Terör ne, terörizm ne?
Kemal Burkay
İki hafta önceki “Baş Terörist Kim, PKK mı,
türk devleti mi?” başlıklı yazımda da
bu konuyla ilgili olarak Türk Devleti ile PKK’nın durumuna
değinmiştim. Rejim ve her türden sözcüleri tarafından
bu konuda akıl almaz bir demagoji yapıldığı,
kavramlar çarpıtıldığı, bu nedenle
kamuoyunun kafası karıştığı
için, terör ve terörizm kavramları üzerinde daha genişçe
durmaya ve bu açıdan TC’nin ve PKK’nın durumunu
daha da somutlamaya gerek gördüm.
Terör kavramı ve tarihçesi
“Terör” sözcüğü için Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı
Türkçe sözlükte şöyle deniyor: Yıldırma, korkutma,
tedhiş... “Terörist” için de “tedhişçi” deniyor.
İngilizce Redhouse sözlüğünde ise “teror”için “dehşet,
korkunç şey”; “terörist içinse “tedhişçi, dehşet
salan kimse” tabiri kullanılıyor.
Bu kavramları biraz açalım. Besbelli terör kavramı
şiddet içerir. Ama her şiddet terör değildir.
Örneğin iki kişinin kavgası şiddet içerse
de bir terör olayı değil. Bu kavgada taraf olan
kişilere de “terörist” diyemeyiz. Her çatışma,
her savaş da terör demek değil.
Bir şiddet eyleminin veya eylemlerinin terör sayılması
için, onun ya da onların, korku ve dehşet salmaya,
böylece hem karşı tarafı, hem de onunla birlikte
başkalarını sindirmeye yönelik olması
gerek.
Terör kavramı Fransız ihtilali döneminde ortaya
çıktı. Krallık yıkıldıktan sonra
“terör dönemi” diye adlandırılan bir dönem yaşandı.
Bu dönemde halk mahkemeleri denen ve sıradan insanlardan
oluşmuş mahkemelerde krallık yandaşları,
soylular ve devrim karşıtı sayılan insanlar
hakkında yığınla idam kararları verildi.
Bu mahkemelerde örgücü kadınlar ün saldılar; bir
yandan örgülerini örerken bir yandan da karşılarına
gitirilen kişilere idam kararları biçtiler! Bu dönemde
fransızların ünlü infaz aracı giyotin habire
çalıştı ve kelle aldı.
O dönemin Fransız Parlamentosunda Jakobenler radikal
tavırlarıyla ün salmıştılar. Onların
başını da Robespiyer çekiyordu. Ne var ki Jakobenlerin
birbirlerini de giyotine göndermeleri çok sürmedi. “Devrim
çocuklarını yiyor,” sözü o günlerde söylenmiştir.
Devrimin öncü kadrolarından Danton giyotine giderken
Robespiyer’e dönerek şöyle dedi:
“Unutma Robespiyer, yakında sıra sana gelecek!”
Gerçekten de öyle oldu. Çok geçmeden Meclis, Robespiyer’in
estirdiği terörden öylesine korkuya ve dehşete kapıldı
ki, onu giyotine göndererek korkusunu yatıştırdı!
Her terör olayı terörizm değil
Denebilir ki terör, yani şiddet kullanarak karşıtlarını
ürkütüp sindirmek, kamuoyuna dehşet salmak tüm devrimlerin
ve karşı devrimlerin doğasında var. Ancak
her “terör” olayı da “terörizm” değildir. Terörizm,
amaca ulaşmak için şiddeti ve terörü başlıca
yöntem haline getirmektir. Aynı zamanda başkaca
mümkün yöntemleri, örneğin siyasal ve barışçıl
mücadele biçimlerini, diyalogu, uzlaşarak bir çözüme
varmayı küçümsemek veya reddetmektir.
Devrimci mücadele ile terörizm, devrimci ile terörist arasındaki
fark da burada yatar. Devrimci mücadelede kitlelerin kazanılması
için siyasal çalışma, propaganda, ajitasyon, örgütlenme
ve kitle mücadelesi esastır. Terörizm ise kitlelerin
kazınılması gereğini ve buna yönelik siyasal
çalışmayı önemsemez. Asıl, ya da temel
olarak zor ve şiddete dayalı yöntemlerle sonuç alacağına
inanır.
“Savaş siyasetin uzatısıdır,” sözü ünlüdür.
