Lübnan’dan uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Kemal Burkay
Türkiye’de günlerdir Lübnan’a asker gönderme meselesi tartışılıyor.
Gerçi tezkere meclisten geçti, ama tartışma bitmedi.
Bu konuda öylesine bir kamplaşma ve çekişme oldu
ki hani ülkede iç savaş çıkacak sanırsın!
Oysa gönderilecek asker BM kararına uygun olarak barış
gücü rolü oynayacak. Üstelik 15 bin kişilik barış
gücü için Türkiye'den istenen bin kişilik bir birlik.
Türkiye dışında Almanya’dan Endonezya’ya, batılı
ve doğulu birçok ülke asker gönderiyor ve kimse de bu
iş için ortalığı velveleye vermiyor.
Türkiye’deki bu şamata, bu kapışma neyin nesidir?
Bu ülkenin özelliği ne?
Bu ülkenin bir özelliği şu ki, yalnız bu konuda
değil, tüm konularda böyle; hiçbir sorununu adam gibi
tartışmasını beceremiyor. Demokratik mekanizmalar
içinde, barışçı biçimde tartışıp
karar almak ve bu kararları hayata geçirmek bu ülkenin
geleneğinde yok. Her tartışma hızla kavgaya
varıyor ve herkes, her kurum, her grup ya da güruh -gücü
varsa tabi- kırıp dökerek amaçlarına ulaşmaya
çalışıyor. Bazılarınca Ortadoğu’ya,
ya da İslam dünyasına örnek gösterilmek istenen
bu ülkede, “demokrasi”nin durumu böyle..
Böyle olduğu içindir ki, bir önceki Genelkurmay Başkanı
Özkök, bir generalden, hem de Türkiyeli bir generalden hiç
beklenmeyecek biçimde bu gerçeği dile getirdi: “Türkiye’nin
gerek duyduğu şey demokrasidir.”
Bazı yorumcular, Lübnan’a asker gönderme konusunda bu
ölçüde bir kapışmanın, olayın bir krize
dönüştürülmesinin nedenini, hükümetin ve muhalefetin
bu olayı bir iç politika malzemesi yapmasına bağladılar.
Bunda haklılık payı var. CHP iktidar, AKP muhalefet
olsaydı, roller değişirdi. CHP asker göndermek
için karar alır, AKP de karşı çıkardı.
Buna kuşku yok! Her iki taraf da bu konuda ilkesiz. Ne
asker göndermek isteyenler bunu Lübnan halkına insani
yardım ve barışa katkıda bulunmak için
yapıyorlar, ne de öteki taraf Türk askerinin hayatına
değer verdiği için karşı çıkıyor.
Hükümetin ve muhalefetin küçük hesapları, partisel ve
kişisel çıkarlar bir yana, Türk devleti asker göndermeyi
gerek Kürt, gerekse Kıbrıs sorununda çıkara
tahvil etmek istiyor. Aynı zamanda İran’a karşı
bölgesel güç dengesinde konumunu güçlendirmeye çalışıyor.
Hükümetin asker göndermeye yönelik görünür gerekçelerinden
biri “büyük devlet olmanın gerekleri…” Hem de bölgeyi
yüzlerce yıl yönetmiş Osmanlı’nın mirasçısı
olarak… Bir diğeri ise Lübnan’da ve bölgede barışın
sağlanmasına katkıda bulunmak. Ancak çıkan
karar hiç de bu büyük iddialarla bağdaşmıyor.
Kamuoyunda tepkiler yükselince, Türk askerini iki ateşin
arasına atıyorsunuz, yakında mehmetçik tabutları
gelecek; bu asker İsrail’i korumak ve Hizbullah’ı
silahsızlandırmak için gidiyor, filan denince, Türkiye,
bazı İskandinav ülkeleri gibi, sadece kıyı
koruma görevi yapacak küçük bir deniz gücüne talip oldu. Bir
miktar da inşa faaliyetinde bulunacak Türk firmalarına
koruma görevi… Topu topu 750 kişi… Üstelik, “Hizbullah´ı
silahsızlandırma işine karışmayacağız,
kimseden de emir almayacağız” diye, bizzat Genelkurmay
Başkanı’nın ağzından sınırlar
çizilerek.. (Bu da ayrı bir komedi.. Barış
gücü bir bütün ve bir de komutanı olacak. Görevini ise
1701 sayılı BM kararı belirlemiş. Her
ülkenin askeri kendi başına buyruk olacaksa, kendi
bildiğini yapacaksa, bu nasıl barış gücü?
Nasıl iş görecek, uyum sağlayacak?.)
Öyle olunca da Lübnan’a gidiş sembolik olmaktan öte
bir anlam taşımıyor. Yani dağ bir kez
daha fare doğurdu. “Büyük devlet”imiz hem Lübnan’a asker
göndermiş oluyor, hem de hiçbir risk almaya yanaşmıyor.
1701 sayılı son BM kararının ve daha öncekilerin
hayata geçirilmesi için hiçbir sorumluluk ve görev de..
Bu durumda hiç asker göndermemek daha tutarlı olmaz
mıydı?
Öte yandan, baylarımız bunca küçük bir birlik ve
bunca kayıt ve şartla gidiyorlarsa, bunun nedeni
mehmetçiğin hayatı mı? Yani onlar Türk insanına
bu kadar mı değer veriyorlar? Bu kadar mı barışçı
ve yufka yürekliler?..
Buna kargalar güler. Eğer öyleyse neden Güney Kürdistan’a
sınır ötesi harekat yapmak ve orayı işgal
etmek, hatta altüst etmek, İsrail’in Lübnan’da yaptığını,
belki de onun on katını yapmak istiyorlar?. Güney
Kürdistan bomboş bir çöl mü? Orada ülkesini korumayı,
bunun için savaşmayı göze alacak insanlar yok mu?
