Uygarlıklar Savaşı mı?
Kemal Burkay
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ölçüsünde
bir sıcak savaş yaşanmadı; ama pek çok
bölgesel savaş, iç savaş, devrimler ve karşıdevrimler
yaşandı. Bir de elbet iki sistem arasındaki
soğuk savaş.
1980’li yılların sonunda sosyalist sistem çöküp
soğuk savaş da sona erince dünyamızda görece
olarak daha barışçı bir dönemin yaşanacağı,
bölgesel savaşların tümüyle sona ermese bile azalacağı,
devrim ve karşıdevrimlerin döneminin artık
geçtiği yaygın bir kanı idi. Çünkü üçüncü dünyadaki
sosyalist devrimler, en büyük desteklerini, SSCB’yi ve diğer
sosyalist ülkeleri yitirmişlerdi. Ulusal kurtuluş
hareketleri ise zaten, Kürdistan, Belucistan gibi gecikmiş
birkaç ülkenin dışında, olup bitmişlerdi..
Irak, Suriye ve benzeri, soğuk savaş durumundan
yararlanıp ayakta kalan sol makyajlı üçüncü dünya
diktatörlükleri ile sosyalizme karşı desteklenen
faşist ve şeriatçı rejimler için de artık
eski güzel günler olmayacaktı; birincilere hami, ikincilere
ise ihtiyaç kalmamıştı..
Bu beklentiler bir ölçüde gerçekleşti. Yani devrim dalgası
dindi ve buna bağlı olarak karşıdevrim
türünden faşist darbeler de. Ortadoğu’daki çağı
dolmuş şeriatçı rejimler ve üçüncü dünya diktatörlükleri
için de eski güvenceler kalmadı. Bazıları,
örneğin Afganistan’daki Taliban, Irak’taki Baas rejimi
sahneyi terk ettiler bile. Ötekiler de şu veya bu şekilde
sıralarını bekliyor.. Geçmişten kalan
bazı iç savaşlarda (İrlanda sorunu, İspanya’daki
Eta sorunu gibi) uzlaşma dönemi açıldı. Öte
yandan, sosyalist sistemin dağılması ve çökmesi,
dünya dengesinin sarsılması üzerine bazı bölgelerde
ve ülkelerde ayrışmalar, çatışmalar, bölgesel
savaşlar da yaşandı. Örneğin Kafkaslar’da
Azeri-Ermeni çatışması, Çeçenistan, Gürcistan;
Balkanlar’da Bosna ve Kosova savaşları…
Bu doğaldı. Ayrıca mevcut savaş ocaklarının
ve süregelen bölgesel çatışmaların bir anda
ve tümden sona ermesi beklenmiyor, sürecin inişli çıkışlı
olacağı tahmin ediliyordu. Nitekim İsrail-Filistin
barışı kesintiye uğradı ve giderek
daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Kürdistan’ın
çeşitli parçalarındaki çatışma ortamı
da, Güney’in özel durumu dışında, sorun çözülmediği
için devam ediyor.
Öte yandan, hesapta olmayan kimi olumsuz gelişmeler
yüzünden, dünyamızda beklenen görece istikrarlı
bir barış ortamı gerçekleşmedi. Bu etken
İslam dünyasından geldi ve başını
El Kaide adlı örgüt çekti. Daha önce sosyalizme ve Afganistan’daki
devrimci yönetime karşı savaşan El Kaide, “yeşil
kuşak” politikalarının ürünü, diğer bir
deyişle ABD’nin ve Batı Avrupa ülkelerinin eseri
idi. Ama oldukça tutucu islam değerleriyle, şeriatçı
bir dünya görüşüyle donanmış bu akım,
sosyalist ve devrimci düşmanını yitirince yeni
düşmanlar bulmakta gecikmedi. Bu da eski müttefiki, hamisi,
kapitalist ve emperyalist dünya oldu. Filistin’de süregelen
çatışma bu dönüşümü kolaylaştırdı.