Ama terörizm siyaseti savaştan ibaret görür...
Lenin, kitlelerden kopuk ve devrim koşullarını
gözetmeyen küçük grupların bu türden devrimci şiddetini
“bireysel terörizm” olarak nitelemiş ve bunun sonuç vermeyeceğini,
gereksiz yere rejimin karşı terörünün artmasına
yol açacağını söylemişti.
Öte yandan, kurulu düzenin sahipleri bu kavramları genellikle
diledikleri gibi yorumlamakta ve dejenere etmektedirler. Örneğin
sömürgeciler, kendilerine başkaldıran halkları,
onların direnişlerini genellikle “terörizm”, “isyan”;
onları da “terörist, asi” gibi kavramlarla suçlamışlardır.
Fransızlara göre Cezayir direnişçileri “asi” idiler...
(O yıllarda Cezayir halkını değil de Fransız
sömürgecilerini destekleyen Türkiye’nin yöneticileri de öyle
demekte idiler!) Fransızlar ve Amerikalılar, özgürlük
için savaşan Vietnam direnişçileri için de “Vietkong”,
yani “Vietnamlı asi” tabirini hep kullandılar.
Hitler, Reischtag yangınını yüklediği
Dimitrov’u terörist ve anarşist olmakla suçlamıştı.
Türk egemen ve sömürgeci güçleri için de rejime karşı
çıkanlar, eleştirenler, özgürlük isteyenler, eğer
solcu iseler “yıkıcı, anarşist, komünist
ve terörist”tirler; eğer Kürt iseler “bölücü, ayrılıkçı,
yıkıcı ve terörist”tirler!..
Oysa herhangi bir ülkede ve herhangi bir durumda teröre egemenler
de başvurabilir, düzene karşı olanlar da. Bazan
da bir konumdan diğerine geçilebilir. “Kızıl
Kımerler”in lideri Pol Pot, direniş sırasında
iyi-kötü bir devrimci iken, iktidarı alınca bir
teröriste dönüştü; kuru yaş demeden aydın kıyımına
girişti, ülkesini kurukafa deposu haline getirdi. Kentliler
ve gözlük kullananlar bile ona göre yok edilmesi gereken burjuvalardı!
Halkların özgürlük için direnişleri terörizm
değil
Zulme ve sömürüye karşı halk ayaklanması veya
savaşı, terör içerse de “terörizm” değildir.
Cezayir halkının mücadelesi besbelli terörizm değildi.
Ama Fransız işgal yönetimi Cezayir halkına
özgürlük tanıyacağına, uzlaşma yolları
arayacağına, yoğun bir şiddetle cevap
verdi. İşkence ederek, tutukluları helikopterlerden
atarak, yargısız infazlarla savaş suçları
işledi. Bu, Cezayir halkının direnişini
kırmak için yoğun, aşırı şiddet
kullanma, korku ve dehşet salma yöntemiydi ve düpedüz
terörizmdi.
Vietnam halkının kurtuluş mücadelesi de elbet
terörizm değildi. Ama, bu halka karşı Fransızların
ve ABD’nin işgalci, sömürgeci posizyonu bir yana, direnişi
bastırmak için başvurdukları -savaş suçu
da teşkil eden- pek çok yöntem (örneğin napalm kullanılması,
köylerin yakılması, My Lay katliamı gibisinden
toplu kıyımlar, işkenceler, tabutluklar) aynı
zamanda tipik terörizm kapsamına giriyordu.
Bir başka deyişle devletler de terörist olabilir
ve sık sık olmaktadırlar!
Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesi,
özgürlük için direnişi de ister silahlı, ister silahsız
olsun elbet terörizm değildir. Nitekim Irak ve İran
Kürdistanlarında uzun yıllar partizan savaşı
yürüten Kürt örgütlerini ve liderlerini kimse terörizmle suçlamadı.
Geçmişte yer alan nice Kürt ayaklanmasını da.
Zulme karşı direnmek Birleşmiş Milletler
Sözleşmesinin de tanıdığı temel haklardandır.
Özgürlük için bir zulüm rejimine karşı savaşmak
nasıl suç olabilir? Ama bir halkı özgürlükten yoksun
kılmak ve bunu zor ve şiddet yöntemleriyle sürdürmek
en büyük insanlık suçlarından biridir.
