PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Halkı yalanla besleyen rejimler…

Kemal Burkay

Dezinformasyon, yani yanlış bilgilendirme herhalde dünyanın tüm toplumlarında vardır. Bu savaşlı, sömürülü, adaletsiz dünyada bunun olmaması mümkün mü?

Diktatörler, ezilenlerin, baskı görenlerin en ufak itiraz ve tepkilerine, kaba, sistemli bir baskıyla cevap vermek bir yana, onların düşündüklerini söylemesini bile yasaklarlar. Öte yandan da dezinformasyon yöntemine yaygın ve sistemli biçimde başvururlar. Yani onları yanlış bilgiyle besleyerek yanlış düşünmeye yöneltirler.

Ülkedeki zulüm rejimi süslenir püslenir, yüceltilir; vatan ve millet için gerekli, zorunlu gösterilir. Ülkeyi yönetenler, rejimin kurumları, sembolleri yüceltilir, büyütülür, kutsallaştırılır. Halksa bir kullar, hizmetkarlar yığını gibi küçümsenir. Ve işin kötüsü, zamanla halk da buna alışır; yönetenleri yüceltme gibi, kendisinin aşağılanmasını da doğal sayar.

Firavunlar ve Nemrutların, “Kutsal Roma-Cermen İmparatorları”nın zamanından beri bu böyledir. Onlar sözde tanrının yeryüzündeki vekilleriydi, halk ise onlara hizmet için var olan bir kullar yığını…

Sözde artık kölecilik döneminde yaşamıyoruz. Ama ne yazık ki dünyanın birçok yerinde ve şu bizim Ortadoğu’da bu hala böyle. Bu tür ülkelerde halk binbir yalanla besleniyor.

Gelişkin ve demokratik dediğimiz Batı ülkelerinde dezinformasyon, halka yalan söyleme yok mu? Elbet var. Kapitalizm gibi sömürücü bir rejim, sömürgecilik, emperyalizm gibi coğrafi ve ekonomik olarak yayılmacı rejimler hiç yalansız yaşayabilir mi? Onlara bakarsanız özgür toplum olarınki, insan hakları onlarda bir tamam var. Dünyanın örnek, yaşanası toplumları onlar...

Kapitalizmin sözcüleri bunu söylerken, her şey bir yana, ülkelerindeki milyonlarca işsizin durumunu bilmezden geliyorlar. Bu insanlar çalışmak istemedikleri için işsiz kalmamışlar. Aksine onlar, bir iş bulmak için çırpınıyorlar. Ama gençler için bile iş –ekmek gibi- aslan ağzında. Binlerce, onbinlerce meslek sahibi üniversite mezunu bile iş bulamıyor.

İşi olanlar için de hiçbir güvence yok. İyi meslek sahibi, işini iyi yapan işçi, teknisyen, mühendis, kendini bir anda kapıda bulabilir. İşyerleri, şirketler, bir anda yüzlerce, binlerce işçiyi kapı dışarı edebilir. “Özgür sistemin” yasaları böyle. Acımasız…

Sadece bu bile onca göklere çıkarılan sistemin ne menem bir şey olduğunu, gayri insani yüzünü göstermeye yetmiyor mu?

İşsiz insanın yaşamını, duygularını düşünebiliyor musunuz? İnsanoğlu, yalnızca iyi bir gelir sağlayıp ihtiyaçlarını çağdaş ölçülere göre karşılamak için değil, ama aynı zamanda bedenen ve ruhen doygunluğa erişmek için de çalışmaya gerek duyar. İnsan emeğiyle insandır, çalışıp üretmeye göre şekillenmiştir. Boş oturan biri için hayat kolay değil, güçtür, giderek anlamsızdır.

Evet, gelişkin ve görece olarak demokratik ülkelerde de dezinformasyon var. Egemenler ve yönetenler ellerindeki güçlü iletişim ve propaganda araçlarıyla, kilise, okul, üniversite; radyo, TV, internet yoluyla, kamuoyunu kendi çıkarlarına uygun biçimde şekillendirirler.

Ne var ki yine de söz konusu gelişkin ve demokratik ülkelerle diktatörlükler, Ortadoğu’daki türden baskı rejimleri arasında büyük fark var. Demokratik ülkelerde insanların ağızları, yasalarla, jandarma dipçiği, polis copu ile bağlanmamıştır. Koşullar ve araçlar eşitsiz de olsa, düşündüğünü söyleme özgürlüğü vardır. Rejim, hoşuna gitmeyen düşüncenin sahibini zindana göndermiyor, örgütlenme hakkını keyfince engellemiyor, siyasi partileri keyfince kapatmıyor.

