TBMM Başkanı Arınç’ın
kunuşması
ve demokrasi üzerine..
Kemal Burkay
TBMM Başkanı Bülent Arınç 23
Nisan “Çocuk ve Ulusal Egemenlik Günü”nde ilginç ve yankı
uyandıran bir konuşma yaptı. Arınç özet
olarak şunları söyledi:
-
“Gizli anayasa” ya da “kırmızı
kitap” olarak nitelenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kabul
edilemez. Ülkenin temel iç ve dış politikalarını
belirleyen böylesi bir belgenin hazırlanmasında
parlamento devre dışı. Bu kavramlar gizli,
anti demokratik bir yönetimin iktidar olduğunu ima ediyor.
-
Meclisin yetkileri daraltıldı,
gücü ve yetkiyi tam kullanamıyor.
-
84 yıl önce saltanat kaldırıldı;
ama bugün kurumların saltanatı var. Bazı kurumlar
kendilerinin öncelikli ve üstün olduğunu vehmetmektedirler.
Hatta bu kurumlar reform çabalarına karşı direnmekteler.
-
İşlevini bitirmiş
ve yıllardır sorun üreten bir kurumu kaldıramadık.
-
Cumhurbaşkanını
bu meclisin seçip seçemiyeceği tartışılamaz.
-
Daha çok demokrasi için kurumların
mutabakatı aranıyor. Dünya üzerinde bunun örneği
yok.
-
Devlet inancın önünde engel;
kamusal alanın eşit kullanımını sağlamak
gerek.
-
Özgürlüklerin genişletilmesi
için güçlü bir anayasa değişikliği gerekli.
Yeni Türkiye’yi inşa etmeliyiz. Türkiye’nin milada ihtiyacı
var.
Bu doğru sözlere ne denir! Bunlar önemli
tespitler. Bunların üstelik ülkenin Meclis Başkanı’nın
ağzından çıkması çok daha önemli.
Bazıları, daha doğrusu işlerine
gelmeyenler, bu sözlerin muğlak olduğunu ileri sürdüler,
“Arınç ne demek istedi?” dediler. Oysa Arınç’ın
ne dediği çok açık. “Ulusal egemenliğin” kutlandığı
bir günde Arınç açık ve dobra konuştu, bu ülkede
demokrasi adına sahnelenen ikiyüzlülüğü açığa
vurdu.
Yıllardır biz de benzer şeyleri
daha da açık bir dille söyleyip duruyoruz. Bu ülkede
gerçek hükümetin ve gerçek parlamentonun MGK olduğunu
bilmeyen var mı? “Gizli Anayasa” da denen, ülkenin temel
politikalarını belirleyen, hükümet ve parlamento
dahil tüm kurumların uymak zorunda olduğu Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi’ni MGK belirlemiyor mu? MGK’da asıl
yetki generallerde değil mi?
Demokratik bir ülkede böyle bir şey olabilir
mi? Bu bile tek başına parlamentonun, yani yasama
gücünün yetkilerini sıfıra indirmiyor mu?
Bu ülke sözde demokratik ve ulusal egemenlik
sözde halkta. Halk ise seçtiği vekiller, yani parlamento
yoluyla iradesini belirliyor. Oysa halkın egemenliği
boş laftan ibaret.
Parlamentonun yetkilerini sınırlayan
yalnızca MGK değil elbet. En başta bir deli
gömleği olan 12 Eylül Anayasası. Sözde bir dizi
değişikliğe uğradı, ama değiştirilmesi
yasak (!) maddeler dahil, baştan sona faşizan bir
ruhla örülmüş bu ucubenin böylesi rötuşlarla düzelmesi
mümkün değil. Eğer bu ülke demokratikleşecekse,
oturup yeni baştan dört dörtlük demokratik bir anayasa
yapmak gerekir. Ayrıca, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin
oluşturduğu ve parlamentonun üstünde demoklesin
kılıcı gibi duran başka kurumlar da var.
Örneğin ülkeyi bir partiler mezarlığına
çeviren Anayasa Mahkemesi... Üniversiteleri karakola çeviren
YÖK... Yayın özgürlüğünü kuşa çeviren RTÜK...
En imtiyazlı kurum ise Ordu! Ülke bütçesinin
aslan payı oraya gidiyor. Ayrıca bir dizi vakıf...
Ayrıca başta OYAK olmak üzere bir dizi, vergiden
bile muaf şirket... Devlet ordunun harcamalarını
ve bu kurumların hesaplarını bile denetleme
hakkına sahip değil.