TC’nin tarihi bir terör tarihidir
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise teröre başvurmak, onu
temel bir yöntem yapmak bakımından tipiktir ve belki
en uç örneklerden biridir. Türk rejimi, daha Kurtuluş
Savaşı günlerinden itibaren sola, işçi hareketine,
emekçilere karşı başlıca yöntem olarak
terörü kullandı. TKP’nin kurucuları Mustafa Suphi
ve arkadaşları, daha ülkeye adım atarken denizde
boğduruldular. Meclisteki muhalefet, “yoksa kelleler
gider!” tehditleri ve Topal Osman gibilerine işletilen
cinayetlerle bastırıldı. Bu yetmeyince İzmir
Suikasti tezgahıyla insanlar sindirildi...
Hangi birini saymalı, Tan Matbaası baskınını
mı, Sürgün edilen bilim adamlarını mı?
Nazım’ı ve hapislerde çürütülen öteki yazarları,
sanatçıları, kaçarken başı ezilen Sebahattin
Ali’yi mi?.
Gayrimüslümlere karşı Aşkale Kampı uygulamasını
ve 6-7 Eylül olaylarını mı?
Kürt halkının özgürlüklük taleplerine karşı
da daha “Kurtuluş Savaşı” döneminde, Koçgiri
olayında olduğu gibi kıyımla cevap verildi.
Bu tutum, yani rejimin Kürtlerin haklarını tanımaktan
ısrarla kaçınması, baskı ve zoraki asimilasyon
politikası, 1925’teki Şeyh Sait ayaklanmasına
ve onu izleyen dönemdeki pek çok başkaldırıya
yol açtı.
1959’da, ortada açık ya da gizli örgüt, silah milah
da yokken, Kürt sorununu belki bürolarında, evlerinde
konuştular diye 49 Kürt aydınını, üniversite
gencini toparlayıp Harbiye’nin küflü, karanlık hücrelerinde
aylarca tutmak ve “Kürt devleti kurmak istiyorlardı”
iddiasıyla ve idam talebiyle yargılamak, acaba “terör
estirme”nin dışında ne olarak nitelenebilir?.
1960 sonrası ise hafızalarda tazedir. Canlanan
sol harekete ve Kürt ulusal hareketine karşı polis,
jandarma, komando, işkence, hapis yetmedi, devlet güdümünde,
kamplarda silahlı eğitimden giçirilen “Bozkurtlar”,
“Ülkü Ocakları”, “İlim Yayma Cemiyetleri”, “Komünizmle
Mücadele Dernekleri harekete geçirildi. Kontrgerilla devreye
sokuldu. Savcıları, emniyet müdürlerini, ünlü gazetecileri
bile kapsayan “faili meçhul” denen siyasi cinayetler, yargısız
infazlar, Maraş ve Çorum pogromları, 1 Mayıs
katliamları sahnelendi.
Bütün bunlar kitlelere korku ve dehşet salmak içindi.
Demokratikleşmemekte, halka hak ve özgürlük tanımamakta
ısrar eden rejim, başlıca yöntem olarak şiddeti
kullanmakta idi.
Kendi eliyle tezgahladığı bu terör kaldırımına
basa basa gelen 12 Eylül Faşist Cuntası’nın
ise neler yaptığı malum. Salt gözaltına
alınan ve işkence çarklarından geçen bir milyon
insanı düşünmek yeter. Salt, nazi kamplarını
aratan Diyarbakır Askeri Cezaevi’ni hatırlamak yeter.
Ya 1984’ten sonra 2000’li yıllara kadar Kürdistan’da
yaşananlar? Yakılıp yıkılan dört
bin Kürt köyü, onlarca kent ve kasaba, sürülen milyonlarca
insan, binlerce “faili meçhul” (aslında belli) cinayet?..
Faşist rejimin yaptığı dörtbaşı
mamur bir terörizm değil miydi?
Sömürgeci rejimin ta 1920’lerden bu yana Kürt halkına
yaptıkları tipik terörizm değil mi? Neden her
Kürt ayaklanmasının –Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı,
Dersim ve daha onlarcası- ardından sivil ve savaşçı
demeden Kürtler kitlesel olarak kurşuna dizildiler, ya
da süngülenip ırmaklara atıldılar?. Hatta çoluk
çocuk değirmenlere doldurulup yakıldılar?.
Onlara korku ve dehşet salmak için değil mi? Hatta
bu yapılanlar bir soykırım değil miydi?