Radikal İslamcıların öfkesi İsrail’le
birlikte onun baş destekçisi ABD’ye yöneldi. El Kaide
ABD hedeflerini yalnızca Arabistan ve Afrika’da vurmakla
yetinmedi, ABD’ye kadar uzandı, orada Amerikalıların
kendi evinde eylemler koydu. 11 Eylül 2001 New York ve Washington
saldırıları ise bu terörün doruğu oldu.
Bu olaylar ve ardından gelen Afganistan ve Irak işgalleri
ile terör birbirini tetikledi, yangının alevleri
Ortadoğu’nun yanısıra Avrupa’ya sıçradı.
Bu yeni savaş, “küresel terörle savaş” olarak adlandırılıyor.
Karşıda bir süpergüç, ya da büyük bir devlet yok,
sözde İslamcı ideolojiyi bayrak edinmiş terör
örgütleri var.. Onların belli bir ülkeleri, devletleri
yok. Hem tüm İslam ülkelerinde varlar, hem de Batı’daki
İslam toplulukları arasında. Pirinçteki taş
gibiler. Ne pirinci tümden dökebilirsin, ne de bunları
ayıklamak pirinci ayıklamak kadar kolay..
Kimileri bunu kaçınılmaz bir uygarlıklar savaşı
sayıyor. “Hıristiyan kökenli” Batı uygarlığı
ile İslam uygarlığı arasında bir
hesaplaşma… Batıda bu görüşün teorisini yapanlar
var. Radikal İslamcılara göre de bu bir Müslüman-kafir
kavgası! Karşıdakiler, yani “kafirler” Hıristiyanlar
ve Yahudiler. Ayrıca elbet İslam toplumları
içindeki kendileri gibi düşünmeyenler.. Öte yandan,
sorun sadece, görece olarak azınlık oluşturan
radikal İslamcılardan ibaret değil. Söz konusu
olaylar İslam dünyasında Batı’ya karşı
güvensizliği ve düşmanca duyguları arttırıyor.
Buna karşılık radikallerin terör eylemleri
de Batı kamuoyunda, korku ve kaygıyla birlikte İslam
dünyasına karşı güvensizlik ve karşıtlık
duygularını, bir “İslamofobi”yi arttırıyor.
Bu nereye varacak? Sorun nasıl çözülecek? Ya da bu çatışma
kaçınılmaz olarak sonuna kadar (sonu her neyse!)
gidecek mi?..
Elbet, bu bir çatışma ve dünya ölçüsünde oldukça
geniş bir alanda yaşanıyor. Sorun geniş
boyutlu ve önemli. Ama bu bir uygarlıklar savaşı
mı? Eğer öyleyse hangi uygarlıklar? “Arap İslam
Uygarlığı” ile “Hıristiyan Batı Uygarlığı”
arasında mı?
Baştan şunu söyleyeyim: Eğer dünyamızda
birden fazla uygarlık varsa -ki var- ve bunların
gelişme düzeyleri farklıysa –desen demesen farklı-,
aralarında sürtüşme veya çatışma olabilir,
olmakta... Bu çatışma kültürel, ideolojik ve siyasal
biçimlerde olabileceği gibi, çıkar çatışmaları
ve gerginlikler savaşlara da yol açabilir. Nitekim açmakta..
Kanımca bunu “Hıristiyan-Müslüman” çatışması
gibi göstermek yanlıştır. Bir kere, söz konusu
olan bir uygarlıklar çatışması olsa bile,
Batı uygarlığı bir Hıristiyan uygarlığı
değil. Aksine, Batı uygarlığı, Hıristiyan
dünyası içinde boy verse bile, bu dünya ile çatışarak
ortaya çıktı. Rönesans ve reform hareketi, aydınlanma
dönemi, kilise ile, tutucu Hıristiyanlık değerleri
ile güçlü bir hesaplaşma idi. Ve bu hesaplaşma zaman
zaman çok kanlı oldu; bilim ve sanatların özgürlük
kazanması, toplumsal değişim kolay gerçekleşmedi.
