Linç salgını yayılırken…
Kemal Burkay
Bu ülkenin dağlarında kavga var. Bu ülkenin sokaklarında,
okullarında, mahkemelerinde, camilerinde, hatta parlamentosunda
kavga var… Sporu bile kavgasız yürütemiyor, stadyumlarda
kavga var…
Son dönemde şiddet sarmalı artık bu işin
goygoycularını bile ürkütecek düzeylere vardı.
En ufak bir tatışmada, gücü yeten ötekileri linçe
yöneliyor. “Bu PKK’lı!” ya da, “bu PKK’lıyım
dedi!” demek yetiyor…
Herhangi bir konuda farklı düşünen, ya da aralarında
bir sorun yaşayan insanların, tartışmadan,
-gerekiyorsa- hukuk yollarına bile başvurmadan,
polise, icra memuruna, yargıca gerek görmeden, birbirlerinden
hesap sormaları, bizzat “ihkakı hak” etmeleri, bunun
için de yumruk ve sopa, tabanca ve tüfek kullanmaları,
linç törenleri düzenlemeleri bu ülkede artık pek alışılmış,
pek sıradan, pek doğal bir durum!.
Üstelik sorumsuzu da sorumlusu da, yetkilisi de yetkisizi
de aynı kafada. Rize ve Trabzon’da bildiri dağıtanlar
linç edilmek istendiği zaman vali eyleme destek verdi.
Belediye başkanı, “orda olsam ben de vururdum!”
dedi. Hatta Başbakan, bu ülkenin baş sorumlusu olarak,
bildiri dağıtan vatandaşının bu en
doğal hakkını savunacağına, onları
“vatandaşın hassasiyetlerine dikkat etmemekle” suçlayarak,
linççi saldırganların eylemini hoşgörüyle karşıladı!
İstanbul’da 30 Ağustos törenleri sırasında,
Lübnan’a asker gönderilmesine karşı çıkan ve
bu amaçla slogan atan dört genç de linç edilmek istendi. Polislerin
bir bölümü saldırganlara yardımcı olurken,
İstanbul emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, “güzel bir
tepkiydi!” diyerek linççileri alkışladı.
Çok geçmeden İstanbul’da bir camide bir din adamı
öldürüldü ve katil orada linç edildi, polis linç olayını
örtbas etmeye çalıştı.
Görüldüğü üzere, bu toplumda linç bir salgına dönüşüyor
ve bunu yapanlar hakkında hiç bir kovuşturma yok,
aksine sırtları sıvazlanıyor.
İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın
buna aldırdığı yok! Başbakan’ın
aldırdığı yok! Sanki hukuku, insan haklarını
ve güvenliği sağlamak, bu konuda görevlerini yapmayan,
üstelik de saldırgana arka çıkan, suça destek olan
görevlilerden hesap sormak onların görevi değil!..
Bu durumda kimi kime şikayet edeceksin?. Kürt sivillere
yönelik saldırganlık ise zaten ülkenin dötbir yanında
mantar gibi yüze vuruyor. Kürtleri önce ordu eliyle yüzbinler
ve milyonlar halinde, evlerini barklarını yakıp
yıkarak köy ve kasabalarından kovdular. Şimdi
de gittikleri yerlerde barınmalarına olanak tanımıyor,
onlara karşı, bir dönem Avrupa’da Yahudilere karşı
düzenlenen türden pogromlar düzenliyorlar. Fındık
ya da tütün toplamak için ta Diyarbakır’dan Mardin’den
binbir sıkıntıyla çıkıp gelen yoksul
insanlara dünyayı cehennem ediyorlar…
Son olarak Akyazı’da, fındık toplamaya gelmiş
Kürt işçiler kendi aralarında Kürtçe konuştular
diye taciz edildiler ve çıkan kavganın ardından
birileri, “bunlar PKK’lı!” diyerek karakolun önüne iki
bin kişi toplanmasına yol açtı. Vestern filmlerindeki
gibi karakoldakileri zorla alıp linç etmek istediler.