Orada mehmetçiğin hayatı, belki de Lübnan’dakinin
on katı, yüz katı tehlikeye girmeyecek mi?.
Ayrıca bu konuda hükümetin de, muhalefetin de, hatta
Lübnan’a asker göndermeye karşı kıyameti koparan
diğer zevatın da –çok az sayıdaki gerçek barışseveri
içinden çıkarırsak- hiçbir görüş farkı
yok, bütünüyle uzlaşıyorlar. Türk ordusu “Kuzey
Irak” dedikleri Güney Küdistan’a yürümeli!
Demek ki muhalefetin Lübnan konusunda mehmetçiğin hayatı
üzerine kopardığı gürültü bir yalandan, demagojiden
başka bir şey değil. Ne kadar barışsever
oldukları, ne kadar insan hayatına değer verdikleri
işte burada ortaya çıkıyor..
Ama elbet, baylarımızın bu konudaki görüşü
ve gerekçesi farklı. Onlar Güney’e sefer yapmayı
“ulusal çıkarlar”ın gereği sayıyorlar.
Güya oraya girip, “terörist PKK”yı temizleyecekler, vatanı
bölünmekten kurtaracaklar!
Oysa bu konuda söyledikleri çok daha büyük bir yalan. Birincisi,
Güney’e sefer yapmakla amaç hiç de PKK’yı etkisiz hale
getirmek değil. Eğer isteseler PKK’yı, kimsenin
burnunu kanatmadan da bir haftada etkisiz hale getirirler.
PKK zaten Öcalan yakalandıktan sonra beş yıl
boyunca etkisizdi, Türk devleti ne dese onu yapıyordu.
Silahları susturmuş, adını, programını
bile terk etmişti. Kürtler için hiçbir şey istemiyordu.
PKK’ya tekrar adını geri veren ve bölgede terörü
canlandıran kendileri, Türk militarizmi oldu. Türkiye’de
demokratikleşme ve AB’ye giriş sürecini engellemek,
ülke siyaseti üzerindeki hegemonyalarını ve tatlı
rantlarını sürdürmek için…
Eğer sorun PKK ise, Öcalan ve öteki PKK yöneticileri,
bin kere dile getirdiler: “Bir genel af çıkarın,
dağdakiler gelip teslim olsun” dediler. Yani PKK bir
af karşılığında örgütünü dağıtmaya
hazırdı. Neden yapmadınız? Çünkü bu işinize
gelmedi. Size bir PKK lazımdı, terörsüz olmazdı,
değil mi?..
Güneye girmenin amacı ise güneydeki, sınır
ötesindeki Kürt yönetimini boğmaktır. Türk rejimi
bunun Türkiye Kürtlerine kötü örnek olacağını
düşünüyor. Sınır ötesinde bile Kürtlerin hiçbir
yerde özgür olmasını kabul edemiyor…
Bundan daha aşağılık, bundan daha gayri
insani bir niyet, bir politika olabilir mi? Kürt düşmanlığını,
bir halkı ezip yok etmeyi kendilerine düstur edinenlerin
barıştan, demokrasiden, insanlıktan, hatta
dinden imandan söz etmeye hakları var mı?.
İkinci büyük yalansa, şu “vatanın bölünmesi”
iddiasıdır. Kim kimin vatanını bölecek
baylar, biz mi böleceğiz, yoksa siz mi zaten bölmüşsünüz?
Bizim vatanımızı, Kürdistan’ı dörde bölenler
kim?..
Burası nereden sizin vatanınız oluyor?..
Vatanımızı bölmüş olmak yetmiyormuş
gibi, bizi tüm ulusal haklarımızdan, kendi kendimizi
yönetme hakkından, ulusal kaynaklarımızdan
yararlanma hakkından, ana dilimizi özgürce kullanmaktan,
türkülerimizi bile özgürce söylemekten mahrum eden kim?
Bakın, biz kendi bağımsız devletimizi
de kursak bu, anamızın sütü kadar helaldır.
Her ulusun bu hakkı var, bizim de var.
Bizimle birlikte mi yaşamak istiyorsunuz, o halde buyrun,
her şeye rağmen buna da varız. Kin ve nefreti
çok, ama çok hak ettiğiniz halde, biz bu tür duyguların
tutsağı değiliz. Gelin eşitlik temelinde
bir federasyon kuralım. Belçika’da, Kanada’da, İsviçre’de
olduğu gibi.. Sizin Kıbrıs’ta yüzbin Türk için
yapmak istediğiniz gibi.. Bu uygarca çözümü hayata geçirip
barış içinde bir arada yaşayalım.
Buna da yok musunuz? Yani ne o , ne de bu; Kürtleri ezmek,
yok etmek istiyorsunuz.. O zaman buyrun, gücünüz yetiyorsa
yapın! Zaten, Osmanlı dönemini saymasak bile, 1923’ten
beri yapmaya çalıştığınız budur.
Ama o zaman da, dünya alemi aptal yerine koyar gibi, demokrasiden,
barıştan, çağdaşlıktan, kardeşlikten
filan söz etmeyin. Ayıptır.
Ve böyle bir duruma evet dememizi bizden beklemeyin. Kürt
halkı eşitsizliğe, zulme, sömürüye, onurunun
aşağılanmasına kölece boyun eğmeyecektir.
Bunu kafanıza koyun!
Gücünüze de o kadar güvenmeyin; özgürlük için direnmenin
bir bedeli varsa, zorbalığın ve zulmün de var!
Türk devletinin ve toplumunun bu kadar çürümüş ve kokuşmuş
olması bu bedellerden biridir.
Yazarın önceki yazılarından:
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|