Oyunu gerçek sanmak.. (1)
Kemal Burkay
Tiyatro bir oyundur, bunu bilerek bilet alır gidersiniz.
Ama oyunu seyrederken çoğu zaman kendinizi kaptırırsınız.
Oyun olduğunu unutur, sahnedekilerle birlikte heyecanlanır,
sevinir, acı duyarsınız. Hele usta oyuncuların
oynadığı bir temsilde..
Sinemada da öyle değil mi?. Bir film, bazen sizi gerçek
hayatta tanık olduğunuz olaylardan, aşklardan,
trajedilerden daha çok etkiler, unutulmaz izler bırakır.
Bazen kendinizi okuduğunuz romana, öyküye de böylesine
kaptırır, gerçek bir öykü içinde yaşıyormuş
gibi roman ve öykünün kahramanlarının başından
geçenler için kaygı veya hoşnutluk duyarsınız.
Siyasette de, toplumsal yaşamda da oyunlar vardır.
Ülkeleri yönetenler bazen öylesine it oyunları sahnelerler
ki çoğu insan oyun olduğunu bile fark etmez. Zaten
bunları sahneye koyanlar size oyun olduğunu da söylemezler.
İnandırıcı olması için tüm zekalarını,
tüm ustalıklarını kullanırlar. Onlar bu
konuda yüzyılların deneyimine sahiptirler. Kitleler
ise genellikle çocuklar gibi saftır. Bazen bir oyunla
yüz yüze olduklarını hiç anlayamazlar; anlayabildikleri
zaman ise zaten iş bitmiş, atı alan Üsküdar’ı
geçmiştir…
Bu ülkede “PKK terörü” denen şey işte böyle bir
oyun olarak başladı ve bugün de hala sürüyor..
Bunu çok yazdım sevgili okurlar, biliyorum, çoğunuz
belki okumaktan bıktınız. Ama ben yazmaktan
bıkmadım, bunu görev bildiğim için.. Oynanan
oyunun farkında olmayanlar, hem Kürtler, hem Türkler
arasında hala çok olduğu için.. Bu çabaların
tümüyle boşa gitmeyeceğine inandığım
için.. Nitekim Kürt kesiminde de, Türk kesiminde de oyunu
görenlerin sayısı giderek artıyor. Bunu dobra
dobra dile getiren de var, satır arasında kuşkusunu
belirten de..
Kitlelerin saflığını anlıyorum.
Zaten kitleler saf olmasaydı böylesine it oyunlarını
sahnelemek, böyle zorba, kanlı, acımasız ve
de vicdansız rejimleri ayakta tutmak mümkün olur muydu?
Kitleler ayağa kalkıp onu sahiplerinin başına
yıkmazlar mıydı?.
Gerçi kitlelerin bunu yaptıkları zamanlar da olur,
ama kendiliğinden değil; önlerinde iyi, namuslu,
mücadeleci bir örgüt buldukları ve de koşullar bu
iş için olgunlaştığı zaman. Koşullar
olgunlaşmamışsa iyi öncülerin ve iyi örgütlerin
çabası yetmez..
Bazıları da bu konuda yazdıklarımı
komplo teorisi diye nitelediler. Kimi gerçekten kavrıyamadığı
için, kiminin de işine öyle geldiği için.. Nitelesinler.
Böyle diyenlerin bir bölümü iyi niyetli değil, yani onlar
da bu oyunun farkında. Bu ülkede siyasetçi, yazar-çizer
geçinip de tüm olup bitenlere rağmen farkında olamıyanları
ise ciddiye almam.
Türk MİT’inin muhtemelen daha 12 Mart darbesi (1971)
öncesi, tapu-kadastro okulunda öğrenci ve Komünizmle
Mücadele Derneği’nin üyesi iken kendisiyle ilişki
kurup yönlendirdiği biri olan Öcalan, 12 Mart’ta içeri
düştüğünde, emniyetten gelen “adamımızdır”
yazısı üzerine Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nca
serbest bırakıldı…
Daha sonra ona PKK kurduruldu (1978). Kurucular arasında
başka MİT elemanları da vardı ve bunlardan
biri “Pilot” lakaplı Türk subayı idi. Daha sonra
Apo, 1925 Kürt ayaklanmasından beri Türk devletine ajanlık
yaptığı bilinen ve Karakoçan’da yaşayan
Ali Yıldırım diye birinin kızıyla
(Kesire) evlendirildi. Bu evlilik de bir rastlantı değildi,
“devrim evliliği” perdesi altında bir MİT evliliği
idi..