Ayrıca, “bitmeyen “terör” sayesinde söz
konusu “güvenlik görevlileri”ne dolgun bir tazminatın
yanısıra, uyuşturucu pastasından yüklü
bir pay, iyi haraçlar, bol rüşvetler...
Ama bundan da önemlisi ülkeyi yönetme hak ve yetkisi! Kültür
ve sanat işleri dahil, iç ve dış politikayı
ayrıntılarına kadar belirlemek! Sahip olduğu
süngü ve tank gücü de sanki yurt savunması için değil
de bu imtiyazları korumak için verilmiş!..
Değişime karşı; demokrasi
yönündeki her adımdan, en basit reform girişiminden
huzursuz oluyor, engelliyor.
Yargı, üniversite, basın dahil, herkese
birifingler veriyor, görev belirliyor, hizaya sokuyor...
Höt deyince politikacı takımı
dize geliyor...
Evet, Arınç doğru söylüyor; Türkiye’nin
çağdaş standartlara uygun demokratik bir ülke olması
için köklü bir anayasa değişikliği gerekli.
Türkiye’nin bir milada ihtiyacı var. Kurumların
saltanatına son vermek gerekli. Bizim istediğimiz
de tam budur.
Ancak sayın Arınç’ın inşa
etmeyi düşündüğü “Yeni Türkiye” nasıl bir şeydir?
Onun genişletmek istediği özgürlükler nelerdir?
İşte burada sorun var! Bizimle sayın Arınç’ın
özgürlük ve demokrasiden anladığımız hiç
de aynı şeyler değil.
Örneğin sayın Arınç “devlet
inancın önünde engeldir; kamusal alan eşit kullanılmalı”
derken haklıdır. Ama bununla kast ettiği sadece
türban olayı ve imam hatiplilerin bazı haklarıdır.
Bizim bu konuda görüşümüz belli, biz türbanın üniversitede
de, Çankaya Köşkü’nde de, Meclis’te de serbest olmasından
yanayız. İmam hatiplilere de herhangi bir ayrımcılığa
karşıyız. Yani bizim tavrımız demokratik
bir tavır. Ya peki sayın Arınc’ın?
Örneğin ya bizzat imam hatip olayının
kendisi bir ayrımcılıksa, belli bir inanç grubu
için bir imtiyazsa?. Neden devlet, belli bir inanç grubuna
ait bu okulları, hem de bu kadar çok, ihtiyaçtan fazla
kuruyor ve finanse ediyor? Bu ülkenin Müslüman çoğunluğunun
elbet imamlara, vaizlere, yani din adamlarına ihtiyacı
var; ama bunu kendisi cemaat olarak örgütleyip, binasını
yapıp, öğretmeninin maaşını ve tüm
eğitim masraflarını veremez mi? Öyle olması
gerekmiyor mu?.
Bu ülkenin Hıristiyanlarının
kiliselerini, dini okullarını, Yezidilerinin tapınaklarını
devlet mi yapıyor, din adamlarının maaşını
o mu veriyor?
Ya ülkedeki 15-20 milyon Alevi’nin dini hak
ve özgürlükleri? Onların hiç sorunu yok mu? Örneğin
cemevlerinin yapımı, Alevi din adamlarının
maaşları, filan?.
Peki Alevi, Hıristiyan, Yezidi ya da başka
inançlara mensup olanların yanısıra, herhangi
bir inancı olmayan insanlarımızın verdiği
vergilerle imam hatip okullarını ve imam maaşlarını
finanse etmenin, nerdeyse Milli Eğitim Bakanlığı
çapında koca bir Diyanet İşleri Teşkilatı’nı
devlet eliyle örgütleyip finanse etmenin hukukla bağdaşır
yanı var mı?
Ya okullardaki zorunlu din dersleri, yani Müslüman
olan olmayan herkese, namaz niyaz da dahil, zorla Müslümanlığı
öğretmek!..
Demek ki devlet gerçekten din alanında
eşit davranmıyor, tüm inançlara eşit mesafede
değil; bazılarına imtiyaz tanırken, bazılarına
da baskı yapıyor.
Demek ki Türk devleti, Kemalist takımının
tüm şişinmesine rağmen laik değil. Peki
sayın Arınç ve arkadaşları bu durumdan
şikayetçi mi? Bütün bu haksızlıklara, ayrımlara
bakıp “devlet din özgürlüğüne engel” diyorlar mı?.
Diyanet İşleri Teşkilatı’nın
ve okullarda zorunlu din derslerinin kaldırılmasından
yanalar mı?
