PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Linç salgını yayılırken…

Kemal Burkay

Bu ülkenin dağlarında kavga var. Bu ülkenin sokaklarında, okullarında, mahkemelerinde, camilerinde, hatta parlamentosunda kavga var… Sporu bile kavgasız yürütemiyor, stadyumlarda kavga var…

Son dönemde şiddet sarmalı artık bu işin goygoycularını bile ürkütecek düzeylere vardı. En ufak bir tatışmada, gücü yeten ötekileri linçe yöneliyor. “Bu PKK’lı!” ya da, “bu PKK’lıyım dedi!” demek yetiyor…

Herhangi bir konuda farklı düşünen, ya da aralarında bir sorun yaşayan insanların, tartışmadan, -gerekiyorsa- hukuk yollarına bile başvurmadan, polise, icra memuruna, yargıca gerek görmeden, birbirlerinden hesap sormaları, bizzat “ihkakı hak” etmeleri, bunun için de yumruk ve sopa, tabanca ve tüfek kullanmaları, linç törenleri düzenlemeleri bu ülkede artık pek alışılmış, pek sıradan, pek doğal bir durum!.

Üstelik sorumsuzu da sorumlusu da, yetkilisi de yetkisizi de aynı kafada. Rize ve Trabzon’da bildiri dağıtanlar linç edilmek istendiği zaman vali eyleme destek verdi. Belediye başkanı, “orda olsam ben de vururdum!” dedi. Hatta Başbakan, bu ülkenin baş sorumlusu olarak, bildiri dağıtan vatandaşının bu en doğal hakkını savunacağına, onları “vatandaşın hassasiyetlerine dikkat etmemekle” suçlayarak, linççi saldırganların eylemini hoşgörüyle karşıladı!

İstanbul’da 30 Ağustos törenleri sırasında, Lübnan’a asker gönderilmesine karşı çıkan ve bu amaçla slogan atan dört genç de linç edilmek istendi. Polislerin bir bölümü saldırganlara yardımcı olurken, İstanbul emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, “güzel bir tepkiydi!” diyerek linççileri alkışladı.

Çok geçmeden İstanbul’da bir camide bir din adamı öldürüldü ve katil orada linç edildi, polis linç olayını örtbas etmeye çalıştı.

Görüldüğü üzere, bu toplumda linç bir salgına dönüşüyor ve bunu yapanlar hakkında hiç bir kovuşturma yok, aksine sırtları sıvazlanıyor.

İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın buna aldırdığı yok! Başbakan’ın aldırdığı yok! Sanki hukuku, insan haklarını ve güvenliği sağlamak, bu konuda görevlerini yapmayan, üstelik de saldırgana arka çıkan, suça destek olan görevlilerden hesap sormak onların görevi değil!..

Bu durumda kimi kime şikayet edeceksin?. Kürt sivillere yönelik saldırganlık ise zaten ülkenin dötbir yanında mantar gibi yüze vuruyor. Kürtleri önce ordu eliyle yüzbinler ve milyonlar halinde, evlerini barklarını yakıp yıkarak köy ve kasabalarından kovdular. Şimdi de gittikleri yerlerde barınmalarına olanak tanımıyor, onlara karşı, bir dönem Avrupa’da Yahudilere karşı düzenlenen türden pogromlar düzenliyorlar. Fındık ya da tütün toplamak için ta Diyarbakır’dan Mardin’den binbir sıkıntıyla çıkıp gelen yoksul insanlara dünyayı cehennem ediyorlar…

Son olarak Akyazı’da, fındık toplamaya gelmiş Kürt işçiler kendi aralarında Kürtçe konuştular diye taciz edildiler ve çıkan kavganın ardından birileri, “bunlar PKK’lı!” diyerek karakolun önüne iki bin kişi toplanmasına yol açtı. Vestern filmlerindeki gibi karakoldakileri zorla alıp linç etmek istediler.