Batı uygarlığını bir “Hıristiyan
uygarlığı” saymak ciddi bir yanlıştır.
Bu uygarlıkta Eski Yunan ve Latin uygarlığının,
İslam uygarlığının ve dünyamızda
geçmiş dönemlerde yaşanmış tüm öteki uygarlıkların
payı var. O bir bakıma, geçmiş uygarlıkların,
insanlığın ürettiği tekniğin, bilim
ve sanatın yeni bir sentezi ve elbet daha gelişkin,
daha üst düzeyde bir uygarlık.
Her uygarlık kendi değerleri, yaşam tarzıyla
bir bütündür. Farklı uygarlıklara sahip toplumlar
ilişkiye geçtikleri zaman doğal olarak hem birbirlerinden
alır ve verir, hem de sürtüşürler. Bu, toplumların
gelişme farklarına bağlı olarak geri ile
ilerinin bir çatışmasına da dönüşebilir.
Kanımca bugün Ortadoğu’da yaşanan budur.
Besbelli İslam toplumları da, dünyamızdaki
tüm toplumlar gibi oldukları yerde, değişmeden
kalamazlar. Hıristiyan dünyası bu değişimi,
zorunlu reformları birkaç yüzyıl öncesinden başlayarak
yaptı. Elbet değişim bu gün bile devam ediyor.
Sosyalizm de ideoloji ve eylem olarak önce Batı dünyasının
içinde boy veren bir değişimdi, yeni bir dünya görüşü
ve hayat tarzıydı. İlk büyük denemesinde başaramadı,
ama gelecekte ne olur, ayrı bir sorun.. Değişim
süreci durmuş değil ve geleceğin Batıda
da çok bambaşka olacağına kuşku yok.
Şeriat ise, İslam toplumlarında aynı
zamanda bir hukuk sistemi, bir yaşam tarzıdır.
Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, dört
kadınla evlilik ve çok daha sert kurallar dahil… Bu sistemden
günümüze ne kaldı? O aynen devam ediyor mu? Bu meselenin
bir yanı. Günümüz İslam toplumlarının
bin yıl öncesinden epeyce farklı olduklarını,
birçok şeyin değiştiğini kabul etmek gerekir.
Ama değişmeyen, toplumsal gelişmenin önünde
ayak bağına dönüşen şeyler ve değişmemekte
direnenler de var. Bu toplumlardaki bir bölüm dinci radikal
ise hem değişmemekte direniyor, hem de toplumu daha
gerilere götürmeye, hatta dünyayı toptan bu yönde değiştirmeye
çabalıyor, bunun için şiddeti, “cihadı” bile
hak sayıyorlar.
Böylesine bir direnişi besbelli, İslamın Hıristiyana
karşı savaşı sayamayız. Çünkü bu
direniş, aynı zamanda İslam ülkelerindeki ilerici
ve çagdaş güçlere, değişime karşı
direniştir. Bizzat İslam ülkelerinde de ileri ile
gerinin, değişimden yana olanla tutuculuğun
kavgası var. Tüm ülkelerde çağdaş bilim ve
sanatı edinmek isteyen, demokrasiyi, insan haklarını
savunan ve kendi ülkelerinde geçekleştirmeye çalışan
insanlar, örgütler var. Yine, değişim yanlılarının
Hıristiyan dediğimiz Batı ülkelerinde doğal
olarak dostları da var. Bunlar dünyamızda barışın,
insan haklarının ve demokrasinin egemen olmasını
isteyen kişi ve çevrelerdir, sayıları ve güçleri
az değildir.
Değişim, hiç kuşku yok, tüm bu halkların
yararınadır. İslam dünyası reform yapmakta
ne yazık ki gecikti. Bu nedenle de hızlanan küreselleşme
çağında, kaçınılmaz olarak bu çelişki
ve çatışmaları yaşıyor. Değişim
eninde sonunda olacak, bu sadece bir zaman sorunu; ama görünen
o ki epey sancılı olacak..
Yazarın önceki yazılarından:
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|