Bu gidiş nereye varacak? Öyle anlaşılıyor
ki Erdoğan ve arkadaşları bu salgını
ve linççi kalabalıkları kendi iktidarları için
bir tehlike görmüyorlar. Belki de onları ideolojik olarak
kendilerine yakın buluyorlar: “milliyetçi-mukaddesatçı..”
Zaten Erdoğan’ın politikaya ve dünyaya benmerkezci
(egosantrik) bir açıdan baktığı pek çok
olayda yüze vuruyor. Bir sanatçı, bir yazar görüşleri
nedeniyle baskıya uğradığı, kovuşturulduğu
ve bu durum insan haklarını savunan çevrelerde eleştiri
konusu olduğu zaman, hemen kendi durumunu hatırlatıyor:
“Ben de bir şiir yüzünden içeri düşmüştüm,
neden bana sahip çıkmadınız?!”
Tamam kardeşim, tamam da, sen şimdi başbakansın,
yani bu ülkede en yetkili, sorumlu mevkidesin. İnsan
haklarına sahip çıkmak en başta senin görevin.
Erdoğan’ın eleştirilere ise hiç tahammülü
yok. Bu yazımızı okusa, “bu adamlar doğru
söylüyor,” filan diyecek değil; büyük ihtimalle öfkelenecek,
“siz de linçe yol açacak işler yapmayın!” diyecek..
Mesela, “tutuklu ve hükümlülerle ilgili bildiri dağıtmayın…
Biz Lübnan’a asker göndereceksek, karşı çıkmayın…
Göndermeyeceksek yine karşı çıkmayın!
Akyazı’da bir kahvede Kürtçe konuşmayın, Türkçeye
nolmuş yani!..”
Böyle derse hiç şaşmayın sevgili okurlar!
Ayrıca, kendileri gibi düşünmeyenlere saldırmayı
bir hak olarak gören bu türden milliyetçi ve muhafazakar vatandaşlar,
AKP dahil, sağ partilerin seçmenidir, sayıları
da az değildir. Onları siyasi tutuklu ve hükümlüler,
onların yakınları, Lübnan’a asker göndermeye
karşı çıkan “marjinaller”, ya da şu “terörist
Kürtler” için küstürmeye gelmez…
Demirel de bir zamanlar böyle düşünmüş, milliyetçi
ve faşist tosunları kendi cephesine almış,
korumuş, onlar cayır cayır cinayet işledikleri
halde, “bana milliyetçiler cinayet işliyorlar detirtemezsiniz!”
demişti…
Ama bu politika Demirel’i sık sık darbelere uğramaktan
ve Zincirbozan’a gitmekten kurtaramadı. Aksine, kaynayan
kazanların yarattığı anaforlar onun iktidarını
da içine alarak sivil politikayı boğdu. Gerçi Demirel
her keresinde, biraz hırpalansa da sonunda belini doğrultup
kedi gibi dört ayağı üzerine düşmeyi başardı.
O ne hacıyatmazdır! Ama Erdoğan bunu başarabilir
mi? Hiç sanmam! Erdoğan gibi düz biri bir düşerse
zor kalkar..
Bilmem ki Erdoğan ve arkadaşları bu ülkede
sorumlu olduklarını, hakkı hukuku savunmanın
görevleri olduğunu, linççi kalabalıklara dayanarak
politika yapılamıyacağını, zıvanadan
çıkan toplumun, kaybolan hukukun yaratacağı
girdapların kendilerini de içine alıp boğabileceğini,
her şey olup bittikten sonra mı anlıyacaklar?..
Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise, bundan
da önemli. Toplumu saran bu şiddet dalgasının
nedenleri önemli. Bu ülke neden bu hale geldi? Bunların
üzerinde –hükümet, muhalefet ve aydınlar olarak- düşünmek
gerekmez mi?
