Zor Günler
Mesud Tek
Erdoğan’ın, muhalefet liderleri ve öteki devlet
yetkililerinin yaptıkları son açıklamalar,
yaşanan gelişmeler, Türkiye’de yanlışta
israrın devam edeceğini gösteriyor.
2007 yılının zorlu geçeceğine dair tahminlerini
doğruluyor.
Yanlışta israr kendini en çok da Kürt sorununda
gösteriyor; hem sınırın bu tarafında,
hem de öteki tarafında..
PKK’nin ilan ettiği tek yanlı ateşkesin yolaçtığı
nisbi yumuşama ortamından yararlanmayan, Kürt sorununun
çözümü için kılını kıpırtdatmayan
AKP hükümetinin başı, gerçekleri çarpıtmaktan
da geri durmuyor.
Biz Rustemê Zal’ı (Zaloğlu Rustem) Kürt bilirdik.
Meğer Erdoğan da Zaloğlu Rustem’miş.
Baksanıza, son ABD gezisinde, “Kürtlerin hakkı
diye bir şey yok” diyen Erdoğan, bu söylemini Türkiye’de
de sürdürüyor ve Kürt sorununun çözüldüğünü söylüyor.
Kanıt olarak da yapılan yatırımları,
dağıtılan Yeşil Kartları sıralıyor.
Aşağı yukarı yüzyıllık bir
geçmişi, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yönleri
olan bir sorunu, “Kürt sorunu daha fazla demokratikleşmeyle
çözülecek bir sorundur” söyleminin mürekkebi kurumadan, üzerinden
henüz iki yıl geçmeden çözmek, hem de bunu AB kaynaklı
değişim rüzgarları zayıflamışken
başarmak için, ya Rustemê Zal olmak gerekir, ya da...
Gerisini söylemeye siyasi terbiyem elvermiyor!..
Erdoğan ve hükümetinin bu tavrını, Güney Kürdistan’a
yönelik son söylemlerini sadece “Çankaya Savaşı”ndan
ve genel seçimlerden başarıyla çıkma istemine
bağlamak, aşırı bir iyimserlik olur.
Kuşku yok.
Erdoğan ve hükümetinin sözkonusu söylemlerinde militaristlerin,
şoven milliyetçilerin gönlünü hoş tutma arzusunun
etkileri vardır.
Ama asıl neden AKP’nin programı, dünya görüşü
ve ufkudur; generaller karşısında dize gelmesidir.
Ve bugüne kadar yaşananlar, bu partinin Kürt sorununu
çözecek programa, kararlılık ve ufka sahip olmadığını
defalarca ortaya koymuştur.
**
Hükümeti ve muhalefetiyle tüm TC yetkilileri, Mustafa Kemal’in
“Yurtta sulh cihanda sulh” sözüne sık sık atafta
bulunurlar.
Bu söylemi, TC’nin barışçılığının
delili olarak sunmayı çok severler.
Kuruluşundan bu yana Kürt halkına karşı
savaşan bir devletin, içerde ne kadar “sulhçu” olduğunu
söylemeye gerek yok!..
Ama dışarda “sulhçu” görünmek zorunda kalan TC,
son günlerde, özellikle Irak ve Kürdistan’a yönelik tehdit
ve santajlarının da ortaya koyduğu gibi, barışseverlikten
vazgeçmişe benziyor.
Kerkük ve araplaştırma poltikasına maruz kalan
öteki Kürt illeriyle ilgili Anayasal süreç ilerledikçe, Türk
devleti sulhtan vazgeçiyor, saldırganlığını
giderek artıyor.
TC yöneticileri “Kerkük’ün demografik yapısının
değişmesi” karşısında sessiz kalmayacaklarını
her fırsatta dile getirdiler, getiriyorlar.
Kerkük’ten uzak durmaları konusunda Kürtleri “uyarı”yorlar;
tehdit ediyorlar.
Bununla yetinmeyip Irak’ın içişlerine müdahale
ediyorlar.
Irak’da ne kadar federasyon ve demokrasi karşıtı
varsa hepsini, İstanbul’da yapılan bir konferansta
bir araya getiriyorlar.
Güney Kürdistan’daki eski serokçaşları örgütlüyor
ve önlerine Kerkük’ün Kürdistan Hükümeti sınırlarına
katılmasını önleme görevini koyuyorlar.
Mezhep çatışması çıkartmakla suçladıklarını,
birbirlerinin kanını içseler doymayacak olan eski
BAAS kalıntılarıyla radikal Şii Mukteda
Sadr’ı ve koçbaşı olarak kullandıkları
bir kısım Türkmenleri biraraya getiriyorlar.
Özcesi, artık bir realite haline gelen Güney Kürdistan’daki
yapıyla ekonomik ve siyasal ilişki kurulması
gerektiği söyleyen bir avuç sağduyu sahibi kişiye
kulaklarını kapatıyor, Güney’deki ulusal yapının
ortadan kaldırılması, Kerkük’ün Kürtlerin kontroluna
geçmemesi için hertürlü melanete başvuruyorlar..