Şu 11 Eylül sonrası yaşananlar bile bunun kanıtı. Amerika Afganistan’a, Irak’a savaş açtı, iki ülkeyi de işgal etti. Ama Amerika’da düşünce özgürlüğünü yok etmedi. Demokrat Parti savaşa karşı çıktı. Senato’da, Temsilciler Meclisi’nde savaş karşıtları tavırlarını bugüne kadar sürdürdüler. Amerikan basınında da öyle; Bush yönetimi, savaş ve savaşta yaşananlar nedeniyle, örneğin savaşın yol açtığı sivil kayıplar, işkenceler, yargılama biçimleri yüzünden en ağır biçimde suçlandı, karikatürlere alaylara konu oldu. İngiliz yönetimi de öyle.

Londra’da Araplar tarafından çıkarın Şark ül Evsad ve Kuds ül Arabi gazetelerinde yazılanlara bakmak bile aradaki farkı anlamaya yetiyor. Bu gazeteler Bush yönetimine ve Blair’e en ağır saldırıları yöneltiyorlar. Irak’taki azgın terörü, Hizbullah ve Taliban’ın eylemlerini bile “direniş” adı altında hararatle savunuyorlar. Ama kimse de onlara “bizim ülkemizde, bunları ne hakla, ne cesaretle yazıyorsunuz?!” demiyor. Londra’daki yöneticiler, politikaları ne kadar doğru, ne kadar yanlış, ayrı bir konu, ama karşıtlarının düşünce özgürlüğüne –bu karşıtları terörist unsurların avukatlığını yapsa bile- saygılılar. Bir Ortadoğu ülkesinde, hadi Taliban Afganistanı’nı Saddam Irakı’nı, Esad Suriyesi’ni bir yana bırakın, Türkiye’de bunu düşünebiliyor musunuz?..

Batının kapitalist, liberal sistemi doğal olarak kendini savunuyor ve örnek gösteriyor. Buna karşılık emekçilerin çıkarlarını savunan düşünceler ve örgütler de serbest. 2. Dünya Savaşı’ndan, yani Faşizmin yenilgisinden beri, tüm Batı ülkelerinde komünist ve sosyalist partileri serbest. Zaten çoğunda daha önce de serbestti. Onların şimdi Avrupa Parlamentosu’nda da büyük, etkili grupları var. Bazı sosyalist partiler, henüz bizim düşündüğümüz anlamda sosyalizmi kuramamış olsalar bile, birçok ülkede iktidarlar.

Bu ülkeler eğer düşence ve örgütlenme özgürlüğüne, toplanma ve gösteri haklarına saygılı iseler, bu kendilerine güven duydukları içindir. Bir de Türkiye gibi bir ülkeyi düşünün.. Başından beri hem kendisine, hem halkına güven duymayan bir rejim. Başından beri düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yok. Sosyalist sistemin yıkılışından bu yana, yani son yıllarda sosyalist ve komünist adını taşıyan  partiler sözde serbestse de, onlar da öteki partiler de programlarını diledikleri gibi düzenlemekte, ülke sorunlarının çözümüne ilişkin olarak bir çok konuda önerilerini serbestçe dile getirmekte hiç de özgür değiller.

Örneğin Kürt ve Kürdistan adını adını taşıyan bir parti bugün de yasak. Bu bir yana, hiçbir parti, ister sosyalist, ister liberal olsun, Kürt sorununa programında dilediği gibi yer veremez, demokratik, eşitlikçi, örneğin federal bir çözüm öneremez. Siyasi Partiler Yasasası’nın ve 1982 Cunta Anayasası’nın binbir engeli, önlerinde duvar gibi duruyor.

Ama Kürt sorunu bir yana, bu partiler anti-militarist bir tutum da alamazlar; ordu bu ülkede bir tabu. Bu partiler, nerdeyse yüzyıllık, donmuş ve taşlaşmış resmi Kemalist ideolojiyi de eleştiremezler. Kemalizm bir tabu…

Yalnız siyasi partiler, dernekler, yani örgütler değil, aydınlar da, yazar çizerler de bu tabulara el uzatamaz. Polis ve savcı onların yakasına yapışmaya hazır.. Onları bekleyen yalnızca ağır hapis ve para cezaları değil, aynı zamanda rejimin başka türden beslemeleri, bir takım Ku-Kluks-Klan türü sivil, saldırgan, linççi gruplar, onların özgürlüğünü, can güvenliğini tehdit ediyor. Daha dün Orhan Pamuk’a, Hrant Dink’e, şimdi Perihan Magden’e, Elif Şafak’a olanlar bunun örneği.

