru Söylemiyor
Şahinler ve Riyakarlar
Madımak
Zeytin Dalı
Yanlışta
İsrar
“İyi
Çocuk”lar Cenneti..
Filmi
Başa Sarmak
Erdoğan’ın
Sınavı
Süreç
ve Önümüze Koyduğu Görevler
Tek
Yanlı Aşk
Sadak’ın Sadakati
İpe
Un Sermek
Güneyli
Kürtlerin Büyük Sınavı
Kansere
Razı Etmek İçin Ölümle Tehdit Etmek
Acaba
Öyle mi?
Halepçe
Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler
Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|