Anası ve yavrusuyla muhalefet de, hükümeti bugüne kadar
niçin saldırıp Güney Kürdistanı işgal
etmediği konusunda eleştiriyor, köşeye sıkıştırmak
istiyor; saldırı ve işgal konularında
hükümete açık çek veriyor...
Bu ve benzeri politikalar başarıya ulaşır
mı?
Seçimlerde birkaç oy fazla almak amacıyla girişilen
milliyetçilik yarışı, Türk ordusunun, bir generalinin
değimiyle “askerin donunu bile veren” ABD’nin bölgedeki
varlığına ve muhalefetine rağmen Güney’e
saldırmasına yol açar mı?
TC, başta AB üyeleri nezdinde olmak üzere, uluslararası
kamuoyunda büyük bir tepki göreceği kesin olan böylesi
bir macereya atılır mı?
Bilinmez.
Ama bilinen bir şey var.
1983 yılından bugüne değin, Güney Kürdistan’a
yapılan irili ufaklı birçok askeri operasyon, sorunu
çözemediği gibi daha da karmaşık ve içinden
çıkılmaz hale getirdi.
Yanlışta israr edilmesi halinde böyle olacağından
da kuşku duyulmamalıdır.
Bilinen bir başka gerçek ise, Güney’e yönelik olası
askeri operasyonun mali faturasının emekçilere,
yoksul halka çıkartılacağı, toplumsal
çürümeyi giderek artıracağıdır.
Bu durum tüm çıplaklığıyla ortada iken,
yanlışta israr emekçilerin lokmasını küçültürken,
askeri operasyonların faturasını ödeyenlerin
sesi soluğu çıkmıyor.
Lokması küçülenler, çocuklarının geleceğini
karartan sözkonusu saldırgan ve işgalci politikaya
karşı çıkacağına, yürütülen milliyetçilik
yarışında yer alıyorlar.
Ki, bu da bir başka yanlışta isrardır.
Elbette bizim cenahda da yanlışda israr yaşanıyor.
İsrar edilen yanlışın başında,
PKK ve çevresinin kendisini Rustemê Zal’ın yerine koyarak,
Türk sol ve demokratik güçlerin bugüne kadar gerçekleştiremediği
demokratik cepheyi kurmaya talip olması, öncülüğüne
soyunmasıdır.
Hiç kuşkusuz, Kürtlerin özgürlüğü ile demokratik
hak ve özgürlükleri için yürütülen mücadele arasında
kopmaz bağlar vardır.
Ama bugüne kadar yaşanan deneyler, PKK veya bir başka
Kürt örgütünün, Türkiye’yi içine düştüğü çıkmaz
kurtarıp demokrasi ve değişim yoluna sokacak
işbirliğinin öncülüğünü yapamadığını,
yapamayacağını gösterdi.
Bu gerçekleri bile bile sözkonusu öncülüğe talip olmak
da, yanlışda isrardır.
Daha da yanlışı ve kötüsü, kendi dışındaki
Kürt siyasi örgüt ve gurupları görmezden gelmek, onları
yok saymaktır.
Kürtler arasında iş ve güçbirliğinin yakıcı
bir hale geldiği bir ortamda, bunun gereklerini yerine
getirmekten kaçınıp, Türk sol ve demokratik güçlerinin
asli görevlerine talip olmaktır.
Yanlışlarda israrın bu ölçülerde yaşandığı
bir ortamda, siyasi sürecin zorlu geçeceğini bilmek için,
alleme-yi cihan olmak gerekmiyor elbette..
Yazarın
önceki yazılarından:
Samimiyet
Sınavı
Yeni
Yıl
Ankara
Kriterleri-2
Geç
Olmadan
Gelenek
“Ne
Olacak Bu Irak’ın Hali”?
Bir
Kez Daha Kerkük Üzerine
Sembol
mü?
Demokrasi
Hayalleri
Yasaklamak
Erken
Ölüm
Törkiş
İşi Demokrasi ve Sivil Çözüm!..
Her
ikisi de aynı Orhan Pamuk
“Paşalar
Cumhuriyeti”
Cadı
Kazanı
Sıcak
Günler
Başbakan’ın
TİT Aşkı
“Bayrak
Krizi”, Gerçekler ve Görevlerimiz
“Qandil
Gönüllüleri”
Enfal
Yapışık
Üçüzler
Kirlenme,
Çürüme ve Çifte Standart
Hizaya
Getirmek
Başbakan Doğru Söylemiyor
Şahinler ve Riyakarlar
Madımak
Zeytin Dalı
Yanlışta
İsrar
“İyi
Çocuk”lar Cenneti..
Filmi
Başa Sarmak
Erdoğan’ın
Sınavı
Süreç
ve Önümüze Koyduğu Görevler
Tek
Yanlı Aşk
Sadak’ın Sadakati
İpe
Un Sermek
Güneyli
Kürtlerin Büyük Sınavı
Kansere
Razı Etmek İçin Ölümle Tehdit Etmek
Acaba
Öyle mi?
Halepçe
Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler
Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|