Sonra Apo’nun bizzat kendi deyişiyle, “üç yıl süreyle
ekmeğini, silahını, hatta korumasını
Türk devleti sağladı.” PKK’dan istenen diğer
Kürt örgütlerine, hatta Türk sol örgütlerine karşı
savaşmak, özellikle Kürt sorununu terörize etmekti. PKK
bunu yaptı. Türk düzen medyası o dönemde, yürütülen
psikolojik harekata uygun olarak yoğun bir PKK propagandası
yaptı.
Kürt ve Türk kesiminde pek çok insan buna inandı, PKK’yı
Kürt halkının kurtuluşu için mücadele eden
bir örgüt sandı. 12 Eylül Cuntası PKK’nın terörünü
de gerekçelerden biri yaparak yönetime el koydu.
Daha sonrası malum: Öcalan Suriye’ye geçti ya da geçirildi.
Bir süre sonra Suriye kendisiyle ilişki kurdu ve yönlendirmeye
başladı, giderek İran ve Irak’ın da etki
alanına girdi. Ama başını Suriye’ye kaptırmış
olsa bile, PKK içindeki Türk yönlendirmesi tümüyle son bulmadı.
Suriye PKK’yı Türkiye’ye, Irak Kürtlerine ve de kendi
Kürtlerine karşı bir koz olarak kullandı. Onun
eliyle Kuzey Kürdistan’da silahlı eylem başlattı
ve kendi çıkarlarına göre bu savaşı yönlendirdi.
Türkiye PKK’yı örgütleyip teröre yönelterek ateşle
oynamış, paçasını yangına kaptırmıştı.
Kirli savaş Kürt halkı kadar Türkiye’ye de büyük
zararlar verdi. Yine de Türk rejimi, bu savaştan yararlanarak
Kürdistan’a yönelik bazı planlarını hayata
geçirdi; Kürdistan’ı yer yer yakıp yıktı,
özellikle sınır boylarını ve kırsal
kesimleri boşalttı; aydınları, demokrat
çevreleri susturdu; kitleleri sindirdi, ülkeyi militarize
etti.
Bu durum 1998 yılına kadar sürdü. Sovyetler’in
yıkılması Suriye’yi ana desteğinden yoksun
bıraktı ve bölgedeki güç dengelerini değiştirdi.
Türkiye bu dönemde Suriye’ye baskı uygulayarak Apo’yu
ordan çıkarttı ve ABD’nin yardımıyla yeniden
ele geçirdi. Böylece 1980 öncesine benzer bir durum doğdu.
Apo, canının bağışlanması karşılığında
yeniden hizmete alındı. Örgütü onu izledi. Böylece
PKK bir kez daha rejimin güdümüne girdi.
Başlangıçta, sırf inandırıcı
olmak, Kürt kitlelerini yanına çekmek için benimsenmiş
olan radikal istemler (bağımsız Kürdistan,
dört parçanın birliği, Marksizm-Leninizm filan)
terk edildi. Türk devletinin temel politikaları ve sembolleri
(üniter devlet, tek ulus, tek resmi dil, tek bayrak) ve resmi
ideoloji (Kemalizm) açık açık savunulur oldu. PKK,
programının yanı sıra, adını
bile terk etti, salt barış ve demokrasiden söz eder
oldu.. Silahlar susturuldu ve Türk devletinin de onayı
ile PKK’nın silahlı güçleri sınır ötesine,
Güney Kürdistan’a geçirildi. (İstense, bir genel af çıkarılsa,
hatta belki çıkarılmadan da, PKK tümüyle silah bırakabilirdi.
Ama devlet bunu istemedi. PKK’yı hem Kuzey Kürtlerine,
hem de Güney Kürtlerine karşı kullanmayı düşünüyordu.
Nitekim kullandı ve kullanmakta.)
Bu, Türk devletinin tam istediği şey değil
miydi? Galiba tümüyle değildi! Türk derin devleti bir
süre sonra bu durumu sakıncalı bile bulmaya başladı.
Çünkü militarizmin sürmesi, AB üyeliğinin ve buna paralel
demokratikleşme sürecinin engellenmesi, Güney Kürdistan’a
müdahale için bahanelere, yani teröre gerek vardı. Bunun
üzerine savaş oyunu yeni koşullara adapte edilerek
tekrar sahneye kondu.
Genelkurmay İmralı’daki adamı eliyle PKK’yı
bir kez daha canlandırdı. Adı geri verildi.