Bu gidiş nereye varacak? Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan ve arkadaşları bu salgını ve linççi kalabalıkları kendi iktidarları için bir tehlike görmüyorlar. Belki de onları ideolojik olarak kendilerine yakın buluyorlar: “milliyetçi-mukaddesatçı..” Zaten Erdoğan’ın politikaya ve dünyaya benmerkezci (egosantrik) bir açıdan baktığı pek çok olayda yüze vuruyor. Bir sanatçı, bir yazar görüşleri nedeniyle baskıya uğradığı, kovuşturulduğu ve bu durum insan haklarını savunan çevrelerde eleştiri konusu olduğu zaman, hemen kendi durumunu hatırlatıyor: “Ben de bir şiir yüzünden içeri düşmüştüm, neden bana sahip çıkmadınız?!”

Tamam kardeşim, tamam da, sen şimdi başbakansın, yani bu ülkede en yetkili, sorumlu mevkidesin. İnsan haklarına sahip çıkmak en başta senin görevin.

Erdoğan’ın eleştirilere ise hiç tahammülü yok. Bu yazımızı  okusa, “bu adamlar doğru söylüyor,” filan diyecek değil; büyük ihtimalle öfkelenecek, “siz de linçe yol açacak işler yapmayın!” diyecek.. Mesela, “tutuklu ve hükümlülerle ilgili bildiri dağıtmayın… Biz Lübnan’a asker göndereceksek, karşı çıkmayın… Göndermeyeceksek yine karşı çıkmayın! Akyazı’da bir kahvede Kürtçe konuşmayın, Türkçeye nolmuş yani!..”

Böyle derse hiç şaşmayın sevgili okurlar!

Ayrıca, kendileri gibi düşünmeyenlere saldırmayı bir hak olarak gören bu türden milliyetçi ve muhafazakar vatandaşlar, AKP dahil, sağ partilerin seçmenidir, sayıları da az değildir. Onları siyasi tutuklu ve hükümlüler, onların yakınları, Lübnan’a asker göndermeye karşı çıkan “marjinaller”, ya da şu “terörist Kürtler” için küstürmeye gelmez…

Demirel de bir zamanlar böyle düşünmüş, milliyetçi ve faşist tosunları kendi cephesine almış, korumuş, onlar cayır cayır cinayet işledikleri halde, “bana milliyetçiler cinayet işliyorlar detirtemezsiniz!” demişti…

Ama bu politika Demirel’i sık sık darbelere uğramaktan ve Zincirbozan’a gitmekten kurtaramadı. Aksine, kaynayan kazanların yarattığı anaforlar onun iktidarını da içine alarak sivil politikayı boğdu. Gerçi Demirel her keresinde, biraz hırpalansa da sonunda belini doğrultup kedi gibi dört ayağı üzerine düşmeyi başardı. O ne hacıyatmazdır! Ama Erdoğan bunu başarabilir mi? Hiç sanmam! Erdoğan gibi düz biri bir düşerse zor kalkar..

Bilmem ki Erdoğan ve arkadaşları bu ülkede sorumlu olduklarını, hakkı hukuku savunmanın görevleri olduğunu, linççi kalabalıklara dayanarak politika yapılamıyacağını, zıvanadan çıkan toplumun, kaybolan hukukun yaratacağı girdapların kendilerini de içine alıp boğabileceğini, her şey olup bittikten sonra mı anlıyacaklar?..

Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise, bundan da önemli. Toplumu saran bu şiddet dalgasının nedenleri önemli. Bu ülke neden bu hale geldi? Bunların üzerinde –hükümet, muhalefet ve aydınlar olarak- düşünmek gerekmez mi?

Çünkü nedenler bilinmeden ve ortadan kaldırılmadan bu şiddet batağından çıkılamaz.

Devletin, yani bu ülkeyi dünden bugüne yöneten sorumluların, sorunları çözmek için demokratik mekanizmaları geliştireceklerine, uzlaşma kültürüne zemin hazırlıyacaklarına, toplumdan gelen her tepkiyi, solun, emekçilerin, gençlerin, hele hele Kürt halkının her itirazını şiddetle bastırmak istemeleri, bugünkü akıl almaz şiddet ortamının temel nedeni değil mi?. Özellikle de Kürt sorunu nedeniyle son yirmi yıldır yaşanan “düşük yoğunluklu savaş?.”

Devlet, Kürt sorunu karşısında yüz yıldan fazladır ki inkar ve şiddet yolunu kendisine temel politika seçmiş. Başka yöntem bilmiyor. Kürt halkına meşru insani ve ulusal haklarını tanımaktan, böylece bu sorunu uzlaşma yoluyla, uygarca çözmekten ısrarla kaçınıyor. Bu politika sorunu çözmeye yetti mi?