Yakın bir tarihte, 1980 sonrası Diyarbakır
cezaevinde uygulanan o sistemli ve akıl almaz işkenceler
neyin nesiydi?. Ya 1992 yılı Newroz döneminde Nusaybin’de,
Cizre’de, Şırnak’ta olup bitenler?. Rejim, bayramlık
elbiselerini giyerek sokağa çıkan, tümüyle barışçı
bir gösteri yapan kadın ve çocuklara neden gülle yağdırıp
sokakları kan revan içinde bıraktı, iki gün
içinde yüzden fazla insanımızı katletti?. Bu,
barbarca bir dehşet salarak “bir daha çıkıp
yürürseniz işte böyle yaparım!” demek, yani terörizmin
en acımasız örneklerinden biri değil miydi?
Hatta şu son günlerde Diyarkır’da, sokağa
döküldüler, taş ve molotof kokteyli attılar, vitrin
camlarını kırdılar diye gençlere, hatta
rastgele çocuklara, bebelere bile kurşun sıkmak,
yüzlercesini tutuklayıp işkenceden geçirmek; bu
da aynı nitelikte değil mi?
İşte bütün bu nedenlerle Türk devleti tipik, eşi
az bulunur bir terörist devlettir. Onun terör edebiyatı
yapmaya bu nedenle hakkı yoktur. Bu nedenle terör üstüne
kopardığı yaygara inandırıcı
olmaz.
Bir terör aygıtı: PKK
PKK’ya gelince, onlarca, belki yüzlerce kez yazdık:
PKK, gücü şu anda da ne olursa olsun, arkasından
gidenler az ya da çok olsun, Kürt halkını temsil
eden örgüt değil. O 1970’li yıllarda rejimin kendisi
tarafından kuruldu. Kürt hareketini terörize etmek için.
Apo MİT’in kullandığı bir elemandı.
Daha Tapu Kadastro Okulu’nda okurken “Komünizmle Mücadele
Derneği” üyesiydi..
Ve rejim bunu başardı. Kürt hareketini Apo ve PKK
eliyle terörize etti. 12 Eylül Cuntası, yönetime el koymak
için PKK’nın terörist eylemlerinden de büyük ölçüde yararlandı.
Partiya Karkerê Kurdistan, yani “Küristan İşçi
Partisi” gibi yurtsever ve devrimci bir adla ortaya çıkan
bu sahte örgüt, daha baştan Kürt yurtsever hareketini,
özellikle de Özgürlük Yolu’nu (PSK), KUK’u, Devrimci Demokratları
ve Kürdistan’daki TKP’li veya başka türden sol unsurları
düşman ilan etti, onlara karşı tehdit ve cinayetlere
yöneldi.
PKK Şiddet dışında her türlü legal siyasal
çalışmayı reddediyor, hatta ihanet sayıyordu.
Tartışma diye bir derdi yoktu, diğer devrimci
ve yurtsever örgütlere karşı kullandığı
tek yöntem şiddetti.
Sözde feodalizme karşı mücadele adına kullandığı
tek yöntem de şiddetti. Böylece Kürdistan’da aşiret
kavgaları çıkardı, kan davalarını
derinleştirdi. Bir bölüm aşiretleri sömürgeci rejimin
kanatları altına itti.
Halkı kendi tarafına kazanmak için başvurduğu
yöntem de şiddetti. Nitekim, 1984’te sözde Kürdistan’ı
kurtarmak için başlattığı silahlı
eylemlerin ardından, çocuk ve kadın demeden korucu
köylerinde kitle katliamları gerçekleştirdi.
Kürdistan’da ve Avrupa’da kendisine eleştiri yönelten
Kürt ve Türk devrimcilerine şiddet uyguladı; Newroz
gecelerini bastı, dernekleri kundakladı, birçok
cinayetler işledi.
PKK içinde hiçbir zaman demokratik bir tartışma
ortamı olmadı. İzlenen politikaları yanlış
bulup eleştirenlere karşı şiddet uygulandı;
pek çok kadro daha PKK içindeyken veya ondan ayrıldıktan
sonra katledildi.
Daha sonra Avrupa’ta estirdiği terör çılgınlığı
ile adını teröriste çıkarırken Kürt hareketinin
de imajını bozdu.