Türkiye’de sistem, cumhuriyet dönemi boyunca, yani seksen yıldan fazladır ülkeyi hep sıkıyönetimlerle, olağanüstü hallerle yönetti. Çünkü bu yönetim ülkenin halkını güvenilmez, tehlikeli ve ancak zorla, tehditle “hizaya getirilecek” değersiz bir yığın gibi gördü. Şimdi de, Avrupa Birliği’ne üyelik için göstermelik reformlar yaparken, aynı tavırdan bir türlü el edemiyor.

Dün, Terörle Mücadele Yasasına, Kürt halkını daha kolay ezebilmek için gerek duyulmuştu. Kıyımlar yaparken, binlerce köyü, onlarca kasabayı yakıp yıkıp boşaltırken; yüzlerce, binlerce Kürt yurtseveri ve aydın “faili meçhul” denen olaylarda devlet güdümlü katiller tarafından yok edilirken, ya da cadde ortasında yargısız infaz edilirken basından ses çıkmamalıydı.. Kimse duymamalı; duysa, görse bile, başkasına söylememeliydi!

Bugün de aynı nedenlerle aynı yasaya gerek duyuldu ve yeniden, ağırlaştırılarak, polis ve askere nerdeyse sınırsız bir öldürme yetkisi tanınarak çıkarıldı ve ilk örnekleri görülmeye başladı bile. Bildiri dağıtan 15 yaşındaki Kürt –genç bile değil, çocuk- başından vuruldu. Başka bir olayda, evinin balkonunda kahve için bir kadın da polisin keyfi kurşunlarına kurban gitti.

Türk basını kadar sistem tarafından manipüle edilen, savaşın ve militarizmin hizmetinde bir basın dünyada belki yoktur. Belki Hitler Almanyası’nda, Saddam Irakı’nda vardı. Dikkat ediyor musunuz, nerdeyse bütün TV yorumcuları, spikerler, köşe yazarları, muhabirler Irak sınırları içindeki Güney Kürdistan’dan, ağız birliği etmiş gibi, “Kuzey Irak” diye söz ediyorlar. Mesut Barzani için “Kürdistan Bölge Başkanı” diyemiyorlar… Çünkü kendilerine böyle direktif verilmiş; “Sakın ha, Kürdistan adını kullanmayın!” denmiş.. Böylece yalnız Türk devletinin sınırları içindeki Kuzey Kürdistan değil, Kürdistan’ın tüm parçaları yok sayılıyor. Irak devleti ve bu ülkedeki tüm taraflar, bağdat hükümeti dahil, hatta bir dönemler Saddam yönetimi dahil, şu “Kuzey Irak”a, kendi adıyla “Kürdistan” dedikleri halde…

Evet, Türk rejimi kadar kendi halkına güven duymayan, ona yalan söyleyen, onu aldatan rejim azdır. Böyle bir rejimin demokrasi ile ilgisi olabilir mi? Onun, Ortadoğu’nun öteki çağı dolmuş diktatörlük rejimlerinden, Irak ve Suriye Baası’ndan, İran’daki Mollalar rejiminden bir farkı var mı?

Evet var! Mollalar bile Kürdistan’a Kürdistan diyorlar! Hatta bir İran uçağı “Kürdistan” adını taşıyor..  Ve İran’da Şah döneminden, 1950’lerden beri Kürtçe radyo yayını var. Şimdi de televizyonda Kürtçe yayın… Eğer Türkler, şu son dönemdeki “al gülüm-ver gülüm” ilişkileri içinde onları buna pişman etmezlerse, bu belki daha da genişler..

Yazarın önceki yazılarından:

Irak’ı bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun yıkımına kim ağlar?
Terör ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık mı, sanık mı?.
Şemdin’in yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı olmasın?..
Çetelerle mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi esir alan ahtapot...
Sular ısınırken...
”Sanki herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu bir darbe değil mi?
Terör ne, terörizm ne?
TBMM Başkanı Arınç’ın kunuşması ve demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı, tutku ve akıl...
Derin devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç ve Ceza
Yine bir şeyler dönüyor…
Sistem çürümüş, dökülüyor
Irak’ta iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey olanlar..
ŞOVENİZMİN ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At izi it izine karışırken..
HAMAS ve PKK…

Sağduyu ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin üstü örtülüyor
Adalet mi rezalet mi?.
Genelkurmay Gladyosuna sahip çıktı!
Türk Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?

Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2006