Ama Türkiye bugün de hala aynı çıkmaz yolda ısrar ediyor. Hala diline doladığı bir “terör” edebiyatı.. Hala akıllarından geçen, öneri diye ortaya dökülen ya da yapılan şeyler, “terörle başa çıkmak için” güya “yeni”, ama tümüyle şiddete ve hileye, kurnazlığa dayalı yöntemler: “Özel Kuvvetler”i büyütmek, profesyonel bir ordu yaratmak, oraya bir tümen daha, öte yana bir kolordu daha, yeni sofistike silahlar… ABD’nin, şunun bunun desteğini aramak… Kürtlere Türkçe öğretmek, “halkı yanına alıp terör örgütünü soyutlamak”, Güneyli Kürtleri Kuzeylilere, Kuzeyli Kürtleri de Güeylilere karşı kullanmak, falan filan…

Yani yine silah, yine şiddet, yine hile ve dubara…

“Kürtler ne istiyorlar?” diye sormak, bu bayların hiç akıllarına gelmiyor. Kürtlerin de insan haklarına, ulusal haklara sahip olmalarının doğal olduğu, sorunun çözümünün bu hakları tanımaya bağlı olduğu akıllarının köşesinden geçmiyor...

Ama şiddet politikası da ürünlerini işte böyle veriyor. Militarizm ve savaş Türkiye’nin ekonomik gelişmeye ayırabileceği kaynakların büyük bölümünü yutuyor, heder ediyor. Eğitim, sağlık, hukuk yerlerde sürünüyor. Ülke işsizlikle kavruluyor. Şiddet tüm toplumu sarıyor, moral değerleri çürütüyor, toplumu hasta ediyor.

Bundan da önemlisi, her iki yanda genç ve çocuk yaşta ölen, satkat kalan insanlar, çekilen acılar…

Bütün bunlar ne için: Kürtlere haklarını tanımamak için!

Baylar, hak ve özgürlük istedikleri için Kürtleri suçlamak çıkar yol mu?

Dönüp bir kendi politikalarınıza bakın, bir kendinizi sorgulayın. Başınızı kumdan çıkarıp bir dünyaya bakın: bu tür sorunlar nasıl çözülmüş?.

Siz bu çağdışı, uzlaşmaz, kalın kafayla hem bizi, hem kendinizi perişan ettiniz.

Siz bu politikayı değiştirmek zorundasınız, başka yolunuz yok. Yoksa bu ülkeyi çok daha büyük felaketlere sürükleyeceksiniz.

Bu sorunlar zaptiye kafasıyla çözülmez.

Yazarın önceki yazılarından:

Lübnan’dan uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar Savaşı mı?
Türkiye’nin Kerkük Sorunu!
Halkı yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun yıkımına kim ağlar?
Terör ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık mı, sanık mı?.
Şemdin’in yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı olmasın?..
Çetelerle mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi esir alan ahtapot...
Sular ısınırken...
”Sanki herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu bir darbe değil mi?
Terör ne, terörizm ne?
TBMM Başkanı Arınç’ın kunuşması ve demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı, tutku ve akıl...
Derin devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç ve Ceza
Yine bir şeyler dönüyor…
Sistem çürümüş, dökülüyor
Irak’ta iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey olanlar..
ŞOVENİZMİN ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At izi it izine karışırken..
HAMAS ve PKK…

Sağduyu ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin üstü örtülüyor
Adalet mi rezalet mi?.
Genelkurmay Gladyosuna sahip çıktı!
Türk Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli bir fırsattır
Bu nasıl bir ilerleme?

Değişimi anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3 Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz bir ülke..
“Demokrat, özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon dumanları…
Asıl ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son gelişmeler üzerine
Kürtçe şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun, örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı için düş kırıklığıürk tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler

ÇIKAR YOL - I En başta umut gerekli
İşe yaramaz bir karar…
NE DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı kim çözsün?.
Dün cami, bugün bayrak…
İstanbul sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş I M A R I K…
Kürt Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon

Derin Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler...

 
 
PSK Bulten © 2006