Ne gezer!.. Aksine onlar bu durumdan mennun.
Bu alanda, yurttaşlar arasında eşitlik sağlansın
diye bir görüşleri, bu yönde bir çabaları yok. Çünkü
bu düzenlemede imtiyazlı durumda olan kendi inanç grupları..
Onları sadece türban özgürlüğü ve imam hatiplilerin
durumu ilgilendiriyor..
Peki Kürt sorunuyla ilgili olarak sayın
Arınç ve arkadaşları ne düşünüyorlar?
Sayın Arınç üç yıldır Meclis Başkanı
olarak politik sahnenin önünde, yetkili bir yerde; ama biz
onun Kürt sorunuyla ilgili olarak haksızlığa
karşı çıkan, eşitliği savunan bir
sözüne ve tavrına tanık olmadık. Aksine konuştuğu
zaman da ötekilerden farkı yoktu. Oysa bu ülkenin sınırları
içinde yirmi milyonu aşkın bir halk kendi dilinde
eğitim bile göremiyor. Bu devlet, o da nice kavga gürültüden
sonra ve AB üyeliğinin hatırına, ancak anadilde
kurs açma ve televizyonda haftada yarım saatlik yayın
hakkı tanıdı; onu da binbir engele, binbir
tuzağa bağlayarak...
Sayın Arınç bu konuda ne düşünüyor?
Kürtlerin de hak ve özgürlükleri onun gündeminde mi? Kürt
kimliğinin Anayasa’da tanınmasından yana mı?
Kürt dili eğitim dili olsun mu? Kürtler Türklerle eşit
haklara sahip olsunlar mı?
Buna da sayın Arınç’ın ve partisinin
evet demeyeceğini biliyoruz. Bu alanda ne düşündüklerini,
ne dediklerini de biliyoruz. Erdoğan önce “Kürt sorunu
yok!” dedi. Neden sonra var dedi ama, iyi saatte olsunlar
tepki gösterince hızla çark etti. O da “vur abalıya!”
politikasını benimsedi, Diyarbakır’daki çocukların
yaşama hakkını bile savunamadı.
Böylesine bir anlayışla, bu çifte standartla inandırıcı
olunamaz, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verilemez. Özgürlük
ve demokrasi istiyorsan, yalnız kendin için değil,
herkes için isteyeceksin. Eşitlik istiyorsan herkesle
eşit olmayı bileceksin. Onlarla el ele verip özgürlük
mücadelesi vereceksin. Kendi özgürlüğünü elde etmen de
buna bağlı.
Solcuların ünlü sloganında olduğu
gibi: Ya hep beraber, ya hiç birimiz!
Sayın Arınç ve partisi şu cezaevlerindeki
siyasi tutuklular ve hükümlüler, F-Tipi cezaevlerinde soyutlanmış,
fizik ve moral olarak ölüme terk edilmiş genç insanlar
için ne düşünüyor? Onları “topluma kazanmak” baskıyla,
hileyle, binbir zulümle onları teslim almak, inaçlarından,
siyasi görüşlerinden vazgeçirmek midir, yoksa onların
da siyasi görüşlerine saygı gösterip bir uzlaşma
ve barışçı çözüm yolu aramak mıdır?
Cezaevi koşullarını insanileştirmek, bunun
yanısıra, siyasiler için bir genel af düşünmek
daha uygar bir tutum olmaz mı?
Sen Alevileri yok sayarsan, onların haklarına
yan çizersen, desteğini alamazsın.
Sen Kürtler için de hak ve özgürlük istemezsen,
onların desteğini alamazsın.
Sen cezaevlerindeki siyasilerin de hak ve özgürlüklerini
savunmaz, onların ve yakınlarının duygularını
göz önünde tutmazsan, soldan ve tutuklu yakınlarından
destek alamazsın.
Bu ülkede gerçekten demokrasinin yokluğu
sorunu var. Bu ülkede devlet baskıcı, hatta eğer
dobra dobra konuşursak, ırkçı, şoven,
faşist! Bu ülkede temel hak ve özgürlükler geçerli değil.
Üstelik olanını da, Arınc’ın başkanı
olduğu Meclis’e gelen yeni TMY süpürüp atacaktır.
Bakalım Arınç ve onun yukarda sözünü ettiğimiz
konuşmasını alkışlayanlar, ülkeyi
en az on yıl geriye götürecek bu terör yasasına
(ama halka karşı terör) hayır diyebilecekler
mi?
Böyle bir ülkede özgürlük ve demokrasi sorunu gerçekten hayatidir.