2004 yılından başlayarak yeni bir psikolojik
harekat sahneye kondu. PKK’nın Türkiye’ye karşı
yeniden eylemlere başlayacağı propaganda edildi.
PKK’lı militanların “Kuzey Irak”tan sağladıkları
C-4 patlayıcıları ve oradan aldıkları
eğitimle sınırı geçip Türkiye’ye girdikleri
ileri sürüldü. (Zaten içerde PKK’nın eylem yapmayan bir
bölüm silahlı militanı vardı, belki bir bölüm
de bu arada geçirildi.)
Çok geçmeden Van, Hakkari yöresinde ve Şemdinli’de bombalar
patladı. Bazı valilere yönelik, nedense tümü de
başarısız suikastler düzenlendi. Ama aksi giden
işler de oldu. Şemdinli’de bombacılar suçüstü
yakalandılar ve bunların JİTEM’ci oldukları
anlaşıldı. Ankara’da muvazzaf ve emekli subayların
yönettiği çeteler yakayı ele verdiler… Ama oyun
kurucuları bundan yılmadılar. Çok yönlü karşı
saldırıya geçtiler.
Sonuç malum: Hükümet sindi, geri çekildi. Şemdinli’nin
yanısıra öteki çete olayları da kapatıldı.
Ordu Güney Kürdistan sınırına yığıldı.
AB süreci tavsadı, demokratikleşme adımları
durdu, geriye dönüş başladı. Yazar-çizerlere
karşı TCK’nın 301. maddesi bir kasap satırı
gibi işliyor. Polis ve askere keyfince ateş yetkisi
veren Terörle Mücadele Yasası ağırlaştırılarak
geri geldi. Bunun ürünleri ise daha şimdiden ortada:
Bildiri asan, çöplükten hurda toplayan çocuklar, evinin balkonunda
kahve içen kadınlar bile kurşunlanıyor… 12
Mart ve 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, toplumu sarsan
şiddet eylemleri sahneleniyor. Danıştay basıldı;
İstanbul, Ege ve Antalya yöresinde turistleri hedef alan
bombalar patladı. Bir bölümü şu TAK denen sözde
PKK bağlantılı, gerçekte ne idüğü belirsiz
örgüt, bir bölümü ise TİT ve benzeri kılıflar
altında..
Militaristler ve hizmetlerindeki medya, Diyarbakır’daki
son çocuk kıyımını bile PKK’ya yıkıp
kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlar.
Bu, sahici mermilerle oynanan acımasızca bir savaş
oyunu ve aslında hem “mavi kuvvetler” hem de “kırmızı
kuvvetler” aynı merkez tarafından yönetiliyor..
Kısacası, sevgili okurlar, oyun işte böyle
oynanıyor. Türk medyasında söylenenlere, yazılanlara
bakarsanız, bir bölümü zaten gönüllü olarak bu psikolojik
harekatın hizmetinde, yani oyunun mutfağında
yer alıyor. Bir bölümü ise inanmış gibi, saf
saf “PKK terörü” edebiyatı yapmaya devam ediyor…
Ya vatandaşlar, yani seyirciler?.. Her iki yanda da
sıradan insanlar, oynanan oyunun farkında değil.
Onlar olan bitenin ciddi bir savaş olduğu kanısındalar.
Hatta cephede birbirlerini vuranların çoğu bile!.
Onların bir bölümü Apo’yu değil de Kürdistan’ı
kurtarmak için, bir bölümü ise “vatanı bölünmekten kurtarmak”
için orada olduğunu sanıyor.. Oyun aktörleriyle,
figüranlarıyla, bombalarıyla, kurşunlarıyla,
iki taraftan da verilen onlarca “şehit”le, öfkeli şehit
törenleriyle, protestolarla, linç girişimleriyle, medya
kavgalarıyla, taraflar arasında barış
önerenleriyle öylesine ciddi oynanıyor ki inanmamak elde
değil!
Bu işlerin nasıl olduğunu, perde gerisini
çok iyi bilen, oyunun geçmişinde büyük rolü olan, Türk
Gladyosu’nun da yaratıcısı Amerika bile nerdeyse
inanacak!
Birçok kişi bu yazımı da şaşkınlıkla
karşılayıp “işte savaş ortada, gözlerimize
mi inanalım, sana mı?!” derlerse hiç şaşmam.
Çünkü aldanmak, oyunu gerçek sanmak için durum yeterince elverişli.
Senaryo ustaca hazırlanmış, aktörler çok başarılı
ve dekor mükemmel!..
Bir sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.
Yazarın önceki yazılarından:
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|