Çünkü nedenler bilinmeden ve ortadan kaldırılmadan
bu şiddet batağından çıkılamaz.
Devletin, yani bu ülkeyi dünden bugüne yöneten sorumluların,
sorunları çözmek için demokratik mekanizmaları geliştireceklerine,
uzlaşma kültürüne zemin hazırlıyacaklarına,
toplumdan gelen her tepkiyi, solun, emekçilerin, gençlerin,
hele hele Kürt halkının her itirazını
şiddetle bastırmak istemeleri, bugünkü akıl
almaz şiddet ortamının temel nedeni değil
mi?. Özellikle de Kürt sorunu nedeniyle son yirmi yıldır
yaşanan “düşük yoğunluklu savaş?.”
Devlet, Kürt sorunu karşısında yüz yıldan
fazladır ki inkar ve şiddet yolunu kendisine temel
politika seçmiş. Başka yöntem bilmiyor. Kürt halkına
meşru insani ve ulusal haklarını tanımaktan,
böylece bu sorunu uzlaşma yoluyla, uygarca çözmekten
ısrarla kaçınıyor. Bu politika sorunu çözmeye
yetti mi?
Ama Türkiye bugün de hala aynı çıkmaz yolda ısrar
ediyor. Hala diline doladığı bir “terör” edebiyatı..
Hala akıllarından geçen, öneri diye ortaya dökülen
ya da yapılan şeyler, “terörle başa çıkmak
için” güya “yeni”, ama tümüyle şiddete ve hileye, kurnazlığa
dayalı yöntemler: “Özel Kuvvetler”i büyütmek, profesyonel
bir ordu yaratmak, oraya bir tümen daha, öte yana bir kolordu
daha, yeni sofistike silahlar… ABD’nin, şunun bunun desteğini
aramak… Kürtlere Türkçe öğretmek, “halkı yanına
alıp terör örgütünü soyutlamak”, Güneyli Kürtleri Kuzeylilere,
Kuzeyli Kürtleri de Güeylilere karşı kullanmak,
falan filan…
Yani yine silah, yine şiddet, yine hile ve dubara…
“Kürtler ne istiyorlar?” diye sormak, bu bayların hiç
akıllarına gelmiyor. Kürtlerin de insan haklarına,
ulusal haklara sahip olmalarının doğal olduğu,
sorunun çözümünün bu hakları tanımaya bağlı
olduğu akıllarının köşesinden geçmiyor...
Ama şiddet politikası da ürünlerini işte böyle
veriyor. Militarizm ve savaş Türkiye’nin ekonomik gelişmeye
ayırabileceği kaynakların büyük bölümünü yutuyor,
heder ediyor. Eğitim, sağlık, hukuk yerlerde
sürünüyor. Ülke işsizlikle kavruluyor. Şiddet tüm
toplumu sarıyor, moral değerleri çürütüyor, toplumu
hasta ediyor.
Bundan da önemlisi, her iki yanda genç ve çocuk yaşta
ölen, satkat kalan insanlar, çekilen acılar…
Bütün bunlar ne için: Kürtlere haklarını tanımamak
için!
Baylar, hak ve özgürlük istedikleri için Kürtleri suçlamak
çıkar yol mu?
Dönüp bir kendi politikalarınıza bakın, bir
kendinizi sorgulayın. Başınızı kumdan
çıkarıp bir dünyaya bakın: bu tür sorunlar
nasıl çözülmüş?.
Siz bu çağdışı, uzlaşmaz, kalın
kafayla hem bizi, hem kendinizi perişan ettiniz.
Siz bu politikayı değiştirmek zorundasınız,
başka yolunuz yok. Yoksa bu ülkeyi çok daha büyük felaketlere
sürükleyeceksiniz.
Bu sorunlar zaptiye kafasıyla çözülmez.
Yazarın önceki yazılarından:
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|