Ama bu özgürlükleri sadece “bize” yarayanlar, işimize
gelenler diye sınırlamamalıyız. Herkes
için özgürlük ve demokrasi istemeliyiz. Buna uygun bir programı
önümüze koyup, baskı ve statükonun güçlerine karşı,
gerçek ve köklü bir değişim için mücadele etmeliyiz.
Bunun için tüm baskı görenler, hakları yenenler
el ele vermeliyiz. Ancak o zaman başarabiliriz.
Bu ise bir rejim sorunudur. Bugünkü sömürgeci
faşist rejim yerine, her yurttaşın, her toplumsal
ve etnik grubun hakkını tanıyan demokratik
bir rejim. Oysa sayın Arınç bu konuda bakın
ne diyor:
“Türkiye'nin bugün rejim sorunu değil,
rejimin sahibi olma, ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını
genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme
tartışmaları var.”
Sayın Arınç işte burada kendisinin
ve partisinin özgürlük ve demokrasi anlayışını
ele veriyor. Onu anlıyorum.. Diyor ki rejim iyidir; ama
onu biz, halkın seçtikleri yönetmeliyiz, atanmışlar
değil... Askerin etkin olduğu MGK ile; Anayasa Mahkemesi,
Danıştay gibi üst yargı organlarıyla;
üniversite rektörlerinin dükalığı olan YÖK’le
ortaklaşa, hatta onların gölgesinde değil...
Eğer öyle olursa, sayın Arınç
ve partisi için sorun yoktur. O zaman kendileri için var olan
pürüzleri kolayca temizlerler. En başta türbanı
her alanda serbest bırakırlar, imam hatiplerin,
kuran kurslarının önünü açarlar. Başka ne yaparlar,
bilemeyiz, belki tahmin edebiliriz.. Örneğin İran’daki
gibi türban ya da çarşaf zorunluluğu gelir mi, ramazanda
oruç tutmayanlar üstünde terör eser mi (daha şimdiden
işaretleri var), içki yasağı türünden yasaklar
tüm ülkeyi sarar mı? Kadın hakları daha da
törpülenir mi? Evrim teorisi yerine okullarda yaradılış
teorisi okunur mu? Hepimizi şeriata uygun yaşayan
“iyi Müslümanlar” olmaya mecbur ederler mi?.. Bilemeyiz; ama
korkumuz var ve korkmakta haklıyız. Bir İsveç
veya Kanada olmak isterken bir İran veya Suudi Arabistan
olmayalım!
Özgürlük sorununda uzlaşamazsak ben sana
niye iktidar yolunu kendi elimle döşeyeyim?..
Seçilmişlerin yönetiminin yeterince demokratik
olacağına dair bir güvence yok ki. Seçilmişlerin
diktatörlüğü olamaz mı? İran Meclisi de seçilmişlerden
oluşuyor!
Bakın siz, yüzde 10 barajı sayesinde,
yüzde 35 oyla meclisin üçte ikisini oluşturdunuz; oyların
yüzde 45’i ise boşa gitti.
Demek ki sorun sadece bir seçim sorunu değil,
seçimlerin demokratik olaması da gerekli. Kürtlerin kendi
kimlikleriyle parti kuramadıkları, özgürce programlarını
yapamadıkları, üstelik çok ılımlı
istemlerle kurulan ve adları tehlikeli (!) olmayan partilerin
de peş peşe kapandığı, Kürt halkının
seçtiklerinin ise ya parlamentoya giremediği, ya da oraya
girse bile, oradan da cezaevine gittiği bir ülkede seçim
oyunu tek başına neyi ifade eder? Sizin bunu değiştirmeye
yönelik bir programınız, örneğin yüzde 10 barajını
kaldırmaya niyetiniz var mı?.
Evet, Meclis Başkanı Arınç 23
Nisan günü iyi şeyler söyledi. Ama bir ülkeyi yönetmeye
soyunmuşlar için sadece bazı iyi şeyler söylemek,
bazı haksızlık ve kötülükleri ortaya sermek
yetmiyor. Sorunları bir bütün olarak görmek ve çözüm
için ne yapılması gerektiğini bilmek de önemli.
Demokrasi bir bütündür. Özgürlük ve eşitlik herkes için
istenmeli.
Bir ülkeye özgürlük ve demokrasi getirmek,
şer güçleriyle kavgayı göze alacak kadar cesur olmayı
gerektiriyor. Ama aynı zamanda geniş ufuklu, dürüst
ve adil olmayı da..
26 Nisan 2006
................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|