PKK 1990’lı yıllarda, özerk bir statü kazanmış
olan Güneyli Kürtlere, Kürt hükümetine, Kürt partilerine (KDP
ve KYB) karşı sürekli savaştı...
Bütün bunlar şiddeti temel alan, politikasını,
birliğini korku ve dehşet salma üstüne bina eden
tipik terörizmdi.
Ama sadece terörizm değildi, Kürt halkına ihanetti.
PKK bu amaçla kurulmuştu ve ipler bir dönem Suriye-İran
gibilerin eline geçtikten sonra bile Türk devletinin PKK içindeki
eli tümden kaybolmadı.
Onun içindir ki biz, daha 1980’li yılların başında
PKK’nın adını koyduk ve onun yaptığının
bir halk savaşı olmadığını,
“halka karşı savaş” olduğunu söyledik.
PKK’nın terörü Türk devletini aklamaz
Ama, yukarda da belirtiğimiz gibi, PKK’nın terörist
olması Türk devletini aklamıyor. Aksine, bu terörist
örgütü Türk devleti ortaya çıkardı, sonra bir dönem
ipleri Suriye’ye, İran’a filan kaptırdı.
PKK nerdeyse herkes için savaştı, Türk devleti,
Suriye, Irak, İran... Hatta, onun yaptıklarından
yarar uman daha başkaları için... PKK bu yaptıklarıyla
birçoklarına hizmet etti; ama Kürt halkı hariç...
O bir tek Kürtlere hizmet etmedi ve asıl olarak Kürt
halkına zarar verdi.
1999 başından beri, yani 7 yıldır da
zaten Apo yuvaya dönmüş, Türk devletinin yeniden tam
kontrolüne ve hizmetine girmiş bulunuyor. PKK da kuzu
kuzu onu izliyor.
PKK yedi yıldır Türk devletinin ondan istediklerini
yapıyor. Öcalan, askeriyenin kontrolündeki İmralı’dan
ve Genlkurmay’ın direktiflerine göre örgütüne yön veriyor.
Bunu kör olmayan herkes görüyor.
Bu nedenledir ki PKK’nın yaptıklarından da
Türk devleti sorumludur, başkası değil.
Ayrıca PKK bile, terör ve terörizm konusundaki tüm kötü
siciline rağmen, bu alanda Türk devletiyle yarışamaz.
Onun günahlarını sayarken bazı sevaplarını
da unutmayalım. PKK 1993’ten beri kaç kez tek yanlı
ateş kesti ve sorunun barışçı çözümüne
yolu açtı. Türk rejimi bunu kabul etmedi, fırsatların
tümünü ayağıyla itti.
1999’dan beri ise Apo yeniden rejimin avucunda. Silahlı
eylemi tümüyle durdurdu ve Türk devletinin istemine uyarak
silahlı güçlerini sınırın öbür yanına,
Güney Kürdistan’a kaydırdı. Eğer bir genel
af çıkarılsa dağdakilerin tümü silah bırakacaktı;
Apo da dağdakiler de bunu kaç kez açıkladılar.
Ama rejim bunu yapmadı, “silahlarıyla birlikte gelip
teslim olsunlar!” diyerek suyu yokuşa sürdü.. Dağdaki
adam silahıyla gelip teslim olarak müebbedi, ya da 15-20
yıl hapsi göze alır mı?
Ama ben inanıyorum ki, bunu bile yapsalardı, devlet
yine PKK’sız edemezdi; ne yapar eder, dağlarda yeni
bir PKK yaratırdı!
Nitekim silahlar beş yıldır susmuşken,
Apo ve PKK tam bir güvercin ve de üniter devletçi-Kemalist
olmuşken, PKK adını bile terk etmişken,
İmralı’dan verilen direktiflerle yeniden eski adı
aldırıldı ve yeniden savaş pozisyonuna
sokuldu.
Çünkü Türk militarizminin, statükocu güçlerin, derin devletin
buna ihtiyacı vardı!..
Bunu görmeyen kördür. Bunu gördüğü halde söylemeyen
korkaktır. Bunu gizlemeye çalışan ise alçaktır.
Bu nedenledir ki Türk devletinin sözcüleri, “PKK terörü”
demagojisiyle ne Kürt ve Türk halkını, ne de dış
kamuoyunu kandırmaya kalkmasınlar; bu sahtekarlıktır.
................................................................................
Yazarın önceki yazılarından:
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|